10. Bölüm

Bölüm 10: Güvercinin Kırık Kanatları

Zeynep Çavdar
z3ynorellaaa

Yorgun bir geceden ve karakterimizin geçmişini okumaya devam ettiğimiz bir bölümden merhaba sevgili arkadaşım, nasılsın?

İlk kez gece bölüm atıyorum sanırım. O yüzden heyecanlandım biraz.

Buradan pek fazla konuşmayacağım bundan sonra. Ama pano mesajlarına varım. Oraya da gel tamam mı?

Keyifli okumalar dilerim…

Bölüm 10: Güvercinin Kırık Kanatları

Ne yaşarsan yaşa; kimleri, neleri bırakırsan bırak gecenin karanlığının kollarına, güneş doğacak bir daha. Bak doğuyor işte güneş, dünya aydınlanıyor bilmem kaç milyonuncu kez. Kalk. Bir kez daha kalk. Bak. Bir kez daha bak. Güneşin aydınlığına bakarken arkanda bıraktıkların değil, önünde sahip olacakların umurunda olsun bu kez. Eğer geri dönüp bir de düşürdüklerini toplamaya kalkarsan, kovaladığın tren dönüş yolunda üzerinden geçer.

Ve sabahı etmiştim bir kez daha. Kim olarak uyandığımı ya da şöyle söyleyeyim, kim olarak bu evde olduğumu bilmiyordum ama dün verdiğim kararları düşünüyordum.

Pişman mıydım? Asla. 1

Yüzümdeki yaralar akşamdan beri etrafımda koşturan doktorlar sayesinde morarmaya fırsat bulamadan yatışmışlardı. Evlerinde özel doktorları vardı. Bu evdeki herkesin el birliğiyle öldürdüklerini kefenden toplayıp yeniden canlandırmak içindi sanırım. Hayatları garipti bence. Sahip parçalıyor, yardımcı ise dikiyor.

Yavaş adımlarla çıktım odadan. Evin içinde tabii ki bir koşuşturma vardı yine. Bu eve dün gelmeme rağmen ben bile her zaman koşturma peşinde olduklarını anlamıştım.

Olga da aynı koşuşturmanın içindeydi. Aslında konuşmak istiyordum kedisiyle ama şu anda pek mümkün görünmüyordu. Mecburen aşağı indim. Ayla Hanım orada olmalıydı.

Tahmin ettiğim gibi. Salondaki koltuklardan birinde bacak çelmiş bir şekilde oturuyordu. Yanına yürüdüm istemeye istemeye. Eğer burada kalacaksam herkese saygı göstermekten çok kime sevgi göstereceğimi fark etmem gerekiyordu.

“Günaydın,” dedim yüzüme yapmacık bir gülümseme yerleştirirken. O da aynı yapmacıklıkla bana döndü.

“Günaydın. İyi misin bari?”

“İyiyim.”

“İyi,” dedi yan bir gülümsemeyle. Gülümsemesi bile yamuktu. “Bu evde kanatlarını da kırsalar uçmaya devam eder güvercinler. Sakın durup da bir kenarda ölmeyi bekleyeyim deme. Yoksa canın çıkmadan kefende hissedersin kendini.”

Bu söylediğini şimdiye kadar anlayacak kadar zeki olduğumun henüz farkında değildi sanırım.

“Düğün öğleden sonra saat birde. Gelinliğini odana göndereceğim. Güzelce hazırlan. Makyajını ve saçını yapması için de kuaförü çağır odana.” 1

Kuaförü mü çağırayım? Evde kuaför de mi vardı? Yemin ederim ki bu saatten sonra hiçbir kararımdan pişman olamazdım. Burayı sevmemek aptallık olurdu. Bana verilen bir ödül gibiydi. Ve bu hayatı yaşayacak ama yine de itilip kakılacaksam, yine de bu hayatı tercih ederdim.

Kahvaltı bile yapmadan odaya çıktım. Ev doyuruyordu zaten insanı. Aradan geçen birkaç dakikadan sonra gelinliğim de geldi odaya. Gelen hizmetçi kız Olga’ydı. Hevesli bir şekilde yürüdüm yanına.

“Buyurun Zeynep Hanım, gelinliğiniz bu.” 2

Kutuyu yandaki deli koltukların ortasında yer alan sehpaya bıraktı. Ben de aynı hevesli yüz ifadesiyle kutunun başına yürüdüm.

Olga’nın yüzünde garip bir yüz ifadesi vardı. Bunu fark edebilmiştim. Ama sormadım sorunun ne olduğunu. Sorunun gelinliğim olduğunu bilmiyordum tabii o an.

Kutuyu kaldırdığımda dona kaldım. Karşımda bir gelinlik değil, koca bir dantel yığını duruyordu. İki omzundan tutup yavaşça havaya kaldırdım. Çok eski bir modeldi. Belli ki daha önce giyilmişti çünkü eteklerinde ufak tefek karartılar vardı. Tam anlamıyla hayal kırıklığına uğramıştım ama bozuntuya vermeden zoraki bir gülümseme yerleşti yüzüme.

“Bu ne?” diye sorarken buldum kendimi. Gülümseme silinivermişti dudaklarımdan. Geriye sadece sert bakışlı gözlerim kalmıştı.

“Bora Bey’in eski karısının gelinliğiymiş. Benim de yapabileceğim bir şey yok. Götür dediler götürdüm Zeynep Hanım. Yemin ederim.” 4

Başımı aşağı yukarı salladım ama kabullenemiyordum söylediklerini. “Görecek o. Karısı kimmiş, kocası kimmiş görecek. Göstereceğim ben ona.”

Gelinliğe baktım bir daha. Şimdi bunu giyecektim ama yıllar sonra hepsinin bedeli ayrı ödenecekti. Madem ben hayatta olduğum halde ölü bir kadın bile benden yukarıda oluyor, o zaman ben daha yukarıda olmalıydım. Yukarıda. Çok yukarıda. 1

Gelinliği giymeme yardım etti Olga. Son bir kez de aynada baktım üzerimdeki dantel yığınına. Derin bir göğüs dekoltesi vardı. Bu evde buna da alışmam gerekiyordu sanırım. Gelin, hizmetçi demeden herkesin kıyafetlerinde ilk olarak abartılı göğüs dekolteleri göze çarpıyordu. Kolları uzundu. Parmaklarımı kapatacak cinsten. Soylu bir ailenin gelinine değil de Ali Baba’nın çiftliğindeki ineklerden birine ait deseler kesinlikle inanırdım.

Mecburen giymiştim ama. Saçlarımı da sıkı bir topuz yapmıştı evdeki kuaför kadın. Bizim Tayra’daki normal halli ailelerin gelinleri bile daha görkemli gelinlikler giyiyordu. Görmemiş biri değildim ama bu kadar sadelik kusturma derecesine getiriyordu işi.

Makyajım bitmeye yakın susmaktan bıkmıştım. Olga hariç diğer çalış-anları da kendileri gibi suratsızlardı. Az önceki tüm şikayetlerime rağmen memnundum halimden. Çünkü artık ne para sıkıntısı vardı ne de başka bir sorun.

Her şey bittikten sonra Bora odaya girdi. Üzerindeki siyah takım elbiseye baktım göz ucuyla. Elindeki diski bana uzattı. Parmaklarımla kavradığım diske bakarken konuştu.

“Bunu gerekirse elli kez izle. Düğün töreni boyunca bunlara aykırı bir davranış yaparsan başına neler geleceğini artık çok iyi biliyorsun.” 3

Başımı sallayarak karşılık verdim sert bir tonda kurduğu cümleye. Benim ses tonum onunkinin aksine alaycıydı. Böyle yapmamam gerektiğini biliyordum ama tutamıyordum kendimi. “Emredersiniz.”

Gözlerini devirerek köşedeki koltuklardan birine oturdu. Bir gram bile heyecan yoktu yüzünde. Bunu fark ettiğimi anlamıştı. “Anlayacağın üzere ilk kez evlenmiyorum.”

“Hı hı. Fark ettim. Çok gurur verici bir şey.”

“Öyle,” dedi içgüdüsel olarak gülümsediğinde. “Senin aksine onu çok seviyordum.”

“Peki ya ben seni seviyorsam?” Hissettiklerimi anlayabilecek kadar olgunlaşmıştım. Başka hiçbir erkeği ilk gördüğümde içim titrememişti şimdiye kadar. Onda farklı bir şeyler vardı.

“Bir köşede acı çekersin sadece.” Ona dönük durgun gözlerimi fark ettiğinde burnundan derin bir nefes verdi. “İzle şunu. Birazdan her şey hazır olur.”

Mecburen kalktım ve bilgisayarın başına oturdum. Açılan dosyaya tıkladığımda bir video çıktı önüme. Çaresizce izledim onu sonuna kadar.

Ölü gelin ve Bora vardı videoda. Onların düğünü olmalıydı. Kahkaha atarak gülüyor ve acemice dans ediyorlardı. Bora’nın hayatında ilk ve son kahkaha atışı olduğuna yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.

Bir kere izledim bunu. Bir daha ve bir daha...

Kaç kere izlediğimi bile bilmiyordum. Sonunda dayanamayıp çıkardım diski. Bir hışımla dönüp ona fırlatırken yaptığım hareketlerden haberim dahi yoktu.

Bir şey demeden sabır diler gibi derin bir nefes aldı. En azından gündüz yapmayacaktı bir şey. Ben de gece yaptıklarını gündüz kakardım o zaman başına.

Annem ve babamla konuşmamın yasak olduğunu söylemişti Eser. Konuşmaktan kastının görüşmek olduğunu farz alıyordum şimdilik. Kısa süreli bir bakışmadan sonra Bora ayağa kalktı.

“Gel hadi. Hazırdır her şey.”

Gelinliğimin eteklerini sürükleyerek peşinden yürüdüm. İsteğimi gizlemeye çalışıyordum yüzüme yerleştirdiğim memnuniyetsiz ifadeyle. Ama bunu kime sorarsak soralım isteyeceğini biliyordum. “Önemli ve zengin biri olmak için; gururundan, şerefinden ve onurundan her türlü ödünü vermeye hazır olmalısın. Ayakta böyle kalacaksın.” Bu sözü bir yerde okumuştum küçükken. Hayatımda duyduğum en haklı sözdü belki de. Kim söylemişse ağzına sağlık.

Evin kapısından bahçenin ortasına kadar uzanan kırmızı halının başında duruyorduk şimdi. Koluna girmem için sağ kolunu bana uzattığı anda yüzünde bendeki sahte isteksizliğin gerçeği vardı. Sevecekti zamanla. Elinden başka bir şey gelmeyecekti. Zorunda kalacaktı. Başka şansı olmayacaktı.

Koluna girdim ama bu sefer gülümsedim. Konuklarda gezindi birkaç saniye gözlerim. On yedi yaşında olmam hiçbirinin umurunda değildi belli ki. Bir gelin var mıydı, vardı. Bitmişti onlar için. Ailedekiler de dahil olmak üzere herkes çok görkemli giyinmişti. Ben hariç.

Hiç tanımadığım bir şarkı söze girdiğinde ikimiz de yürüdük halı boyunca. Dans etmeyecektik. Şarkının sözleri bile yoktu buradaki çoğu insan için. Ama benim için vardı. Ben duyuyordum. Onlar yazmışlardı hatta. Onlar geldiler, beni buldular, aldılar, buraya getirdiler. Bu şarkının sözleri, benim alnıma yazılan kaderdeydi.

Şarkı ve bize tutulan alkışlar eşliğinde yürüdük masaya. Masadaki yerimizi aldığımızda ağzım kulaklarıma varana kadar gülümsüyordum artık. Nikah memuru önce mikrofonu bana uzattı.

“Siz, sayın Zeynep Aktepe, sayın Bora Taşkın’ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?”

Yüzümdeki gülümsemeyi silmeden karşılık verdim. “Evet!”

Aynı soruyu Bora’ya sorduğunda onun cevabı daha soluktu. “Evet.”

Herkes yeniden bizi alkışlarken beni dürttü ve dişlerinin arasından konuştu. “Videoda görmediğin hiçbir şeyi yapma demiştim sana. Aferin, söylediklerimin dışında çıkmadın şimdiye kadar ama gülme. Yeter güldüğün. Gülüşün bile beni intihara sürüklüyor. Bir hiç uğruna bir de canımdan olmak istemiyorum.”

Düğünümün geri kalanı bir düğünü bir gram bile andırmıyor, daha çok bir iş yemeğine benziyordu. Ve ben kenar köşe bir masada saatlerdir kameralara poz vermekten yorulmuş, somurtuk bir suratla elimdeki üçüncü şampanya bardağını yudumluyordum.

Annemi, babamı, arkadaşlarımı çağırmak istediğimi söylemiştim tüm bunlar başlamadan önce Ayla Hanım’a. Ama onları düğünüme çağırmayı bırak, telefonda konuşmamın bile yasak olduğunu söyledi bana cevap olarak. Ben artık Kadir Erdem’in ve Mercan Erdem’in kızıymışım. Onlar da düğün töreninin başından beri mahkeme duvarı gibi bir suratla duruyorlardı kızları olmayan kızlarının yanında. Yüzünde gerçek gülümsemeyi gördüğüm tek kişi sahte erkek kardeşim

Gökay’dı. Çok tatlı bir çocuktu ve saatlerdir moralimi biraz olsun düzeltebilmek için yanımda oturuyor ve bana bir şeyler anlatıyordu. Şu anda dinleyemiyordum tabii. Ama başka bir zaman iyi bir dert ortağı olabilirdi.

Annem ve babam gelseydi böyle mi oldurdu? Öyle çok göz önünde bir masada oturmalarına gerek yoktu ki. Arkalarda bir masada hiç göze gözükmeden otursalar da olurdu. Yeter ki bir yerlerden izleyebilselerdi kızlarını ama işte...

Şampanya bardağından son yudumu aldım ve Gökay’ın anlattıklarına elimden geldiğince odaklanmaya çalıştım.

*** 

Bütün tören yaklaşık üç saat sonunda bitmişti. Arasına düğün töreni de sıkıştırılmış bir iş yemeği için fazla uzun bir süreydi bence. Sonunda odaya gelmiştik. Bora’yla aynı anda girdik odaya. İkimizin de kafası uçmak üzereydi. Bir yudum daha içsek sarhoş olacaktık. Ama o belli ki bunu istiyordu. Elindeki büyük viski şişesinden bunu anlıyordum. Ve yanında iki bardak getirmesinden de bunu yalnız yapmak istemediği belliydi.

Ben daha gelinliğimi bile çıkarmadan o köşedeki koltuklardan birine oturdu ve iki bardağa da viski doldurdu. Bir şey söylemeden yanına gitmemi bekledi sadece. Üzerimdeki gelinliği umursamadan gidip yanına oturdum. İkimiz de kendi bardaklarımızdan bir yudum aldık önce. Gözlerini ayırmadan baktığı fotoğrafları yeni fark ediyordum. Yine ölü gelin ve o...

“Unutmayacaksın, değil mi?” diye sorarken buldum kendimi. Sesim alacalı çıkıyordu ama onunkisi de öyleydi muhtemelen. 2

Başını iki yana salladı sadece. Gözlerime dolan yaşlar ben kontrol edemeden yanaklarımdan aşağı doğru süzüldü. Neden ağladığımı bile bilmiyordum ama hıçkırarak ağlıyordum. O da sarhoşluğun verdiği etkiyle sırtımı sıvazlıyordu. Bu tepkisinin geçici olduğunu bilmek iyice yakıyordu canımı.

“Hiç sevmeyeceksin beni, değil mi?”

Bunu söylemek onun için zor gibiydi. Ya da bir kadına göre fazla acınası bir durumdaydım onun için. Sebebi hangisiydi bilemiyorum ama gözlerini kaçırdı konuşurken.

“Hiç.”

Hıçkırıklarım daha çok arttı. “Neden?” diye sordum bu kez. Öyle acınası bir durumdaydım ki bana kızıp bağırmak yerine geçen akşam dövdüğü kadını şimdi sakinleştirmeye çalışıyordu. “Neden ölmüş bir kadını severken beni hiç sevmiyorsun? Ben buradayım! O değil, ben!..” Derin derin nefesler alıyordum hıçkırıklarımın arasından. “Ben seni çok seviyorum...” 2

Hangi akla hizmet kurmuştum bu cümleyi bilmiyordum. Kelimeler artık benim kontrolümün dışında dökülüyordu dudaklarımdan. Konuşurken bazen bağırıyor, bazen de ağlamanın verdiği etkiyle iyice kısık sesle konuşuyordum. Belki söylediklerimi bile anlamıyordu.

Kalkıp kapıya doğru yürüdü ama çıkmadan önce bana döndü. “Bu gece bir şey yapmayacaksam sırf üzerinde onun gelinliği var diye. Haberin olsun.” 1

Ve çıkıp gitti odadan.

Ne kadar orada öylece ağladığımı bilmiyorum. Ama sonunda kapının tıklandığını duydum. Zar zor toparladım kendimi. “Gel.”

Olga girdi içeri. Dönüp ona bakmadım bile. Bu halimi görmesini hiç istemezdim. İlk günden kendimi herkesin önünde yeterince küçük düşürmüştüm çünkü.

“Zeynep Hanım, Bora Bey size yolladı.” dedi elindeki açelya buketini sehpaya bırakırken. Ben bir şey demedim, o da arkasını dönüp çıktı odadan.

Açelya...

Ona da mı alırdı acaba bu çiçeklerden? O an bunu hiç umursamadan kucakladım o çiçekleri. Güvercinin kırık kanatları yerlerde sürünüyordu şimdi.
_______________________________

Bir bölümün daha sonuna gelmişiz sanırım sevgili arkadaşım. Kendine çok cici bak…🧚🏻‍♂️

Bölüm : 29.12.2024 19:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...