
27.12.2024
Helüü, ben geldim :)
Nasılsınız güzellerim?
Ay nasıl her gün bölüm atıyorum ama maşallah maşallaahh
Sizi çok fazla tutmayayım, oy verip bölüme başlayabilirsiniz, satır aralarında yorumlarınızı görmek isterim :)
Keyifli okumalar...
...
Söylenen sözlerden ve verilen sözlerden oluşurdu hayat. Biri kırar biri güven verirdi. Kırılan tamir edilse bile izleri dururdu. Acı geçse de iz kalırdı.
Bir insana yanında olacağına dair söz verdiyse birisi, o sözü iki eli kanda olsa bile tutmak zorundaydı.
Alparslan verdiğim sözden sonra otuz iki dişini göstererek güldü. Ama güldüğünde sesi yoktu. Keşke olsaydı.
"Kardeş sözü, öyle mi?" güldüm heyecanlı haline. Kafamı aşağı yukarı salladım.
"Evet, kardeş sözü." damarlı elleri yanaklarımı bulunca baş parmakları hafifçe elmacık kemiklerimi okşadı. Dudaklarını araladı, bir şeyler söyledi. Sesi olmasa da anladım ne dediğini.
"Kardeş,"
Dudaklarımdaki tebessüm büyüdükçe büyüdü. Onun dudaklarına bulaştı.
"Vay, kahvaltı sonra kaynaşma işlemi gerçekleştirilmiş." Deniz, Alparslan'a bakarak benim az önce oturduğum, karşımızda kalan, koltuğa oturunca derin bir nefes aldım.
"Ne demek bu şimdi?" kaşlarım çatılmış bir halde, sert sesimle sorduğum soruya karşılık ellerini yukarı kaldırdı teslim oluyormuş gibi.
"Bana cephe alma boşuna, dostum ben." dediğinde göz devirdim.
"Aynen, aynen." deyip arkama yaslandım. "Sende içten içe o kız gibi olduğumu düşünüyorsun değil mi?" sorumla gözlerini kaçırdı ve yutkundu. Kafamla onayladım ve bana bakan Alparslan'a ben demiştim der gibi baktım.
Müneccim olduğum için anlarım aga.
"Neyse, ben odama çıkayım. Siz güzelce sohbet edin." Deniz bana bakmamaya devam ederken Alparslan'a göz kırpıp koltuktan kalktım. Cebimdeki telefonumu çıkartıp mesaj uygulamasına girdim. Hem telefona bakıp hem evin koridorunda yürüdüm.
BOŞ BELEŞLER
Selçuklu Devleti: Lan Okyanus suyu
Selçuklu Devleti: Nerdesin lan günlerdir
Selçuklu Devleti: Öldün mü yoksa
Çiçeem: Saçma saçma konuşma Selçuk
Çiçeem: Belli ki bir şey olmuş
İhtiyar: Harbi lan
İhtiyar: Azcık ciddi ol Selçuk
Selçuklu Devleti: Ulan iyi ki bişey dedik
Selçuklu Devleti: Götümüze soktular
Çiçeem: Ya sabır
Selçuklu Devleti: LAN MESAJLAR GÖRÜLDÜ OLMUŞ
Siz: Ay şiş beni meyak mı ettiniş şiş
Siz: Yerim sizi
Çiçeem: Lan olayı anlat
Siz: Beni bir tek anlayan sensin lan bu grupta
İhtiyar: Aşk olsun ama Okyanus
Selçuklu Devleti: ...
Siz: Susun lan kopkeler
Siz: Bugün parkta buluşakta söylim size
İhtiyar: Saat kaçta
Siz: Gören diyecek dakik bir insansın Abdullah
Siz: Gel işte saat birden sonra
(Çiçeem, görüldü.)
(Selçuklu Devleti, görüldü.)
(İhtiyar, görüldü.)
Siz: Görüldünüzü sikm
Telefonumu kapatıp cebime koyduğumda asansöre bindim. Odamın olduğu katın düğmesine tıklayıp aynaya döndüm.
"Ulan Okyanus, ne şanslısın kızım!" deyip yanaklarımı sıktım. "Astımdan kaybettin, asansör korkun olmamasıyla kazandın anasını satayım." kafamı iki yana sallayıp göz devirdim. "Yoksa şimdi o merdivenlerde astım krizi geçirecektin." kendi kendime konuşmamı bitirip açılan kapıdan çıktım.
Odama girip kapıyı kapattım. Islık çala çala üstümdeki bluzu çıkartıp kısa kollu siyah bir badi giydim, mavi kot pantolonumu çıkartıp siyah kot giydim, ayağımdaki converslerime dokunmayıp saçımı sıkı bir at kuyruğu yaptım, dudağıma gloss sürüp giydiğim siyah deri ceketimin cebine attım. Kulaklıklarımı takıp telefonumdan güzel bir müzik açtım ve kulaklık kutusuyla telefonumu ceketin diğer cebine attım.
Odamdan çıkıp asansöre ilerledim, inince koridorda gördüğüm Alparslan'a arkadaşlarımla buluşacağımı söyleyip gelmesi için bir teklif sundum. O kabul etmeyip iyi eğlenceler dilediğinde hızlı adımlarla bahçeye çıktım.
"Okyanus Hanım, nereye gidecekseniz sizi götürelim."
Ay bana mı diyor bunlar? Bir şımarmadım değil hani.
"Gerek yok abi, ben kendim giderim." deyip cevap vermesine izin vermeden bahçe kapısına ilerledim. Nöbet kulübesinde duran adamın gözleri bendeyken telefondan birine bir şeyler söyledi. Karşı taraf ne dediyse kafasıyla onaylayıp aramayı sonlandırdı. Kiminle konuştuğuna kafa yormayıp yoluma devam ettim.
***
"Helal lan size, benden önce gelmişsiniz!" deyip alkışlayarak banka oturdum.
"Arada oluyor öyle şeyler," Abdullah göz kırpıp gülünce göz devirdim.
"Hep olsun aslanım, hep." Çiçek yanıma gelip sıkıca sarılınca tebessüm ettim.
"Tamam lan, yeter bu kadar sevgi pıtırcığı olmak." Selçuk, Çiçek'i benden ayırıp yanağımı öpünce yanağını ısırdım. "Lan kuduz, yapma şunu." kafamı sallayıp ısırdığım yeri öptüm.
"Şimdi gençler," deyip bağdaş kurdum ve karşılıklı koydukları banka baktım. "Lan oğlum, şunu şöyle yapmayın ceza yiyeceksiniz!" desem de fayda etmedi. Ben ve Abdullah yan yana otururken Selçuk ve Çiçek karşımızdaki banka oturdu.
"Boş konuşma velet, olayı anlat!" Selçuk'a göz devirip olayı en başından, doğduğum günden başlayarak anlattım.
"Bu nasıl olay lan?" Çiçek şok olmuş bir şekilde bana bakarken Abdullah öfkesini dizginlemeye çalışıyordu.
"Şimdi sen yaşadığın her şeyi boşuna mı yaşadın?" Selçuk'un sözleriyle Abdullah ipleri elinden kaçırıp banka yumruğunu geçirdi.
"Lan manyak mısın?" deyip ona döndüm. "Oğlum sen sinirlenince niye Nasrettin Hocaya bağlıyorsun anasını satayım?" Çiçek sözlerime gülerken iki salak boş boş baktı. "Oturduğun dalı kesiyorsun ya mal, onu diyorum." sözlerimde öfkesi dindi, yüzü güldü.
"Okyanus, nasıl bir insansın sen?" deyip yanaklarımı avuçları arasına aldı. Gözleri gözlerim arasında mekik dokurken yüzlerimiz birbirine çok yakındı. "Mutsuz olsan bile mutlu rolü oynuyorsun, gülmeyi unutsan bile bizi güldürüyorsun." tebessümüm dudaklarımda büyürken kısa bir an bakışları dudaklarıma kaydı sonra hemen toplarlanıp gözlerime baktı.
"Güçlü olmak bunu gerektirir ihtiyar," deyip omzuna iki kere pat pat vurdum.
"Lan adım Abdullah diye niye ihtiyar oluyorum?" geri çekilip kaşlarını çatınca omuz silktim.
"İhtiyar adı çünkü," deyip ona doğru yaklaştım. Dudaklarım kulağının yanına yaklaşınca gözlerini kapattı. "Dede," geri çekilip kahkaha attığımda yeniden öfkelenmişti.
"LAN CİDDİ BİR ŞEY SÖYLEYECEK SANDIM!" Selçuk tepine tepine gülerken Çiçek sadece kıkırdıyordu.
"Hele hele, zengin gülüşüyle fakir gülüşüne bak." deyip bir Çiçek'i bir Selçuk'u gösterdim. "Biri canını ciğerini çıkaracak," deyip Selçuk'u taklit ettim. "Biri sadece kıkırdıyor." Çiçek'i taklit ettim.
Selçuk oturduğu yerden kalkıp güle güle yanıma geldi. Sağ tarafıma oturup gövdemi kendisine çekti.
"Sen hep böyle ol güzelim," bende ona sarılınca sırtımı sıvazladı.
Koyu bir sohbete girdiğimizde dakikalar geçti, saatler aktı. Kahkahalar gökyüzüne karıştı.
Parktan çıkıp evlerimize doğru ayrılınca telefonumdan müzik açtım. Evin yolunu bir kere gitmiş olmama rağmen ezberlemiş olmak işime gelmişti. Markete uğrayıp en sevdiğim çikolatadan iki üç tane alıp kestirme yoldan eve gittim.
Aslan başı tokmağı yavaşça vurup açılmasını bekledim. Hava kararmak üzereydi. Evin çalışanı kapıyı açınca bağırışmaları duydum.
"Ne oldu yine abla? Evde kıyamet kopuyor her gün." dediğimde sadece bakmakla yetindi. Çikolatamın paketini açıp bir ısırık aldım ve salona ilerledim.
"Eve teşrif edebildiniz sonunda prenses hazretleri," Poyraz'ın kinayeli sesiyle yutamadığım çikolatamı zar zor mideme gönderdim.
"Hoş buldum biyolojik abi, iyiyim sen nasılsın?" deyip sehpanın karşısında duran Poyraz'a baktım.
"Boş konuşma, neredeydin bugün?" dediğinde kaşlarımı çattım.
"Abilik yapasın mı tuttu bir anda?" dediğimde güldü. Sinirini gülerek gösterdi.
"Abilik yapasım değil ailemi koruyasım tuttu." dediğinde elindeki kağıtlara değdi gözlerim. "Sevgililerinin yanında olduğunu neden söylemedin çok sevgili abin Alparslan'a?" kaşlarımı çatabildiğim kadar çattım.
"O ne demek?" dedim cevap vermeden bir ısırık çikolata aldım. Poyraz elindeki fotoğrafları tek tek önüme attı.
Bir fotoğrafta Selçuk bana sarılıyordu, diğerinde ben Abdullah'ı öpüyordum. Bir diğerinde ben Abdullah'ın kulağına yanaşmış bir şekilde duruyordum.
"Bilmem, sen açıkla istersen ne demek olduğunu?" deyip son fotoğrafı önüme attı. O fotorafta ise Abdullah benim yanaklarımı tutuyordu, birbirimize çok yakın olduğumuz bir fotoğraftı.
Ağzımda ki çikolatayı yutamayıp öksürdüm. Büyük bir güçle yuttuğum çikolatayla ona döndüm.
"Bunlar göründüğü gibi değil," dediğimde öfkeli bir kahkaha attı.
"Daha ilerisi de mi var yoksa?" deyip gözlerini irileştirdi. "Grup mu?" dediğinde elimdeki çikolatayı yere attım.
"Ne saçmalıyorsun be sen?" kulağımdaki kulaklığı çıkarttım. "Bilip bilmeden konuşma!" karşı çıktığımda daha çok öfkelendi.
"NE BİLİP BİLMEMESİ! KAFA BULMA BENİMLE!" boynundaki damarlar şişmiş, yüzü kızarmıştı.
"BANA BAĞIRMA, İNSAN GİBİ OTURUP DİNLE!" ikimizde bağırınca Oğuz Bey ayağa kalktı.
"İkinizde sakin olun, güzel kızım. Gel bakalım yanıma," deyip elini uzattı. Bakışlarım Poyraz'dan ayrılmadığında ellerim yumruk olmuştu.
Oğuz Bey'in yanına gittiğimde kolunu omzuma attı.
"Sarılma şu kıza baba, kim bilir kimler dokundu vücuduna!" Poyraz iğrenerek süzdü bedenimi.
İzlerim yeniden sızladı.
"Poyraz, haddini aşma!" Poyraz babasına karşı çıkmayıp koltuğa oturdu.
"Benden daha çok sen suçlusun Hanzade!" dememle alaylı bir gülüş sundu. "Hem adam tutuyorsun beni takip ettiriyorsun hem de gizlice fotoğraflarımı çektiriyorsun." deyip kafamı iki yana salladım. "Tuttuğun adam objektif yaklaşmamış olaya," deyip güldüm. "Sadece uygunsuz sayılacak kısımları kaydetmiş, neden?" ellerimi göğsümde bağladım. "Neden arkadaşlarımla sohbet ettiğim anları kaydetmemiş Hanzade?" yüzü kızarıp bozardı. "Oyun mu oynuyorsun benimle?"
Üstümdeki ceketi çıkartıp diğer abilere baktım. Ali bana gururlu bir şekilde bakıyordu ancak Fatih geldiğim ilk gün ki gibi duygusuzdu. Alpaslan salonda bile yoktu.
Yakup ise zihninde bir şeyleri tartıyordu. İfadesiz yüzü karışıktı.
Poyraz yüzüme dumura uğramış gibi baktı. Yerdeki fotoğraflara basarak ona yaklaştım.
"Bir daha arkamdan iş çevirip beni sinirlendirme, görmediğin yüzümle karşılaşırsın." Oğuz Bey ve Zeliha Hanım'a baktım en son. "O fotoğraflarda göründüğü gibi değil hiç bir olay." Oğuz Bey'in karşısında durup ellerimi iki yana salladım.
"Ordakilerin hepsi benim çocukluk arkadaşım, Poyraz'ın ima ettiği hiç bir şey olamaz aramızda." dedim. Öfkeden ellerim titriyordu. Zeliha Hanım kolumdan tutup koltuğa oturttuğunda Oğuz Bey önümde diz çöküp saçlarımı geriye attı.
"Biz sana inanıyoruz güzel kızım. Üzülme,"
Zeliha Hanım elimi sımsıkı tutup ona bakmamı sağladı. "Evet yavrum, biz sana tüm kalbimizle inanıyoruz anneciğim. Bakma sen o Poyraz'a, yaptığı büyük bir hata ve cezasını çekecek. Değil mi Oğuz?" dediğinde biyolojik baba karısına baktı.
"Tabii, hayattan bezdireceğim onu. Sen hiç merak etme bebeğim."
Zeliha Hanım kolumdan tutup ayağa kaldırdı beni.
"Güzel kızım, sen git güzel bir duş al. Yorgunluğun çıkar. Bende o sırada masayı hazırlatayım, acıkmışsındır." gülümseyerek ona baktım.
"Teşekkür ederim." kollarımı boynuna sarıp sıkıca sarıldım.
"Ah, anneciğim. Duygulandırıyorsun beni." deyip saçlarımı öptü. Ondan ayrılıp biyolojik babaya döndüm. Boynuna sarılmak istedim ama kollarım ancak göğsüne denk geldi. Kendisi de derdimi anlayıp kollarımın altından tutup havaya kaldırdı bedenimi. Kollarımı boynuna sarıp gözlerimi kapattım.
"Teşekkür ederim," sesim titredi ama sadece o duydu. Kolları belime sıkı sıkı sarılmışken boynumu öptü.
Beni yere indirdiğinde karısına baktı.
"İsteyerek yaptığımız nasıl belli sevgilim." dediğinde Zeliha Hanım'ın öksürüğünü duydum.
Salondan çıkıp odama gittim. Kısa bir duş almak iyi gelecekti.
Sıcak suyun altına girdiğimde gözyaşlarım usulca aktı. Ellerim izlerimin üstüne yerleşip usulca okşadığında sızıyı hissettim.
Yara yoktu ama sızlıyordu.
Kırılan kalbimin tek sebebi söylenen söylerdi. Bana kimse söz vermemişti.
Keşke söz verselerdi, ufakta olsa bir umudum olurdu. Yaram olmazdı.
Bölüm sonu.
Poyraz'dan çok çekeceğiz, anlaşıldı!
Bölüm nasıldı canlarım?
Oy ve yorumlar halledildi mi?
Kurgularımdan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayınn
İnstagram: z.nesa_
Tiktok: z.nesa_
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 48.09k Okunma |
3.21k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |