5. Bölüm

Bölüm 5: Kim Olduğun ve Nasıl Olduğun

Zeynep Çavdar
z3ynorellaaa

Merhaba sevgili arkadaşım. Nasılsın?1

Bölüm aksaklığı için senden çok özür dilerim. Birkaç gündür araya bunları da sıkıştırabilecek kadar vaktim olmadı.

Şimdi de sakin ama eğlenceli bir bölümle karşındayım. Küçük bir sır vereyim; gelecek hiçbir bölüm bu kadar sakin olmayacak.

Keyifli okumalar dilerim...

Bölüm 5: Kim Olduğun ve Nasıl Olduğun

Senden iyisi hep vardır, hep var olacaktır.2

Bazen unutuyoruz bunu. Oturduğumuz koltukların yüksekliğine güveniyoruz. Eziyoruz aşağıdakileri. Bizi bir adım yukarı taşıyan zaferleri kutluyoruz kahkahalarla, sevinç çığlıklarıyla.1

Sonra aşağıyı bırakıp bir bakıyoruz ki yukarı; bizden kat kat yukarıda olanlar var. Eziyor bizi yukarıda olan; aşağıda olanları ezdiğimiz gibi bizim. O da aklınca kendi zaferini kutluyor. Aynı bizim gibi.

Hayatta ezilmemek için yukarıda olmak zorundasın. Öyle az buz falan değil ha, en yukarıda.

Önemli olan kim olduğunuz ve nasıl olduğunuzdur. Sıradan insanlara sıradan davranırlar. Özel olanlara özel…1

Sıradan olarak doğarsanız işiniz daha zordur. Önemli olmak için o kadar çok şey feda edersiniz ki, en tepede olduğunuzda elinizde hiçbir şey kalmaz. Düşerler onlar. Toplamaya vaktiniz olmaz.

Bir tarafta rengarenk parti kıyafetleriyle, sesli kahkahalarıyla, kocaman gülümsemesiyle, kitaplarıyla, lale buketleriyle unutulan bir şehrin unutulan bir kasabasındaki Zeynep Aktepe vardı.1

Diğer tarafta silahlı adamların arasında büyümüş, küçücük yaşta siyahlara bürünmüş, bir kere bile partiye gitmemiş, güneşi görmemiş, ailesinin itibarı uğruna bir kukla gibi oynatılmaya razı olmuş, gülmesi yasak olan Ece Erdem vardı.

Hangisi daha önemliydi? Hangisi yukarıya layıktı?

Zeynep, Ece’yi seçti. Zeynep’i öldürdü de yine de yukarıda olmayı seçti. İnsandan sayılmak için. Sırf iki üç kişi önünde eğilsin diye…2

Uyandığında başım deli gibi zonkluyordu. Gözümü açmıştım ama elimi kımıldatmaya bile halim yoktu. Yatakta doğrulmaya çalıştım. Olmadı.

O anda Ayla Hanım girdi odaya.

“Uyandın mı?” Bana yaklaştı. Yüzümü dikkatlice inceliyordu. “İyi misin?”

“İyiyim.” dedim güçsüzlüğümü belli etmeyen bir alayla. “Yorulduğum için biraz dinleniyorum sadece.”

Duvarların hala kanlı olduğunu görebiliyordum. Elif neredeydi acaba? Peki diğerleri?

“Elif diye bir kız vardı galiba akşam yanında. Yan odada o da. Kalkta Bora’ya görünmeden gidin hemen. Koltuğa geldiğinde de pek gözükmezsin gözüne.”

Yavaşça yataktan kalktım. Bütün kemiklerim sızlıyordu. Ayla Hanım odadan çıktı. Aynaya doğru yürüdüm. Uzun uzun baktım akşamki teklifimin mahvolduğunun kanıtına. Yüzümde bir sürü küçük yara vardı. Yaralar kanaya kanaya kurumuştu. Bazı yerler de mordu. O kadar çirkin duruyordu ki ben bile tiksinmiştim kendimden. Acıyarak bakacaklardı yine yüzüme…

Tam hazırlanmak için dolabın kapağını açacaktım ki Elif ve Ayda girdi odaya. Ayda bacaklarıma sarıldı yine.

“Anne…” Gözlerinin dolduğunu şimdiden fark edebiliyordum. “Çok acıyor mu? Çok mu kötü anne?”2

Saçlarını okşadım. “Hayır, Ayda. Ağlamak yok.”

Geri çekilip başını salladı. “Kaç buradan. Abime de gözükme. Görmesin seni. Yine vurur görürse…” Artık ağlamaya başlamıştı. “Koltuğa geldiğinde yanıma gel ama. Gerçek annem bırakmış, sen bırakma…”

Annesinin Alya Hanım olduğunu bilmiyordu. Bacağımdan ayrıldı.

“Gideyim artık. Domuz Serpil kızar yine.”

Arkasını dönüp gitti. Elif’e baktığımda yüzünde daha önce hiç görmediğim bir ifade vardı.

“Zeynep,” dedi yüzüme bakarken. Gözleri doluydu onun da. “Bu kadar mı kötü?”

Başımla onayladım. “Bu kadar kötü.”

Daha önceden kavgaları Elif’e anlatıyordum. Aslında anlatmıyordum. İki erkek gibi gırtlak gırtlağa dövüştüğümüzü bilmiyordu mesela. Karı koca arasında geçen tatlı kavgalarmış gibi anlatıyordum.

“Neden anlatmadın?”

Canım acıyordu ama güldüm.

“Sen Şeyda ablandan bir şey saklayabilir misin? Söylesem hemen gidip ona yetiştirecektin ve o da her zamanki gibi ‘Ben demiştim’ ile başlayan cümleleriyle kafamı şişirecekti.”

Elif’in çoğu zaman annemi benden daha çok sevdiğini düşünürdüm. Evlendiğimden beri beni kıskandırmak için annemle kahve içerken bir sürü kahve fotoğrafı atıyordu.

Derin bir nefes verdi.

“Yalan da değil ama. Kadın söyledi sana.”

“Şu haldeyken bari yapma ya.”

Ortamı yumuşatmak için yaptığını biliyordum ama ona da ufak bir drama yapmanın zararı olmazdı. Aynada yüzüme baktım tekrar.

“Şu yüzümü ne yapacağız peki? Bir şey sürersem iyice kötü olur.”

Umursamaz davranıyordum. Abartacak bir şey yoktu. İlk kez olmuyordu.3

Elif konuştu ama sesi buruktu. “Bence de sürme bir şey…”

Dolapta kalan kıyafetlerime göz gezdirdim.

“Hazırlanayım da çıkalım hemen. Serpil’i de kocasını da görmeden buradan gitmek istiyorum.”

Siyah etekli takımlardan birini giydim. Küçük dolaptansa hiçbir şey almamıştım.

“Diğer elbiselerini almayacak mısın? Onlar çok güzeller.”

Gülümseyerek göz kırptım.

“Gideceğimiz evde daha güzelleri var.”

Bavulu sürükleyerek koridora yürüdüm. Elif de peşimdeydi.

“Ya bir şey soracağım. Senin buradan başka evin var mı ki? Nereye gidiyoruz biz?”

“Babam almıştı lise son sınıftayken. O zaman Bora yoktu ortalarda. Üniversite okurken kalırım belki diye. Aldı, düzdü ama bir kere bile içinde oturmak nasip olmadı hiçbirimize.”

Evi her hafta temizletiyordum. Lazım olacağını hiç düşünmemiştim belki ama kirli durmasına içim el vermiyordu. Bardağına kadar her şey yerli yerinde kuruluydu. Ziyan olsunlar istemiyordum.

Hiçkimseye gözükmeden evden çıkmayı başarmıştık. Arabanın yan koltuğuna oturdum. Yol boyunca ikimiz de konuşmadık. Araba yüksek bir binanın önünde durana kadar.

“Oha, on sekiz yaşında bir veledin başını sokması için alınan bir evin kulübe falan olmasını beklerdim. Bu ne böyle?”2

Gülümseyerek içeri girdik. Asansörün düğmesine basarken konuştu.

“Valla Zeynep beğenmediğin annene babana kurban ol sen. İkisi de süper insanlar.” Durdu ve biraz bekledi. “Şeyda ablacığımla hâlâ her gün kahve içiyoruz.”

“Aman size afiyet olsun. Ben almayayım.”

İkimiz de dün akşamı yaşanmamış sayıyorduk. Böylesi daha iyiydi. Bunu da yine annem öğretmişti.

Kötü olan bir şeyi yok sayacak güce sahip değilsek, yaşamak bize dar gelirmiş. Küçükken bu öğütlerine göz devirir ve gülerdim. Ama şimdi onun öğrettikleri sayesinde hayatta kalıyordum. Şimdi anlıyordum ki boş yere söylenen sözler değildi. Geçmişin deneyiyle söyleniyordu. Annem bana geçmişinden hiç bahsetmezdi. Ama kim bilir neler yaşadıysa, hayat ona bunları söyletiyordu.

On altıncı kata gelince indik. Çantamdan anahtarı çıkarıp kapıyı açtım. Ve Elif ikinci kez şaşkınlıkla bana baktı.

“Şimdi, burası senin evin mi?”1

“Yok amcamın evi,”

Evin içine yürüdük ikimiz de. Beyaz koltuklar, vazolar, sehpanın üzerinde kalın kitaplar, duvarda renkli tablolar vardı… Benim sevdiğim her şey vardı içinde. Sadece benim içindi. Benim için yapılmıştı. Ece’den bana kalmamıştı.

Elif beyaz koltuklardan birine oturdu.

“Süper.”

Ben de yanına oturdum. İkimiz de hâlâ evin içine göz gezdiriyorduk. Bir anda kalktım.

“Kahve içelim mi?”

Başıyla onayladı. Kalkıp mutfağa gittim. Mutfak dolapları pembeye boyanmıştı. Babam bunu da unutmamıştı.

Birkaç dakika içinde iki fincan kahveyle salona geri döndüm. Elif kıyafetlerime bakıp gözlerini döndürdü.

“Şu iğrenç şeyleri çıkarır mısın lütfen? Göz zevkimi bozuyorsun.”1

Kahveleri önüne bıraktım. “Oğuz gelecek bugün. O gidince çıkaracağım.”

“Neden? Bence o gelmeden giyin de adam seni azıcık düzgün görsün.” Aklına gelen şeyle yine bana kızdı. “Bir de benim adım Ece diye tutturup durma! Akşam da aynısını yapıyordun.”

Bir anda kapı çaldı. Oğuz gelmiş olmalıydı.

“Geldi,” dedim ayağa kalkarak. Yüzümün hali geldi birden aklıma. “Elif, yüzüm!”

“Yüzbaşının akşam kalbine sıktığın kurşunu hâlâ çıkaramamış olduğuna bahse girerim. Bence fark etmez bile. Ayrıca bence görsün. Endişelensin senin için.”

Kapıyı açmaya giderken aklımdan seslendi.

“Şu iğrenç takımını da çıkarsaydın iyiydi.”

Kapıyı açıp SADECE Oğuz’la karşılaşmayı beklerken ikinci bir sürpriz misafirle karşılaşmıştım. Tugay!

Yine de gülümseyerek karşıladım ikisini de.

“Hoş geldiniz. Buyurun, geçin içeriye.” Oğuz içeri geçtikten sonra Tugay’a döndün. “Ya senin ne işin var burada?!”

“Sana gelmedik zaten, geri zekalı.” Sert bakışlarla yüzüne baktım ama bir gram bile etkilenmedi. “Elif burada mı?”

Mecburen onu da içeri buyur etmek zorunda kaldım.

Sakin ol Zeynep… Her şey Elif için…

Peşinden salona yürüdüm ve girişte durdum.

“Kahve içer miydin Tugay?”

“İçerim tabii.”

Başımla mutfağı işaret ettim. “O zaman siktir git kendin yap.”2

Oğuz ve Elif güldü. Tugay da hiç utanç duymadan mutfağa kahve yapmaya gitti. Biraz yalnız kalmaları iyi olurdu. Ayrıca benim de Oğuz’la konuşmam gerekiyordu.

“Oğuz, biz balkona çıkalım mı?”

Başını salladı sadece. Balkona çıktığımızda masada yan yana oturduk.

“Ece, içeride sormadım ama yüzüne ne oldu?”

Fazla merak, göte- neyse… Elif’in de söylediği gibi merak etmesi iyi bir şeydi. Cevap vermedim. Bilmemeliydi.

Masanın üzerinde fotoğraf albümüm vardı. Ailemle, arkadaşlarımla çekildiğim fotoğraflar vardı içinde. Elime alıp ona döndüm.

“Benimle tanışmaya hazır mısın?”

“Seni bütün Türkiye tanımıyor mu zaten?”

Tüm Türkiye beni soyadımın Erdem olabilmesi için kızları gibi gösterildiğin asker bir babanın ve mühendis bir annenin kızı olarak tanıyordu.

Bir de kardeşim vardı sahte ailemde. Gökay…

Kadir Erdem, yani sahte babam, ben aralarına katıldığım sene şehit olmuştu.

Mercan Erdem, yani sahte annem, kocası öldükten sonra üzüntüden kendini asmıştı.

Ve geriye biz kalmıştık işte. Gökay ve ben. O aileyle işim bitmişti ama bırakamadım Gökay’ı. Az şey yaşamamıştı o da. Dört yaşında bir kızı vardı. On altı yaşındayken baba olmuştu. Gençliğin getirdiği hatalar bende olduğu gibi onun hayatında da geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurmuştu. Azra terk etmişti. Bebeğe bakmak hiç istememişti. İlk başlarda ben ilgileniyordum Yağmur’la. Babası liseyi bitirene kadar benimle kalmıştı. Sonra da babaannesi bakmaya başlamıştı. Ankara’da yaşıyorlardı ama sık sık gidiyordum oraya da.

Albümün ilk sayfasını açtım. Benim fotoğrafım vardı. On beş yaşındaki halimdi. Yine daha önce bahsettiğim bardaydık. Elimde bir meyve kokteyli tutuyordum ve kameraya gülümsüyordum.

“Bak, bu ben. Zeynep Aktepe.”

Dikkatlice inceledi fotoğrafı. Uzun uzun baktı bana. Hem kıyafetlerime, hem de yüzüme.

“Demek Zeynep böyle biriymiş.”

Gülümsedim ister istemez.

“Peki bu resimdeki kadın, neden Ece olmaya devam ediyor?”

“Ece olmaya devam etmiyorum ki.”

“Şöyle sorayım o zaman, neden herkese Zeynep olup da bana Ece oluyorsun?”

Derin bir nefes verdim.

Çünkü, unuturum o zaman.

“Neyi?”

Yine cevap vermedim. Onun yerine yeni bir sayfayı çevirdim. Bunda da üç kişilik çekirdek ailemiz vardı. Altında da sahte olan çekirdek ailem.

“Bunlar benim gerçek ailem.”

“Ölmemişler miydi?”

Elimi aşağıdaki fotoğrafa koydum. “Sahte ailem öldü.”

Bir şeyleri kafasında yerine oturtmaya çalıştığı belliydi. Çünkü ben ucu açık bırakıyor, anlatmıyordum.2

Birkaç kişiyi daha tanıttım ona, üstün körü. Bittiğinde ona döndüm.

“Bunları anlattığım için sakın artık sana Zeynep olacağımı falan sanma. Adım sana ölene kadar Ece.”1

Gözlerinde beklediğimin aksine hayal kırıklığı yoktu. Bunu zaten bildiğini fark ettim.

“Bu arada, anlaşmadan Tugay ve Elif hariç kimsenin haberi olmayacak. Annen ve baban da dahil.”

“Annem ve babam yok zaten.”1

Ölmüşler miydi? Soracaktım ama sormadım. Onun yerine kalktım ve salona gittim. Peşimden gelmekten başka çaresi yoktu.

“Hoş geldiniz, sahte çifte kumrular.”

Ben güldüm, o gülmedi.

Nedenini bilmiyordum ama benimle ilgili benim anlattığımdan daha fazlasını bilecek diye ödüm kopuyordu. Aramıza çizdiğim sınırları aşsın istemiyordum. Yüzüme takındığım maskenin arkasını benim anlattığım kadar bilsin, arkasına hiç bakmasın istiyordum. Kabul ediyorum bencildim, nankördüm, ama onu hayatımın bir parçası haline getirmek istemiyordum.
_______________________________

Yeni bir bölümümü daha bitirmişsin! Teşekkür ederim. Yeni bölümlerde görüşmek üzere. Kendine çoooooook cici bak...🎀🫧2

Bölüm : 08.12.2024 18:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...