Geçen hafta bölüm atmadım, farkındayım. Gönlünüzü almak için bu hafta iki bölüm atacağım. Hem de peş peşe!
Oy vererek bölüme başlayabilirsiniz, satır arasında sizleri görmek istiyorum.
Hayat dönemeçlerden ibarettir. Devrimler yaşanır, hükümler verilir ve urganlar takılır boyuna. Urganın takıldığı günden itibaren hayat istediğin gibi ilerlemez. İstediği kadar nefes alamaz, hareket edemezsin. Her gülmek istediğinde bir hançer saplanır kalbinin en derinine. Gülme der usulca. Urganın sahibi gülmeni istemiyor diyerek fısıldar.
İnsan her nefes aldığında urganın dikenleri batar tenine ama yine de derin nefes almaktan vazgeçmez.
Sağ elimi boğazıma sarıp tişörtümün yakasını biraz gevşetmeye çalıştım. Genişti yakası ama yine de nefes almamı engelliyordu.
Dakikalarca aynı yerde duruyordum.
Gece'nin arkasını dönüp giderken beni bıraktığı yerdeydim.
Yanaklarıma akan yaşlar çeneme ulaşıp tişörtüme damlıyordu. Sol elimle kapı kulpunu tutup sağ omzumu duvara yasladım. Bakışlarım merdivenlerden ayrılmıyordu. Gece gideli çok olmuştu, tanımadığım onlarca insan merdivenlerden çıkıp iniyordu ama Gece gelmiyordu.
"Hanımefendi, o odaya girmek yasak." koridorun sol tarafından gelen sesle kafamı o tarafa çevirdim. Gözlerimdeki yaşlardan dolayı net göremiyordum. "İyi misiniz, yardıma ihtiyacınız var mı?" diyerek kolumdan tuttu.
"İyiyim, ben odaları karıştırmışım. Kusura bakmayın." hemşirenin tuttuğu kolumu kendime çekip koridora çıkıp sağa döndüm. Hızlı adımlarla ilerlerken omzumdan düşmek üzere olan çantamı düzeltiyordum o sırada gözyaşlarım akmaktan vazgeçmiyordu.
Tuvaletlerin olduğu köşeye döndüğümde kapıyı sertçe açıp içeri girdim. Hiç beklemeden kapıyı kapatıp çantamı lavabonun kenarına koydum. Kirli olup olmaması umrumda değildi, tutacak halim kalmamıştı. Gücüm bir anda yok olmuştu. Ellerimi mermerin kenarına bastırıp parmaklarımla sıkıca tutundum. Başımı aşağı eğip derin nefes alıp verdim. Gözyaşlarım inatla akmaya devam ederken kendimi tutamayıp hıçkırdım. Başımı kaldırıp etrafa bakındım. Tuvalet kabinleri şansıma boştu. Önüme döndüğümde aynadan aksime baktım. Gözüm ve göz çevrem kızarmıştı, yanaklarım akan yaşlardan dolayı ıslaktı ve makyajım berbat haldeydi.
Musluğun açma kısmını yukarı kaldırıp suyu açtım ve avuçlarım yukarı bakacak şekilde ellerimi birleştirip akan suyun altına tuttum. Hızla akan su avcuma dolduğunda ve elimden taşıp döküldüğünde aklımda Gece'nin sözleri vardı. Suyu sertçe yüzüme çarpıp akan makyajımı temizledim. Birkaç kez daha suyu çarpıp musluğu kapattım. Sol taraftaki duvara montelenmiş peçetelikten iki tane peçete koparıp yüzümü kuruladım. Aynadan yüzüme baktığımda makyajımın gizlediği gözeneklerim göz önüne çıkmıştı. Peçeteyi çöp kutusuna atıp çantamı yeniden omzuma astım. Üstümdeki tişörtü düzeltip derin bir nefes aldım ve tuvaletten çıkıp yatış servisine doğru ilerledim. Ayliz'i görmeden gitmem hoş olmayacağı için onu ve bebeklerini görüp öyle gitme kararı aldım.
Kapının önüne geldiğimde Yeter'i gördüm. Elindeki telefona kaşlarını çatarak bakıyordu. Benim geldiğimi görünce derin bir nefes aldı.
"Neredesin sen?" elindeki telefonu iki kez salladı. "Sabahtan beri arıyorum, açmıyorsun!" pantolonumun cebindeki telefonumu çıkartıp ekranı açmak için tuşa bastım.
"Sesini kısıkta unutmuşum." telefonumu yeniden cebime koyup karşımda bana öfkeyle bakan arkadaşıma döndüm. "Bir şey mi oldu, Ayliz ve bebekler iyi mi?" dediğimde derin bir nefes alıp göz devirdi.
"Biraz kendini mi düşünsen?" dediğinde bakışlarım yüzünde donakaldı. "Şu haline bakar mısın?" elini kaldırıp görebilecekmişim gibi yüzümü işaret etti.
Bakmıştım yüzüme. Bakmıştım ve farkındaydım.
"Ne oldu birden bire?" deyip sol eliyle yanağımı okşadı. "Betin benzin atmış. İyi olduğuna emin misin?" sertçe yutkundum.
"Odadakilere bakalım sonra eve gidelim. Olur mu?" ağlamamak için ısırdığım dudağım titrediğinde Yeter'in gözünden kaçmamıştı.
"Olur, olur ama her şeyi anlatacaksın!" kafamla onayladığımda odanın kapısını açıp içeri girdi. Bende peşinden ilerlediğimde Hakan, Şafak'ı kucağında tutuyor ve gülümseyerek ona bakıyordu.
Ayliz geldiğimizi görünce yattığı yerde dikleşmeye çalıştı.
"Bozma rahatını." deyip yanına gittim. "Nasılsın, ağrın var mı?" omzunu silkip bebeğine baktı.
"Var ama onlara bakınca hepsi uçup gidiyor." yeniden bana baktı. "Sen iyi misin?"
Herkes tarafından fark edilen çökmüşlüğün içindeydim. Bataklık gibi batıyordum. Lotus bataklığın ortasında kalmıştı.
"İyiyim, biraz başım ağrıyor. O kadar."
O kadar falan değildi. Kalbim kırıktı ve kalp kırmıştım. Bitiktim, eve gidip çığlık atarak ağlamak istiyordum.
"Sizi de yolunuzdan ettim." deyip mahçup bir şekilde yüzüme baktı. "Kusura bakmayın."
"Ayliz, lütfen." deyip kafamı sağ omzuma doğru eğdim. "Bu konuyu kapatmıştık hani?" dediğimde güldü. "Siz iyi olun, gerisi önemli değil." kollarını bana doğru uzattığında gülümseyip ona doğru eğildim ve sarıldım.
"Çok teşekkür ederim." sırtını sıvazlayıp geri çekildiğimde ağlayan bebeği annesine doğru getiriyordu Hakan.
"Biz artık gidelim Ayliz." dediğimde kucağındaki bebeğinin poposuna hafifçe vuruyordu, bakışları bana değdi. "Sende dinlen, ben yine uğrarım yanına." kafasını salladığında vedalaşıp odadan çıktım.
Sağ sola yalpalayan adımlarımı zar zor toparlayıp kafamı sol omzumun üstünden arkama çevirdim Yeter'in gelip gelmediğini kontrol etmek için. Geldiğini görünce yürümeye devam ettim.
"Beni bekler misin? Arkandan atlı kovalamıyor." kolumdan tutup veni durdurduğunda gözleri dikkatlice bana bakıyordu. "Bir şey olmuş. Ne oldu? Anlat hadi güzelim." çantamın kulpunu sıkıca tutup diğer elimle Yeter'in koluna girdim. Yan yana asansöre doğru ilerlerken ne konuşuyordum ne de başka bir şey yapıyordum. Sadece yürüyordum.
"Anlatacak mısın?" asansörün kata gelmesini bekliyorduk ve bu süre içerisinde Yeter gözlerini benden ayırmamıştı.
"Arabadayken anlatayım olur mu?" derin bir nefes alıp kafasını aşağı yukarı sallayarak onayladı. Konuşmak istemiyordum, konuşmaya cesaretim yoktu ve zaman bana inat hızlıca ilerliyor, adımlarımız zamana uyarak arabaya daha çok yaklaşıyordu.
Arabanın yanına geldiğimizde çantamdan anahtarı çıkartıp kapıların kilidini açtım. Ben şoför koltuğuna, Yeter ise sağ koltuğa geçtiğinde çantamı arka koltuğa attım. Yeter sesini bile çıkarmadan yüzüme bakıyordu, anlatmamı beklediği hareketlerinden bile belli oluyordu. Derin bir nefes alarak olayları en başından anlatmaya başladım.
"Sonra da arkasını bile dönmeden gitti işte," en ince detayına kadar anlattığım için yolu bitirmiştik. Arabayı kenara park ettim ama ikimizde kapıyı açıp inmedik.
"Bu nasıl bir olay Şafak?" kaşlarını çatmış, etrafa anlamsız bakışlar atıyordu. "Kim haklı kim haksız anlayamıyorum." arkasına yaslandı. "Bak, sakince düşünelim; sen Gece'nin suçlu olduğunu düşündün ama açıklayınca değişti değil mi fikrin?" kafasını bana çevirdiğinde ben ona bakmadım.
"Ben, bilmiyorum." dedikten sonra gözyaşlarım bir anda akmaya başladı. Bugün yanaklarım kurumayacaktı anlamıştım.
"Güzelim, sakin ol." torpidodan peçete paketini çıkartıp içinden bir tane aldı ve bana uzattı.
"İlk başından beri suçlu olduğunu düşünmemiştim aslında, sadece bir anda aklıma yalan söyleyebileceği geldi." peçeteyi sertçe yanağıma bastırdım. "Halbuki o bana hiç yalan söylememişti bugüne kadar," deyip duraksadım. Yeter'e döndüm. "Söylememiştir değil mi?" dedikten sonra hıçkırdım.
"Canım," sol eliyle omzumu okşadı. "Sen Gece'ye güvenmiştin, öyle söylemiştin bana." paketten başka bir peçete çıkartıp uzattı. "Acaba unutamadın mı?" dediğinde peçeteyi almak için uzattığım elim havada kaldı.
Unutamamak ve unutmak. Zıtlığın iki ucu, iki dönüm noktası.
"Unuttum ben, iyileştim. İyiyim," eski peçeteyi sol tarafımdaki kapının boşluğunda bulunan küçük siyah çöp kutusuna atıp yeni peçeteyi aldım. "Hem Gece onun gibi değil ki." peçeteyi burnuma bastırıp sümkürdüm. Yeter yüzünü buruşturup yeni bir peçete uzattı. Eskisini çöpe atarken onu aldım ve gözlerimi sildim.
"Gece onun gibi değil evet ama sende eskisi gibi değilsin." derin bir nefes aldı. "Arayıp konuşmamı ister misin?" kafamı hızlıca ona çevirdim. "Hem sesini de duymuş olursun." kaşlarını kaldırdı. "Olur mu?"
"Olmaz, benim arattığımı düşünür." ağlamaktan tıkanan burnumdan dolayı sesim değişmişti.
"Bir şey olmaz ki, büyük bir suç işlemedin sen." omuz silkti. "Sadece biraz dinlenmeye ihtiyacınız var o kadar." cevap vermemi beklemeden çantasından telefonunu çıkardı. Birkaç dakika sonra aramayı başlattığını anladım çünkü çağrı sesi tüm arabayı doldurmuştu. Hoparlöre aldığı telefonunu ikimizin arasında tuttu. Gözlerim ekrandan ayrılmıyordu ve Gece aramayı cevaplamıyordu. Arama bittiğinde üç kez art arda ötüp kapandı.
"Allah Allah," Yeter kaşlarını çatıp telefona öylece baktı ama yeniden aramadı. Derin bir nefes alıp kemerimi açtım ve kendimi arabadan dışarı zar zor attım. Ağlamaktan olsa gerek yanaklarım yanıyordu. Arka kapıyı açıp çantamı aldığım sırada Yeter'de arabadan inmiş bahçe kapısına doğru ilerliyordu.
İkimizde yan yana yürüyorduk ve sessizdik. Binaya girip asansöre binip evimin olduğu kata çıkmamız sessizliğimizi bozmamıştı. Asansörün kapıları iki yana açıldığında asansörden inip kapımın olduğu tarafa döndüm, çantamdan anahtarı çıkartıp kilidi açacağım sırada kapı tıklatma sesi duyduğum için arkama döndüm. Yeter, Gece'nin kapısının önündeydi.
"Yeter ne yapıyorsun?" elimdeki anahtarı sıkıca tutarak karşımdakş kapıya bakıyordum. Şuan onunla karşı karşıya gelebilecek güçte değildim.
"Eve gir bekle beni." ne hareket edebildim ne de konuşabildim. Sadece düşündüm. Evde olmadığını bildiğim halde düşündüm.
Art arda zile basmıştı Yeter ama açan olmamıştı. Hafifçe öksürüp boğazımı temizledim.
"Ailesini memlekete götüreceğini söylemişti." sıkıca tuttuğum anahtarı kapı deliğine yerleştirip kilidi açtım ve ayakkabılarımı çıkartıp içeri girdim. Çantamı ve ceketimi askılığa asıp elimde tuttuğum telefonumla beraber oturma odasına ilerledim. Saçlarımı omzumdan geriye atıp bileğimdeki tokayla enseme değmeyecek şekilde topladım. Sehpanın üstüne koyduğum telefonuma mesaj geldiğinde bir umut ondan gelmiştir diye düşünerek ekranı açtım ama her zaman gelen saçma kampanya mesajı olduğunu görüp derin bir nefes verdim. Yeter karşımdaki koltuğa geçip dikkatlice bana baktı.
"Ne, neden öyle bakıyorsun?" dediğimde bakmaya devam etti.
"Sen arasana mesaj bekleyene kadar." çenesiyle telefonumu gösterdi. Sehpanın üstünde duran telefonuma baktım sadece.
"Yok arayamam." deyip omuz silktim.
"Niye?" kalkıp yanıma geldi ve boşluğa oturdu. "Ne zamana kadar konuşmayacaksın?" kafasını hafifçe omzuna doğru eğdi. Ben kafamı önüme eğdiğim için bana bakmaya çalışıyordu. "Suçlu değilsin Şafak. Ona kendini anlatmadığın için seni yanlış anlaması çok normal," bana biraz daha yaklaştı. "Ve senin bu şekilde düşünüyor olman da çok normal." sağ eliyle omzumu sıktı hafifçe. "Onunla konuşman gerekiyor." cevap vermedim. Dudaklarını birbirine bastırdığını gördüm, derin bir nefes aldıktan sonra sırtını koltuğa yaslayıp benimle aynı yöne döndü ve bacaklarını kendisine çekti. Kafasını da omzuma yasladıktan sonra konuştu: "Tamam, istiyorsan böyle duralım saatlerce." saçları çıplak boynumu gıdıkladığı için kafamı geri çektim. "Böyle durmamız sizin aranızı düzeltmeyecek."
"Ne konuşacağım?" dediğimde kafasını omzumdan kaldırdı. Bu defa bende kafamı çevirip ona baktım. "Bana güvenmeden benimle konuşma dedi." bakışlarımı ondan çektim. "Sormayacak mı güvendin mi diye?" dilimle kuruyan dudağımı ıslattım. "Soracak. Ben ne diyeceğim," dediğimde Yeter beni susturdu.
"Anlatacaksın," bakışlarım aniden ona döndü. Omzunu silkip kafasını bir kere sağa sola salladı. "Bakma öyle. Ona kendini anlatmazsan bir yere varamazsınız." sol elinin işaret parmağıyla beni gösterdi. "Bir sen yanlış anlarsın, bir o." deyip boşluğu gösterdi. "Haksız mıyım?" demeden önce elini kaskatı kesilmiş olan bacağımın üstüne koyup baş parmağıyla okşadı. Sessizce yüzüne baktım. "Haklı olduğumu biliyorsun canım. Sadece yüz yüze gelmekten ve nasıl tepki vereceğini bilmediğinden çekiniyorsun." dudaklarını birbirine bastırdı. "Seni anlıyorum." dediği sırada kapı zili çaldı ve Yeter bir hışımla ayağa kalktı. "Ama seni anlıyor olmam seni desteklediğim anlamına gelmez şekerim." oturma odasından çıkarken bana döndü. "Bu gece istediğin kadar eğleneceksin. Eğlenirken ister düşüneceksin ister düşünmeyeceksin ama yarın sabah ilk işin Gece'yle konuşmak olacak Şafak. Kaçmakla bir yere varamazsın. Sevda yüzleşmekle yaşanır kaçmakla unutulur." çalan kapıya ilerlediği sırada bende ayağa kalktım gelenin kim olduğuna bakmak için. Kapı duvara doğru açıldığında kol kola girmiş sırıtarak Yeter'e bakan Aysel abla ve Burcu'yu görmeyi beklemiyordum.
"Selam canım!" Aysel abla sarı terliklerini çıkartıp içeri girdiğinde Burcu terliklere boş bakışlar atıyordu. "Ne bakıyorsun kız? Renk zevksizi olmayı siz istediniz!" elindeki poşetleri kenara bırakıp kollarını iki yana açarak bana doğru koştu. "Yavrum, hayatımın anlamı. Seni nasıl özledim bilemezsin!" omuzlarımdan tutup beni kendisine çektiğinde kafasını sağ omzuma koymuştu. Kollarımı sırtına dolamaktan başka bir çare bulamadım. Bedenini hızlıca iki yana salladığı için bende onunla birlikte sallanıyordum. Benden uzaklaştığında sarılma faslının bittiğini düşündüm ama bu defa da sol omzuma başını koyduğunda hızına yetişemiyordum. Yine iki yana sallanıyorduk.
"Beni bu kadar özlememişsindir abla!" Burcu'nun siteminden sonra benden ayrılan Aysel abla ona döndü.
"Şekerim seni her gün görüyorum zaten pastanede." saçını omzundan geriye atıp yere koyduğu poşetlere ilerledi, eğilip poşetleri aldıktan sonra Yeter'e baktı. "Kız, çirkin şey. Gel al şunları, belim koptu getirene kadar!" Burcu, Aysel ablanın bu söylediklerine göz devirip mutfağa ilerledi.
"Arabayla geldiğimizi söylemek isterim sevgili ablalarım." Aysel abla sol elini göğsüne bastırıp ağzını bir karış kadar açtı. Abartısız.
"Sen," deyip işaret parmağını Burcu'ya uzattı. "Sen benim yalan söylediğimi mi düşünüyorsun haysiyetsiz!"
Sen benim yalan söylediğimi mi düşünüyorsun?
Yalan söylediğimi mi düşünüyorsun?
Güvendiğin zaman bağ kur benimle.
Zihnimde dönüp dolaşan cümleler ve tilkiler vardı. Cümlelerin herbir kelimesi birbirine dolanıyordu ama tilkilerin kuyrukları birbirlerine değmiyordu bile. Aysel abla ve Burcu kendi arasında tartışmaya girmişken açık kalan kapıdan karşı dairenin kapısına baktım. Önünde sadece uzun zamandır kullanılmadığı üstündeki tozlardan belli olan bir terlik vardı. Bu terliği eski binadayken, gece yarısı birisi zillere basıp kaçtığında giymişti. Hangi ara fark etmiştim ve bugüne kadar neden unutmamıştım bilmiyordum. Zihnim allak bullaktı. Unutmam gerekenleri unutmuyor, unutmamam gerekenleri unutuyordum.
Yeter kolumdan tuttuğunda ona döndüm. Hafifçe gülümsediğinde geri çekilip kapıyı kapatması için alan bıraktım. Kapıyı kapattığında içimde kırılan bir umut vardı. Kırılan kalbin içinde kendisine yer edinmişti.
Aysel abla ve Burcu tartışmalarına bir son vermiş, getirdikleri atıştırmalıkları tabaklara yerleştiriyorlardı. Derin bir nefes alıp yanlarına gittim.
"Nereden aldınız bunları?" dediğimde Burcu getirdikleri poşetin üstündeki yazıyı bana çevirdi.
"Aferin, bir pastanem olduğunu unutmamışsınız." küçük bir kurabiye alıp ağzıma attım. "Kendi kurabiyelerimle beni mutlu etmeye çalışmanız gözümden kaçmadı." Aysel abla hemen lafa daldı.
"Kendi kurabiyelerini tanımaman gözümden kaçmadı." ona boş boş baktığımda öpücük atıp elindeki tabakları oturma odasına götürdü. Bende peşinden gittiğimde kızlarda arkamdan geliyordu. Yavru ördekler gibi arka arkaya dizilmiş bir şekilde gidiyorduk.
"Eğlence başlasın yavrular." Aysel abla siyah poşetin içindeki şişeyi çıkardığında Burcu yüzünü buruşturdu. "Sus çingene, sen içmezsin!"
"Bana olan sevgin gözlerimi yaşartıyor abla. Sağ ol." deyip işaret parmağıyla gözünün kenarını sildi. Aysel abla sade patates cipsinden ağzına attığında güldü.
"Timsah gözyaşı herhalde." Yeter'in getirdiği çay bardaklarına bakıp güldüm.
"Çay bardağında mı içeceğiz?" dediğimde ikisi de bana kaşlarını çatarak baktı.
"Beğenmiyorsan gidip sevgilinin bardağından içebilirsin Şafakcığım!" Aysel abla yine modundaydı. Yanımdaki yastığı tutup sertçe ona fırlattığımda şişenin kapağını açıp koltuğa doğru eğdi. "Bak dökerim," işaret parmağını bana doğru salladı. "Dökersem oturur ağlarsın başımda." gözlerimi kısarak oturduğum yere sindim. Bu halime gülüp şişeyi sehpaya koydu. "Aferin, akıllı yavrum."
Bardağa doldurduğu rakıyı bana uzattığında gülerek aldım.
"Bak yine küçümsüyor bardağı!" kafasını sağ tarafa çevirdi.
Küçük bir yudum aldığım alkol boğazımdan geçerken yakarak geçmişti. Yanan tek yer boğazım değildi.
Dakikalar geçerken sehpanın üstündeki cips bitmişti, diğer atıştırmalıkların da dibi gelmek üzereydi.
Bakışlarım yavaş yavaş kaymaya başlamıştı, zihnim karışıyor ve sesler uğulduyordu. Ne zaman televizyonu açtığımızı hatırlamıyordum öyle ki televizyonu açmakla kalmamış şarkı bile bağlamıştık.
"Böyle bir aşk görülmemiş Dünya'da," Burcu elindeki bardağı havaya kaldırmış sağa sola sallayarak şarkıya eşlik ediyordu. İçmeyeceğini söyleyip durmuştu ama şuanki hali bizden daha kötüydü. Saçları dağılmış, rimeli akmış ve alkolün etkisinden ağzı gözü yamulmuştu. Aysel abla nereden bulduğunu ve ne zaman bulduğunu bilmediğim tülbenti başına dolayıp uçlarını kafasının üstüne attığında bir elini kafasına bastırmış diğer elindeki bardağı sehpaya sertçe bırakmıştı, dudaklarında son ses açılan şarkının sözleri vardı. "Ne geçmişte ne de bundan sonrada,"
"Arasalar bulamazlar rüyada." bu defa da ben eşlik ettim sözlere. "Göremezler seni yazdım kalbime." bardağın dibindeki rakıyı bir seferde içip bardağı sehpaya bıraktım ve ayağa kalktım. Dönen başım dengede durmama engel olduğunda gözlerimi sıkıca kapattım.
"Kız Şafak, nereye bu halde?" Aysel abla gözlerime bakmaya çalışıyordu sanırım ama memleketteki şaşı Necmiye'den farkı yoktu.
"Ben biliyorum," yere oturan Yeter dirseğini koltuğa yaslamıştı. Elinde tuttuğu bardağı sağ şakağına yaslıydı. Konuşması kaymıştı ve boş bakışlar atarak gülüyordu. "Manitasına gidiyor bu kız." deyip elini uzattı. Bacağımı çimdikleyip güldü. "Değil mi kız?" acıyan bacağımı kendime çekip koridora çıktım. Baktığım hiçbir yerde bulamadığım telefonumu aramaktan vazgeçtiğim sırada derin bir nefes aldım ve oturma odasına geri gittim.
"Telefonum nerede?" deyip kendimi koltuğa attım. Burcu arkasındaki koltuktan bir şey alıp havaya kaldırdı ve bilinmeyen bir cisimmişcesine bakıp sağını solunu kontrol etti.
"Burada bir şey var ama senin telefonun mu bilmiyorum." elindeki telefonu alıp ekranı açtım. Lotus vardı. Benimdi. Lotus bendim. Gece'nin lotusu.
Sırtımı koltuğa yaslayıp mesajlaşma uygulamasına girdim. Gördüğüm kişilerin arasında bir kişi dikkatimi çekti. O'ydu. Sohbete tıklayıp son mesajlarımıza baktım. Ona güvenmediğimi düşündüğü günün yazışmalarıydı. Derin bir nefes alıp yanaklarımı şişirdim ve yüksek sesle ofladım. Profil fotoğrafına bakacağım sırada gördüğüm şey az önce bulanık gören gözlerimi net görür hale getirmişti. Bir yazı yazıyordu, heyecanla oturduğum yerde dikleşmemi sağlayan bir yazı.
"Hadi, hadi. Lütfen Gece bir şey yaz." dediğimde gözyaşlarım yeniden yanaklarımdan akıyordu.
Derin bir nefes alıp ofladım yeniden. Sohbetinden çıkıp telefonumu koltuğun üstüne bıraktım ve Burcu'nun elinden şişeyi alıp kafama diktim.
"Çüş, oha, yuh!" Aysel ablanın serzenişlerini umursamadan ağzımın kenarından akan sıvıyı sehpanın üzerindeki peçeteyi alarak sildim. "Ayı mısın kızım?" deyip önüne döndü.
Şişede hiçbir şey kalmamıştı zaten. İki yudum sonra bitmişti ya da ben dökerek bitirmiştim. Bilmiyordum, üstüm ıslanmıştı.
Yanaklarımdan akan gözyaşımın yeri ayrıydı tişörtümde. Belli oluyordu, minik minik damlacıklardı. Minikti ama yakıcıydı.
Şişeyi yere bırakıp telefonumu elime aldım ve oturma odasından çıktım. Yalpalayan adımlarla ilerleyip bir yere çarpmadan odama geldim. Kızların hali benim durumumdan daha halliceydi. Son ses açtıkları şarkı odamdan bile duyuluyordu. Yatağa uzanıp telefonumu açtım, galeriye girip çekildiğimiz fotoğraflara bakmak istedim ama gözyaşlarımdan dolayı göremediğim için sinirlenip elimi gözüme bastırdım.
"Seni görmemi istemiyorsun bari bırak da fotoğrafını göreyim Gece." deyip elimi gözlerimden çekmeden hıçkırarak ağlamaya başladım. Gözyaşlarımı silip yeniden ekrana baktım. Açtığım fotoğraf ön kamerayla çekildiğimiz bir fotoğraftı. Akşam yemeği yediğimiz o geceden kalmıştı. Üstümde Gece'nin siyah ceketi vardı. Ona doğru yaklaşmıştım, yanağımı da yanağına yaslayıp gülümseyerek kameraya bakmıştım. Gece'de benim gibi gülümsüyordu ve kameraya bakıyordu. Parmağımın ucunu fotoğrafta gezdirdim, dokunmatik bu hareketimi yanlış algılayıp fotoğrafı geçtiğinde daha çok sinirlenip ağlamaya devam ettim. "Sende mi görmemi istemiyorsun salak telefon?" karşıma çıkan fotoğraf bambaşka bir fotoğraftı. O gece kamerayı kapatacakken Gece'nin beni öpmesiyle heyecanlanıp çektiğim bir fotoğraftı. Elimin tersini dudağıma bastırıp sildim. "Güvenmiyormuşum ya sana niye öptün beni o zaman?" yeniden ağlayıp tıkanan burnumu çektim. Kaşlarımı çatarak karşımdaki fotoğrafa baktım. "Göreceksin sen yarın gününü!" uzandığım yerden kalkıp bağdaş kurdum ve fotoğrafa karşımda tutup işaret parmağımı salladım. "Göstereceğim sana gününü. Güvenmiyormuşum, sana mı güvenmiyorum salak şey?" telefonumu kapatıp sırt üstü uzandım yatağa. Uzattığım bacaklarımı kıpırdatıp kollarımı göğsümde birleştirerek tavana baktım. Güvenmemek kolay değildi ama güvenmek ondan daha zordu.
Ben erkeklere güvenimi yitireli çok olmuştu bir hata uğruna olan benim güvenime, sevgime olmuştu. Unutmaya çalıştığım ama unutamadığım o olay güvenimi, sevgimi altüst etmişti.
Yaza ait kavuran o sıcakta üstümdeki elbise vücuduma yapışmıştı. Elimdeki çantaya kısa bir bakış attım. Hayallerime adım adım ilerliyordum ve elimde hayalimin bir parçasını tutuyordum.
Pastanemin broşürleri vardı çantada. Heyecanla ilerlediğim pastanenin önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. Çantamdan anahtarımı çıkartıp kapıyı açmak istedim ama anahtarımı bir sürpriz hazırlamak için Taner'in aldığını hatırladım. Çantamı iki elimle tutup sağa sola sallandım küçük bir çocuk gibi. Gözlerimi pastanenin tabelasında gezdirdim.
Kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atarken Taner'in hazırlayacağı sürprizi düşündüm. Son günlerim öyle güzel geçiyordu ki Aysel abla olsa "Kıçını kaşı, nazar değmesin." diyeceğini düşündüm ve sanki söylemiş gibi elimi arkama götürüp kimseye çaktırmadan hafifçe kaşıdım tenimi.
Güneş'in altında beklemekten sıkılıp pastanenin etrafını turlamak için sağ tarafa döndüm. Telefonum çaldığında Taner'in aradığını düşünüp büyük bir heyecanla ekrana baktım ama arayan Yeter'di.
"Alo, Yeter?" arada bir esen rüzgâr serinletmekten ziyade saçımı bozmak için esiyordu.
"Alo, balım. Gittin mi sen pastaneye?" arkadan bağıran Aysel ablayı duydum.
"Kız gittiysen şu Taner'in hazırladığı sürprize bak da bize söyle." merakına gülmeden edemedim.
"Meraklı melahat, boş ver sen onu."
"Geldim ben ama anahtarım Taner'de ya, giremedim içeri." arka tarafa doğru ilerledim.
"Biz yoldayız yavru kuşum, bekle bizde anahtar var beraber gireriz içeri."
"Tamam Aysel abla, siz geldiğinizde arayın beni. Turlayacağım etrafta biraz."
Vedalaştıktan sonra aramayı kapattığımızda Taner'den mesaj gelmiş mi diye bakmıştım ama gelmemişti. Ana ekranımdaki fotoğrafa baktım. İkimiz vardık. Kucağımda şakayık çiçeklerinden yapılmış bir buket, yanımda Taner. Gülümseyerek kameraya bakıyorduk.
Şakayıkları bana verdiğinde kurduğu bir cümle vardı: "Sevgilim, bir rivayete göre şakayıklar lotusun aksine yalnız kalmaktan nefret edermiş ve bu yüzden türlü türlü çiçeklerin arasında yeşerirlermiş."
"Lotuslar yalnız kalmayı severmiş bu yüzden denizin ortasında yalnız başına açarmış."
"Sen benim şakayığımsın. Asla yalnız bırakmayacağım seni ve hiçbir zaman lotus olmana izin vermeyeceğim."
"Yalnız kalmayı seven bir lotus olmayı değil benim yanımda kalmayı seven bir şakayık olarak kalacaksın."
Yanlış biliyordu: Lotuslar yalnız kalmayı sevmezdi, yalnız kalmaya mahkum bırakılmıştı.
Pastanenin arka tarafına geldiğimde kapının açık olduğunu gördüm. İmalat bölümünün kapısı bu taraftaydı. Taner sürprizi hazırlarken açık unutmuş olmalıydı diye düşünürken kulpu tutup aşağı çektim. Sürprizini hazırlıyorsa eğer diye geçirdim içimden. Sessiz olup sürprizi bozmamalıyım. Bir adım içeri attıktan sonra yavaşça içeri süzüldüm. Vantilatörün hızlıca dönüşünün çıkardığı ses dışında başka bir ses yoktu. Mutfak bölümünden gelen bir uğultu vardı sadece. Gülümseyip sessiz adımlarla mutfağa doğru ilerledim. Elimi dudaklarıma bastırıp heyecandan ağzımdan çıkması muhtemel seslerin çıkmasını engellemeye çalıştım. Mutfağın sürgülü kapısının arası açıktı. Aralıktan içeri bakmaya çalıştığımda gördüğüm şey vazonun içine koymuş olduğum şakayıklarımın yerde olmasıydı, vazom ise düşmüş paramparça olmuştu. Sol elimin parmak uçlarını kapıya bastırıp hafifçe açtım. İçeriden gelen sesler bir sürprizin değil felaketin sesiydi. Gördüğüm manzara tepeden aşağı ürpermeme sebep oldu. Tahmin ettiğim gibi Taner içerideydi ama tek değildi. Öğrencim diye tanıttığı bir kızda yanındaydı. Hayır, yanında değil kucağındaydı. Dudak dudağa duruşları ve dağılmış üstleriyle kendi hallerindeydiler. Elimde tuttuğum çantam parmaklarımın arasından yere düştüğünde şakayıklarımın suyuna değdi ve ıslandı.
"Taner," dudaklarımın arasından çıkan ismi bundan bir dakika öncesine kadar midemde kelebekler uçuruyorken şuandan itibaren midemi bulandırmaktan başka hiçbir şeye yaramıyordu.
Kucağındaki kızdan ayrılıp aniden ayağa kalktığında kız dengesini sağlayamayıp yere düşmüştü. Yere bastırdığı eline batan cam yüzünden yüzünü buruşturup elini kaldırıp yarasına üflediğinde gözlerim karşımdaki adamdan ayrılmıyordu. Kızaran dudakları iğrençliğin ötesindeydi.
"Şafak, açıklayabilirim!" deyip bana doğru adım attığında geri gittim.
"Neyi?" dolan gözlerime kızdım. Yaşları akıtmayın dedim içimden. Gözyaşlarım inatla akmaya çalışırken derin bir nefes alıp sertçe yutkundum. "Neyi açıklayacaksın?" sesimi yükseltip sinirle güldüm ve yerde oturan kıza baktım. "Öğrencinle neden bu halde olduğunu mu?" yerdeki kızı gösterdim titreyen elimle. "Yoksa sürprizinin bu olduğunu mu açıklayacaksın?" bana doğru bir adım daha attığında bu defa geri gitmedim. Ona doğru yürüdüm. Sert adımlarım yere dökülmüş olan sudan dolayı ses çıkarıyordu. "Hiçbir şey açıklamayacaksın, konuşmayacaksın bile!" sağ elimi kaldırıp işaret parmağımı yüzüne doğru salladım. "Sen hadsizin tekisin," kafasını iki yana sallayıp konuşmak için dudaklarını araladığında kendimden hiç beklemediğim o şeyi yaptım. Tokat attım. Sert vuruşumdan dolayı sağ omzuna dönen kafasını yavaşça bana çevirdiğinde gözleri kızarmıştı. "Yüzsüz." sinirden ellerim titriyor, nefes alamıyordum. "Seninle daha fazla konuşmayacağım, yüzünü bile görmek istemiyorum. Adını anmak, sesini duymak dahi istemiyorum." tezgahın üstüne koyduğu anahtarı alıp avcumun içine bastırdım, parmaklarımı etrafına sardım. Yere düşmüş olan kız şimdi ayağa kalkmış yüzündeki korkmuş ifadeyle bir bana bir de Taner'e bakıp duruyordu.
Mutfaktan çıkacağım sırada yerdeki şakayıklardan bir tanesini alıp yeniden ona döndüm. "Kendi ellerinde şakayığı lotusa çevirdin." hiç konuşmadan ve kıpırdamadan yüzüme bakıyordu.
Mutfağın kapısından çıkarken ayakkabımın altında ezilenler şakayıklardı. Bugün bir devrimdi.
Şakayıkların lotusa dönüştüğü devrim.
Kapıdan çıktığımda bir elimde sıkıca tuttuğum çantam ve şakayık çiçeği diğer elimde ise anahtarım vardı. Kapıdan çıkarken karşılaştığım arkadaşlarım bana endişeyle bakarken Yeter içeri girip bakmak istemişti ama içeriden bir hışımla el ele çıkan ikiliyi görünce olduğu yerde kalıp ağzına gelen tüm küfürleri saymıştı.
Ben o sırada kaldırım taşına çöküp elimdekileri yere bırakmıştım. Aysel abla da yanıma gelmiş saçlarımı okşuyordu. Dizlerimin üstüne bıraktığım şakayık solmak üzereydi. Yapraklarının rengi yavaş yavaş soluklaşıyordu.
"Güzelim, bak bana hadi." Yeter karşıma geçip dizlerinin üstüne çökmüştü. yanaklarımı ellerinin arasına alıp göz teması kurmam için yüzümü yüzüne çevirmeye uğraşıyordu ama ben dizlerimin üstündeki çiçeğe bakmaya devam ediyordum.
Gözlerimden akan yaş yoktu. Gözlerim bile dolmamıştı. Ağlamak istiyordum ama ağlayamıyordum.
"O haysiyetine tükürdüğümün şerefsizine göstereceğim gününü!" Aysel abla bir yandan bana su içirmeye çalışıyor bir yandan da onlara söyleniyordu.
Beklemediğim bir anda esen rüzgâr kucağımdaki şakayığın uçmasına neden olduğunda tutmaya çalıştım ama etrafımı saran Yeter, Burcu ve Aysel abladan dolayı ulaşamadım. Uçan çiçek bir adamın ayağının önüne düştüğünde yüzünü görmeye çalıştım ama göremedim. Önümde duran Yeter'i sağa çekip bakmaya çalıştım. Adam eğilip çiçeği aldığı için yüzünü göremiyordum daha sonrasında da Yeter önüme geçtiği için hiç görememiştim ama adamın üstünde sağlık çalışanlarının giydiği kıyafetten olduğunu görebilmiştim.
Ayağa kalktıktan sonra yere bıraktığım eşyalarımı alıp arkamdaki açık kalan kapıya baktım.
"İşiniz falan varsa bırakıyorsunuz. İçeriyi sirkeli suyla sileceğiz." içeri girip elimdekileri masaya bıraktığımda bana sessizce bakıyorlardı. "Gönül isterdi ki dükkanı değişelim." dediğimde bakışlarım az önce ikisinin kucak kucağa oturduğu yerdeydi. "Ama o kadar param yok." deyip saçlarımı topladım. "Onlardan kalan hiçbir izi istemiyorum."
"Yürü be kızım, kim tutar seni!" Aysel abla omzuma vurup içeriden gerekli temizlik malzemelerini almaya gittiğinde sessizce bekledim.
Kalbimde bir şeyler oluyordu. Acıyor muydu anlamıyordum. Sevdiğiniz birinden zarar gördüğünüzde canınız acırdı değil mi?
Benim acımıyordu ya da hissetmiyordum.
Uçan şakayığı alan adamı düşündüm. Alıp bana getirmesi gerekiyordu ama getirmemişti. Düşüncelerimin birbiriyle alakası yoktu, aklım boş kalmasın diye saçma sapan şeyleri bile düşünüyordum.
Unutmayacağım tek şey vardı: Bugün bir devrimdi!
Gözlerimi açtığımda bulanık gördüğüm duvar ve tavan başımın ağrısını hatırlattığında yüzümü buruşturup elimi başıma bastırdım.
"Başım çatlıyor," inleyip yataktan kalktığımda yere düşen telefonumu görmeyip üstüne bastım. "Bunun burada ne işi var?" eğilip telefonu aldım ve ekranı açıp saate baktım. "Sabah altıda uyanmak ne alaka Şafak?" oflayarak odamdan çıktım oturma odasına gidip kızlara baktım. Dün bıraktığım yerde sızmışlardı. Onları uyandırmadan mutfağa gidip sade Türk kahvesi yapıp fincana döktüm. Elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmeyi planlarken soğuk suyun beni uyandırmaktan başka etkileri de olmuştu. Gece'yi hatırlatmak birinci sıradaydı.
Kahvemi içerken bir yandan da üstümü giyiniyordum. Hızlıca hazırlanıp gerekli eşyalarımı çantamın içine koyup kapıya ilerledim. Ayakkabılarımı giyerken Yeter'in yanıma geldiğini gördüm.
"Onun yanına mı?" deyip kolundaki saate baktı. "Rüyanda mı gördün?" deyip hafifçe güldü. Eğildiğim yerden kalktığımda yanaklarıma sert bir şekilde öptü. "Bol şans canım, tatlı tatlı konuşarak halledin meselenizi."
Yeter kapıyı kapattığında şansımı denemek için ilk önce kapıyı çaldım ama kapı açılmayınca vakit kaybetmemek için binadan çıkıp arabama bindim. Kiliniğe gidip çalışanlardan ailesiyle yaşadığı evin adresini öğrenmem gerekiyordu. Arabaya bağladığım telefonumla Gece'yi aradığımda açan olmamıştı. Kliniğin yoluna yaklaştığımda telefonumdan gelen bildirim sesiyle kaldırımın kenarında durdum. Gelen mesajlara baktığımda tanımadığım bir numaradan geldiğini gördüm.
Konumun üstüne tıkladığımda aynı numaradan gelen çağrı ekranıma düştü. Tereddütte kalsamda aramayı cevapladım.
"Alo?" arabamın içinde tanımadığım bir kadın sesi yankılandığında istemsizce oturduğum yerde kıpırdadım.
"Lotus sen misin? Ay yanlış kişiyi mi aradım ben abla?" karşı taraftan hışırtı geldiğinde dilimle kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Şafak sensin değil mi?"
"Evet benim, siz kimsiniz?" karşı taraftan gelen kıkırdama sonrasında kısık sesle bir öksürük sesi duydum.
"Ben Yağmur." isim hafızam kötüydü ama Yağmur isminde bir tanıdığım yoktu. "Gece'nin kardeşiyim." derin bir nefes alıp gözlerimi etrafta gezdirdim. "Uzunca tanışmak için bolca vaktimiz olduğunu düşünüyorum. Ondan öncesinde sana söylemem gereken bir şey var." bu defa derin nefes alan oydu. Yakın zamanlarda nefes terapisi alsam iyi olacaktı. "Abim evleniyor."
Duyduğum cümlenin şokuyla aniden öne atıldım. Elim direksiyonun üstünde olduğu için kornaya bastım hafifçe.
"Eğer buraya gelmezsen abim evlenecek Şafak." direksiyonu sıkıca tutup gözlerimi kapattım. "Sana adresi attım bir şekilde iki gün içinde gelmen gerekiyor."
"Tamam, ben bakacağım şimdi." deyip aramayı kapattığımda açtığım konum uzak bir yeri göstermiyordu.
İstanbul'dan Bursa'ya gitmem iki saat sürerdi. Adresi bulmam zor olur muydu bilmiyordum ama hiç düşünmeden gaza basıp ana yola çıktım. Bursa yoluna girdiğimde duyduğum o cümleyi düşünüp duruyordum.
Evleniyormuş. Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Bir anda yok olması, bana soğuk davranmasıyla bir alakası var mıydı?
Güvenmeden bağ kurma demişti ama beklememişti.
Beni bilmiyordu ama bilmediği en önemli şey benim ona güvendiğimdi.
Hayatın yorgunluğu ne kadar dinlenirsen dinlen gitmezdi senden.
Güce sahip olmak hayata karşı gelmek demekti. Engellerle karşılaşmak demek sabır göstermek demekti. Sabrın sonu selamettir diye boşuna dememişlerdi. Bugünlere sabrederek geldim. Yeri geldi aç susuz kalarak ailem için çalıştım, günü geldi hiç uyumadan kendim için ders çalıştım. Etimle tırnağımla kazıyarak çıktım en tepeye.
Aynadan son kez baktığım saçlarımı yeniden düzeltip beyaz tişörtümün üstüne ceketimi giyindim. Bu şekilde giyinmeyi, Şafak'ın karşısına olduğum gibi çıkmayı seviyordum. Onunla olmayı seviyordum.
Telefonumu pantolonumun cebine koyup arabamın anahtarını elimde tutup çevirdim. Dudaklarımda güzel bir melodi tutturup ıslık çalarken evden çıkıp asansöre bindim. Kapılar kapandığı sırada telefonumun melodisini duydum. Hızlıca cebimden çıkartıp ekrana baktım.
"Alo?" dediğimde asansörde olduğumdan dolayı ses hışırtılı gelmişti. Karşı tarafın ne dediğini anlayamadan arama sonlandırıldığında kapılar iki yana açıldı. Binadan çıkarken kapının önünde gördüğüm silüeti görüp duraksadım.
"Yağmur?" dediğimde bana döndü. Gözlerindeki yaşlar yanağından süzülüp çenesine akıyordu.
"Abi, abi. Babam," deyip kapının diğer tarafında kalan bir yeri gösterdi.
"Ne oldu babama?" koşar adımlarla dışarı çıktım. Merdivenin kenarına çökmüş olan babamı gördüğümde hızlıca merdivenleri inip yanına gittim. "Baba, iyi misin?" yanına ayakta duran annem elindeki peçeteyle babamın yüzündeki terleri siliyordu.
"Görmüyor musun oğlum, dağ gibi adam iyi olsa niye yere çöksün?" yine memnuniyetsiz tavrı üstündeydi.
"Hanım, abartma." deyip bana döndü. "İyiyim oğlum. Sen beni merak etme." deyip elini alnında gezdirdi. "Bu sıcaklar yaşlılığıma iyi gelmedi." deyip hafifçe güldü ve güldükten sonra yüzünü buruşturup elini kalbinin üstüne koydu. "Birde bu kalp olmasa iyi olurdu." elini merdivene bastırıp ayağa kalktıktan hemen sonra dengesini kaybettiğinde koluna girdim.
"Baba olmaz böyle. Hastaneye gidelim." babam tam ağzını açıp konuşacakken karşısında ağlayan Yağmur'u gördüğünde derin bir nefes alıp kafasını aşağı yukarı salladı.
"Tamam tamam. Gidelim ama göreceksiniz bir şey çıkmayacak." diğer eliyle Yağmur'un saçlarını okşadı. "Boşuna ağlama kızım."
Yağmur babama çok düşkündü. Babamın saç teli kopsa oturur saatlerce ağlardı. Abartısız bir düşkünlüğü vardı.
Arabaya bindiğimizde aklıma Şafak'la sinemaya gideceğimiz geldiğinde dilimi ısırdım. Direksiyonu sağa çevirdiğimde telefonumdan Şafak'ın numarasını bulup aramaya çalışıyordum.
"Oğlum araba sürerken bakma şu telefona!" annemin serzenişlerini umursamadan bir yola bir telefonumun ekranına baktım.
"Ufak bir işim var anne, merak etme sen."
Şafak'ın numarasına tuşlayıp telefonu kulağıma tuttuğumda bana dikkatlice bakan annemi umursamadım.
"Alo?" karşı taraftan gelen yumuşak sesine karşılık sertçe yutkundum. Heyecanlı olduğu sesinden bile belli oluyordu.
"Alo Lotus." annemin homurdandığını duydum ama dikkatimi ona vermedim. "Sana bir şey söylemem gerekiyor." dikiz aynasından arkada oturan babama kısa bir süre baktım.
"Kötü bir şey mi oldu Gece, neden üzgün geliyor sesin?"
Sinemaya gidemeyecek olmak, senin sevincini kırmak dünyanın en kötü şeyi güzelim.
"Biz sinema işini başka bir güne ertelesek olur mu?" hiç beklemeden bir anda söylemek daha kolay olmuştu. "Önemli bir işim çıktı, onu halletmem gerekiyor."
"Klinikle ilgili mi?" sormaya çekiniyordu. Sesinden merakı ve çekingenliği belli oluyordu.
"Hayır Lotus, memleketten annemler geldi. Babam yolda fenalaşmış. Hastaneye gidiyoruz şuan." dediğimde annem oturduğu yerde bir iki kez kıpırdadı.
"Önemli bir şey mi, gelmemi ister misin?" hep yanımda olmanı isterim güzelim.
Annem koluma dokunup bir şeyler söylemeye çalışırken hem onu dinlemek hem Şafak'ı dinlemek beni zorlamıştı.
"Gerek yok, seni merakta bırakmamak için aramıştım." hastaneye yaklaştığımız sırada babamın yüzü iyice kızarmış, nefes alamaz hale gelmişti. "Gerçekten özür dilerim Lotus, böyle olsum istemezdim." dediğim sırada Yağmur'un hıçkırarak ağlaması ve babamın bayılmış olması elime ayağıma kilit vurmuştu. Karşı taraftan gelecek olan tepkiyi beklemeden aramayı sonlandırıp gaza daha çok bastım.
"Baba, aç gözünü. Baba." Yağmur hıçkırarak ağlıyor annem kemeri takılı olmasına rağmen arkaya eğilmeye çalışıyordu. Arabanın içinde kıyamet koparken kornaya basıp hastane kapısının önünde sertçe frene bastım. Kapıyı hızlıca açıp indiğimde esen rüzgâr serinletmiyor adeta tenimi yakıyordu.
"Doktor, hemşire yok mu?" Yağmur etrafta dört dönüyor etraftaki hemşireleri çağırıyordu. Arka kapıyı açıp babamı ağır olmasına rağmen zorlukla dışarı çıkardığımda hemşirelerin yardımıyla sedyeye yatırıp içeri götürmüştük.
Biz kapıda sessizce beklerken doktorlar sürekli içeri girip içeriden çıkıyordu. İki yana açılıp kapanan kapının üstünde yazılı olan yoğun bakım yazısının tüm harflerini dikkatlice izlerken yanımda hissettiğim hareketlilikle sağ tarafıma döndüm.
"Abi, babam iyileşecek mi?" kızaran gözlerini kapatıp derin bir nefes aldığında sağ kolumu ona dolayıp kendime çektim. Kafasını göğsüme yaslayıp sağ kolunu karnıma sardığında saçlarının üstünü öptüm.
"İyileşecek abim, iyileşecek." saçlarını okşayıp bakışlarımı yeniden kapıya diktim. "Sen düşünme bunları, iyileşecek tabii ki."
Geçen dakikalar sonunda uyuyakalan Yağmur'u koltuklara uzandırıp üstüne ceketimi örttükten sonra annemin yanına gittim. İki kişili koltuklar karşılıklı yerleştirilmişti. Yanına oturduğumda kapattığı gözlerini açıp bana baktı.
"Babandan haber mi var oğlum?" kafamı iki yana salladığımda kapı yeniden açıldı ve içeriden ağzında maske takılı bir doktor çıktı. Hızlıca ayağa kalkıp doktorun yanına gittim.
"Babamın durumu nasıl?" dediğimde maskesini aşağı indirdi.
"Korkulacak bir durum yok." dedikten sonra kısa bir an anneme ve Yağmur'a bakıp bana döndü. "Tansiyonu yükselmiş, kalp atışları düzensizleşince bilinci kapanmış." konuşmanın ardından anneme döndü. "İlaçlarını düzenli olarak kullanıyor muydu?" annem elindeki peçeteyi buruşturmuştu. Bilinçsizce yapıyordu bunu.
"İçmez ama ben zorla içiririm." deyip omuz silkti. "Eski toprağım ben deyip kenara atıveriyor ilaçları. Laf, söz dinletemiyorum ki." derin bir nefes alıp annemdeki bakışlarımı doktora çevirdim.
"Böyle yapmasına engel olmanız lazım. İlaçlarını kullanmazsa tansiyonunu düzenleyemeyiz. Tansiyonu düzenleyemezsek hiç beklemediğimiz durumlarla karşılaşırız." maskesini yanındaki çöp kutusuna attı. "Servise alacağız hastayı, kısa bir süre gözetim altında tuttuktan sonra bir sıkıntı çıkmazsa taburcu etmeyi düşünüyorum. Geçmiş olsun." deyip yanımızdan ayrıldığında Yağmur uykulu gözlerle anneme bakıyordu. Annem doktorum söylediklerini ona aktardığı sırada kapı iki yana açıldı sedyede yatan babamı asansöre doğru götürdüklerinde bizde asansöre bindik.
Servis katına geldiğimizde amcamın oğlu Çağlar'ı kapının önünde gördüğümde selamlaştık. Doktor bir kişinin refakatçi olarak kalması gerektiğini söyleyince annemler amcamlarda kalmak istemişti.
Annem hiçbir zaman benim evimde kalmak istemezdi. Ona göre hep kirli, pasaklı bir çocuktum.
Çağlar annemleri kendi evlerine götürürken bende Yağmur'la birlikte kendi evime gidiyordum. Babam servise çıktığından beri kendisi de gülmeden edemiyordu.
"Yüzünüzde güller açıyor Yağmur Hanım." dediğimde yüksek sesiyle kahkaha attı.
"Yağmur yağdığında güller hep açar Gece." yandan bir bakış attığımda sırıtarak bana baktığını gördüm.
"Keyfin yerine geldi abiyi attın çöpe." kafamı yavaşça sağa sola salladım.
"Abiler kötü günlerde destek olmak içindir ama Gece iyi günlerde arkadaş olmak içindir şekerim." kaşlarımı çattığımı gördüğünde daha çok güldü.
"Yağmur Aytürk." deyip göğsünü kabarttığında bende ona katılıp güldüm.
Siteye geldiğimizde Şafak'ın arabasını hiçbir yerde göremediğimden gelmediğini anlamıştım. Etrafa dikkatli bir şekilde bakmam Yağmur'un gözünden kaçmamıştı. Koluma girip güldü.
"Hayırdır, gözün kimi arıyor?"
"Sevdiğimi." açıkça söyleyeceğimi beklemiyor olmalı ki adım atacağı sırada duraksadı.
"Ne?" ağzı açık kaldığında çenesinden ittirip ağzını kapattım ve burnuna hafifçe vurdum.
"Ağzını kapat, sinek kaçar." deyip önüme döndüğümde o hâlâ şaşkın bakışlarını üstümden çekmemişti.
"Kim?" kısık sesi şaşkınlığın sonucuydu.
"Şafak." gözleri irileştiğinde gülmeden edemedim.
"Gece ve Şafak." dudakları usulca iki yana kıvrıldığında kalbim yeniden sertçe çarptı göğsüme. "Birbiriniz için yaratılmışsınız." gülmemek için kendimi sıkıyordum ama imkansızdı. "Nerede şimdi?"
"Bilmem, gelmemiş daha." konuşurken asansöre binmiş ve kata gelmiştik bile. İçeri girdikten sonra kapıyı kapattığımızda gözleri evin her bir köşesinde geziniyordu.
"Evin güzelmiş," deyip başını omzuna doğru eğdi. "Şafak hiç evine geldi mi?" diye sorduğunda mutfakta yaşadığımız yakınlaşmalar aklıma geldi. Ergenliğe yeni girmiş çocuk gibi kalbimi dizginlemeye çalışıyordum. "Anladım, geldi." deyip kahkaha attı.
"Gelmesin mi?" ona yandan bir bakış attığımda hâlâ gülüyordu. Tişörtümü çıkartıp banyoya ilerlediğimde ıslık çalmaya çalıştı ama beceremedi.
"Gaziantep baklava yapıyoruz diye utansın." deyip elini göğsüme ve karnıma bastırdı. "Maşallah, taş gibi taş." deyip yumruk attı ve yüzünü buruşturdu.
"Abartma Yağmur!" kahkaha atıp sıkıca sarıldı. Kafasını göğsüme bastırıp kollarını sıktığında başlayan kıskançlık krizini anlamıştım. "Hem böyle sarılma bana. Bu kasları Şafak için yaptım. Senin için değil."
"Ya Gece," kahkaha atıp geri çekildiğinde gülmekten yanaklarım ağrımıştı. Duş alıp çıktıktan sonra hastaneye gidecektim ama Yağmur uyumak istediğini söyleyince evden tek çıkmıştım. Kapıdan çıktığımda Yeter ve Şafak'la karşılaşmayı beklemiyordum.
"Merhaba." deyip ellerimi pantolonumun cebine koyduğumda yüzündeki hiçbir ifadeyi anlayamıyordum.
"Merhaba." dilini dudaklarının üstünde gezdirdiğinde parıldayan dudaklarına bakmamak için zor tuttum kendimi. "Baban nasıl oldu?" cebine koyduğum titreşimdeki telefonum çaldığımda merdivenlere doğru ilerliyordum.
"İyi, daha iyi. Şimdi onun yanına gidiyordum,sonra görüşürüz." merdivenleri inip çalan telefonuma baktığımda annemin aradığını gördüm. "Alo?"
"Alo, oğlum. Geliyor musun hastaneye?"
"Evet anne bir şey mi oldu?" binadan çıkıp hızlıca arabaya bindim.
"Yok, ben amcangilde kalamadım Yağmur'u evde bırak ben oraya geleyim." sözlerine gülmek istedim ama kızacağı için kendimi tutup sustum.
"Yağmur evde zaten anne. Sen Çağlar'a söyle getirsin seni eve."
"İyi, iyi. Tamam oğlum." telefonu kapattığında kafamı iki yana salladım.
"Ah anne, kaldığın yeri de beğensen keşke."
Yarım saatlik yolu geçtikten sonra hastaneye girdiğimde rutinim ya asansöre binmek ya da merdiven çıkmak olmuştu. Hızlıca asansöre binip üçüncü kata çıktığımda babamın uyuduğunu gördüm. Refakatçi koltuğuna oturup ağrıyan boynumu sağa sola hareket ettirdim. Tekerlekli yemek masasının üstündeki vişne suyunu görünce sırıtıp elime aldım. Pipeti işaretlenen yere sapladıktan sonra tam içeceğim sırada telefonuma gelen bildirim sesiyle duraksadım. Şafak'ın mesaj attığını görünce elimdeki kutuyu masaya bırakacağım sırada sıktığım için üstüme sıçrayan vişne suyu yüzünden çıkardığım tişörtümü buruşturup sandalyenin üstüne attım. İlk önce Çağlar'a bana tişört getirmesi gerektiğini yazdıktan sonra Şafak'ın sohbetine girdim.
Onunla babam hakkında konuştuktan sonra ekranda gördüğüm görüntülü aramayla duraksayıp yeşil tuşa bastım. Gördüğüm manzara beklediğim bir manzara değildi. Yüksek ihtimalle yanlışlıkla aramıştı.
"Siz ne yapıyorsunuz orada?" dediğimde ikisi de durdu. Sessizce ekrana baktıklarında Şafak gözlerini irileştirip Yeter'i üstünden itti. "Yine ne i-" sözümü yarıda kesen şey kapatılan aramaydı. Dudaklarımdaki sırıtmayla ona mesaj attıktan sonra içeri giren Çağlar'ı gördüğüm için ayağa kalktım. "Ne çabuk geldin kardeşim?"
"Trafik yoktu. Al kardeşim, tişörtü getirdim." elindeki poşeti bana uzattıktan sonra babama kısa bir süre sonra baktıktan sonra annemleri tek bırakmamak için hastaneden çıkıp eve gitti. Bende tek kalınca koltuğa uzanıp gözlerimi kapattım.
Aklımda Şafak'ın hevesini kırmış olmak düşüncesi dönüp dolaşıyorken uyuyakaldım.
.
.
.
Güneş doğduğunda aydınlanan gökyüzü umudun filizleriydi. Saatlerdir sessizce camın önünde uçan kuşları, hareket eden bulutları izliyordum. Sabahın erken saatinde babamı kontrol etmek için gelen doktor durumunun iyi olduğunu taburcu olabileceğini söyleyince babam memlekete gitmek için can atar olmuştu. Buraya beni ziyarete gelmiş ama geldiğine pişman olmuştu. İlaçların etkisiyle uyuyakalmıştı.
Çağlar ve annemlerin gelmesini beklerken gelen arama Şafak'tandı. Babamın durumunu sormuş, zili çaldığını ama açan olmadığını söylemişti. Annemler henüz çıkmamıştı evden, açmış olması lazımdı ama tanımadığı için açmamış olabileceğini düşünmüştüm.
Çağlar geldiğini aşağıda beklediğini yazdığında hızlıca aşağı indim. Kapının önünde sigara içtiğini görünce yanına gittim. Her zaman konuştuğumuz konulardan konuşurken ani manevrayla kapının önünde duran arabaya dikkatlice baktım. İçinden inen Şafak'ı görünce ona bir şey olmuş olma ihtimalini düşünerek hızlıca yanına doğru ilerledim ama arka kapıdan inen Ayliz'i gördüğümde endişem bir anda yok oldu.
Şafak'ı özlemiştim. Kaç gün olmuştu görmeyeli ya da kaç saat? Ama yine de özlemiştim. Bunu ona söyleyeceğim sırada Yeter'in seslenmesi bana engel olmuştu. O içeri girdiğinde Çağlar'ın yanına gittim, sigarasını içtikten sonra bizde içeri girmiştik.
Geçen iki saat sonunda dayanamayıp Şafak'ın yanına çıktım. Ayliz'in odasından çıktıktan sonra bana güzelce güldüğü sırada bir anda içinde biriktirdiklerini dökmeye başlamıştı.
Yalan söylediğimi düşünüyor oluşu bir hançer misali yüreğime saplandığında kendime engel olamayıp sesimi yükseltmiştim. Bakışlarındaki güvensizlik ilk defa kendisini bu kadar belli ediyordu.
Bir ilişkide güvene her şeyden çok önem verirdim, bunu ona da söylemiştim. Güven olmadan hiçbir şeyin olmayacağına inanırdım. Sevgi, saygı güvenle birbirine bağlanırdı. Güven olmadan bağ kopar, sevda kanardı.
Onu öylece odada bırakıp çıktığımda arkama dönmek, söylediklerime ve söylediklerine rağmen ona sıkıca sarılmak istedim ama yapamadım. Arabanın önünde beni bekleyen annemler için kapının kilitlerini açıp binmelerini bekledim. Yanımda hiçbir eşyam yokken onları memlekete götürmek için yola koyuldum.
"Oğlum, ne oldu? Yüzünden düşen bin parça." meraklı bakışları yüzümde geziniyordu. Yağmur ise hiçbir şey bilmemesine rağmen ve ciddi bir şey olup olmadığını düşünmeden lafa atlamıştı.
"Sevgilisiyle kavga etmiştir anne." deyip kıkırdadı. Annem beklemediği bu gerçekle oturduğu yerde dikleşti.
"Ne sevgilisi?" kaşlarını çattı. "Yok sevgili falan!" ellerini başının üstüne bastırdı. "Gülsüm memlekette bekliyor bizi, sen gelmiş burada karı kız peşinde mi koşuyorsun Gece?" yolda olan bakışlarım duyduğum cümleyle anneme döndü.
"Ne Gülsüm'ü anne, ne saçmalıyorsun sen?" direksiyonu sıkıca tutuyor kazaya mahal vermemek için dikkatimi yoldan ayırmamaya çalışıyordum.
"Saçmalayan ben değilim oğlum. Sensin. Ben sana dememiş miydim?" ellerini bacaklarına bastırdı. "Gülsüm okulunu bitirdiğinde sizi baş göz edeceğim demedim mi?" sinirim artık başımı ağrıtmaya başlamıştı.
"Bana sordun mu?" artık anneme bakmıyordum. "Gönlün var mı dedin mi?"
"Yok mu gönlün?" sinirden yüzü kızarmıştı. "Yediğin içtiğin ayrı gitmezdi onunla. Ne diye soracakmışım?"
"Anne, beni tanımıyormuş gibi konuşma. Yediğimin içmediğimin ayrı gitmediği onun abisiydi. Gülsüm'ü bir iki hadi senin hatrın için üç kere görmüş olayım. Kızın yüzünü bile hatırlamıyorum ben."
"O kız senin aklını karıştırmış. Sen bu değilsin!" kaşlarımı çatıp şaşkınca yanımda oturan anneme baktım.
"O kız dediğin sevdiğim kadın anne!" ona hakaret etmişim gibi hızlıca bana döndü.
"Sus sen!" camı açmak için sağ tarafında bulunan tuşu işaret parmağıyla yukarı itip camı sonuna kadar indirdi. "Seviyormuş. Ne zamandır tanıyorsun?" bakışlarım karşıma odaklandı. "Ne zamandır tanıyorsun da seviyorsun?" kafasını bana çevirdi. "Kimseye güvenemeyen oğlum bir anda ecnebi memleketinde tanıdığı kızı sever olmuş. Öyle mi?" sertçe yutkunup direksiyonu kırdım. "Bugün kapıya gelen kızdı değil mi?" dediğinde siniri anlamadığım bir şekilde artıyordu. "O kız seni oyalar Gece, demedi deme!" kaşlarımı kaldırıp ona döndüm.
"Ne oyalaması anne? Seviyorum ben onu." derin bir nefes alıp ofladım.
"Oyalamak Gece. Bana anlattırma şimdi oyalamayı." dirseğini açık camın önüne yasladı. "Demek sevecek kadar tanıyorsun da güveniyorsun da öyle mi?" kafasını aşağı yukarı salladı. "Güven oğlum. Sen güven ama bu devrin kızları öyle düşündüğün gibi saf değil." elini rastgele kaldırdı. "Bak geçen gün Şerife'nin oğlunun düğününde gelin altınları alıp kaçtı, yok oldu bir anda." eline bir şey yapışmış gibi ellerini birbirine sürdü. "Sende o duruma düşersen gelip ağlama bana. Anne gitti emeklerim diye." Yağmur ve babam lafa girmiyor öylece oturuyorlardı. "Sen güveniyorsundur bakalım o güveniyor mu sana?" dediğinde kalbimdeki hançerin daha derine saplandığını hissettim.
Güvendiğin zaman bağ kur benimle.
Güven olmadıktan sonra kara sevdaya da düşsen, dağ da delsen, çöl de aşsan işe yaramaz.
Sözlerim kulaklarımda yeniden uğuldadığında derin bir nefes aldım.
"Ne oldu Gece, sustun kaldın? Seviyordun kızı, konuşsana yine! Söylesene seviyorum diye." önüne dönüp kafasını iki yana salladı. "Orada seninle evlenmeye dünden razı kız var sen burada tanımadığın kızlar hakkında diyorsun ki ben seviyorum anne!" bakışları kısa bir anlığına bana döndü. "Gülsüm'le konuşacaksın. Ben onu bunu anlamam, söz verdim ben Gülsüm'ün annesine."
Güvenmek dedim içimden. Güvenmek en büyük temel unsur. Güven bana Şafak. Seviyorum seni Şafak.
Gülsüm'de umrumda değildi. Diğer kızlarda umrumda değildi. Umrumda olan, kalbimde olan tek şey vardı: O da Şafak'tı. Suyun içinde bir başına kalmış olan lotustu.
Bu bölüm bayağı bir olaylı geçti.
Gelecek bölümlerden ve alıntılardan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |