22. Bölüm

2.0

Z. Nesa
z.nesa_

Herkese yeniden merhaba, nasılsınız?

Günün ikinci bölümüyle geldim. Bir önceki bölüm biraz kaoslu bitti diyebiliriz ama sizi merakta bırakmak istemedim.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım.

Keyifli okumalar.

Yaşanmışlıklar; keşkeler ve neyseler, korkular ve heyecanlar, hüzünler ve mutluluklar. İki yolu var yaşanmışlığın. Her biri farklı sonuçlara gebeydi ve seçtiğiniz an o sonuçlar elinize doğardı.

Ani kararlar insanı yorardı. Aniden olan olaylar insanı üzerdi.

Şuan hem üzgün hem yorgundum.

Bursa tabelasını gördüğümde on olmak üzereydi. İki saatte gelebileceğim yolu korkudan ve hissettiğim ama adını bilmediğim onlarca duygudan dolayı yavaş yavaş sürdüğüm arabayla anca bitirebilmiştim.

Telefonumdaki konumu kontrol edip gösterdiği yollardan geçiyordum.

"Sağa dönün." ikazın ardından sağa döndüğümde beklediğim manzara şehrin kalabalık sokakları, uzun binalardı ama karşılaştığım manzara beklediğimin tam tersiydi.

Müstakil, bahçeli evler en fazla iki katlı binalar vardı sağ ve sol taraflarda. Sadece bir uzun bina vardı ancak o da İstanbul'daki binalardan kısaydı. En fazla beş katlıydı. Navigasyonun gösterdiği yer uzun binanın bir iki bina ilerisindeki iki katlı bir binaydı. Arabamı gösterdiği binanın önünde durdurduğumda bir kalabalık vardı kapının önünde.

Kapıyı açıp indiğimde üstüne giydiği yeşil renk, beyaz çiçekli elbisesiyle etrafta bir o yana bir bu yana giden orta yaşlı kadınla göz göze geldim. Sağ elini havaya kaldırıp beni yanına çağırdığında arabadan inmemin doğru olmadığını anladım.

"Kız gel yanıma hele!" kaşlarını çatıp etrafıma baktım belki bana dememiştir diye düşünerek. "Sana diyorum kızım, gel hele yanıma." arabamın anahtarını çantama atıp yanına gittiğimde bana dikkatlice baktı. "Sen kız tarafındansın sanırım." dediğinde ağzımı açıp konuşacağım sırada beni durdurdu. "Bak şurada ikramlıkları koyduğum paket var, onları içeri götür. Hadi bakayım." hareket etmeden öylece yüzüne baktığımda kaşlarını çattı yeniden. "Ne bakıyorsun kız? Şunları içeri götürdüğünde kızı da görürsün zaten. Gülsüm içeride." deyip paketleri elime tutuşturdu.

"Ben-" telefonu çaldığında kapaklı pembe kılıfının kapağını açıp aramayı cevapladı ve konuşarak arka bahçeye doğru ilerledi. Derin bir nefes alıp elimdeki paketleri istemeye istemeye içeri götürdüm. Çelik kapıdan girdiğimde süslenmiş kapılar dikkatimi çekti. Zihnimdeki düşünceler birbirinden farklıydı.

Kapısı açık olan odaya girdiğimde gördüğüm düzenek yanağımı sertçe ısırmama sebep oldu. İki süslü sandalye duvarın önüne yan yana koyulmuştu ve duvar profesyonel bir şekilde süslenmişti. Duvarda iki isim yazıyordu, kalbimi yerinden söküp atan iki isim.

Gece ve Gülsüm.

Dolan gözlerimden akan yaşlar yanaklarımdan süzülüp çeneme ulaştığında paketleri yere bırakıp odadan çıktım. İçeri giren kalabalık kadın grubuyla karşılaşmayı beklemiyordum. Az önce bana paketleri veren kadında yanlarındaydı. Göz göze geldiğimizde hızlıca yanıma geldi.

"Kızım, koydun mu paketleri?" bakışlarım çaresizce etrafta dolaştı.

"Hı hı," mırıltım konuşursam eğer sesimin titrememesi içindi.

"Gülsüm'ü gördün mü?" deyip ellerini birbirine bastırdı. "Ay ne güzel olmuş, kuğu gibi kuğu."

"Görmedim." deyip hafifçe öksürdüm. Boğazım acıyordu, konuşmak istemiyordum. Sadece gitmek istiyordum. Göreceklerimi görmüştüm, daha fazlasına gerek yoktu. "Benim acil bir işim çıktı, gitmem gerekiyor." hızlı adımlarla kapıya ilerlediğimde arkamdan konuşan kadınları duyuyordum.

"Tamam kızım, ben dileklerini iletirim Gülsüm'e."

Benim dileğim falan yoktu.

Gözlerimi elimin tersiyle silip arabama doğru ilerledim Kilidi açıp koltuğa oturduğumda sertçe kapattığım kapının oluşturduğu rüzgâr saçımı uçurmuştu. Hıçkırığımı daha fazla tutamayıp şiddetli bir şekilde ağladığımda ellerimi direksiyona vurdum bir kez.

"Yalancısın!" çatallı çıkan sesim kulağıma çirkin geliyordu. "Ailemi götüreceğim dedin, güvenene kadar konuşma dedin. Geldiğin gibi evlenme kararı mı aldın Gece?" hıçkırarak ağlamaya devam ederken az önce çıktığım binanın karşısındaki binadan çıkan kişi beklediğim kişiydi.

Gece.

Üstündeki eşofman takımı buruşuktu. Yüzündeki rahatsız ifade kendini oldukça belli ediyordu. Bakışlarını kalabalık sokakta gezdirdikten sonra sol tarafa doğru döndüğünde arabama baktı. Birkaç saniye sonra camdan içeri bakmaya çalıştı. Uzaktaydım beni Güneş ışığının altında görmesi zordu ama o görmüştü. Aralanan dudakları ve çatılan kaşları beni burada görmeyi beklemediğinin kanıtıydı. Önündeki üç basamak merdiveni hızlıca inip bana doğru gelirken kontağı çevirip gaza bastım. İlerleyeceğim sırada arabanın önüne geçtiğinde onu ezmekten korkup hızlıca frene bastım. Arabadan gelen kulak tırmalayan sesle yüzümü buruşturdum, bacaklarına değdiğini hissettiğim kaputla sertçe yutkundum. Sessizce yüzüme bakıyordu. Camı açıp kafamı dışarı çıkardım.

"Manyak mısın sen, ezilmek mi istiyorsun?" diye bağırdığımda gözleri yine benden ayrılmıyordu.

"Konuşmak istiyorum." duruşunu bozmuyordu. Az önce ezecek olmam onu korkutmamıştı.

"Konuşacak bir şey yok!" bugün sabahın köründe konuşmak için buraya gelmemişim gibi yalan söylemiştim.

"Konuşacak çok şey var. İner misin şu arabadan?" bakışlarıyla yanını işaret ettiğinde göz devirip kafamı iki yana salladım.

"İçeriye gitsene sen, o kadar hazırlık yapmışlar. Sözlün beklemesin seni!" hızlıca etrafa bakış atıp bana döndü.

"Şafak saçmalamadan iner misin şu arabadan?" kaşlarını çatıp sağ eliyle yeniden yanını gösterdi.

"Vay, şimdi de Şafak olduk öyle mi?" dudağımı büzüp kapıdan çıkan yaşlı kadına baktım. "Bak, seni arıyorlar." gösterdiğim yere bakmadı.

"Şafak, in şu arabadan!" görmeyecek olmasına rağmen arabanın içinde kalan omzumu silktim.

"Sen çekilsene yolumdan!" başını gökyüzüne kaldırıp derin bir nefes aldı. Ademelması yutkunduğu için dikkatimi çekmişti. Aklımdan geçen düşünceler masumluğunu yitirmeden önce gözlerimi kapatarak durdum. Yeniden ona baktığımda olduğu yerden çekilmemişti. "Çekilsene be adam! Ezeceğim şimdi canlı kanlı demeden!" başını dikleştirip ellerini pantolonunun cebine koydu ve meydan okur gibi omuzlarını kaldırıp indirdi. "Gece, çekilsene." kafasını iki yana salladı.

"Ya arabadan inersin konuşuruz ya da beni ezer gidersin. Çünkü ben önünden çekilmeyeceğim!" sözlerinden sonra kaşımın tekini havaya kaldırıp kafamı içeri soktum.

"Demek öyle!" dikkatlice geri geri gidip durduğumda bakışlarında hiçbir endişe yoktu. "Yapamayacağımı düşünüyorsun ondan bu rahatlık!" hafifçe gülüp gaza bastım.

Ön kaput bacaklarına değdiğinde istemsizce frene basıp durdum. Gözlerimi irice açmış ona bakıyordum, o ise sırıtarak bana bakıyordu.

"Madem öyle ezip gitmeyeceksin. İn konuşacağız." olduğu yerden ayrılıp sol tarafıma geldi. Kapıyı açmak için elini uzattığı anda gaza basıp boş yolda ilerledim. "ŞAFAK!" bağırdığını duyuyor ve peşimden koştuğunu görüyordum. Birkaç adım sonrasında durup öylece kendisinden hızlıca uzaklaşan bana baktı.

Gözyaşlarım yeniden yanaklarımdan aktığında Gece ardımda kalmıştı.

Konuşmak için gelmiştim ama konuşamadan dönüyordum. Konuşmaya cesaretim yoktu, bu halde neden gelmiştim bilmiyordum. Sadece gelmek istemiştim. Gördüklerim iyi gelmemişti bana, belki ben abartıyordum, belki gördüklerimden başka gerçeklerde vardı ama şuan öğrenmek iyi gelmeyecekti bana.

"Of!" derin nefes alıp veriyor, gözümü yoldan ayırmıyordum. Gittiğim yer İstanbul değildi. Uzun zamandır gitmediğim, varlığımı da yokluğumu da bıraktığım yere gidiyordum.

.

.

.

Arabadan inip derin bir nefes aldım. Gökyüzündeki Güneş cayır cayır yakıyordu etrafı. Mahallenin ortasında oynayan çocukların arasından geçeceğim için topu atmayı bırakmış, benim geçmemi bekliyorlardı. Adım adım ilerlediğim evime yaklaştığımda bahçede oturan annemleri gördüm. Elindeki şişleriyle yaz kış demeden örgü örerdi. Kimin için ördüğünü de bilmiyordu, ördüğü her şeyi paketleyip kaldırıyordu kıyıya köşeye.

Demir kapının üstteki kilidini açtığımda çıkan sesten dolayı bana dönen annem şişlerini masaya bırakıp ayağa kalkmıştı. Elinde gazete olan babam ise gözlüklerinin üstünden bana bakıp gülümseyerek gazetesini masanın üstüne bırakmıştı.

"Şafak!"

"Annem!" gözleri dolu dolu, hızlı adımlarla bana ilerlerken kollarımı iki yana açtım.

"Annem, çok özledim seni." belime doladığı kolları sımsıkı sarmıştı bedenimi. Göğsüme denk gelen kafasının üstüne yanağımı yaslayıp kollarımı sırtına doladım.

"Bende seni özledim annem." eşarbının üstünden öptüm. Kendimi bildim bileli annemin eşarpları lavanta kokardı. Kullandığı deterjan ya da sabundan gelen bir koku değildi bu. Annemden sinen bir kokuydu.

Şakayığı sevmeyi bırakalı çok olmuştu. Lotus olsam da, yalnızlığa mahkum olsam da sevmiyorum o çiçeği ama lavantayı ömrümün sonuna kadar sevecektim.

"Beni özlemedin mi deli?" babamın bana sürekli deli deyişini de özlemiştim. Annemle aynı anda gülüp ona uzattım kollarımı.

"Özledim tabii, özlemez olur muyum hiç?" kaç yaşıma gelirsem geleyim babamın boyunu geçemeyecektim. Bunu öğrendiğimde babamla iki gün konuşmamıştım çocuk aklıyla. Kafamı göğsüne yasladığımda saçlarımı öpüp derin bir nefes aldı.

"Hangi rüzgâr attı seni buraya?" annem ellerini belinin iki yanına koyup kollarını bükmüştü. "O kadar arıyoruz, gel diyoruz sende tık yok." babamdan ayrıldığımda ona döndüm.

"Anne, sizde hep işler sıkı olduğunda arıyordunuz." babam saçımı karıştırdı.

"Bırak annesi, bırak. İş kadını artık benim kızım." göz kırpıp saçımı savurduğumda ikisi de güldü. "Araban nerede? Eşyalarını getirseydim içeri."

"Hiç eşya getirmedim baba, buradakileri kullanacağım." deyip anneme döndüm. "Atmadın değil mi eşyalarımı?" dediğimde gülüyor olsamda annem kolumu çimdikleyip kafama hafifçe vurdu.

"Niye atayım kızım?" yanağından öpüp bahçedeki masaya oturdum. "Hem sen niye eşya getirmedin bakayım?"

"Kısa bir süreliğine şehir dışına çıkmıştım. Eve dönerim diye düşündüm ama yolda vazgeçip size geldim." yalandı.

Yolda vazgeçmemiştim. Bursa'dayken bile buraya gelmek istiyordum.

"Hadi bakalım öyle olsun." annem bana inanmayan bakışlar attığında ona gülümseyip çantamı yanımdaki boş sandalyeye bıraktım.

"Şemsi amca, sizdeki yıldız tornavidayı iki dakika alsam olur mu?" bahçe kapısından giren İrfan abi benim burada olduğumu görmemişti. Elinde ne olduğunu anlamadığım alete bakıyordu.

"Alamazsın." dediğimde kafasını kaldırıp bana baktı. Beni görmeyi beklemediği için iki saniye kadar olduğu yerde kaldı.

"Cimcime?" ayağa kalkıp ona ilerlediğimde kollarını iki yana açıp bana sarıldı. "Ne işin var senin burada?" hızlıca geri çekilip yüzüne korkunç olduğunu düşündüğüm bir bakış attım.

"Ne demek ne işim var abi?" kafamı eğip yandan baktım yüzüne. "Ailemin yanına gelemez miyim?"

"Gelirsin, gelirsin de beklemiyordum seni. Ondan öyle dedim cimcime." şakağımı öpüp geri çekildiğinde yine o gelmişti aklıma.

İrfan abin de öpmesin.

Derin bir nefes alıp kalktığım sandalyeye geri oturdum. Babam ve İrfan abim alet edevat ve tamir sohbetine girdiğinde annem ve bende içeri geçmiştik.

Uzun zamandır gelmediğim evimde değişen hiçbir şey yoktu. Bundan bir sene önce yapılan boyası bile benim hatırladığım renkteydi.

Akşamın karanlığı yavaş yavaş çökmek üzereyken yemek hazırlığına girişmiştik annemle. Üstüme giydiğim pijamam annemin atmam için ısrar ettiği ama benim atmaya kıyamadığım o nadide parçaydı. Rengi solmuştu, temizlik yaparken üstüne çamaşır suyu sıçratmıştım ama yine de seviyordum.

"Şafak, şu salatayı masaya götür kızım." elimi kuruladığım havluyu sandalyenin başına bırakıp tezgahtan aldığım salata kasesini mutfaktan bahçeye açılan kapıdan çıkarak bahçedeki masaya bıraktım. İçeri girerken kısa bir süre baktığım gökyüzünde Güneş'in kızıllıkları vardı, üstünlük karanlıktaydı.

"Cimcime, ne yemek yaptın kız?" koridordan mutfağa giren İrfan abim yine uğraşmak için beni seçmişti.

Bundan dört yıl önce olsa ablamla da uğraşırdı. Ablamı kaybettiğimizde anne ve babamdan sonra benim yanıma gelip beni teselli etmişti ama kendiside çökmüştü.

"Nereye daldın kız?" ağzına attığı fındığı çiğnerken bana döndü. "Pişiremedin yaktın mı yemeği?" ona göz devirip tencerenin kapağını açtım.

"Bak bak, buram buram nohut koyuyor." dediğimde yanıma gelip tencereye doğru eğildi ve kokladı.

"Sen mi pişirdin?" ona ciddi misin bakışı atarken tencerenin kapağını kapattım.

"Şafak'ım pişirdi tabii. Eli lezzetlidir, beceriklidir benim kızım." annem bahçe kapısından içeri girdiği gibi İrfan abime karşı cephe almıştı.

"Annem yine beni savunduğuna göre senin susma zamanın gelmiş İrfan abi." elindeki fındıklardan bir tanesini dudaklarımın önüne getirdiğinde ağzımı açıp alacakken geri çekti. Göz devirip koluna vurdum. "Uğraşmasan olmaz yani!" dilini damağına vurup cıkladı ve bahçeye çıktı. Annemle tencereleri bahçeye çıkardığımızda amcamların gelmiş olduğunu gördüm.

"Vay, vay, vay yeğenim gelmiş." babamdan daha büyüktü amcam ama babamın saçları bembeyaz olmuşken onun saçlarına daha yeni ak düşmüştü. Hayat herkese farklı yüzünü gösteriyordu.

"Amcam, geldim. Senin için geldim Yiğit'im." gülerek ayağa kalkıp bana doğru döndü. Sarılma faslımız bittikten sonra içeriden çıkan annem elindeki telefonu bana uzattı.

"Telefonun çalıyor kızım." ekrana baktığımda Gece'nin aradığını gördüm. Aramayı reddettiğimde kızlardan gelen mesajları okuyup cevap verdikten sonra yerime oturdum. Buraya geldikten yarım saat sonra görüntülü konuşmuştuk, olanı biteni anlatmıştım merakta kalmamaları için. Aysel abla bana bir şey olma korkusundan çok dedikodudan geri kaldığı için merak ederdi.

"Yengem işlerin nasıl gidiyor, her şey yolunda değil mi güzelim?" kendisine her zaman bakım yapan kadındı Meryem yengem. İnternette okuduğumda ya da çevremdekilerden duyduğumda şaşırmıştım çoğu yengelerin kötü oluşuna.

"İyi gidiyor yenge, üstesinden geliyorum bir şekilde." dediğim sırada titreşimde olan telefonum yeniden çaldı. Masanın üstünde olduğu için titreşimi herkes duymuştu ve yanımda oturan İrfan abim arayanın kim olduğunu görmüştü.

"Aman aman, şeytanın kulağına kurşun. Sen her şeyi halledersin evelallah." yemeğine döndüğünde herkes kendi halindeydi.

"Şükran abla, şu pilavı uzatsana." yemekler yenmeye devam ederken sağ tarafımda hissettiğim hareketlilikle İrfan abimin bana yaklaştığını hissettim.

"O arayan dişçi benim gördüğüm dişçi mi?" sessizce mırıldanarak onayladım. Kulağıma fısıldıyor, dikkat çekmemeye çalışıyordu. "Ne ayak o adam, niye arıyor seni akşam akşam?" hafifçe öksürüp boğazımı temizledim.

"Komşuyuz ya abi, evde olmadığımı fark edince aramıştır." ağzıma attığım bir kaşık yemeği yavaşça çiğnerken daha fazla soru sormamasını istedim.

"He, iyi o zaman. Bende aranızda bir şeyler var sandım." dediğinde yutmaya çalıştığım yemek boğazıma takıldığı için peş peşe sertçe öksürdüm. Masadaki soğuk su şişesinden su dolduran annem bardağı önüme bıraktığında İrfan abim sırtıma vuruyordu. "Helal helal, anlamadım aranızda bir iey olduğunu. Sadece fikir yürüttüm, boğazında kalmasın hemen." ona attığım yandan bakışa hafifçe gülüp önüne döndü. Bardaktaki suyu tek seferde içtiğimde anneme iyi olduğumu söyledim. Herkes yeniden yemeğine döndüğünde başımı gökyüzüne kaldırdım, bulutlar gökyüzünü sarmıştı.

Bulutlar karanlığın içindeki ışıktı. Umut vadeden ışık hüzmeleri ağır ağır akıp giderken gecenin karanlığı bulutların arkasına saklanmıştı. Karanlık umudu öldüren tek nedendi ama umut her an, yer yerden yeşeren bir çiçek misali kendini belli ederdi. Umut bitmez, bitse de yeniden doğardı.

Saat yavaş yavaş ilerlerken yemek faslı bitmişti. Bir bardak boşaldığında diğeri doluyor, kaynayan çaydanlığın altındaki ateş hiç söndürülmüyordu.

"Semaveri unutan şahıs, şeker uzat şuradan!" babam İrfan abimin yüzüne bakmadan elini uzattığında gülmek üzere olan İrfan abim şekerliği babama uzattı.

Ailecek buluştuğumuz akşamlarda babam semaverde çay içmeyi çok severdi ve bu akşamki hikmet İrfan abimin semaver ateşini yakmaması üzerine yazılmıştı.

Gece yarısı olmak üzereyken tavla oynamaya karar veren amcam ve babam tavla ortalarında açıldığı an ciddileşip moda girmişti. Yengem ve annemde mahalle dedikodusu yaparken derin bir nefes alıp yanımda oturan İrfan abime döndüm.

"Şafak, şu dişçiye söyle arayıp durmasın. Sinirim tepeme toplanıyor!" bakışlarım aniden telefon ekranıma değdiğinde sekizden fazla cevapsız çağrı gelmişti ve hepsi aynı kişidendi. Ayağa kalkıp ön bahçeye doğru yürüdüm ama aramasına cevap vermedim, attığı mesajlara baktım.

Dişçi: Nereye gidiyorsun (08.13, gönderildi)

Dişçi: Geri dön

Dişçi: Konuşacağız

Dişçi: Açsana şu telefonunu (09.48, gönderildi)

Dişçi: Kızlarla konuşmuşsun (10.08, gönderildi)

Dişçi: Benim mesajlarıma niye bakmıyorsun

Dişçi: Arıyorum aç (12.32, gönderildi)

Dişçi: Şafak (12.35, gönderildi)

Dişçi: Güzelim

Dişçi: Tamam Lotus bakma sen mesajlara

Dişçi: Geliyorum eve

Dişçi: Orada konuşacağız

Dişçi: Şafak (14.39, gönderildi)

Dişçi: Eve geldim

Dişçi: Yoksun

Dişçi: Neredesin sen

Dişçi: Şafak açsana kızım şu telefonu

Attığı mesajlar aynı şekilde devam ediyordu. En son attığı mesaj bundan dört dakika öncesindeydi ve hâlâ çevrim içiydi.

Dişçi: Kaçarak kurtulamazsın (23.42, görüldü)

Dişçi: Şükür görebildin mesajı

Dişçi: Niye kaçıyorsun kızım sen

Siz: Kaçmıyorum

Siz: Ayrıca kızın değilim ben

Dişçi: Buna mı takıldın onca mesajda

Siz: Evet

Dişçi: Ya sabır Şafak

Dişçi: Ya sabır

Siz: Amin

Dişçi: Neredesin sen

Siz: Sana ne

Siz: Sen git sözlünle gez toz

Dişçi: Şafak

Dişçi: Delirtme beni

Dişçi: Ne sözlüsünden bahsediyorsun sen

Siz: Aaa çok ayıp

Siz: İnsan sözlendiğini

Siz: Sözlüsünü

Siz: Nasıl unutur

Dişçi: Fotoğraf*

Dişçi: Oradan sözlenmiş gibi mi duruyorum?

Attığı tek açılımlık fotoğrafı açtığımda ellerini çektiğini gördüm. Parmaklarında yüzük yoktu, bunu kanıtlamaya çalışıyordu.

Siz: Çıkartıp cebine koyduysan

Dişçi: Pantolonumu da çekip atmamı ister misin

Dişçi: Atabilirim

Dişçi: Üstümdeyken mi

Dişçi: Çıkartıp mı atayım

Siz: Twrbşyszlwlme

Siz: Terbiyesizleşme*

Dişçi: Sadece sözlenmediğimi kanıtlamaya çalışıyorum

Dişçi: Masumca

Dişçi: Terbiyesizce anlayan sensin Lotus

Dişçi: :)

Siz: Ne gülücüğü o?

Dişçi: Bilmem

Siz: Kafan mı güzel

Dişçi: Güzelleştiren sen olunca

Siz: Yemezler

Siz: İşim gücüm var

Siz: Seninle uğraşamam

Siz: Yazma bana

Dişçi: Ne işin var (şimdi, görüldü)

Dişçi: Şafak neredesin sen (şimdi, görüldü)

Dişçi: Yine mi başa döndük (şimdi, görüldü)

Dudaklarımdaki sırıtışa engel olmayıp mesaj uygulamasından çıkıp telefonumu kapattım. Eve girip odama ilerlediğim sırada mesaj gelmeye devam ediyordu.

Ellerimi havaya kaldırıp saçma sapan dans ederek odama girdiğimde sol elimi duvara uzatıp düğmeye bastım, ışık anında açıldığında özlediğim eşyalarıma yeniden baktım gülümseyerek. Kendimi yatağa attığımda bugün gördüğüm o manzara gözlerimin önüne geldi yeniden. Bildirim sesi gelmeye devam ettiğinde merakıma yenik düşüp uygulamaya girdim. Gece'nin attığı mesajlara bakmayıp bugün kaydettiğim numaradan gelen mesajları okudum.

Yağmur: Abim sen gittikten sonra evden çıktı (09.48, gönderildi)

Yağmur: Sonra da hiç gelmedi

Mesajlarına bakmamıştım ama telefonda konuşmuş, detayları öğrenmiştim.

Yağmur: Siz konuştunuz mu (23.44, gönderildi)

Siz: Biraz

Siz: Kudurttum

Yağmur: Hakkındır

Yağmur: Arkandayım yengem

Siz: Ne yengesi

Siz: O kadar değil

Yağmur: :)

Siz: Bu gülücük sizde moda galiba

Yağmur: Konu sen olunca

Siz: Yağmur?

Yağmur: Efendim canım yengem

Siz: Mesajları sen yazıyorsun değil mi?

Yağmur: Evet

Yağmur: Başka kim yazacaktı ki

Siz: Bilmem

Siz: Abinde aynı şeyleri yazdı

Siz: Ondan sordum

Yağmur: Abi kardeşliğin şanındandır

Yağmur: :)

Yağmur: Ee

Yağmur: Neredesin sen

Siz: Annemlerin yanındayım

Siz: Biraz uzaklaşmak istedim

Siz: Malum olaylardan dolayı

Yağmur: Hmm

Yağmur: Anladım canım yengem

Yağmur: Ben şimdi gideyim

Yağmur: Annem çağırdı

Yağmur: Başı ağrıyormuş daaa

Yağmur: Malumunuz oğlu evden kaçtığı için...

Mesajına ifade bıraktıktan sonra telefonumu kapatıp tüm duvarı kaplayan kitaplığıma doğru ilerledim. Kitap okumayı severdim. Serisini heyecanla takip ettiğim kitabı elime alıp sayfalarına göz gezdirdim. Bu evde olmayı seviyordum çünkü nadir görülen bir şekilde odamda balkon vardı. Çoğu evde balkonlu odayı anne babalar alırdı ama bizde durumlar tam tersiydi. Annem balkondan hırsızın kolayca girebileceğini, odasında hırsız görürse kalptem gideceğini söyleyip odayı bana vermişti. Birisi ona bu odada ben olsam da hırsızın onun odasına da gidebileceğini söylemeliydi.

Balkona çıkıp sallanan sandalyeme oturdum. Elimde ne kitap ne telefon vardı, hiçbir şeyle uğraşmak istemiyordum. Sadece sessizce oturup sessizliğe alışmak istiyordum.

Esen rüzgâr bana eskileri hatırlatıyordu. Çocukken ablamla bu balkonda oynadığımız evcilikleri, ettiğimiz kavgaları, itirazlara inat giydiğim elbiseyle rüzgârın yönünde bisiklet sürmeyi ve Şafak olmamı sağlayan tüm özgürlükleri..

Gözlerimi uzun süre kapatmak uykumun gelmesine ve benim uyumayı seviyor oluşum da olduğum yerde uyumama sebep olduğunda burada sabahlamak üzere uykuya daldım.

.

.

.

"Güzel kızım," saçımda hissettiğim dokunuş uykumun bölünmesinin tek nedeniydi. Olduğum yerde dönmek için bir hareket yaptığımda uyuduğum yerin sandalye olduğunu hatırlayıp duraksadım ama gözümü açtığımda yatağımda uzanıyordum, üstümdeki pikeye sımsıkı sarılmıştım. Babam başımda gülümseyerek duruyordu. "Günaydın." alnımı öpüp geri çekildiğinde annemin sesini duydum:

"Şemsi, uyanmadı mı hâlâ?" bu sözlerin üzerine babam güldü.

"Duydun zilin sesini, hadi kalk bakalım." kapıya ilerleyip geri döndü. "Sandalyede uyuma bir daha, bir yerin ağrımasın kızım." beni yatağa getirenin babam olduğunu anladığımda gülüp uzandığım yerde kollarımı iki yana açıp esnedim. Tabii buna engel olan şey yatağımın duvarın dibinde olmasıydı. Derin bir nefes alıp banyoya gittim ve elimi yüzümü yıkadım. Üstümdeki pijamayı çıkarmak istemediğim için hoplaya zıplaya mutfağa ilerledim ama karşılaştığım boşluk kahvatı masasının bahçede kurulduğunu belirtti.

"Şafak, hadi kızım. Allahtan dedik ki kızımız yorgundur uyusun kahvaltıyı biz hazırlayalım." annem elindeki yelpazeyi sallayıp bana döndü. "Uyuma işini biraz abarttın sanki yavrum." yanağındam öpüp karşısındaki sandalyeye oturdum. Ağzıma bir tane zeytin attığımda sıcak çayıma iki küp şeker atmak için uğraşıyordum. "Sen kahvaltı yapmıyorsun değil mi oralarda?" annemin dikkatli bakışları benden ayrılmıyordu.

"Yo, yapıyorum. Nereden çıktı o?" bedenimi gözüktüğü kadarıyla süzdü.

"Sen kahvaltı yapmadığında zayıflarsın Şafak." ekmekten kopardığım parçayı çiğnerken başımı önüme eğip bedenimi dikkatlice inceledim. Bana göre aynıydım hatta göbeğim bile çıkmak üzereydi ama annem yine kendi bildiğini söylüyordu.

"Zayıflamamışım ki anne." tabağında olan bakışları bana döndü.

"Sus, kemiklerini sayarım buradan. Birde zayıflamadım ki anne diyor." kafasını hafifçe sol tarafa çevirdi.

"Annem bak yiyorum." koca bir lokma ekmeği reçele bandırıp ağzıma attım. Unuttuğum önemli detay aklıma geldiğinde çayımdan bir yudum alıp anneme baktım. "Bugün çarşıya çıkmam lazım, hiç kıyafet getirmedim yanımda." annemde benim gösterdiğim tepkiyi gösterip oturduğu yerde dikleşti ve heyecanla bana baktı.

"Ay Şafak," dedi son heceyi uzatarak. "Bir şey diyeceğim." babama kısa bir bakış atıp bana döndü. "Şu alt sokakta oturan Nermin var ya," unuttuğumu sandım ama çocukken İrfan abimin kırdığı camın sahibini ve sadece abimin değil hepimizin yediği azarı çeken kişiyi unutmamıştım. "Hani oğlu da İrfan'ın yakın arkadaşıydı."

Murat.

Çocukken hayran olduğum o yakışıklı adam...

"Evet, hatırlıyorum anne." çayımdan bir yudum alırken gözlerimi annemden ayırmıyordum.

"Heh, onun kardeşi Alihan'ın düğünü var bu hafta sonu."

Bugün günlerden perşembe.

Harika!

Annem kesinlikle düğüne gelmemi isteyecekti.

"Çarşıya çıktığında düğünde giymelik bir şeyler de al kızım." arkasına yaslanıp gururlu bir şekilde güldü. "Şöyle ana kız süslenip püslenip gidelim düğüne. Olur mu?"

"Hayır desem kabul edecek misin?"

"Her şeye hayır de zaten Şafak. Evde kalacaksın, götünü koy o koltuğa kalma bir daha!" babamın bitirdiği çayını doldururken kaşlarını çatmıştı. "Kaç yaşına gelmişsin ne bir görücü var ne de konuştuğun!" az önce doldurduğu bardağı alıp sertçe babamın önüne koydu. "Başıma kalacaksın, turşunu mu kuracağım senin?" deyip bana döndüğünde olduğum yere sinmiştim.

"Daha hayır dememiştim ki."

Gerçekten dememiştim. Sadece hayır dersem kabul edip etmeyeceğini sormuştum. Cevabımı fazlasıyla almıştım.

"Gelecek misin?" dediğinde ses tonu rica eder gibiydi ama bakışları kabul etmezsem eğer beni boğup parçalara ayıracak gibiydi.

"Hı hı," yutkunup kahvaltıma devam ettim. Annemin keyfi yerine geldiğinde babam da çayını içip dükkana gitmek için evden ayrılmıştı.

Kahvaltım bittiğinde iki yanıma baktıktan sonra telefonumu içeride unuttuğumu anlayıp derin bir nefes aldım ve yanaklarımı şişirerek ofladım. Annem masayı toplamaya başladığında hızlıca bitmesi için ona yardım edip odama gittim. Dolaptan kot şort ve beyaz askılı tişört alıp pijamamı çıkarmak istemeyerek giyinmiştim. Kulağıma taktığım kulaklığımdan gelen şarkıya kısık sesle eşlik ettiğimde annem yan komşuya gitmek için evden çıkmak üzereydi.

"Şafak, çıkar bakayım şu kulaklıkları." elindeki çantasını koluna astı. Kulaklıklarımı çıkartıp şarkıyı kapattım. "Ben hemen eve gelirim ama sen geldiğinde yoksam buzluktan kıymayı çıkar tamam mı kızım?"

"Anne, şimdi çıkarsaydık?" bir kere cıkladı.

"Olmaz, sen dediğimi yap." terliklerini giyip sallana sallana yan tarafa ilerledi. Gülmeden edememiştim. Kapıyı kilitledikten sonra bahçeden çıktım. Mahalleyi ve buradaki insanları özlediğim için arabayla gitmeme kararı alıp sıkıca bağladığım spor ayakkabılarımın ayağımı ağrıtmayacağına güvenerek çarşıya doğru ilerledim.

Girip çıktığım mağazalarda onlarca kıyafet beğenip hiçbirisini almadan çıkıyordum çünkü hiçbirisi rahat değildi. Etrafta göz gezdirirken köşede dikkatimi çeken renklere sahip olan butiğe girip yeniden kıyafetlere bakmaya başladım.

"Hoş geldiniz, yardımcı olabileceğim bir şey var mı?" diyen çalışana döndüğümde uzun zamandır görmediğim bir simayı görmüştüm. "Şafak?"

"Aslı?" ikimizde kollarımızı iki yana açıp şaşkınlıkla birbirimizi süzmüştük ardından sarılmış ve gülmüştük.

"İnanmıyorum ne kadar değişmişsin." deyip saçlarımı okşamıştı. "Saçlarını uzatmışsın," deyip burukça gülümsedi.

"Evet, artık çeken bir ablam olmadığı için," kafamı aşağı indirdiğimde parmağındaki yüzüğü görmüştüm. "Ne?" ağzım koskocaman açıldığında gerçekten şaşırmıştım. "Evleniyor musun?" elimi ağzıma kapatıp gözlerine baktım. Yüzündeki güzel gülümsemesi çocukluğumdaki gibiydi.

"Evet, bu hafta sonu." aklıma gelenle yeniden şaşırdım.

"Alihan'la?" kafasını aşağı yukarı sallayarak onayladı. "Ay inanmıyorum!" iki elimi de dudaklarımın üstüne kapattım. Omzum yanımdaki askıya çarptığında geri çekildim. "Boş ver şimdi kıyafet bakmayı, otur şuraya. Hemen anlatıyorsun." kahkaha atıp kasanın arkasında bulunan iki sandalyeye oturduk. Çocukken hiç anlaşamaz, sürekli kavga ederlerdi. Ben buradan gittikten sonra olanları anlattığında dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Vay be, büyük aşklar kavgayla başlar dedikleri doğruymuş." koluyla kolumu dürttüğünde ona baktım.

"Sende Murat'ı seviyordun bir aralar. Elti olur muyuz kız?" deyip güldüğünde oturduğum yerde dikleştim.

"Sus kız, biri duyacak şimdi!" etrafı kontrol ettikten sonra yeniden ona döndüm. "Sevmiyordum, çocukluk aklı hayrandım sadece." boşluğa odaklanmıştım bunu söylerken.

"Kız, biri mi var senin kalbinde?" derken sırıtıyordu. Başımı başka yere çevirdim. "Ay var, var!" yerinde iki kıpırdanıp iyice bana döndü. "Anlat bakayım."

"Yok ya, anlatacak bir şey." saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdıktan sonra anlatacak bir şey yok diyen ben her şeyi en ince detayına kadar anlatmıştım çocukluk arkadaşıma.

"Ay inanmıyorum!" yüzündeki bodoslamış ifade anlattıklarımı beklemiyor oluşundandı. "Ee, ne olacak şimdi?" omuz silktim. Tam o sırada telefonumdan gelen zil sesiyle irkildim. Arayan yine aynıydı.

Gece.

"Aç bence. Dişçin sonuç olarak," deyip güldüğünde ayağa kalktım.

"Ben gideyim canım, düğün için alışveriş falan yapayım. Ee ne de olsa nedimeyim bugüne bugün." deyip sarıldığımda söylediklerime karşı güldü. Bu sırada telefonum hâlâ çalmaya devam ediyordu. Dükkandan çıktığımda mecbur kalıp aramayı cevapladım.

"Alo?"

"Alo, Şafak. Niye açmıyorsun telefonlarımı?" sesi sinirli ve bir o kadar da endişeliydi.

"Bilmem, sana sormak lazım." derin bir nefes aldım. "Güvenmeden konuşma dedin ya, bende söz dinledim." ilk kez öğrendiğim bir şey varmış gibi şaşırdım. "A a! Birde ne göreyim?" cevap vermedini beklemeden konuştum: "Gece sözleniyor!" karşı taraftan bir hışırtı geldi. Önünde durduğum bir vitrinde beğendiğim elbiseyi gözüme kestirmiştim.

"Şafak, dinlemeden konuşmasan mı?"

"Neyse Gececiğim, şuan müsait değilim. Düğün için alışveriş yapıyorum."

"Ne?" fren sesi kulaklarıma doldu. "Ne düğünü, kim evleniyor?" aramayı kapatmamıştım, onu kudurtuyor olmak keyfimi dört köşe yapmıştı. "Alo, Şafak kime diyorum?" aramayı kapatıp kahkaha attıktan sonra mağazaya girip beğendiğim elbisenin bana uygun olan bedenini istedikten sonra kabine girip denedim. Beğendiğim elbise tam benlikti. Annem mahalleliye güzel gözükmem için sürekli tembihliyordu. Bu elbiseyi gördüğünde alnımdan öpeceğine emindim.

Elbisenin ücretini ödedikten sonra poşeti elime alıp mağazadan çıktım. Uzun zamandır gelmediğim çarşının içi değişmemişti, sadece Aslı'nın butiğinin olduğu yerde önceden bir kuaför vardı. Bir tek o değişmişti. Sıcacık insanların samimiyeti bile aynıydı.

"Aa, Şafak değil mi o?" sol tarafımdan gelen fısıltıyla o tarafa baktım. "Vallahi de o. Gelmiş demek ki." gördüğüm kişi dedikodunun anası, babası, öz evladıydı.

Şaşı Necmiye.

"Merhaba Necmiye teyze." istemesemde onlara doğru yürüdüm. Elindeki çekirdek kabuklarını poşetin içine atıp oturduğu merdivenden kalktı ve yanıma gelip beni kendisine çekti.

"Şafak kız, hoş geldin. Uzun zamandır gelmiyordun, özlettin kendini." sesi bu defa dedikodudan uzaktı. Beni özlediğini belli ediyordu.

"İşten güçten bir türlü fırsat bulamadım ki Necmiye teyze." bakışları bedenimi dikkatle süzdükten sonra gözlerime baktı ve gülümsedi.

"Ee tabii, sende haklısın. Koskoca iş kadını olmuşsun, bizi beğenmezsin." kalktığı yere geri oturdu.

"Olur mu öyle şey Necmiye teyze," elini hadi oradan dercesine sallayıp yanındaki arkadaşlarıyla konuşmaya devam ettiğinde poşetlerimi sıkıca tutup yolda ilerledim. Çocukların topu ayağımın önübe geldiğinde ilk önce sektirmek istedim ama düşüp rezil olmak istemediğim için onlara attım.

"Şafak?" arkamdan gelen erkek sesiyle o tarafa döndüm. Murat arkamdaydı ve gülümseyerek bana bakıyordu.

"Murat?" ona doğru gidecekken büyük adımlarıyla karşıma dikildi.

"Uzun zaman oldu seni bu sokaklarda görmeyeli." sözleri gülmeme sebep olmuştu.

"Öyle, geri geldim ama,"

"Temelli mi?" temelli kalmayı bende isterdim ama hayatımı İstanbul'da kurmuştum.

"Hayır, bir süreliğine." kafasını aşağı yukarı sallarken elimdeki poşetleri gördü ve elini uzatıp ona vermemi istedi.

"Ağırdır şimdi onlar, ver de götüreyim." itiraz edip geri çekilecekken göz devirdi. "Ver işte Şafak, ne diye inat ediyorsun." bakıp güldü. "Şimdi poşetini taşıtmıyorsun ama çocukken kendini taşıtıyordun." kısa bir an gülüp ona yandan baktım.

"Ayağım yara oluyordu, yürüyemiyordum." bana inanmadığını belli ettiğinde bu defa ben göz devirdim. "İnanmazsan inanma, sana yalan borcum mu var?" bu defa voleybol oynayan kızların topu önüme geldiğinde görmeyip üstüne bastığım için düşecektim ama belime dolanan eli düşmeme engel olmuştu.

"Yine seni taşımam için," dediğinde kahkaha attım.

"Bu mahalle sakar olmam için elinden geleni yapıyorlar." ondan uzaklaşıp yürümeye devam ettiğimde peşimden geliyordu.

"Sakar olan Şafak'ı seviyordur belki mahalle, olamaz mı?" dudaklarımdaki gülümsemeyle ona döndüm ama o başka bir şey düşünüyordu. Söyleyip söylememek arasında kalmış gibiydi.

"Söyle söyle, kalmasın içinde."

"Şafak," hafifçe öksürüp bakışlarını benden çekti.

"Hım?" mırıldanarak onayladım.

"Senin bir arkadaşın vardı. Yeter'di adı." yanağımın içini ısırıp gülmemek için kendimi sıktım. "Değil mi?"

"Evet, Yeter."

"O ne yapıyor, mezun oldu mu? Uzun zamandır görmedim de merak ettim." çekine çekine konuşmasından belliydi hisleri.

"İşletme'den mezun oldu o." kafasını sallayıp önüne döndü. "Hayırdır, pek bir merak ettin sen Yeter'i." göz kırptığımda kısa bir an bana bakıp önüne döndü. O kızarıp bozarırken ben gülüyordum.

"İyi kız, ondan merak ettim. Hem sen de çok sevince sormak istedim." imalı bir bakış atıp kafamı aşağı eğdim.

"Evet, çok seviyorum." yanımdaki adamın adımları duraksadığında ne olduğunu sormak için kafamı kaldırdım dikkatli bir şekilde karşıya baktığını gördüm. Tam baktığı yere bakacakken adımın ezbere bildiğim o sesten çıkışını işittim.

"Şafak?" bakışlarım ona değdiğinde saçı rüzgârdan dağılmış, teni sıcaktan terlemişti. Bir bana bir yanımdaki Murat'a bakıyordu.

Bakışlarında hem kırgınlık hemde anlamadığım bir duygu vardı. Burada olduğumu nasıl bulmuştu, ne zaman gelmişti hiçbir şey bilmiyordum.

Gece Aytürk'ün anlatımı

Özlemek sevdaya dahildir der üstad. Özlemek sevdanın yarasıdır bana göre. Özlediğinde katbekat artan sevda yüreğine sığmaz, taşar. Kırıldığında da özleyebilir insan. Kırılmak sevdaya dahil değildir. Ama kırmak sevdanın baş belasıdır.

"Abi?" evin arka bahçesindeki masaya oturmuştum. Gecenin ilerleyen saatlerinde olduğumuz için hava serinlemişti.

Bursa'ya geldiğimizde yorgun argın eve adım attığımda annemin ve diğer kadınların yarın akşam için yaptığı hazırlıkları görmüştüm. Sinirim dağ olup göğe ulaştığında bir yanardağ misali patlamıştım. Annemle yeniden tartışmış ve kendimi arka bahçeye atmıştım. Saatlerdir hiç kıpırdamadan bu sandalyede oturuyordum. Kim konuşmak istediyse konuşmamış, içeri çağıran olduysa reddetmiştim.

Yanıma gelip oturan Yağmur yüzüme bakıyor, ona dönmem için sürekli sesleniyordu. Bakışlarımı gökyüzünden çektiğimde önümdeki masaya az önce annemin bıraktığı yüzük kutularını gördüm yeniden.

"Abi, iyi misin?" ona döndüm önümdeki saçma sapan yüzüklere daha fazla bakmak istemediğim için.

"İyiyim." dediğimde hafifçe gülüp başını omzuma koydu.

"Merak etme abi, annem vazgeçer. Başkasını sevdiğini biliyor, gözlerinden anlamıştır her şeyi." dediğinde önümdeki yüzüklere döndü bakışlarım.

"Yarın her şey için çok geç olacak." derin bir nefes alıp sağ elimle yüzümü sıvazladım. "O kızı orada tek bırakacak olmak çok şerefsizce." aniden kafasını omzumdan kaldırıp bana baktı.

"Tabi ki herkesin içinde terk etmeyeceksin abi!" göz devirdi. "Doktorlar Levent değilsin sen!" anlamadığım için boş boş baktım yüzüne. Yine ne saçmalıyordu bu kız? "Aman, sen anlamazsın." bakışları arka tarafa döndü. "Annemler uyudu az önce, sen şimdi git konuş kızla. Anlat ona istemediğini." kaşlarını kavislendirip göz devirdi. "Anlasın o da bir zahmet halini!"

"Gideyim mi?" oturduğum yerde dikleşip dilimle kuruyan dudaklarımı ıslattım.

"Abicim, zeki adamsın vesselam ama arada duruyor senin bu saksı." yanağımı sıkıp çekti kendine doğru. "Neyse en azından yakışıklısın." kafamı çekip elini ittim. Çektiği yanağımı öpüp ayağa kalktı. "Ben içeri gidiyorum, iyi geceler." yanağını uzatıp öpmemi beklediğinde saçını okşayıp uzattığı yanağına dudaklarımı bastırdım. Hiçbir şey söylemeyip içeri gittiğinde telefonumu elime aldım ve Şafak'la olan sohbetimize girdim.

Siz: Şafak konuşabilir miyiz? (silindi)

Siz: Yanlış anlaşılmak istemiyorum (silindi)

Çevrim içi olduğunu gördüğümde hiçbir şey yazmayıp ayağa kalktım. İlk önce Gülsüm'le konuşsam iyi olacaktı.

Hızlı adımlarla, sessiz olmaya çalışarak bahçeden çıkıp karşı eve gittim. Zile veya kapıya dokunmayıp telefonumu açtım.

Siz: Gülsüm konuşabilir miyiz (şimdi, görüldü)

Yazıyor...

Çevrim içi...

Yazıyor...

Gülsüm: Ben evde değilim ki Gece

Gülsüm: Teyzemlerdeyim

Gülsüm: Yarın için hazırlık yapıyoruz

Siz: Tamam Gülsüm

Siz: Sormadım

Siz: Sabah erkenden burada ol

Siz: Konuşmamız lazım

Gülsüm: Tamam

Gülsüm: İyi geceler

Şafak yanımda değilken ne iyisi ne gecesi. Şafak yokken gecenin bir anlamı olmazdı ki. Mesajını gördükten sonra hiçbir cevap vermeyip kendi evime gittim. Sinirden stresten ağrıyan başımı ovalayıp sessizce odama çıktım.

Gözümün önünden Şafak gitmiyordu. Bir an önce konuşmak ve aramızdaki soğukluğu yok etmek istiyorken başıma gelen bu nişan işi ortalığı iyice karıştırıyordu.

Kendimi zar zor yatağa atıp uzandığımda gece yarısı olmak üzereydi. Gözlerimi kapatıp şu günü bir an önce bitirmek istiyordum. Keşke bu olanlar bir kabus olsaydı da gözümü açtığım an bitseydi.

Aniden gözlerimi açtım. "Acaba niye güvenmiyor bana?" geçmişte yaşadıklarımızı düşündüm. "Ulan kalbini kıracak bir şey de yapmadım ki anasını satayım!" yattığım yerden kalkıp bacaklarımı aşağı indirdim. "Zorla dişine baktım diye mi güvenmiyor acaba?" kendi kendime kafamı iki yana salladım. "Ne alaka oğlum Gece?" odamın kapısı aniden açıldığında annem içeri girdi.

"Oğlum, gecenin bir vakti kiminle konuşuyorsun?" uykudan uyandığı için gözlerini kısarak bakıyordu.

"Kimseyle anne, yat sen." kafasını aşağı yukarı salladı.

"Sende yat oğlum, sabah yorulacağız zaten." esneyip odamdan çıktı ve kapıyı kapattı.

"Koyun can derdinde, kasap et derdinde." oflayıp yeniden yatağa uzandım. "Başın büyük dertte oğlum!" gözlerimi kapatıp durdum öylece.

Dert, dört harfti ama ağırdı. Boyun büker, sırtı kamburlaştırırdı. Taşıması ağlatır, çözmesi ağrıtırdı.

.

.

.

Şafak.

Gecenin sonu, gündüzün başlangıcı.

Şafak.

Gece'nin sonu.

Sabah ezanından hemen sonra uyanmış pencerenin önüne geçmiştim. Güneş'in doğuşu ve şafağın yerini seyrediyordum.

Yüzünü göremiyor, sesini duyamıyordum ama onu anlatan, onu yansıtanlara bakıyordum. Yetmiyordu.

Telefonuma mesaj geldiğinde bir umut o yazmıştır diye düşündüm ama saat çok erkendi, bu saatte uyanmazdı.

Gülsüm: Günaydın

Gülsüm: Ben geldim

Gülsüm: Geleyim mi evine

Gülsüm: Konuşacaktık

Siz: Gelme

Siz: Ben gelirim

Gülsüm: Tamam

Gülsüm: Bekliyorum

Patolonumun cebine attığım telefonum sessizdeydi. Hızlı adımlarla evden çıkıp karşı eve ilerledim. Gülsüm'ün camdan baktığını gördüğümde kapıyı açması gerektiğini işaret ettim. Pencerenin önünden çekildikten kısa bir süre sonra çelik kapı açıldı.

"Günaydın, geçsene içeriye." deyip kenara çekildiğinde geçmemi bekledi.

"Bahçede konuşalım." arka bahçeye doğru ilerlediğim sırada terliklerinin sesini duyuyordum.

"Bir şey mi oldu?" derken gülümsüyordu. Kalbini kırmak istemiyordum ama gerçekleri anlaması için kırılması gerekiyordu. "Yoksa eksik bir şeyler mi var, istemediğin bir şey mi oldu?" endişeli hali yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyordu.

"Gülsüm, sakin olur musun?" ellerimi ilk önce pamtolonumun cebine koydum ama vazgeçip çıkarttım. "Şu nişan işini konuşmak istiyorum." yüzündeki gülümseme solduğunda derin bir nefes aldım. "Bana olan ilginin farkındayım Gülsüm, hemde en başından beri ama," gözlerimden ayrılmıyordu bakışları. "Bana söylemedin Gülsüm." yutkundu. Ne diyeceğimi anlamış olmalıydı. "Yani demek istediğim, bana fikrimi sormadın." Güneş yavaş yavaş gökyüzünde kendisini gösteriyordu. "Kendi kendine düşünüp duruyordun, kimseye söylemeden. Tamam dedim, zararı yok." bu defa derin nefes alan oydu. "Bu düğün işi çok fazla oldu."

"Eğer düğün istemiyorsan," bir adım ileri geldi. "Sadece nikah da yapabiliriz." dediğinde dumura uğradım. İlk dediklerimi içimden söylemiştim de son söylediğimi mi dışımdan söyledim diye düşündüm.

"Gülsüm, mesele o değil." ellerimi bu defa yine pantolonumun cebine koydum. "Mesele benim başkasını seviyor olmam."

Şafak.

Bakışlarını yüzümden çekti.

"Ben aslında böyle düşünmemiştim," gözlerini kapattı. "Yani annen senin de kabul ettiğini söyleyince," derin bir nefes aldım.

"Annem istedikleri olsun diye benim adıma konuşmayı sever Gülsüm." hafifçe güldüm. "Sen bunu benden daha iyi biliyorsun." kafasını çok hafif bir şekilde aşağı yukarı salladı.

"İnsanlara söyleyecek olmak," diye mırıldanıp sustu.

"Biz söylemeyeceğiz," yeniden yüzüme baktı. "Annem söyleyecek." bir adım geri çekildim. "Bana olan sevgin-"

"Sen bunu düşünme," buruk bir şekilde tebessüm etti. "Ben sevgimi gömerim." gözleri dolmuştu. "Sen sevdiğin kızı düşün, ben kendimi hallederim." arkasını dönüp gittiğinde gözyaşlarını gizlemek istediği için döndüğünü anladım. Eve girdiğinde bende eve doğru ilerledim ama annemin kapıdan çıktığını görüp hızlıca arka bahçeye geçtim. Tonlarca lafını çekemezdim şuan. Arka kapıdan içeri girip odama girdim. Aynadan kendime bakıp saçma sapan bir şekilde yürüdüm odanın içinde. Telefonumu çıkartıp ekrana baktığımda Şafak'ın aradığını gördüm.

"Hay şansıma tüküreyim ben!" telefonunun sesini açtığım sırada bana seslenen Yağmur'u duyunca odamdan çıkıp kapıya ilerledim. Bahçeye indiğim sırada karşıdaki kalabalığı görmek istemediğim için çevirdiğim bakışlarıma takılan kadın yüreğimi burkmuştu. Yürek burkulması nasıl bir tabirdi bilmiyorum ama yaşamıştım tam şuanda.

Şafak gelmişti, gidiyor olmalıydı. Arabasının içindeydi ve gözleri doluydu. Yeniden karşıdaki eve baktım ve içimden küfrettim. Görmüş olmamasını diledim. Eğer gördüyse soğuk olan aramız daha da soğuyacaktı.

Hızlı adımlarla merdivenleri inip arabanın önünde durdum. Bacaklarıma değen ön kaput canımı acıtmamıştı. Sert bir şekilde duran arabanın tekerleklerinden çıkan ses tüm sokakta yankılanmıştı. Bakışlarında kırgınlık ve öfke vardı. Camı açıp başını dışarı çıkardığında Güneş ışıkları gözlerini parlatıyordu.

Önünden çekilmem için sürekli söyleniyordu. Çekilmezsem ezeceğini söylemekten de geri kalmıyordu. Beni ezemeyeceğini biliyordum. Tanımıştım onu.

Beklemediğim bir anda geri geri gittiğinde şaşırdım ama belli etmedim. Gaza basıp hızlıca bana yaklaştı ama bacaklarımın tam önünde durduğunda gülmeden edemedim. Beni ezemeyecekse arabadan inmesi gerektiğini söylemiştim. Mademki ezemiyordu o zaman inmesi gerekirdi. Sol kapıya doğru ilerleyip kulpa uzanacağım sırada gaza basıp düz yolda ilerlediğini gördüğümde tek başıma çaresizce kalmıştım yolun ortasında.

Benden kaçmasının tek bir nedeni vardı. Ama artık ikiydi. Birincisi söylediklerim yüzündendi, ikincisi gördükleri yüzünden.

Peş peşe arıyordum, mesaj atıyordum ama görmüyordu. Bilerek bakmadığına adım kadar emindim. Kalbini kırmıştım aksi gibi birde nişan zırvalığını görmüştü. Bu da kırgınlığının tuzu biberi olmuştu.

Annem kolumdan tutup içeri soktuğunda engel olmuştum ama yinede içeri girmiştim. Her yeri dağıtıp çıkmanın bir anlamı yoktu.

"Anne, bir dur artık!" kollarımı iki yana açıp boyuna eğildim. Koridorun ortasında öylece durmuş bana bakıyordu. "Görmüyor musun ne haldeyim?" bakışları gözlerimden başka bir yere bakmıyordu. "İstediğin olacak diye beni yok sayma." elimi saçlarımın arasından geçirdim sertçe. "İstediğin şeyler benim hayatımın düzeni, bozmadan önce bana sor."

"Ben ne yaptım oğlum?" kaşlarını çattı. "Sadece mutlu olun istedim."

"Anne," fısıldayıp sırtımı duvara yasladım. "Gülsüm'le evlendiğimde mutlu olacağımı mı sanıyorsun?" ellerini ovuşturdu. "Sorsaydın Gülsüm'le mutlu olmak istiyor muyum diye, niye sormadın?" sinirle gülüp kapıyı gösterdim. "Az önce çekip giden kadın kimdi biliyor musun?" duvardan ayrılıp anneme yaklaştım. "Sevdiğim kadın!" annemin gözleri irileşti. "Bakma öyle, sana söyledim. Sevdiğim biri var dedim." dilimi dudağımın üstünde gezdirdim. "Tutturdun bir güven, tanımak bilmem ne!" sol elimle boynumu ovuşturdum. "Seviyorum anne, güveniyorum ve tanıyorum." annemin konuşmasına izin vermeden ben konuştum. "O bana güvenmiyorsa güvenmesini sağlarım, tanımıyorsa kendimi tanıtırım. Ama onu bırakmam," kapıdan çıkıp merdivenleri hızlıca indim.

"Gece, nereye gidiyorsun?" annem kapınınönünde durup bana bakıyordu. Ona bakmaya devam ettim.

"Sevdiğim kadının yanına." anahtarın düğmesine basıp kapıların kilidini açtıktan sonra ön kapıyı açtım. Tam arabaya binecekken anneme döndüm. "Ben gelene kadar şu saçmalığa son ver anne." koltuğa oturduktan sonra kapıyı kapatıp arabayı çalıştırdım. Kemerimi hızlıca takıp İstanbul'a gitmek için yola çıktım. Göstergeden benzinin ne kadar kaldığını kontrol ettim, İstanbul'a gitmeden bitebilirdi. İstasyonda durup yakıt alıncaya kadar öğlen olmuştu bile. Her kırmızı ışıkta Şafak'a ya mesaj atıyordum ya da arıyordum ama hiçbirisine cevap alamıyordum.

İstanbul'daki yeni evimizin önünde arabayı durdurup siteye girdim. Koşar adımlarla binaya ilerlerken bana şaşkınca bana insanları görüyordum ama umursamadım. Asansörle uğraşmayıp merdivenleri ikişer ikişer çıkarak kata geldiğimde aynı anda hem zile basıyor hem de kapıya vuruyordum ama açan yoktu. Kapının önündeki çöp poşetinin için alkol şişeleriyle doluydu. Dün gece içmiş olmalıydılar.

"Nerede bu kız?" çıktığım merdivenleri inerken Yeter'i arıyordum ama o da açmıyordu. Endişe etmeye başlamıştım. Arabaya binip pastaneye doğru gittim. Ev ve pastane arası arabayla on dakika sürüyordu ama bugün on yıl gibi geçiyordu.

Pastanenin önüne geldiğimde karşılaşmayı beklediğim manzara kepengi açılmamış bir dükkan görmek değildi.

"Nerede bu kız?" direksiyona vurup gözlerimi kapattım. "Lanet olsun, bir şeyi de bozma Gece!" yeni çıkmak üzere olan sakallarımı sıvazladım. "Bir şeyin de içine etme Gece!" arabayı yeniden çalıştırıp nereye gittiğimi bilmeden sürdüm Bir umut kliniğe gitmiştir diye o tarafa sürdüm arabayı. Ama gitmediğini adım kadar iyi biliyordum. Nereye gittiğini bilmediğim için deli danalar gibi dolaşır duruyordum sokakta.

Kliniğin önüne geldiğimde Gece ve Yeliz yan yana durmuş konuşuyordu. Geldiğimi gördüklerinde gülümsediler.

"Kardeşim, hoş geldin." Gece'yle selamlaştıktan sonra Yeliz'e döndüm.

"Şafak buraya geldi mi?" bir bana bir diğer Gece'ye baktı.

"Hayır. Randevusu mu vardı?" kafamı iki yana sallayıp hiçbir şey söylemeden arabaya bindim. Derin bir nefes alıp ofladıktan sonra yine direksiyonu hareket ettirip başka bir yere gitmek için yola koyuldum.

"Neredesin Lotus, nerede?" Yeter'in evinin önüne geldiğimde arabadan inip kapının önüne geldim ve zilden adını bulup iki üç kere art arda bastım.

"Kim o?" derin bir nefes alıp olduğum yerde dikleştim.

"Benim Gece." otomatiğin sesini duyduğumda kapıyı sertçe açıp binaya girdim. Asansör olmayışı bu defa işime gelmemişti çünkü Yeter'in evi altıncı kattaydı. Hızlı hızlı çıktığım basamakların sonunda nefes nefese kalıp kapının önünde durduğumda sabahlığıyla birlikte kapı pervazına yaslanan Yeter karşıladı beni.

"Sabah sabah bu ne hız Gece?" gözlerini ovuşturup bana baktı tek açtığı gözüyle.

"Şafak nerede?" birkaç saniye duraksayıp gözlerini etrafta gezdirdi.

"Bilmem,"

"Yeter, şuan yalan söylemenin sırası değil. Nerede olduğunu bulmam lazım. Dün zaten içmiş, sızmış olabilir bir yerde."

"Ay yok be, sabah gayet iyiydi!" çemkirip saçlarını geriye itti. "Hem yalan söylemiyorum, sabah senin yanına gelecekti." aniden bana döndü. "Gelmedi mi yoksa?"

"Geldi, geldi de gitti."

"Nereye?"

"Nereden bileyim Yeter? Bende sana sormak için geldim işte." kollarımı iki yana açıp sabır diledim kendi kendime. Merdivenleri indiğim sırada korkuluklara yaslanıp bana seslendi.

"Eve falan baksaydın." kafamı yukarı kaldırdığımda yüzümdeki ifadeyi gördükten sonra dudağını ısırdı.

"Bakmadan geldiğimi kim söyledi?" elini başına bastırıp hafifçe sırıttı.

"Kafam yerinde değil de, ondan." deyip evine girdi. Bende binadan çıktıktan sonra arabaya binmiştim ama nereye gideceğimi bilmiyordum. Çalan telefonumu bir umut Şafak aramıştır diye açtım ama arayan Yağmur'du.

"Alo abi, hemen eve gelmen lazım." derin bir nefes alıp kafamı koltuğun arka kısmına yaslayıp gözlerimi kapattım.

"Ne oldu abim?"

"Annem fenalaştı."

"Tamam, geliyorum." başka bir şey söylemeyip aramayı kapattıktan sonra sinirle direksiyona vurdum. "Bıktım artık şu kadının ayılıp bayılmasından!" camı açıp içeri hava gelmesini sağladım. "Bir bayılman da gerçek olsun anne!" kafamı iki yana salladım. "İlgi çekmek için yapmayacağın şey yok!"

Birkaç saat önce geldiğim yolu yeniden geri giderken hayatımda değişen hiçbir şey yoktu. Şafak'a yine ulaşamamıştım.

Aramaya ve mesaj atmaya devam ediyordum ama değişen bir şey yine yoktu.

Bursa'ya geri geldiğimde nişan olayının bitmiş olmasını diledim içimden. Daha fazla bu saçmalıkla uğraşmak istemiyordum.

Arabadan inip eve girdiğimde ilk önce annemin bileğini tutup kolonyayla ovalayan Yağmur'a baktım, daha sonra ise tülbenti büküp başına dolayan anneme baktım. Arabamın anahtarını sehpaya bıraktığımda çıkan sesten dolayı gözlerini açtı.

"Ne oldu yine anne?" ayağa kalkıp başındaki tülbenti açtı.

"Gece, sen nereye gidiyorsun bana haber vermeden?" kaşlarımı çattım.

"Söyledim ya!" annemin arkasından kafasını iki yana salladığında onunda sıkıldığını anlamıştım.

"Sevdiğim kadın diye tutturdun gittin, hiç demedin annemi tek bırakıyorum kadın bir başına ne yapar ne eder?" ellerini beline koyup kafasını yukarı kaldırarak bana baktı.

"Mahalleli dedikodu çıkardı değil mi?" dediğimde annem tepkisiz kalırken Yağmur cevap verdi.

"Evet abi ama ben ağızlarının payını verdim." deyip göz kırptı. Annem kaşlarını çatarak ona döndü.

"Arada annene de fırça attın ama babası kılıklı!" annemin bu haline gülmek istedim ama içimden gelmedi.

"Anne, sen git yat. Dinlen biraz, başının ağrısı geçer." kolundan tutup odasına gitmesi için teşvik ettim. Odasına gittiğinde bende arka kapıdan çıkıp bahçedeki sandalyelerden birine oturdum. Yanıma gelen kardeşim bugün ben burada yokken olanları anlattığında her şeyi ince detayına kadar öğrendim.

Akşamın serinliği yavaş yavaş ortaya çıktığında Şafak'tan haber alamıyordum. Akşam yemeği yediğimizde annem başının ağrıdığını söyleyip yememişti. Benim de canım istemiyordu.

Bahçede oturmaya devam ederken yine mesaj atıyordum. Son mesajımı görüp kısa bir cevap verdiğinde düşündüğü şeyin olmadığına dair ikna etmeye çalışıyordum. Bir kere inadı tutmuştu.

Onu utandırmak hoşuma gittiği için yine utanabileceği cümleler kurmuştum ve imamı anlayıp tepki göstermişti. Yanımdaki Yağmur ise sessizce telefonundan bir şeyler izliyordu, bildirim sesi gelince telefonunun ekranını gizliyordu. Şafak bana mesaj atmayı bıraktığında dikkatimi Yağmur'a verdim.

"Yağmur!" içeriden seslenen anneme karşı Yağmur derin bir nefes almıştı.

"Geliyorum!" diye seslenip dalgınlıkla telefonunu açık bırakıp gitmişti. Ekranda gördüğüm isim gözlerimin irileşmesine sebep olduğunda arkamı dönerek gidip gitmediğini kontrol ettim. Telefonu elime alıp son mesajlaşmalara baktım.

"Demek Şafak'la konuşup bana söylemiyorsun Yağmur Hanım!" kafamı hafifçe iki yana sallayıp sohbetin son aşamasını gerçekleştirdim. Son aşama: nerede olduğunu öğrenmek.

Sanki Yağmur yazmış gibi nerede olduğunu sorduğumda ailesiyle olduğunu söylemişti. Bakışlarımı boşluğa odakladım.

"Ailesi nerede ki bu kızın?" kendi kendime konuşurken ayağa kalktım. Yağmur'un telefonundan son mesajları sildikten sonra içeri girdim. Kimden öğrenebileceğimi düşünürken odama girip yatağıma oturdum. İki elimle yüzümü sıvazlayıp Yeter'in numarasını tuşladım. Kulağıma doğru tuttuğum telefondan gelen iki çalıştan sonra arama cevaplandı.

"Alo, Gece?"

"Yeter, Şafak'ın ailesinin nerede olduğunu biliyor musun?" sinirden ve stresten salladığım bacağım ağrımaya başlamıştı.

"Sakarya'dalar." hiç sorgulamadan söylemesi bir şeylerden işkillenmeme sebep oldu.

"Biliyor muydun?" derin bir nefes aldığını duydum.

"Bugün konuştuk." gözlerimi sıkıca kapattım.

"Ve onu aradığımı bilmene rağmen hiçbir şey söylemedin."

"Yalnız kalması gerekiyordu." dedikten sonra arka taraftan ona seslendikleri için aramayı kapatmıştı.

Yalnız kalmak.

Şafak yalnız kalmak istemişti. Tıpkı bir lotus gibi. Halbuki ona lotus değil gül yakışırdı. Lotus olmamalıydı.

Başımın ağrısı daha çok arttığında yatağa uzanıp telefonumu komidinin üstüne bıraktım. Gözlerimi kapattığım anda bedenimi ele geçiren yorgunluk kaybettiğim bir savaşın göstergesiydi.

.

.

.

"Hadi, hadi, hadi!" kornaya basıp trafiğin açılmasını beklediğim sırada saat dokuzu yirmi üç geçiyordu.

Sabah aniden açtığım gözlerim uyumama bir daha müsade etmeyince hızlıca ağzıma bir şeyler atıp yola çıkmıştım.

Gittiğim yer Şafak'ın yanıydı.

Sakarya.

Şu son iki gün şehirler arası otobüs şirketlerinden daha çok yola çıkmıştım. Kendi kendime gülüp sağa döndüm. Nihayet boş yola çıktığımda hızımı arttırıp Sakarya yazan tabelayı gördüğüm gibi derin bir nefes aldım.

"Şimdi de kaç bakalım Şafak Hanım!" dilimle dudaklarımı ıslatıp sabah erkenden Yeter'den aldığım net konumu açtım. Uyuduğunu söyleyip telefonu iki kez yüzüme kapattığında inat edip açana kadar çaldırmıştım ve sonuç olarak açılan uykusuyla bana sövüp konumu atmıştı.

Sakarya merkezden uzaklaştığımda ailemle yaşadığım evin olduğu mahalleye benzer bir mahalle karşıladı beni ama bu mahalle daha sıcak ve samimiydi.

Konuma bakıp iki katlı müstakil evin önünde durduğumda demir bahçe kapısı açıktı. Hiç vakit kaybetmeden arabadan indikten sonra anahtarımı ve telefonumu cebime koyup bahçeye girdim. Ön kapıyı çalmak yerine bahçeyi dolaşıp pencerelere bakındım. Açık pencereden gelen şarkı sesiyle orada olduğunu anlamıştım. Evde başka birinin olmadığını Yeter'den öğrenmiştim. Ne yapıp ne edip öğrenmesini sağlamıştım. Kafamı yere indirip dikkatlice baktım, küçük boyuttaki taşlardan iki tanesini aldım ve pencereye biraz daha yaklaştım. Sol kolumu havaya kaldırıp küçük taş tanesini pencereye fırlattım.

"Pişt!" etrafa bakıp kimsenin görmediğine emin olduktan sonra diğer taşı da attım. "Pişt, Şafak!" yerden bir tane daha taş aldığımda kendi kendime güldüm. "Ulan sürpriz yapacağız diye girdiğimiz hallere bak anasını satayım." taşı pencereye fırlattığımda perdenin açıldığını gördüm. Şafak'ı görmeyi beklerken orta yaşta bir kadın görmeyi beklemiyordum.

"Oğlum, kimsin sen?" ellerini pencerenin altındaki mermere bastırıp öne eğildi.

"Ben Şafak'a bakmıştım." dediğimde bir kaşı havalandı ve beni baştan aşağı süzdü.

"Şafak evde değil, sen neyi oluyorsun Şafak'ın?" dudaklarındaki sırıtış ima doluydu.

Hadi oğlum Gece. Tam zamanı!

"Erkek arkadaşıyım ben." karşımdaki kadının yerinde kıpırdadığını gördüm. Heyecanlanmış ve daha çok gülümsemeye başlamıştı.

"Şafak evde değil oğlum, sen gel içeri. O gelene kadar sohbet edelim biz." içeri girdiğinde ellerimi pantolonumun cebine koyup ön bahçeye doğru ilerledim. Giriş kapısına doğru ilerleyeceğim sırada ilgimi çeken bir görüntüye doğru döndüm.

Şafak geliyordu.

Şafak tek gelmiyordu.

Yanımda uzun boylu bir adamla beraber geliyordu.

Gelmekle kalmıyor gülüyorlardı.

Bahçeden çıkıp onlara döndüğümde Şafak'ın önüne gelen topa takılıp dengesini kaybetmesi bir oldu. Yanındaki adam belinden tutup onu kendisine çektiğinde kaşlarımı çattım. Tekrar gülüp bir şeyler konuştuklarında duruşumu bozmadan bakıyordum. Şafak'tan bakışlarını çeken adam bana baktığında kaşlarımı çatıp yanındaki kadına döndüm.

"Şafak?" bakışları bana döndü. Beni görmeyi beklemediğini belli eden bakışlarından geçen duygu tanıdıktı.

Güneş'te parıldayan saçları rüzgârda uçuyordu ve kokusu aramızda mesafe olsa bile burnuma doluyordu.

Zihnimde yeniden oluşan düşünceye hak verdim. Şafak, lotus olamayacak kadar güzeldi. Lotus olamayacak kadar yalnızlıktan uzaktı.

Bölüm sonu.

Gece gibi sevgisine, sevgilisine sahip çıkan erkek. Amin.

Düşüncelerinizi alayım.

Oy verdik değil mi?

Gelecek bölümlerden haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın.

İnstagram, tiktok: z.nesa_

Bölüm : 17.07.2025 16:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Z. Nesa / Gecenin Şafağındaki Lotus | Yarı Texting / 2.0
Z. Nesa
Gecenin Şafağındaki Lotus | Yarı Texting

2.07k Okunma

286 Oy

0 Takip
22
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş