Bölüm düzenlemesi yapmak yazmaktan daha zormuş...
Kimler günü gününe bölümleri okuyor bakayım?
Oy vermeyi unutmayalım lütfenn.
Emeğimin karşılığını alamıyor olmak üzüyor beni. Hayalet okuyucu olmayıp oy verip satır aralarına yorum yapın canlarım.
Sevmek ne demekti, insana göre değişir miydi tanımı? Görmeden sevilir miydi veya görülmediğinde unutulur muydu sevmek?
Bu soruların hiçbirinin cevabını bilmiyordum. Tek bildiğim şey karşımdaki adamı özlediğimdi. Annesinin zoruyla benimle konuşmayı kestiğinde bile beni anlatmıştı. Ama kalbimdeki kırıklıkların yeri hâlâ aynıydı.
"Gece, sen ne zaman geldin?" karşılıklı duruyorduk, ben ona bakıyordum ama o bana bakmıyordu. Murat'a bakıyordu.
"Az önce geldim." dişlerini sıktığı için sesi boğuk çıkmıştı. "Sen telefonlarımı açmayınca, yanına geleyim dedim." iki adım ileri geldi. "Merhaba, tanıyamadım sizi." kaşlarını çatmıştı. Şuan Murat'ın tam karşısındaydı. Gece'nin boyu, Murat'ın boyundan bir iki santim uzundu.
"Murat ben, Şafak'ın çocukluk arkadaşı." deyip elini uzattı. "Siz?" Gece ilk önce kendisine uzatılan ele baktı ardından Murat'a döndü.
"Gece, Şafak'ın erkek arkadaşıyım." Murat'ın kaşları hafifçe havalandı.
"Memnun oldum, hiç bahsetmemişti." bana döndüğü sırada Gece yanıma gelip sağ kolunu belime doladı.
"Buraya geleceğimden haberi yoktu, ondandır." kafasını eğerek bana baktı. "Değil mi güzelim?" saçlarımın üstünü öptü. Ben sessizce ona bakıyordum.
Nadiren güzelim derdi ve şimdi yine güzelim demişti.
Belimdeki eli tenimi okşadığında sıcaklayan bedenim bu defa yanmaya başlamıştı. Derin bir nefes alıp Murat'a baktım.
"Murat sen ver poşetleri, ben götüreyim. Zahmet edip yorulma daha fazla." poşetleri elinden alıp hızlı adımlarla bahçeye girdim. Arkamdan gelen kişinin o olduğuna emindim ama dönüp bakmadım.
"Şafak, dursana kızım!" aniden durup ona döndüm. Aramızdaki mesafe çok azdı ve kısa olan boyum yüzünden kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım. Kafam omzuna denk geliyordu.
"Kızın değilim!" derin bir nefes aldı. Giriş kapısının tam önünde duruyorduk. Annem eve henüz gelmemiş olmalıydı. Öyle diledim, gelmişse eğer Gece'yi görüp onlarca soru sıralayabilirdi.
"Onca lafımdan bunu mu anlıyorsun sen?" bana doğru eğildi. Boyumuz aynı olduğunda burnu burnuma sürtündü, bakışları kısa bir anlığına dudaklarıma değip yeniden gözlerime baktı. "Hem ne bu atar gider?"
"Benden sana atar gider, sözlünden sana sevgiler sevdalar-" dudaklarıma bastırdığı işaret parmağı tenimi yaktı.
"Boşu boşuna sözlün deyip nefesini tüketme, sözlenmediğimi biliyorsun." göz kırptı. "Yağmur'la da konuşmuşsun, o da anlatmıştır sana olanları." hafifçe güldü. "Hemde detaylarıyla," gözlerimi irileştirip geri çekildim.
"Yoksa," deyip durduğumda kaşlarını çattı. "Yoksa benimle yazışan sen miydin?" diliyle dudaklarını yaladı.
"Sadece adresini soran bendim." poşetleri uzattım. "Ne?"
"Tut şunları." dediğimde poşetleri tutup dikleşti. Omzumdaki çantamı indirip sıkıca tuttum.
"Yorulduysan söyle, niye sabahtan beri tutuyorsun?" dediği sırada çantamı omzuna sertçe vurdum. Beklemediği için geriye doğru sendeledi ama dengesini sağladıktan sonra kollarını kaldırıp beni durdurmaya çalıştı. "Dur, Şafak dursana. Niye vuruyorsun?" hızlı adımlarla ilerleyip benden uzaklaşmaya çalıştı ama peşinden ilerliyordum.
"Niye vuruyorum sence?" kollarımı indirip derin bir nefes aldım. "Hak ettin çünkü!" yeniden çantayı kaldırıp vuracağım sırada annemin sesini duydum.
"Şafak?" ellerini beline koymuş kaşlarını çatarak bize bakıyordu. "Kızım niye vuruyorsun koca oğlana?" kapının önündeki merdivenleri hızlıca inip yanımıza geldi ve Gece'ye baktı. "Oğlum, seni bekliyordum niye gelmedin içeri?" Gece olduğu yerde dikleşip bana yandan bir bakış atarak güldü.
"Şafak'la karşılaşınca konuşayım dedim." annem kafasını aşağı yukarı sallayıp bana döndü.
"Sen niye dövüyorsun adamı? Ne güzel seni görmeye gelmiş buralara kadar." kafasını iki yana sallayıp eliyle içeri geçmemiz için işaret etti. "Hadi, bu sıcakta kaldınız boş yere. İçeri geçelim." önümüzde ilerlerken ben olduğum yerde duruyordum. Gece kollarını sallayarak annemin peşinden gideceği sırada kolundan tutup durdurdum.
"Nereye gidiyorsun?" sesimi annem duymasın diye fısıldadım.
"İçeri." deyip kapıyı gösterdi.
"Sebep?" gözlerini kırpıştırdı.
"Tanıyor." deyip göz kırptı. "Kayıncalidemle tanıştım." kolunu elimden kurtarıp içeri girdiğinde ben olduğum yerde kalmıştım. Kafamı iki yana sallayıp içeri girdim. Ayakkabılarımı dolaba kaldırdıktan sonra mutfağa ilerledim.
Annem masaya atıştırmalık bir şeyler koyarken Gece duvar kenarındaki boş sandalyeye oturmuştu. Kapının önünde durup ikisine de boş boş baktığım sırada annemin bana seslenmesiyle irkildim.
"Şafak, öyle direk gibi duracağına yardım etsene kızım!" elindeki tuzlu kurabiye tabağını bana uzattı. "Al bunu, koy masaya. Bende limonataları getireyim." koşar adımlarla buzdolabının önüne gidip içinden limonata şişesini çıkardı ve diğer elindeki bardaklarla birlikte masaya ilerleyip sandalyeye oturdu. "Kendi ellerimle yaptım, hiç öyle katkı malzemesi falan yok içinde." Gece bu sözlerini kafasını sallayarak onayladı.
"Elinize sağlık." her zaman oturduğum sandalyeye oturup annemin doldurduğu bardağı alıp kafama diktim. "Bir gün elinizden vişne suyu da içmek isterim." dediği anda ağzımdaki limonatayı püskürttüm.
"Şafak!" annem aniden ayağa kalktığında ben öksürmekle uğraşıyordum.
Gözlerimi açtığımda Gece eline aldığı peçeteyle tişörtünü siliyordu. Rezil olmuştum ama hepsi onun suçuydu!
"Oğlum, odadaki tişörtlerden al da giyin." kolumu dürttü annem. "Şafak, Gece'yi odaya götür de İrfan abinin tişörtlerinden bir tane ver." dediğinde Gece kafasını çevirip bana baktı. Derin bir nefes alıp ayağa kalktım ve mutfaktan çıkıp odama ilerledim. Arkamdan gelen adım sesleri yine ona aitti. Odama girip dolabımın kapağını açtığım sırada Gece odamın kapısını kapattı.
"İrfan abinin tişörtleri neden senin dolabında?" dolaptan aldığım gri tişörtü ona uzatırken yandan bir bakış attım.
"Bazen gelip kalıyor, o yüzden." dolabı kapatıp ona döndüm.
"Senin odanda mı kalıyor?" tişörtü sıkıca tutuyordu.
"Yo," eliyle dolaba dokundu hafifçe.
"Niye senin dolabında o zaman?" kaşını çatıp dolaba bir bakış attı.
"Diğer dolapta boş yer yoktu." omuz silktim. "Ayrıca sana ne?" kaşlarım hafifçe kavislendi. "Sen git üstünü değiştir." yüzümü buruşturdum. "Limon kokusu üstüne sinmiştir." hafifçe güldü ve üstündeki ıslak tişörte baktı.
"Ne o, beni öyle beğenmez misin?" kafasını kaldırmadan gözlerini bana çevirdi. Cevap vermediğim o saniyelerde bir hareketle üstündeki tişörtü çıkarttı. Gözlerim irileştiğinde elimi göz hizama kaldırıp kafamı sol tarafıma çevirdim.
"Ne yapıyorsun, manyak mısın?" tam yanımızda bulunan pencerenin önündeki perde çekili değildi. Bir hışımla oraya gidip perdeyi hızlıca çektim. Gece'nin kahkaha attığını duydum ama yine de arkama dönmedim.
"Arkanı niye döndün? Konuşuyorduk ne güzel." kolumdan tutup beni kendisine çevirdiğinde elimi yeniden gözlerimin üstüne bastırdım. Şuan yanaklarımın kızardığına emindim, cayır cayır yanıyordu. "Baksana bana." kolumu tutup gözlerimden indirdi. Gözlerim ilk önce düşündüğümden daha fazla kaslı olan göğsüne değdi. Hemen gözlerine baktım ve sertçe yutkundum.
"Bakmam sana ben!" deyip geri çekildim. "Maşallah o süsler falan da ne güzeldi değil mi? Tam senin zevkine göre!" omuzları bir anda çöktü.
"Aynı konu, beğenemedin mi?" ellerimi belime bastırdım. "Beğenmiyorsan git Gülsüm'le konuş sen!" dilini dişlerinin etrafında gezdirdi. "Bir anda ortadan kaybolmalar, habersiz nişanlanmalar." elimi sağa sola salladım. "Daha neler var-" diyeceğim sırada belime doladığı kolu ve ayaklarımı yerden kesen hareketi konuşmama engel oldu. Düşme korkusundan ellerimi omuzlarına bastırıp yüzüne öylece baktım. "Ne yapıyorsun be sen?"
"Duyamadım da, buradan söyle ne söyleyeceksen." burnuma değen burnu diklatimi dağıtıyordu. Ayaklarımı ileri geri salladım.
"İndir beni!" ellerimi kollarına indirip geri itmeye çalıştım ama sıkı tutuşu buna engel oluyordu.
"Burada konuşamam." ayaklarımı sallayıp yere inmeye çalıştım.
"Niye?" dedi yeniden. Bedenimi daha çok yukarı kaldırdı. "Konuşursun ya. Ne olacak sanki?" burnunu bilerek burnuma değdirdi bu defa. Sol yanağıma doğru eğildiğinde derin bir nefes aldım. Nefesi boynuma değiyordu ve bu bende hiç hoşlanmadığım duyguları canlandırıyordu. Boynuma bastırdığı dudakları gözlerimi kapatmama neden oldu. "Az önce bülbül gibi ötüyordun. Şimdi niye sustun?" deyip burnunu boynuma bastırdı ve derin bir nefes aldı. "Konuşsana güzelim."
"Yok." dedim ama resmen fısıldamıştım. Sesim içime mi kaçmıştı ne olmuştu bir anda? Bunu o da anlamış olmalıydı ki güldü. Kafasını geri çekip yüzüme baktı.
"Daha neler var diyordun en son, devamını söylesene." yutkunup istemsizce dudaklarına baktım.
"Daha neler var?" demekle kaldım. Derin bir nefes aldığımda yine güldü.
"Göstereyim o zaman neler olduğunu." tek kaşını kaldırdı. "Madem konuşmayacaksın," kafasını hafifçe sağ tarafa eğip dudaklarını dudaklarıma bastırdı. İstemsizce araladığım dudaklarımdan içeri sızan dudağı şefkate uzak, arzuya yakındı. Bedenim dolabıma yaslandığında bacaklarımı beline sarmadan edemedim. Sol eli ensemi sardığında omuzlarına bastırdığım ellerim buz kesti. Bedenim dolap kapağından ayrıldığında beni yönlendiren O'ydu. Benim gücüm yok olmuştu bir anda. Adım atarak yatağıma doğru ilerlediğinde beklemediğim şey beni yatağa yatırması oldu, üstüme eğilip beni öpmeye devam ederken ellerimi ensesine doğru ilerlettim ancak bir elimle yanağını okşadım. Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında başımı yastığa koydum. Alnı alnıma yaslıydı, derin nefes alıp veriyorduk ikimizde.
"Ben," deyip yutkundum. Yeniden dudaklarıma bastırdığı dudağını kendime kabul edip öptüğüm sırada ellerimi göğsüne bastırdım.
Dudakları ayrı, dokunduğum çıplak teni ayrı yakıyordu beni. Benden ayrıldığında yüzüme dağılan saçımı kulağımın arkasına itti.
"Özledim seni," alnımı öptü bu defa. "Hemde çok." gözlerinden ayırmadığım gözlerimi kapatıp yanağını okşadım. "Sen özlemedin mi?"
"Özledim." onu kendime çekip bu defa ben başlattım öpüşümüzü. Benden ayrıldığı bir saniyede bile beni özlediğini belli ediyordu. Tişörtümün altına sızan eli çıplak tenimi yavaşça okşarken dudaklarını benden ayırmıyordu. Kendimi tutamadığım bu anda dudaklarımın arasından çıkan inlemeye engel olamadım. Alnını alnıma yasladığında aldığı derin nefesler tenimi yakıyordu.
"Gece, Şafak!" annem seslendikten hemen sonra yattığım yerden kalkıp derin bir nefes aldım. Üstü çıplak olan Gece'den bakışlarımı ayırmıyordum bu defa. Kafamı aşağı eğip nefeslenecekken tişörtümün yukarı toplandığını görüp sertçe yutkundum. Hızlıca tişörtümü giyinip ayağa kalktım. Gece olduğu yerde sırıtarak bana bakıyordu.
"Niye kalktın ki? İyiydik böyle." ona yandan bir bakış attım.
"Kalk da tişörtü giyin. Anneme rezil olduk." aynadan saçımı başımı düzeltip kızaran dudaklarıma baktım. Yanaklarımı şişirip seslice ofladım. Kızarıklığın geçmesi için saçma hareketler yapıp duruyordum ama geçmiyordu. Kapıyı açıp çıkacağım sırada Gece'den duyduğum söz duraksamamı sağladı.
"Siyah," derin bir nefes aldı. "Beğendim."
Ben kapının önünde hareketsiz bir şekilde duruyorken o saçımın üstünü öpüp yanımdan geçip gitti. Mutfağa girdiğinde annemin beni sorduğunu duydum.
"Onun biraz başı döndü de, gelir birazdan." gözlerim irileşti. Hızlı adımlarla mutfağa ilerledim. Annemle kapıda çarpıştık.
"Heh kızım. Ne oldu, iyi misin sen?" elinin tersini alnıma bastırdı. "Ay sıcacıksın sen!" alt dudağını ısırdı. "Ne oldu sana birden bire?" arkasındaki sırıtan adama kısa bir anlığına bakıp anneme döndüğümde annemin dudaklarıma baktığını gördüm. Daha sonra sırıtıp gözlerime baktı ve koluma hafifçe vurdu. "Bir şeyin yok senin. Geçer birazdan, geçer." sandalyesine oturup limonatasındam bir yudum aldı. "Ee hadi sizde yiyin, acıkmışsınızdır." kısık sesle kıkırdadı.
Sandalyeye oturup tuzlu kurabiyeden alıp hepsini ağzıma attım, üstüne bir de soğuk limonatadan büyük bir yudum aldım.
Annemle Gece sohbete başlamışken bende telefonuma gelen mesajlara bakıyordum.
Aslı: Yarın son gelinlik provam var
Siz: Gelirim tabii ki
Siz: Lafı mı olur
Siz: Saat kaçta gelmem gerekiyor
Aslı: Saat birde parkın orada buluşalım
Siz: Tamamdırr
~
ŞAFAK VAKTİ SEVENLER KULÜBÜ
Burcu: Kaybolan eşyayı soruyormuş gibi
Aysel abla: Allah seni ne etmesin
Aysel abla: Yetmemiş diş hekimi olmuş
Aysel abla: Diğer erkeklerle bir tutanın aklına tüküreyim
Aysel abla: Tükürebileceğim bir aklın yok
Siz: Gece'yi savunduğun için thank you ablacığım
Aysel abla: Sen boş ver bunları
Siz: Sabah buraya gelmiş
Siz: Benimle konuşmak istiyor
Yeter: İyi bari en azından konuşmak istiyor
Siz: Yeter yeter
Aysel abla: Bulmuş gül gibi kızı
Aysel abla: Sevişmek istemeyip ne yapacak
Aysel abla: Senin gerçekten beynin yok
Aysel abla: Şafak bebitom boş ver bu salağı
"Şafak kime diyorum?" annem kolumu dürttüğünde telefonumu kapatıp ona döndüm.
"Ne oldu?" telefonumu masaya bıraktığım sırada yine bildirim sesi gelmeye devam ediyordu.
"Aslı'nın düğününe beraber gidin diyorum." deyip kafasıyla Gece'yi gösterdi.
"Ne?" kaşlarımı çatıp ikisine de sırayla baktım.
"Hem elalem ikinizi de görsün bir. Boyunuzu posunuzu." sandalyesine yaslanıp göğsünü gururla kaldırdı. "Ne güzel olurdu kızım?" yutkundum. Kabul etmesem hem Gece üzülürdü hem de annem kızardı.
"Tamam, bakarız." annem kafasını aşağı yukarı sallayıp güldü. "Yarın Aslı'yla buluşacağım, gelinlik provası varmış." annem kafasını sallayarak onayladığında Gece'nin bende olan bakışları benden hiç ayrılmıyordu.
Geçen dakikalarda annemle Gece yine koyu bir sohbete girmişti. Annem, Gece'yi tanımak için aldığı nefesin sayısına varana kadar sorular soruyordu. Kapının açılıp kapanma sesi geldiğinde kafamı mutfak kapısına çevirdim. Elindeki anahtarı tezgaha koymak üzere olan babam Gece'yi görünce olduğu yerde donakalmıştı.
"Hanım, kim bu delikanlı?" anahtarını tezgaha bırakıp bize doğru geldi. Gece ayağa kalkıp elini uzattı.
"Merhaba efendim, ben Gece." babam ilk önce karşısındaki adama daha sonra da uzattığı eline baktı. Yavaşça elini kaldırıp tuttu ve selamlaştı.
"Şemsi, Şafak'ın babasıyım." dediğinde Gece'nin kim olduğunu da sorguluyor gibiydi. Annem oturduğu yerden kalkıp babamın yanına gitti.
"Şemsi, bu Gece var ya." deyip babamın omzunu tuttu. Babam yüksek iradesiyle Gece'nin elini tutmaya devam ederken anneme baktı. "Şafak'ın erkek arkadaşı." babam tahmin ediyormuş gibi kafasını aşağı yukarı salladı ama bir yandan da sorguluyordu.
"Şafak hiç bahsetmemişti." bana kısa bir an baktıktan sonra Gece'ye döndü. "Küs müsünüz yoksa?" tuttuğu eli sıktığını ten renginin beyazlaşmasından anlamıştım. Gece'ye doğru bir adım attı. "Kızımın kalbini mi kırdın?" Gece sertçe yutkundu.
"Hayır efendim," bana baktı yardım ister gibi.
"Sürpriz yapmak istedik baba." bende sandalyemden kalkıp babama yaklaştım ve yanağını öptüm. "O yüzden söylemedim." babamda yanağımdan öptükten sonra sandalyeye oturdu. Şu anda bile Gece'nin elini tuttuğunu düşündüm istemsizce. Gülmek istedim ama kendimi tutup sandalyeye oturdum. Babamın Gece'ye karşı olan sert bakışları, annemin bana attığı ima dolu bakışlar ve benim kurbanlık koyun gibi ortada kalmam beklenmedik bir tabloydu.
Kimse konuşmuyordu ve bu beni daha çok geriyordu. Kafa dinlemek için geldiğim memleketimde erkek arkadaşımı babamla tanıştırıyordum. Gerçekten inanılmazdı.
Ne?
Babam yine kendi çizgisinden şaşmıyordu. Karşısındaki kişiden hoşlanmadığında onu umursamıyormuş imajı çizmek için kolay olan bir bilgiyi bile unutmuş gibi davranıyordu.
"Hayır efendim, adım Gece." Gece şuan oturduğu sandalyede diken üstündeydi. Kollarını bacaklarının üstüne indirmiş kafasını hafifçe aşağı eğmişti.
"Gece?" babam bir kaşını kaldırıp dikkatlice baktığında Gece kafasını aşağı yukarı salladı.
"Ee?" babam kollarını göğsünde birleştirdiğinde Gece babama kısa bir an baktı.
"Sadece Gece, efendim." babam kaşlarını çatıp derin bir nefes aldı.
"Soyadın yok mu?" Gece dudaklarını birbirine bastırıp mahçupluğunu gösterdi.
"Gece Aytürk." bu cevabın ardından babam kafasını aşağı yukarı salladı ve bakışlarını boş duvara sabitledi. Bir şey düşünüyordu.
"Gece Aytürk." kendi kendine fısıldadığı sırada Gece'nin bana olan kaçamak bakışlarını görebiliyordum. Ben ona baktığımda bakışlarını benden çekip gözlerini kapattı. "Sen diş hekimi misin?"
Gece beklemediği bu soru karşısında kafasını kaldırıp babama baktı.
"Evet efendim, diş hekimiyim." göğsü gururla havalandı. Bu hareketi mesleğini sevdiğini an beyan gösteriyordu.
"Diş hekimi olmadan önce köle miydin?" yaslandığı sandalyeden ayrılıp kollarını masaya bastırdı. Gece anlamsız bakışlar attığında babam hafifçe sesini yükseltti. "Niye her cümlen efendimle başlıyor oğlum?" kafasını hafifçe sağa oynattı. "Şemsi benim adım."
"Biliyorum efendim." şuan gülmem gereken yerdeydik sanırım ama gülemezdim.
"Niye efendim diyorsun lan o zaman?" babamın bu ani yükselişini beklemeyen Gece yutkunup babama baktı.
"Afedersiniz." masadan aldığı bir bardak limonatayı tek nefeste içip bitirdiğinde derin bir nefes aldı. "Isınmış bu da, geçmedi hararet." hafifçe kıkırdayıp elimi dudaklarıma bastırdım.
"İstanbul'da mı yaşıyorsun sende?"
"Evet, kliniğimi orada açtığım için oradayım."
Babamın sorduğu soruya saniyesinde cevap veren Gece yüzünden sohbete yetişemiyordum.
"Üç. Ablam ve kız kardeşim var."
"Benim kızım yirmi üç yaşında." dediğinde Gece dudaklarını aralayıp kapattı. Babamda olan bakışlarım ondan ayrılmıyordu.
İşte zurnanın o meşhur sesi çıkardığı ana gelmiştik. Gece kafasını hafifçe bana çevirip baktıktan sonra babama döndü ve başını aşağı eğdi.
"Evet." kısık sesi boğazıma oturan yumrudan daha çok yaktı canımı.
"Ailem gelmişti, onlarla ilgile-"
"Ne oldu demedim, neden kırdın dedim?" Gece babama öylece baktı. "Neden kırma ihtiyacı hissettin?"
"Kırma ihtiyacı hissetmedim." dilini dudaklarının etrafında gezdirdi ve oturduğu yerde biraz daha dikleşti. "Ben Şafak'ı kırmaya ihtiyaç duymam, onun gülmesi için elimden geleni yaparım ama hayat beklemediğimiz şeylerle karşılaştırır bizi. Ben, Şafak'la mutluluk düşünürken bir anda olanlar oldu. Kırmak istemedim, düşünemediğim bir zamanda iki yere de yetemediğim için istemeden yaptım." babam sesini bile çıkarmadan dinliyordu Gece'yi. "Ben bir kadını sevmeyi kardeşimden ve ablamdan öğrendim. Babam, annemi severdi ama eskilerden öğrendikleri için sürekli kavga ederlerdi. Ablam bir gün beni karşısına alıp bir kızı böyle sevmelisin diyerek anlatmaya başladığında öğrendim ben sevmeyi. Kardeşim üzgün olduğunda onu mutlu etmeye çalışırken anladım kadınları neyin mutlu ettiğini ama bilmediğim bir şey var. O da yetebilmek." hafifçe öksürüp boğazını temizledi. "Ailemle yeteyim derken Şafak'a yetemedim. Şafak'a yeteyim derken ailemi unuttum." yeniden derin bir nefes aldı. Boğazındaki damarlar kendini belli ediyordu, teni hiç görmediğim bir şekilde kızarmıştı.
"Şafak." Gece'de olan bakışlarımı babama çevirdim. "Annenle bahçeye çıkın kızım." deyip kafasıyla bahçe kapısını gösterdi. Dudaklarımı aralayacakken yeniden konuştu: "İtiraz yok, çıkın." yavaşça ayağa kalkarken bakışlarımı Gece'ye değdirdim ama onun gözleri bana değmedi bile.
Annemle beraber bahçeye çıktığımızda kapı kapanmasın diye çıkarken kapının önüne terliğimi koymuştum ve bu yüzden aralık kalmıştı.
"Babanla Gece konuşana kadar ben yana gidiyorum." annemi kafamı aşağı yukarı sallayarak onayladığımda yan bahçeye ilerledi. Ben duvarın arkasına saklanıp içeriyi dinlemeye çalıştım ama sessiz konuştukları için hiçbir şey duyamıyordum.
"Sevebilmek kolaydır Gece." yarım yamalak duyuyordum söylediklerini. "Ama yetebilmek öyle değil." Gece'nin mırıldanmasını duydum net bir şekilde. "Zamanla öğreneceksiniz ikinizde. Senin hatan varsa kızımın da vardır. Bütün suçu bir kişiye yükleyemem." çakmak sesi duydum. Babam sigara yakmış olmalıydı. Evin içinde fazla içmezdi nadiren içerdi. "Ama sen erkeksin, kızımı suçlarken seni el üstünde tutamam." duyduklarım karşısında dudaklarımı birbirine bastırdım. "Benim iki kızım var ama biri yanımda. Diğeri benden uzakta, korumama ihtiyacı yok." derin bir nefes verdiğini duydum. "Şafak tek varlığım. Korumama ihtiyacı var." biraz daha sessiz konuşmaya başlamıştı bu yüzden hiçbir şey duyamıyordum.
Ayağımı hafifçe yere vurup duvar kenarından çekildim. Bir şey duyamadığım halde orada beklemenin bir anlamı yoktu. Bahçedeki masanın önündeki sandalyeyi çekip oturdum. Dirseğimi masaya yaslayıp çenemi de elime yasladım. Sokakta oyun oynayan çocuklara ve ilgimi çeken diğer şeylere baktım.
Dakikalar geçip gittiğinde arkamdan gelen öksürük sesiyle o tarafa döndüm. Gece elindeki peçeteyle alnını silerek yanıma geliyordu. Ayağa kalkacağım sırada elini omzuma bastırıp engel oldu.
"Ne oldu?" karşımdaki sandalyeye oturduğunda kızaran tenini daha net gördüm. "Niye böyle kızardın?" bana ters bir bakış attı.
"Sence Lotus?" derin bir nefes aldı. "On dakika önce öpüştüğüm kızın babasıyla tanışmak nasıl korkunçtu biliyor musun sen?" peçeteyi masaya attı. "Anasını satayım sana baktıkça o anları hatırladım babana baktıkça utandım!" dediğinde kahkaha attım. "Gül sen tabii, gül!"
"Ne konuştunuz ben çıktıktan sonra?" ona doğru eğildim.
"Dur, yaklaşma. Babanın korkusunu atamadım daha üstümden." bir kez daha güldüğümde kafasını yukarı kaldırdı. "Erkek sohbetleri Lotus, seni bana emanet etti. Seni üzersem canımı yakacağını söyledi." omuz silkti. "Her babanın söyleyeceği şeyler." tek kaşım istemsiz havalandı.
"Bundan önce başka kızların babasıyla da tanıştın galiba, çok emin konuştun." dediğimde kafasını indirip bana boş boş baktı.
"Aynen Şafak, bin tane kız arkadaşım oldu ya zaten. Oradan biliyorum." kafasını sağ tarafa çevirdi. "Ya sabır." ona hâlâ aynı şekilde baktığımı görünce kaşlarını çattı. "Şaka, ciddiye falan alıp trip atma." gözlerimi kıstım.
"Her şakanın altında bir gerçek yatar derler." dediğimde ellerini yüzüne bastırıp ofladı.
"Lotus, senden başka sevdiğim biri, konuştuğum biri, ilişkim olan biri olmadı." ellerini yüzünden çekip kollarını masaya bastırdı. "Bu konuda netim, bir yanlış anlaşılma daha yaşamak istemiyorum." gözlerini etrafta gezdirdikten sonra bana döndü. "Seni özledim, kendimi tutamıyorum. Şu saniye sarılıp öpüp koklamak istiyorum. Lütfen, olmayan ilişkilerim ve hayatıma hiç girmemiş kızlar yüzünden bir daha kavga etmeyelim." uzanıp elimi tuttu. "Olur mu güzelim?" dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Olur, etmeyelim." elimin üstündeki elini sıkıca tuttum. "Ama sende bir daha beni habersiz bırakma. Senin yüzünden düşünmediğim şey kalmadı." kafamı ileri doğru meyillendirdim. "Benden sıkıldığını bile düşündüm Gece." gözlerim dolmuştu. O iki gün yaşadığım çöküntü, ağlamalarım, ağlamamak için kendimi tuttuğum anları unutmuş değildim.
"Ben senden sıkılır mıyım hiç?" kafasını hafifçe sol omzuna doğru eğdi. Yüzü o kadar simetrikti ki baktıkça bakasım geliyordu. Bir de yakışıklıydı tabii. Kirli sakalı, hafif dalgalı kumral saçları, kahverengi gözleri, belli olmayacak şekilde kemerli burnu, üsttekinden biraz daha kalın olan ince dudakları... Aşık olunmayacak gibi değildi. "Bana inanırsın diye düşündüm. Yalan söyleyeceğimi düşüneceğin aklıma gelmedi." başparmağı elimin üstünü okşadı usulca.
"Ben," kafamı aşağı eğip ellerimize baktım. Ne diyeceğimi, nasıl anlatacağımı hiç düşünmemiştim. "Önceden bir ilişkim olmuştu," dediğimde gerildiğini elinin titremesinden anladım. "Güzel bir ilişkiydi." deyip duraksadım ama devam etmem için elimi sıkıp başparmağıyla tenimi okşamaya devam etti. "Ben pastanemi henüz açmamıştım onunla uğraşıyordum." gözlerimi gözlerine kilitledim, başka bir yere bakmadım. "Bir gün benden pastanenin anahtarını istedi, sürprizi olduğunu söyledi." anlatırken yeniden yaşadığım o anlar sesimin titremesine sebep oluyordu. Dolan gözlerimi kapatıp derin nefes aldığımda yanağıma bir yaş süzüldü. Gece vakit kaybetmeyip o yaşı yanağımdan sildiğinde gözlerimi açtım. "Anahtarı ona verdikten sonra pastaneye uğramam gerekiyordu, açık kapıdan girdim içeri. Sesler geliyordu, ben içeride sürprizi ayarlıyor falan sanmıştım." hafifçe güldüm. "Meğersem beni aldatıyormuş." dediğimde Gece'nin gözlerinin irileştiğine ve hatta renginin koyulaştığına şahit oldum. Şakağında atan bir damar sertçe vuruyordu tenine. "Hiçbir şey yapmadım, sadece tokat attım yüzüne." omuz silktim. "Sonra da çıktım dışarı." derin bir nefes aldım.
Bakışları gözlerimde, saçlarımda ve yüzümde geziniyordu. Benden ayrılmıyordu.
"Bana hep şakayık derdi, şakayığa benzetirdi. Sürekli şakayık alırdı." dudağımı büzdüm. "Her seferinde şakayığın kalabalığı sevdiğini, sosyal olduğunu ve bu yüzden benim ona benzediğimi söylerdi." diğer yanağımdan akan yaşı sileceğim sırada yine kendisi sildi. "Lotus dedi sonra," Gece'nin bakışları donuklaştı. "Lotuslar yalnızlığı severmiş, ben hiçbir zaman lotus olmamalıymışım falan diye zırvaladı." kafamı aşağı eğip Gece'nin parmaklarıyla oynadım. "Kendisi beni lotusa çevirdi." Gece'nin yutkunduğunu duydum. Aniden ayağa kalkıp yanıma geldi, boş sandalyeyi çekip oturdu ve beni kendisine çekti.
"Özür dilerim, özür dilerim." dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Özür dilerim güzelim."
"Yok, ben affettim seni." gözlerimdeki yaşlarla gülümsedim. "Anlatmamıştım sana güven problemimin olduğunu, bilemezdin ki." deyip omuz silktim ama o kafasını iki yana salladı.
"Sana lotus dediğim için özür dilerim."
Beklemediğim bu cümlesi duraksamama sebep oldu. Yanaklarıma ellerini koyup alnımı alnına yasladı.
"Sen lotus olmayı hak etmiyorsun güzelim, yemin ederim sen yalnız olmayı hak etmiyorsun." alnıma bastırdığı dudaklarını çekip gözlerime baktı. "Biyografine lotus yazınca sevdiğin bir çiçek sandım. Bilemedim böyle bir anlamı olduğunu." akan gözyaşlarımı sildi. "Ağlama," gözyaşımın aktığı yanağımı öptü. "Biliyordum ama," gözlerim arasında mekik dokudu bakışları. "Sana lalenin yakıştığını biliyordum." dediğinde hafifçe güldüm.
"Gül de yakışıyor demiştin." kafasını sallayarak onayladı.
"Hatta sen, sende yakışıyorsun Gece, demiştin."
İlk akşam yemeğimizde geçmişti bu konuşma. Ama haklıydım, bana yakışıyordu Gece.
"Şafak'ım." hafifçe güldü. "Sen şafak ol." rüzgârdan dolayı dağılan saçlarımı düzeltti. "Gece'nin Şafak'ı ol." dudaklarımı birbirine bastırdım. "Gecenin şafağı ol."
"Gece'nin Şafak'ı olayım." kafasını aşağı yukarı salladı.
"Ol, benim Şafak'ım ol." yanağını öptüğümde yine etrafa baktı.
"Babam evde olsa gelirdi yanımıza." dediğimde güldü.
"Yiğit diye birinin yanına gittiğini söyledi."
Koluma doladığı koluyla beni kendisine çekip kafamı göğsüne bastırdığında sandalyemde biraz kayıp sağ kolumu göğsüne doladım.
Bazen konuşuyor bazense susuyorduk ama birbirimizden ayrılmıyorduk.
Akşam olduğunda annem masayı hazırlamak için eve geldiğinde babam oturma odasında oturuyordu. Gece gitmek isteyince annem neredeyse kulağını çekecekti.
Bahçedeki masayı hazırlayıp her zaman oturduğumuz sandalyelere oturduğumuzda Gece benim karşıma oturdu.
"Umarım mercimek çorbası seviyorsundur oğlum." annem elindeki çorba kasesinin Gece'nin önüne bıraktığında karşımdaki adamın gülümsediğini gördüm.
"Severim, elinize sağlık. Çok güzel gözüküyor." yemeğimizi yemeye başladığımızda Gece'nin babama attığı kaçamak bakışları yakalıyordum ama babam ona hiç bakmıyordu. Burada yokmuş gibi davranıyordu desem tam yeriydi.
"Demek kızımın korkusunu yenmesini sen sağladın." babam ana yemeğini yerken ilk kez konuşmuştu. Gece boğazını temizleyip babama döndü.
"Pek yenmiş sayılmaz aslında." dediğinde babam gülmeden edemedi. "Ama tedavisi henüz bitmedi, eninde sonunda yener korkusunu." dediğinde dilim yanlış çekilen dişime değdi.
O yanlış sayesinde tanışmıştık. Hayatımın ne kötü günü dediğim gün Gece'yle tanıştırmıştı beni.
Yemekten sonraki çay saatinde babam ve Gece sohbet etmeye başlamıştı. Babamın bir hali diğer halini tutmuyordu. Sohbet ederken arada bir de Gece'ye laf sokmadan duramıyordu. Annemle ben mutfakta bulaşıkları hallederken ikisi bahçede oturmaya devam ediyordu.
"Bak ne güzel anlaşıyorlar." havluya ellerini silerken perdenin arkasından bahçedeki adamlara bakıyordu. "Durdun durdun, turnayı gözünden vurdun Şafak." yanıma gelip omzuma iki kez vurdu. "Nasıl da yakışıklı ama değil mi damadım?" deyip güldüğünde bulaşık makinesinin kapağını kapatırken sırıttım ama arkam anneme dönük olduğu için o görmedi.
Annem babamların yanına gittiğinde çalan telefonumu masadan alıp odama gittim.
Arayan tabii ki kızlardı. Telefonu makyaj masama dik bir şekilde koyup gelen görüntülü aramayı cevapladım.
"KIZIM SEN BİZİ MERAKTAN ÇATLATACAK MISIN?" Yeter'in tiz sesini duyunca yüzümü buruşturup telefonumun sesini kıstım.
"Ne var ya?" omuz silkip dönen sandalyeme oturup sağa sola döndüm hafifçe.
"Ne mi var?" Aysel abla elini alnına vurup kameraya baktı. "Kızım, mal mısın?" telefonu hızlı bir şekilde ileri geri salladı. "Kendine gel yavrum!" şiveli bir şekilde konuştuktan sonra telefonunu bir yere koyup yatağa uzandı. "Neler oldu, neler bitti anlat artık Şafak!" derin bir nefes alıp odamın kapısını kapattım ve her şeyi detylıca anlattım.
"İşte böyle." kolumu masaya yaslamış, çenemi de avuç içime yaslamıştım.
"Vay be!" Yeter dudağını büzüp kafasını hafifçe aşağı yukarı salladı. "Adam sahip çıkmış sevdasına!" Aysel abla'da Yeter gibi başını sallayınca Burcu söze girdi: "Yakında düğün var o zaman?" kaşları havalandığında ben omzumu havaya kaldırdım.
"Bilmem," dediğimde Yeter ve Aysel abla aynı anda güldü. Tıkırtı sesi duyduğumda gözlerimi etrafta gezdirdim. Hiçbir şey göremeyince telefona geri döndüm ancak tıkırtı sesi yeniden geldiğinde kızlara döndüm. "Kızlar ben kapatayım, babamların yanına uğrarım belki." kızlarda kapatmaları gerektiğini söyleyince aramayı sonlandırıp odamdan çıkmak için ayağa kalktım ama duyduğum ıslık sesiyle pencereye döndüm. Perdeyi aralayıp dışarı baktığımda aşağıdaki Gece'yi gördüm. Pencereyi açtığımda ellerini iki yana açtı.
"Sabahtan beri sesleniyorum niye bakmıyorsun?" omzumu havaya kaldırdım.
"Kızlarla konuşuyordum, duymamışım." karanlıkta net göremediğim yüzü kafasını sağ tarafa çevirdiği için hiç gözükmez olmuştu. "Sen babamların yanında değil miydin?" dediğimde bana döndü.
"Onlar uyumak için içeri girdi. Bende başka bir yerde kalacağım diye çıktım." kafamı aşağı yukarı salladım.
"Nerede kalacaksın?" dediğimde güldü.
"Ne?" dediğimde duvarın dibindeki merdiveni pencerenin altına getirip yavaş yavaş çıkmaya başladı. Son basamağa geldiğinde bacağını kaldırıp içeri soktu. "Gece, ne yapıyorsun?" dediğimde içeri girip pencerenin önündeki mermere oturdu.
"Oturuyorum canım, sen ne yapıyorsun?" gülüp geri çekildim. Ayağa kalktığında ellerini belime koyup beni kendisine çekti. "Niye yanıma gelmedin?" ellerimi göğsüne bastırdım.
"Kızlar aramıştı, onlarla konuşuyordum." gülümsedi.
"Arkadaşlığınıza hayranım." alnımı öpüp yatağa oturdu.
"Maşallah de, nazarın değmesin." göğsü hızla hareket etti. Elimden tutup beni yatağa çektiğinde dengemi sağlayamayıp üstüne düştüm. "Ne yapıyorsun? Birisi görecek." ayağa kalkıp kapıyı kilitledi ve yeniden yatağa uzanıp beni göğsüne çekti.
"Çok yorgunum, uyuyalım." derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini kapattı. Ben kafamı kaldırınca bana baktı. "Sende uyusana." dilimi damağıma vurup cıkladım.
"Birisi gelirse diye bekleyeceğim." hafifçe güldü.
"Korkma, sabah erkenden gideceğim." yanağımı okşadı. "Görmez kimse." yeniden gözlerini kapattıktan sonra gözlerimi etrafta gezdirdim. Tek kişilik yatağıma sığıyorduk. Daha doğrusu Gece sığıyordu. Ben onun üstünde yattığım için fazla yer kaplamıyordum.
Kulağıma dolan kalp atışının sesi bir düzen halindeydi. İki kez art arda atıyor daha sonrasında sessizlik oluyordu ve yeniden iki kez atıyordu ama elimi göğsüne dokundurduğumda bir kez atıyor, duraksıyor ve daha sonra normal bir şekilde atıyordu.
.
.
.
Dün gece ne zaman uyuduğumu, nerede uyuduğumu uyku sersemliğiyle unutmuştum ama kulağımdan hiç gitmeyen kalp ritmini unutmamıştım.
Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp uykumun dağılmasını bekledim. Kollarını bana dolamış bir halde derin uykuda olan Gece'ye bakarken pencereden yansıyan Güneş ışıklarını gördüm.
"Güneş doğmuş." kendi kendime fısıldayıp yattığım yerden kalktım. Elimi Gece'nin koluna koyup hafifçe dokundum. "Gece." ne hareket etmişti, ne de cevap vermişti. "Gece uyansana!" yüzünü buruşturup bana doğru döndü ve yine uyumaya devam etti. "Gece, Güneş doğmuş uyan." bir gözünü açıp bana baktı.
"Öperek uyandırılma hayaliyle uyumuştum dün gece." dudaklarını birbirine bastırıp elini başımın arkasına koydu ve beni kendisine çekti. Dudaklarımı öpecekken elimi dudaklarına bastırdım.
"Hani erkenden gidecektin?" kollarını havaya kaldırıp esnedi.
"Giderim ya, beni istemediğini bu kadar belli etme güzelim." kapının arkasından gelen tıkırtılarla Gece'nin üstünden dolanıp yataktan indim.
"Hadi, annemler uyanmıştır çoktan." kolundan tutup kaldırmaya çalıştım ama yerinden oynatamadım. "Neyle besliyorlar seni?" bu halime gülüp yattığı yerden kalktı.
"Seninle besleniyorum." ayağa kalktığında şakağımı öpüp geri çekildi. Kapıya ilerlediği sırada kolundan tuttum.
"Nereye?" bir bana bir kapıya baktı. Elimle pencereyi gösterdiğimde pencereye doğru ilerledi.
"Çok panik yapıyorsun, zaten merdiven burada. İstediğim zaman inerdim." bir bacağını pencereden çıkartıp pencerenin kenarına oturdu. Başını dışarı çıkartıp etrafa baktıktan sonra aşağı baktı ve kaşlarını çattı. "Şafak!"
"Hı?" başını hızla bana çevirdiğinde gözleri irileşmişti. "Ne, ne oldu?"
"Ne?" boşluktan bakmaya çalıştığımda geri çekilip bana alan tanıdı. Aşağıya baktığımda gece koyduğu merdivenin yeri bomboş duruyordu. Kafamı çevirip Gece'ye baktığımda o da bana bakıyordu. "Sen mi götürdün?" dediğimde göz devirdi.
"Saçmalama Şafak, birisi görüp götürmüş olmalı."
"Şafak, hadi kızım. Kahvaltı hazır." annemin sesi koridordan geldiğinde ani bir hareketle Gece'yi geri ittim.
"Git, annem görmesin." bana ağzını açıp gözlerini irileştirip baktığında bir kapıya bir ona bakıyordum.
"Nasıl gideyim?" ellerimi hızlı hızlı hareket ettiriyordum.
"Bilmiyorum. Yatağın altına sığar mısın, dolaba mı girsen acaba?" aşağı baktığımda ise derin bir nefes aldığını duydum. "Aşağı atlasan bir şey olur mu?"
"Şafak, hadi kızım!" annem ikinci kez seslendiğinde Gece bir aşağı bir bana baktı ve derin bir nefes alıp ofladı. Diğer bacağını da aşağı sarkıtıp sıkıca mermeri tuttu.
"Ayağım kırılırsa sen bakarsın bana, ona göre." haffiçe gülüp yanağını öptüm. "Bak öpüp gaz verme bana! Yatalak kalırım, ömür boyu bana bakarsın." hafifçe aşağı kaydı ve kendini aşağı bıraktı.
"Ay!" ellerimi yüzüme bastırıp bekledim. Çıkan gümbürtü sonrasında aşağı eğilip baktığımda yüzünü buruşturup belini tuttu. "Gece, iyi misin?" dört parmağını avcunun içine alıp başparmağını kaldırdı.
"Çok iyiyim, sende gelmek ister misin?" odamın kapısı açıldığında geri çekilip perdeyi çektim.
"Kızım, o ses neydi?" annem gözlerini etrafta gezdirdiğinde pencerenin önünde durdum.
"Hiç, aşağıda kedi vardı da ona bakıyordum."
"Tamam, hadi kahvaltıya gel. Bekliyoruz." kafamla onayladığımda kapıyı açık bırakarak odamdan çıktı. Hızlıca perdeyi açıp aşağı baktığımda Gece hâlâ yerdeydi.
"Kedi öyle mi?" kafasını iki yana salladı. "Miyavlat bari." kısık sesle gülüp bedenini süzdüm.
"İyisin değil mi?" ellerini yere bastırıp ayağa kalktı.
"Yatalak kaldım, ömür boyu bana bakmak zorundasın." ellerini pantolonunun cebine koyarak yukarı baktı.
"Yatalak kalmana gerek yok canım, bakarım ben sana." alt dudağını ısırıp gözlerini etrafta gezdirdi.
"Merdiveni buradan alan hiç iyi bir şey yapmadı!" yeniden bana baktı. "Canını yerim senin." kahkaha atıp geri çekildim ve perdeyi çektim.
Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadıktan sonra odama dönüp üstüme bebek mavisi, dizimin üstünde biten elbisemi giyindim. Saçlarımı yukarıdan toplayıp yüzüme sürmem gereken kremleri sürdüm. Asla ayrılamadığım rimelimi ve dudak kalemimi de sürdükten sonra odamdan çıkıp mutfağa ilerledim.
Her zamanki gibi gazete okuyan babam gözlüklerinin üstünden bana baktıktan sonra anneme döndü.
"Sonunda geldi, hadi yiyelim artık. Vallahi bayılacağım açlıktan." babamın yanağını öpüp sandalyeye oturdum. Annem de karşıma oturduğunda gözleri dikkatlice beni süzüyordu.
"Kızım, hayırdır?" deyip güldü. "Süslenmiş püslenmişsin." ağzıma attığım zeytinin çekirdeğini tabağımın kenarına bıraktım. Benim yerime babam konuştu.
"Süslenecek tabii, güzel gözükmesi lazım bazılarına." bana bakıp göz kırptı.
"Baba aşk olsun, her zamanki halim." dediğimde ikisi de aniden dönüp bana baktı.
"Seni o çamaşır sulu pijamanla görmesem bu söylediğine inanırdım kızım." dudaklarını birbirine bastırdı.
"Ayrıca bugün Aslı'yla dışarı çıkacağım. O yüzden giyindim." dediğimde kafasını sallayarak onayladı.
"Kaçta gelirsin?" annem bir parça ekmek kopartıp reçel sürdü.
"İşimiz ne zaman biter bilmiyorum. Gelinlik provası yapacak son kez." ellerimi birbirine bastırıp çenemin altına koydum. "Nasıl olacak acaba?" hafifçe güldüm. "Bir zamanlar evcilik oynardık şimdi gerçekten evleniyor." annemde güldü bu söylediğime babam ise dalgın dalgın baktı masaya. "Akşam sende geleceksin değil mi anne?" kafasını aşağı yukarı sallayarak onayladı.
Aslı'ya sürpriz kına gecesi düzenliyorduk mahalle halkı olarak.
Konuşmaya devam ediyor aynı zamanda kahvaltımızı yapıyorduk. Gece'nin ne yaptığına dair haberim yoktu. Nereye gitmişti acaba?
Kahvaltımızı bitirdikten sonra annemle beraber masayı topladım ve ardından askıdan çantamı aldım, telefonumu çantama koyup beyaz spor ayakkabılarımı giyindim ve evden çıktım.
Hızlı adımlarla parka ilerlediğim sırada arkamdan duyduğum sesle durdum.
"Pişt," peş peşe gelen sesin nereden geldiğini anlamıyordum. "Pişt,"
"Ne oluyor ya?" bana seslenmediklerini düşünüp yoluma devam edeceğim sırada başıma değen sert bir taş yüzümü buruşturmama sebep oldu. Yere baktığımda taş değil fındık olduğunu gördüm.
Gözlerimi etrafta gezdirip kim olduğunu anlamaya çalıştım.
"Çocuklar yine dalga mı geçiyorsunuz benimle?" dediğim sırada bir kahkaha sesi duydum. Kafamı kaldırıp sesin geldiği yere baktığımda ağzım açık kaldı. "Gece, senin orada ne işin var?" ağacın dalına oturmuş elindeki fındıkları bir bir ağzına atıyordu.
"Baban her yere gözetmen koymuş, yanına yaklaştığım an başıma atıyorlar." kaşlarımı çattım.
"Ne atıyorlar?" dediğimde yeniden başıma bir fındık attı.
"Fındık tabi ki." yere düşen fındığı gösterdi. "Küçük olduğuna bakma, acıtıyor."
"Farkındayım, sabahtan beri bana fındık atıp duruyorsun!"
"Acıdı mı?" ellerini dala bastırdı.
"Acıdı tabii." elimi alnıma atıp ovuşturdum.
"Gel öpeyim geçsin." dediği sırada arkamdan gelen kıkırdama sesleriyle arkama döndüm.
Çocuklar ellerindeki su tabancalarıyla ağacın arkasına geçmiş, bize bakarak gülüyorlardı.
"Sinan, niye gülüyorsunuz siz?" dediğimde kolarak yanımızdan uzaklaştılar. Gece'ye baktığımda olduğu yerde bekliyordu. "Sende in artık, oturacak başka yer mi bulamadın?" beklemediğim bir anda yere atlayıp üstündeki tozları silkeledi.
"Tırmanmaya, atlamaya alıştık sayende güzelim." tam karşıma geçtiğinde gözleri bedenimi süzdü ve dudakları iki yana kıvrıldı. "Bu ne güzellik böyle?" gözlerime baktı ve göz kırptı. "Nereye gidiyorsun?" omzumdan düşen çantamı düzelttim.
"Aslı'yla buluşacağım. Gelinlik provası var." dilini dudaklarının üstünde gezdirdi.
"Sende giyecek misin?" bakışlarım gözlerinde kaldı.
"Ne giyecek miyim?" bir adım yaklaştı bana.
"Gelinlik." hafifçe öksürüp boğazımı temizledim.
"Gelinlik giymem için ilk önce yüzük takmam gerekiyor." göz kırpıp ondan uzaklaştım ve Aslı'yla buluşacağımız parka doğru ilerledim. Arkamdan bıraktığım adamın güldüğünü net bir şekilde duyabiliyordum.
Parka geldiğimde bankta tek başına oturan Aslı'yı gördüm.
"Aslı'm." dediğimde oyun oynayan çocuklarda olan bakışlarını bana çevirdi. "Çok bekletmedim değil mi?" ayağa kalkıp kollarını iki yana açtı. Sarıldığımızda güldü.
"Hayır canım, bende şimdi geldim zaten." doğru söylediği derin aldığı nefeslerden belli oluyordu. "Gidelim mi?" deyip benden ayrıldı. Kafamı aşağı yukarı sallayıp onayladığımda parktan çıkıp çarşıya doğru ilerledik. Önünde durduğumuz mağazanın tabelası bile parıldıyordu. Camdan gördüğüm kadarıyla güzel modeller vardı.
"Aslıcığım, hoş geldin." bizi karşılayan sarı saçlı, mavi gözlü kadın gülümseyerek Aslı'ya sarıldıktan sonra bana döndü ve elini uzattı. "Sizde hoş geldiniz."
"Hoş buldum." deyip elini tuttum. O sırada Aslı, beni çalışan kadınla tanıştırdı. Diğer bir çalışan gelinliği prova odasına aldıklarını söylediğinde Aslı o tarafa doğru ilerledi. Bende bekleme salonuna geçip boş olan koltuğa oturdum.
Birkaç dakika sonrasında prenses model gelinliğiyle yürüyen Aslı'ya doğru ilerledim.
"Aslı!" son heceyi uzatarak gülümsedim. "Çok güzel olmuşsun." dediğimde olduğu yerde iki yana sallandı. "Peri kızı gibisin!"
"Canım, teşekkür ederim." deyip sol tarafımdaki aynaya doğru döndü. Bembeyaz ve yansıyan her ışık hüzmesinde parıldayan gelinliği beyaz tenine çok yakışmıştı. "Seni de yakında beyazlar içinde görelim canım." deyip göz kırptı. Omzumu kaldırıp indirdim, görevli kadınlar gelinlik üzerindeki son dokunuşları yaparken gözlerimi mağazanın içindeki diğer abiyelerde gezdirdim. Gözüme çarpan bir abiyeye doğru ilerledim. Rengi zümrüt yeşili ve omuzları düşüktü, yanından derin bir yırtmacı olan abiyenin üstünde gezinen parmaklarım saten olduğunu anlamıştı. Geri çekilip Aslı'nın yanına gideceğim sırada camın önünden geçen bir silüet gözüme ilişti. Birisi hızlıca geçip gitmişti önümden ama kim olduğunu görememiştim.
Aslı ve görevliler gelinlik hakkında son kez konuşup yarın olacak olan düğün için sözleştiler. Kol kola girip mağazadan çıkarken Aslı'nın heyecanı her halinden belli oluyordu. Çocukken tanıdığım Aslı hiç değişmemişti. Sinirlendiğinde gözleri doluyor, heyecanlandığında yanakları kızarıyor ve elleri titriyordu. Mutlu olduğunda ise gülmekten ağzı kulaklarına değiyordu.
Buluştuğumuz parka yeniden geldiğimizde az önce uğradığımız marketten aldığımız çekirdek paketlerini sıkıca tutarak boş bir banka oturmuştuk. Hem sohbet ediyor hemde tuzlu çekirdekleri çitliyorduk.
Uzun yıllar konuşamamış, görüşememiştik. Telefonda konuşmuştuk birkaç kez ama hiçbiri çocukken ağaçtan kopardığımız yaprakların içine su ve topraktan yaptığımız çamur karışımını koyup yaptığımız sahte sarmaları yalandan yerken yaptığımız sohbetin, oynadığımız oyunların yerini tutmazdı.
Akşamın serinliği yavaş yavaş çıkmaya başladığında Aslı eve gitmesi gerektiğini söyleyip ayaklandığında boş çekirdek paketlerini çöp kovasına atıp onunla vedalaştım.
Saat yediden önce hazırlanıp aşağı mahallenin büyük parkına inmem gerekiyordu. Mahalledeki tüm kadınlar Aslı'ya sürpriz olarak kına gecesi düzenleyecekti. Aslı ilk önce kına yapmak istememiş annemin anlattığına göre. Annesini küçük yaşta kaybettiği için yarasını kapatamıyor ve böyle konulardan oldukça uzak tutuyordu kendisini. Mahallelinin gönlü buna el vermemiş küçük bir sürpriz hazırlama taraftarı olmuştu.
Bahçeye girip hızlı adımlarla eve girdiğimde annemin nerede olduğunu bulmak için odalara baktım. En son baktığım yerde, odasında hazırlanırlen buldum. Giydiği lacivert elbisesi, fön çektiği saçlarıyla kendimi ona daha çok benzettim. Hemen hazırlanmak için odama çıktım.
Kısa bir duş alıp dün aldığım kırmızı, ince askılı, göğüs dekolteli mini elbisemi giyip her zaman yaptığım makyajımdan farklı olarak allık ve far sürdüm. Açık bırakacağım saçlarıma su dalgası şekli verip ayağa kalktım. Masamın köşesinde duran parfüm şişemi alıp bir kez sol tarafıma, bir kez de sağ tarafıma sıktım. Yanıma aldığım siyah abiye çantamın içine rujumu, küçük parfüm şişemi ve telefonumu bıraktıktan sonra bilekten bağlamalı siyah topuklu ayakkabılarımı giydim.
"Evin içinde giyme şu ayakkabıları!" annem kapının önünde durup bana kaşlarını çatarak bakarken bir ayağımı kaldırıp altını gösterdim.
"Yeni aldım bunları anne. Hiç giymedim, temiz altı." ayakkabıma kısa bir bakış attıktan sonra beni baştan aşağı dikkatlice süzdü.
"Maşallah kızıma, maşallah!" ellerini açıp gözlerini kapattı. Kıpırdayan dudaklarından anladığım kadarıyla dua okuyordu. Elini yüzüne sürdükten sonra nefesini yüzüme üfledi. "Allah'ım nazarlardan korusun yavrum." saçımı okşayıp güldü. "Gece'de gelecek mi?"
"Kız kıza olacağız anne." dediğimde kafasını iki yana salladı.
"Kapıda niye bekliyor o zaman?" dediğinde gözlerim irileşti. Çantamı sıkıca tutup topuklu ayakkabılarımla hızl hızlı merdivenleri indim. "Yavaş in, ayağını falan burkma!" arkamdan uyarılarını eksik etmeyen anneme cevap vermeden kapıyı açtım. Bahçe kapısının diğer tarafında ellerini siyah pantolonunun cebine koymuş, kafasını aşağı eğmiş bir şekilde duruyordu. Merdivenleri inerken ayakkabımdan çıkan takırtıyı duyup kafasını benim olduğum tarafa çevirdi. Aralanan dudakları ve çöken omuzları her şeyi anlatıyordu.
Bahçe kapısını açıp yanına yaklaştığımda yutkunduğunu gördüm. Bedenimde dolaşan gözleri bana hiç iyi şeyler hissettirmiyordu. Çıplakmışım gibi hissediyor, arkamı dönerek kaçıp saklanmak istiyordum.
"Güzelim," hitabı kalbimin durmasını sağlamaya yetiyordu. Boğuk gelen sesi, kısık bakışları ve çok hafif kıvrılan dudakları ona yeniden aşık olmamı sağlıyordu. Kirli sakalı, geriye taradığı saçları ve bedenine yakışan siyah gömleği onu içime sokup saklama hissimi uyandırıyordu. Kimse görsün istemiyordum.
Önceden sadece güzel deyişi ve artık aitlik eki ekleyerek güzelim deyişi olduğumuz konumu anlatıyordu sanırım.
"Canım," dediğimde bakışları gözlerimde takılı kaldı.
"Canını yerim senin." ellerini belime koyup dudaklarını alnıma bastırdı. "Çok güzel olmuşsun." geri çekilip elimi tuttu.
"Teşekkür ederim, sende çok sıksın. Nereye gidiyorsun?" dediğimde güldü.
"Seni kızların yanına götüreceğim. Sonra bir davete katılmam gerekiyor." kaşlarımı çattım.
"Ne daveti? Seni burada tanıyan yok ki Gece?" kafasını geriye atarak güldü.
"İrfan abin tanıyor Şafak'ım."
Hitapları bayılıp yere düşme sebebimdi.
"O mu davet etti seni?" kafasını aşağı yukarı sallayarak onayladı.
"Alihan'la da tanıştım. O davet etti." dudaklarımı birbirine bastırdım. "Beni çok şaşırtıyorsun." bakışlarım yeniden ona döndü. "Sana lale yakışır sanmıştım gülün de yakıştığını anladım." sol elinin tersini yanağımda gezdirdi. "Siyahın yakıştığını gördüm kırmızı da yakışıyormuş." deyip kırmızı abiyeme baktı. Derin bir nefes aldığımda gözleri arkamda bir yere değdi, sertçe öksürüp geri çekildi. "Annen de geldiğine göre artık gidebiliriz." sol omzumun üstünden arkama baktığımda koluna astığı çantasıyla bir bütün olmuş olan annemi gördüm.
"Anne, bu ne güzellik böyle!" hafifçe gülüp koluma vurdu.
"Abartma, giydik işte bir şeyler." ona gülüp Gece'nin yönlendirmesiyle arabaya bindik. Ben ilk önce arkaya binmek için hamle yapmıştım ama annem kolumu tutup gözlerinden çıkan alevlerle beni ön koltuğa göndermişti.
Direksiyonu gideceğimiz mekanın olduğu yere göre bir sağa, bir sola çeviriyordu. Bana attığı kaçamk bakışları fark ediyordum ama ona dönmüyordum. Çünkü bir kere baktığımda gözümü alamıyordum.
Çeşitli ışıklarla süslenmiş olan parka geldiğimizde hava tamamen kararmış, saat akşam dokuz olmuştu bile. Arabadan indiğimde İrfan abim ve Gece selamlaşıp gerekli işlere devam etmişlerdi. Birkaç sandalye yoktu, onları getirmek için arka tarafa gitmiş olmalıydılar. Genç kızlar pastaları ve içecekleri ayarlarken erkeklerde ışıklara bir kez daha bakıp kontrol ediyordu.
Aslı'nın geldiğini söyleyen bir kız çocuğunu duyduktan sonra kına tepsisini elime alıp karanlık köşeye geçtim. Arkama dizilen kızlar heyecandan kıkır kıkır gülüyordu. Yaşlı kesim ise kenarda sessizce bekliyordu.
"Alihan neden geldik buraya, ayrıca neden gözümü kapatıyorsun?" elleri gözünün üstünde olan Alihan'ın ellerini tutuyordu. Alihan ise başıyla bizim gelmemizi işaret ettiğinde biz yavaş adımlarla Aslı'ya doğru ilerledik. Arka fonda çalan müziğin sesi biz Aslı'ya yaklaştıkça daha çok yükseldi. Aslı gözlerini kırpıştırarak bize baktıktan sonra Alihan'a döndü. Alihan, dudaklarını Aslı'nın saçlarına bastırdıktan sonra bize baktı. Aslı'nın dudakları titrerken duyduğu şarkının sözleriyle gözyaşlarını tutamayıp ağlamaya başladı.
"Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar," eliyle yüzünü kapattığı sırada annem Aslı'yı çimenliğin ortasına koyduğumuz sandalyeye doğru ilerletti, sandalyeye oturduktan sonra başına örttükleri kırmızı duvak gözyaşlarını gizlemişti ama hıçkırıklarını susturamıyordu. "Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler." sözüyle birlikte Aslı'nın etrafında daire oluşturup dönmeye başladık. Annem, Aslı'yı öptükten sonra geri çekildiğinde müzik devam ediyordu ve Aslı yine ağlıyordu.
Annesi öldüğünde çok ağlamıştı. Yanında bir tek ben vardım. Mahallenin kızları ilk gece cenaze evine gelip gitmişti ama ben gidememiştim. Yatağında hıçkırarak ağlarken sımsıkı sarılmıştım. Her "Annemi özledim, geri gelsin." dediğinde bende ağlamış hiçbir şey söyleyememiştim. Teselli edemediğim için kendimi kötü hissederken bana sarılmış "İyi ki yanımdasın." demişti.
O an anlamıştım. İnsan üzgün olduğunda ya da kötü gün yaşadığında sözler teselli etmezdi, destek iki güzel kelimeyle, bir uzun cümleyle olmuyordu. Yanında olduğunu belli eden bir dokunuş bile yetiyordu insana destek olmak için.
"Annemin bir yelkeni olsa açsa da gelse." Aslı'nın asıl ağlamasına sebep olan cümleden sonra hiç kimse dayanamamış müziği kapatıp kına yakma merasimine geçmiştik. Aslı'nın gözyaşlarını sildikten sonra avcunu sıkıca kapattım. Bana şaşkınca baktığı sırada göz kırptım.
"Kaynana, kaynana. Gelin elini açmıyor!" herkes bir yandan gülerken bir yandan da gözyaşlarını siliyordu. Nermin teyze elinde tuttuğu küçük kutuyla bize doğru geldiğinde kutuyu açıp içini gösterdi. Gördüğüm altınla Aslı'nın elini bıraktım, açtığı avcuna kına yakıldığında ve altın bırakıldığında Aslı'nın gözleri kapalıydı. Kına yakma işlemi bittiğinde herkes ayaklanmış çalan şarkıyla oynamaya başlamıştı.
Ben, Aslı ile karşılıklı oynarken küçük çocuklar yerdeki balonları havaya atıyor, düşmeden yakalamaya çalışıyordu. Sandalyelerde oturup sohbet eden teyzelerden çoğu oğluna beğendiği bir kızın kim olduğunu sorup soruşturuyordu. Tanımıyor değilleri elbette ama maksat kızı beğendiklerini duyurmaktı.
İkramlıklar dağıtıldığında annemin oturduğu masaya gidip oturdum. Aldığım peçeteyle alnımı ve boynumu silerken bana bakan bir teyzeyi gördüm. Gülümsüyor, dikkatli bakışlarını hiç üstümden çekmeden inceliyordu beni. Küçükken hiç görmemiştim kendisini bu yüzden anneme doğru eğildim ve kim olduğunu sordum. Süreyya teyzenin kız kardeşi olduğunu söyledikten hemen sonra bekar oğlu olduğunu ve ona kız baktığını söylediğinde adını bilmediğim kadından bakışlarımı çekerek önüme döndüm. Kuru pastalardan çilekli olanını alıp vişne suyumla birlikte yedim. Gecenin sonuna yaklaşırken çoğu kişi evlerine dağılmıştı. Aslı'da bir sandalyeye çöküp soğuk suyunu içerken Alihan siyah yelpazeyi nişanlısına doğru sallıyordu.
"Merhaba kızım." sol tarafımdan gelen sesle o tarafa döndüm. Annemin az önce kalktığı sandalyeye oturan kadın Süreyya teyzenin kız kardeşiydi. Oğlu için kız avına çıkan o kadın!
"Merhaba." hafifçe kolumu okşayıp gözlerime baktı.
"Sen Şükran'ın kızısın değil mi?" bu defa saçımı okşadı.
"Evet, onun kızıyım." kafasını aşağı yukarı salladı.
"Okuyor musun güzel kızım?" kollarını göğüs hizasında birleştirdi.
"Gastronomiden mezun oldum ben." kaşlarını çattı. Bölümü bilmiyor oluşundan kaynaklıydı. "Aşçılık yani, pastanem var onu işletiyorum."
"Aman aman, ne güzel." derin bir nefes aldı. "Benim oğlumda veterinerlik okudu biliyor musun?"
"Hayır, bilmiyordum teyze." kafasını hafifçe sallayıp çantasının içinden telefonunu çıkartıp gözlerini kısarak ekrana baktı.
"Bak sana oğlumu göstereyim." deyip bir fotoğraf açtı. Gördüğüm adamı hayatımda hiç görmemiştim. "Bu benim oğlum Ahmet, bak gördün mü?"
"Şafak?" arkamdan gelen Gece'nin sesiyle o tarafa döndüm. Benimle birlikte yanımdaki kadında geriye döndü. "Sevgilim, ne yapıyorsun burada?"
Gece bana alışık olmadığım sözleri söylediğime göre düşüp bayılma zamanım gelmişti. Yanıma gelip elini belime sardığında karşımdaki kadının bakışları ikimiz arasında mekik dokuyordu.
"Merhaba teyze, müsaadeniz varsa kız arkadaşımı alabilir miyim?" deyip hafifçe gülümsedi.
"Siz tanışıyor musunuz?" diyen kadın avını elinden kaçıran bir avcı gibi mutsuz bakıyordu bize.
"Evet, kendisi benim müstakbel eşim olur." karşımızdaki kadın gözlerini irileştirerek baktığında ondan bir farkım yoktu. Hitaplarına alışamamış olan kalbim bu sözün ardından tekleyip dursa ve beni terk etse, daha fazla çalışmayacağım dese haklıydı.
"Maşallah," deyip gülümsedi kadın. "Pekte yakışıyorsunuz." bana dönüp gülümseyerek bakan adama karşı gülümseyecek halim kalmamıştı.
"Teşekkür ederiz." deyip yeniden karşımızdaki kadına döndü. "Bu arada oğlunuz kapıda sizi bekliyor, haberiniz olsun." dediğinde kadın apar topar telefonunu çantasına koyup fermuarı çekti ve hiçbir şey söylemeden kapıdan dışarı çıktı. Gece'ye döndüğümde bana göz kırptı. "Ben seni hiç yalnız bırakmamalıyım sanırım." saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Yoksa seni çalacaklar benden." hafifçe güldü.
"Senden kimse çalamaz beni." deyip kafamı sağ omzuma doğru eğdim. "Söyler söyler giderler."
"Söylemesinler bile." hafifçe geri çekildi.
"İnsanların ağzı torba değil ki büzelim." omuz silktim hafifçe.
"O zaman," dudağını büzdü hafifçe. Gözlerini gözlerimden ayırmadan gülümsedi. "Evlen benimle." titreyen ellerim iki yana düştüğünde gülüşüm donuklaştı. Bakışlarımı ondan çekmediğim sırada yere eğilip bir tane papatya kopardı. Sapı kopmayacak şekilde gevşek bir düğüm atıp yüzük haline getirdi ve bana baktı. "Evlenir misin benimle?" gülümsedi yeniden.
"Gece!" kıkırdayıp elimi dudaklarımın üstüne bastırdım.
"Bu bir evet mi?" diğer elini bana doğru uzattı.
"Sana her zaman evet Gece." dediğimde alt dudağını ısırdı ve gülümsedi. Sağ elimi tutup yüzük parmağıma papatyadan yaptığı yüzüğü geçirdi ve elimin üstüne dudaklarını bastırdı.
"Şimdi izle, insanların ağzını nasıl bükeceğim, seyret güzelim." sol eliyle yanağımı okşadığında ikimizde gülümsüyorduk. Gecenin karanlığına inat parıldayan yıldızlar ve ay muntazam bir görüntü sunuyordu. Başımızın üstünde yanan ışıklar bizi aydınlığın içinde tutuyordu.
Gözlerimiz birbirinden ayrılmıyorken dudaklarımızdaki gülümseme birbirimizin yansıması gibiydi. Kulaklarıma dolan cam kırılma sesiyle aniden sağ tarafıma döndüm. Gördüğüm silüet beni karanlığa mahkum etti. Bakışlarım önüne döndüğünde Gece'nin anlamsız bakışları bir bende bir sağ tarafımızda duran bedene bakıyordu.
Zihnimde bir lotus belirdi. Gecenin karanlığında yaprakları solmak üzereydi.
Uçan bir kuş vardı gökyüzünde. Bembeyaz kanatlarının oluşturduğu hafif rüzgâr lotusun yapraklarını oynatıyordu. Ay'ın kreterleri gözüküyor, parıltısı lotusun olduğu suya yansıyordu.
Uçan kuş lotusun çevresinde kanat çırpıyor, sanki yalnız başına yeşeren çiçeği tehlikelerden korumak ister gibi gözüküyordu.
Ne güzel gülüyorduk, aşık aşık bakıyorduk birbirimize. Gelen kim ki acaba?
Gelecek bölümlerden haberdar olmak için ve paylaştığım alıntıları görmek için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın. Ayrıca takip ederseniz çok mutlu olurum, takip etmeyen kalmasın.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |