6. Bölüm

Bölüm 6: Annemden Bana Kalan

Zeynep Çavdar
z3ynorellaaa

Bir kez daha merhaba sevgili arkadaşım! Nasılsın?3

Bu bölümü hikayemizin ikinci başlangıcı olarak kabul edebiliriz.

Çok uzatmak istemiyorum ve seni altıncı bölümümü okumaya alıyorum. Umarım beğenirsin...

Bölüm 6: Annemden Bana Kalan

Aradan iki gün geçti. Yeterince boşa zaman harcamıştık. Geriye on iki günümüz kalmıştı.

Tayra’ya gidecektik bugün. O yüzden Olga ve Natalia’yı şimdilik yanıma almamıştım. İşler bitip buraya geri döndükten sonra geleceklerdi. 2

Açık konuşmak gerekirse, orada nasıl karşılanacağımı bilmiyordum. Yedi yıl olmuştu. On yedi yaşındaki küçük kızları gitmiş, yerine yirmi dört yaşında koca bir kadın gelmişti. Tanıyacaklar mıydı acaba beni? Canım kızım diye boynuma atlayıp sarılır mıydı annem? Ya da her zamanki gibi saçlarımı okşar mıydı babam?

Ya da onları hiçe sayıp başka bir anne babanın çocuğu olmayı kabul ettiğim için kızarlar mıydı bana? İstemezler miydi yanlarında? Eğer böyle olursa ne yapacağımı bilmiyordum çünkü. Onlar hiç benden nefret etmemişti. Ama yaptığımın büyük bir şey olduğunu biliyordum. Kolay kolay sindirilemeyeceğini de biliyordum. Ama dediğim gibi, yedi yıl geçmişti. Önceden kalplerine yerleşen kızgınlığı yedi koca yılın silmeye gücü yeterdi.

Her anne baba kızını isterdi. İstemeliydi. 2

Kafamdaki düşüncelerle kalktım yataktan. Geceleri uyuyamazdım çocukluğumdan beri. Yine sabaha kadar uyumamıştım. Şimdi de saat ikiye geliyordu.

Elif çoktan kahvaltıyı hazırlamıştı. Mutfak kapısından baktım masada oturan Elif’e.

“Çok şükür uyanabildiniz, hanımefendi. Midem kazındı ya.”

Yüzümü süzdü dikkatlice. “Geçmeye başlamış yüzün. İyi bari, Şeyda abla görmesin böyle.” Yürüyüp yanına oturdum. Hâlâ kendimi açamıyordum.

“Çok korkuyorum, Elif. Gerçekten çok korkuyorum.”

“Neden?”

Derin bir nefes verdim. “İstemezlerse beni? Kaç yıl oldu, tanımazlar bile belki beni artık.” Onlarla konuşmazken Elif’le konuşuyordum ama Elif bana onlar hakkında pek fazla şey anlatmıyordu.

“Onlar seni isterler. Hem sen tanımıyor musun kendi anneni babanı? Aytan abi mi istemeyecekmiş seni? Rüyamda görsem inanmam. Herkes nefret etse bile o yine ister seni. Durdu. Ve küçük bir gülüş atarak devam etti. “Belki de gül diye o evde neler yaptığını falan sorar, deneme sonuçlarını sorduğu gibi.”

Aklıma gelen anıyla güldüm.

On üç yaşındayken annem beni dershanelerin denemelerine kaydettirmişti. Ve tahmin edebileceğiniz üzere ilk deneme sonucum berbattı. Denemeden çıkıp bir saat ağlamıştım.

Ertesi sabah yatağımda telefona bakarken babam gelmişti yanıma.

“Günaydın fıstığım.” dedi yanıma yatarken.

Burukça suratına baktım. Annemden yediğim azarı ikimiz de hatırlıyorduk. O da gülerek baktı benim suratıma.

“Nasıl geçti dünkü sınavın?”

“Ya baba ya!..” Yeniden ağlamaya başladığımda daha çok güldü.

“Ne var be? Moralin düzelsin diye sorduk!”

Elif de güldü. O zamanlar bunları hep ona anlatırdım.

“Peki annem?” Kestiremeyeceğini biliyordum ama öylece soruvermiştim işte. Belki cevap verebilir diye. Ama ağzında geveledi.

“O da kızmaz,” Durdu ve düşündü biraz. “Yani kızmaz her halde.”

Annem kızdı mı tam kızardı. Çok kavga ederdik onunla. O kadar sesli kavga ederdik ki alt kattaki babaannem bile çıkardı yukarı, kavgayı biraz olsun dindirmek için.

O bir yandan konuşuyor, diğer yandan da kahvaltı ediyordu. Ben de bir iki çatal alıp bırakmıştım.

“O kadarcık şeyle doydun mu cidden?”

Gözlerimi döndürdüm. “Mafya enişten o evde bana her gün saray sofrası gibi sofralar kurmuyordu.”

Elif dünden beri bayıldığı mafya eniştesinden bahsetmemişti. Bana karşılık olarak derin bir nefes verdi.

“Bana gerçekleri anlatsaydın o şerefsize asla enişte lakabını bile layık görmezdim, biliyorsun değil mi?”

“Biliyorum. Ama anlatmadım. Gerçekleri benim anlatmamam senin suçun değil.”

“Evet,” dedi kendini rahatlatmak istercesine. “Benim suçum değil.”

Sonunda doydu ve apar topar ayaklandı. “Hadi hazırlanalım artık. Bu kadar uyuşuk olursan akşama kadar anca varırız.”

“Ya daha yeni kalktım.”

“Paşama bak sen, yeni kalkmışmış.”

Mecburen hazırlanmak için kalktım. Tam dolabın kapağını açmıştım ki arkamdan seslendi.

“Sakın o boktan takımlardan birini giyme. Oğuz daha göreve devam etmeden bir uçurumun kenarına gidip kafasına sıkacak diye korkuyorum. Gördükçe içi kalkıyordur.”

“Onları daha bavuldan çıkarmadım. Dolaptakiler eski kıyafetlerim.”

İspanyol paça taytlarımdan birini aldım. İnsan sıradan bir kumaş parçasına özlem duyar mıydı? Ben duyuyordum. Elime gelen ilk kazağı aldım raftan. Boğazlı, gri, sıradan bir kazaktı.

Elif yeni kıyafetlerimi gördüğünde küçük bir ıslık çaldı. “Çok sade ama içlerinde hâlâ on yedilik bir çıtır gibi duruyorsun.”

Dudaklarımı büküp yüzümü komik bir şekle soktum. “Ben her zaman çıtırdım şekerim.”

“Hıı, bok! Ben gelmeseydim o cadaloz sarı saçlarınla rüyanda kabul ettirirdin sen Oğuz’a planını.” Durdu ve düşündü. “Zeynep bak sakın bana gelinliğimi de buraya getirdim deme.”

Elimle yüzümü kapattım. “Unutmuşum... O olaylar olunca aklımdan gitmiş!”

“Çok şükür Ya-rabbim.” dedi ellerini yüzüne sürerken.

“Elif!” diye bağırdım omzuna sertçe vururken.

“Ne var?” Eliyle omzunu tuttu. “İyi ki de unutmuşsun. Ben hayatım boyunca bu kadar çirkin bir gelinlik görmedim.”

“Onu almam lazım. Düğünde onu giyeceğim.”

Gözlerini devirip kusuyormuş gibi bir ses çıkardı. “Saçmalama, Bora onu almana izin vermez zaten.”

Gözlerimin dolduğunu şimdi fark ediyordum. İçimdeki ses yine beni boğuyordu.

Neden ağlıyorsun ki şimdi? O senin gelinliğin bile değil!

Biliyordum. Ama o gelinliği de parmağımdaki yüzüğü de öylesine çok sahipleniyordum ki artık benimmiş gibi geliyordu. Yüzüğümü fark edip tam bir şey söyleyecekti ki kafamı kaldırıp bağırdım.

“Yüzüğümü çıkarmayacağım! Ne yaparsa yapsın, ben ona hâlâ çok âşığım. On yedi yaşındayken de aşıktım, şimdi de aşığım!” 3

Elif sinirli bir şekilde bana baktı. “Ya sen salak mısın? Adam seni beş dakika içinde bayıltacak kadar dövdü ya! Hâlâ gelmiş bana Bora diyorsun.”

“Mafya eniştem diyordun hani, ne oldu şimdi?” 1

“Sen bana her şeyi anlatsaydın ben o adama insan bile demezdim!”

“Ama beni dövdüğü halde o gece o evde kaldın, Elif?”

Burnundan derin bir nefes verdi. “Kendi isteğimizle kalmadık zaten. Kapıya koymuşlar izbandut gibi adamları, ellerine de koca silahlar vermişler. Onlar gir deyince ne deseydim? Hayır deseydim de kafama mı sıksalardı?”

Tam bir şey söyleyecektim ki eliyle beni susturdu. “Tugay’lar beş dakika içinde bizi evden almak için gelecekler. Yanına bavul falan alma. Şeyda abla hiçbir şeyini atmadı. Telefonunu al ve çıkalım artık.” Sesi birden kavga modundan çıkmıştı.

Başımı salladım ve odama geri döndüm.

Sadece önemli ve şansa ihtiyacım olan günlerde taktığım bir inci kolyem vardı. Benden önceki sahibine pek şans getirmese de bana şans getireceğine inanıyordum. Kolyeyi taktım, telefonumu da alıp bu sefer odadan tamamen çıktım.

Elif anında kolyeyi fark etmişti. “Kolyen çok güzelmiş. Kendin mi aldın? Biri mi verdi?” Az önceki kısa tartışmayı da yok sayıyorduk ikimiz de.

“Bir arkadaşın hediyesi.” Bu arkadaş hayatımın en önemli ilklerinden biriydi.

Başını salladı ve daha fazla üstelemedi. Çıkıp ayakkabılarımızı giydik. Yani o giydi, ben eski ayakkabı dolabının önünde bakakaldım.

“Tarzın eskiden çok iyiydi. Küçüktük, ama o zaman bile kocaman topuklu ayakkabılar giyebiliyordun.”

Hepsine baktım. Çok kaba görünüyorlardı. Genelde kaçak girdiğimiz bar gecelerinde giyerdim. O zamanlar şimdiki kadar korkunç gelmezdi gözüme. Hele ki bugün o kocaman şeyleri giymek hiç istemiyordum.

“Bunlar çok büyük.” diye sızlandım Elif’e doğru.

“Beni yalnız bırakıp Tugay’la içmeye giderken öyle demiyordum ama.”

Aklıma gelen anıyla kocaman bir kahkaha attım. “Lisedeyken benden çok Tugay’ı beklerdin.”

Bu sefer o vurdu benim omzuma. “Öyle bir şey yok. Seni benden çalmaya çalışıyordu. Ve sen dört yılcık daha benim reşit olmamı da beklemedin!”

Kaşlarımı attım. “Sen reşit olduğunda ben çoktan Taşkın koltuğunun

ailedeki tek varisiyle evlenmiş ve koltuktaki üçüncü kişi olmuştum. Anlayacağın sen barlarda kokteyl bardaklarıyla dans etmeye yeni başlarken, ben kiralık katillere milyonlar teklif etmekle meşguldüm tatlım.”

“Seni ihbar edersem başına neler geleceğini biliyorsun, değil mi?”

“Hiçbir şey yapamazsın. Ülkeyi yöneten bir ailenin yaptıklarını açığa vurduğun ve bizi lekelemeye kalktığın için senin için de en pahalısından bir katil bulurum.”

Gülerek bana döndü. “Gülüyorum ama yapacağından en ufak şüphem yok.” Bordo ayakkabıları eline aldı. “Bunları giy. En kısası bunlar.” dedi bana dönerken. Ki kısa dediği ayakkabının topuğu on santimdi.

Mecburen onları giyip koşarak aşağı indim. Çünkü Tugay biz bunları konuşurken yaklaşık otuz beş kez aramıştı. Aşağı inip kapının önüne yanaşan arabaya bindik. Oğuz’un arabası olmalıydı çünkü Tugay benimle girdiği bir iddiayı kaybetmesi sonucu arabasını pembeye kaplatmıştı. 2

Ön koltuğa, yani bir tanecik sahte sevgilimin yanına kuruldum. Elif de kabullenemediği aşkıyla birlikte arkada oturuyordu. Araba hareket ederken ben Tugay’a döndüm.

“Bu araba ne ya, biz senin pembişini bekliyorduk.”

Bir kere bile içten güldüğünü görmediğim Oğuz bile gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Tugay da sinirli bir şekilde bana baktı. Elif de hiçbir tepki vermedi.

“Bir tanecik bebeğim senin yüzünden pembe!” Oğuz’a döndü. “Sana da bir şeyler oldu ha! Hakkari’deyken gülmeyi bırak ağzını bıçak açmıyordu.”

Evet, Oğuz benimle de pek konuşmamıştı ama konuşmayı sevmeyen soğuk biri olduğunu da hiç düşünmemiştim. Daha çok gece hayatını seven birine benziyordu. Geçen akşamki yemekte de hiçbir şey içme-mişti. Sevmiyordu herhalde. Yanılmıştım belki de.

Gergindim biraz. Tırnaklarım ellerimi yoluyordu.

“N’oldu?” diye sordu Tugay.

“Yok bir şey.” dedim ters ters. Sesim anında sertleşmişti. Şimdi birkaç saat sonrasını düşünüyordum.

“Şeyda anneyse konu hiç merak etme. Ben hâlâ altı ayda bir izin aldıkça gidiyorum.”

Kaşlarım çatıldı ve ona döndüm. “Ne arıyorsun sen benim annemin yanında? Görüş günlerinde babanın yanına gitmiyorsun sen be.”

Gözlerini döndürerek bana baktı. Cevap verirken son cümleyi görmezden geldi. “Bir kere ben çok seviyorum Şeyda anneyi. Her turşu kurduğunda bana da gönderiyor.”

Elif sırıttı. “Şimdi de kuruyorlar. Yardım edersiniz artık.”

“Zeynep ne anlar turşu kurmaktan?”

“Sen çok anlarsın ya, Tugay.” dedi Oğuz gözlerini yoldan ayırmadan.

“Anlarım tabii. Şeyda annem öğretti.”

Bunlara karşılık gözlerimi devirdim. “İnanamıyorum. Resmen ben hariç herkes annemle konuşuyor.”

“Yok valla Oğuz konuşmuyor.”

Annem Oğuz’u tanısa pek hoşlanmayacağından emindim.

Bora’dan da daha önceki sevgililerimden de nefret ederdi. Kadın bana kıl oluyor bir kere, elin oğullarına ne kalmış.

*** 

Bir daha kimse yol boyunca hiçbir şey demedi. Tayra’ya girdiğimiz andan itibaren sürekli sokakları inceliyordum. Pek bir farkı yoktu aslında. Sahil meyhaneleri, yosunlu denizi, teninizi yakan tatlı güneşi ve kalan her şey yerli yerindeydi.

Oğuz arabayı bahçe kapısını önüne çektiğinde derin bir nefes aldım. Başımı eve çevirememiştim ama. Bugünü hiç kafamda kurmamıştım ya da bir gün gerçekten buraya geleceğimi düşünmemiştim çünkü düne kadar Bora’ya karşı gelecek gücü bulamamıştım kendimde. Başımı çevirdiğimde ilk gördüğüm şey pembe duvarları olan iki katlı çocukluğum oldu.

Arabadan inip bahçe kapısına doğru yürüdüm. Diğerleri de arkamdan geliyorlardı. Yeni geliyorlardı herhalde. Dönüp onlara da bakamadım. Dönüp o arabaya geri binip bir daha inemeyecek kadar güçsüz olduğumdandı sanırım. Bahçe kapısını açtığımda her zaman nefret ettiğim, kulaklarımı tırmalayan o ses duyuldu. Bahçedeki çardağı geçip evin merdivenlerini tırmandım. Zile bastım. Birkaç kere. İçeride yürüme sesleri duyuldu ve babaannem yavaşça kapıyı açtı.

Uzun uzun baktık birbirimize. Yüzünü inceliyordum onun. Yüzündeki kırışıklara yenileri eklenmişti. Mavi gözleri kızarıktı. Ağlamış gibi görünüyordu.

“Buyur yavrum kime bakmıştın?” dedi kısık bir sesle. Sesi boğuk boğuk geldi kulaklarıma. Arkamdakilere baktı bu sefer. İki kişiyi seçince rahatladı. “Tugay, hoş geldin oğlum. Elif, kızım sen de hoş geldin. Arkadaşınız mı?”

Beni tanımamıştı.

Bunu bekliyordum zaten. Tutmam gerekiyordu kendimi. Çocuk gibi ağlayamazdım Oğuz’un yanında. Ağladım ama. Gözyaşları birden süzüldü yanaklarımdan. Birden koptu hıçkırıklar dudaklarımdan. Üst kata çıkan merdivenlerden ilkine oturduğumda hepsi şaşkınlıkla bana bakıyordu.

“Babaanne...” dedim hıçkırıklarımın arasından. Bir eyler söylemeye çalışıyordum ama ağlamaktan konuşamıyordum. Babaannemin yüzüne bakıyordum sadece. Bekliyordum bir ümit. Belki bir şey hatırlar diye.

“Zeynep...” dedi o da sessizce. Yaşlanmış aklına bir şeyler düşmüş gibi bakıyordu. “Yavrum...”

Merdivenden kalkıp ona sarıldım. İkimiz de ağlarken halam geldi salondan. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

“Zeynep!” dedi yanımıza koşarken. O da ağlamış gibi görünüyordu ve içeriden de ağlama sesleri geliyordu. Ağlama modun kapatmalıydım. Annem beni ağlarken görürse yine söylemeye başlardı. İçeri yürüdüm. Arkamda bıraktığım arkadaşlarımı iyice unutmuştum şimdi. Halam onları da içeri buyur etti.

Salona girdiğimde siyahlara bürünmüş insanlar vardı. Ellerinde dua kitapları tutuyorlardı. Ne olduğunu anlayamadan kapının eşiğinde bakakaldım öylece. Arkamdan gelmişlerdi.

“Babaanne, annemle babam nerede?”

Gözlerim görememişti annemi de babamı da. Gözlerinde acı gördüm karşımdaki kadının. Ne diyeceğini bilemezmiş gibi baktı suratıma.

“Zeynep... Öldüler kızım...”4

Arkadan biri seslendi ona. Bana son kez baktı ve gitti. Gözlerimin donuklaştığını hissettim. İçimde bir şeyler kırılmıştı sanki. Hıçkırarak ağlamak istedim yine. Ama ağlayamadım. Az önce yarınlar yokmuş-çasına boşalan yaşlar bu sefer boşalmadı gözlerimden. Öylece bakıyordum karşımdaki beyaz duvara. Nefeslerim hızlanmıştı. Elif’in inanamayan ses tonunu duydum.

“Nasıl ya? Bir hafta önce konuşmuştuk, hiçbir şey yoktu.”

İnanmak istemiyordum. İnanmıyordum. Ben annemi tanıyordum. Bu ölüm bana verilen cezaydı. Öyle olmalıydı. Ölmemişlerdi. Ölemezlerdi.

Halam geldi arkadan. Elinde büyük bir karton kutu vardı. Siyah bir kurdeleyle bağlanmıştı. Bana uzattı yavaşça. Siyah başörtüsü artık omuzlarına düşmüştü.

“Annen sana vermemizi istemişti. Hiç açmadık. İçinde ne olduğunu bilmiyoruz.”

Kutuyu aldım sessizce. Kimseye en ufak bir şey söylemeden üst kata çıktım. Kutuyu salonun ortasına bıraktım ve odama girdim hızlıca. Kapıyı sertçe kapadığımda çelik kapının açılma sesini duydum. Oğuz gelmişti belli ki. Çünkü kalın bir nefes sesi gelmişti. Yanıma gelmedi. Oturma odasına gitti onun yerine. Aşağıdaki sesleri de duyuyordum. Tugay ve Elif aşağıda olmalıydı.

*** 

Saatler geçmişti aradan. Odadan hiç çıkmamıştım. Kutu solandaydı. Kapıyı açtım usulca. Oturma odasındaki Oğuz’a baktım. Tavanı izli-yordu o da. Kutuyu alıp odama gittim hiçbir şey demeden.

Kapıyı kapatmamıştım bu sefer. Gelsin de istemiyordum. Anlıyordu beni. Gelmiyordu yanıma. Kaldı o odada.

Kurdeleyi çözüp kenara bıraktım. Sarı spot ışıklarından başka hiçbir şey aydınlatmıyordu odamı. Kapağı tuttum iki yanından. İçinden çıkacaklara hazır değildim. Ben bu hayatta başıma gelen hiçbir şeye hazır olamamıştım. O yüzden açtım kapağı birden. İçinde iki mektup ve birkaç fotoğraftan başka bir şey yoktu. İlk mektubu aldım. Üzerinde tek bir şey yazıyordu: Kızıma... Zarfı açtım. İçinden çıkan kâğıdı elime aldım. Uzun uzun yazmıştı annem. Belli ki yine uzun uzun söylenmişti. Gözlerim gezindi mektubun sıralarında.

“Zeynep, kızım, yavrum, bir tanem...

Eğer buradaysan, yeterince büyüdüğünü ve artık sana bir şeyler itiraf etmem gerektiğini bil.

Böyle ayrılmak istemezdim. Ama bunları karşında söylesem gitmeme izin vermeyecek kadar inatçı olduğunu da biliyorum. Bu yüzden şimdi bir mektupla annene sonsuza dek veda etmek zorundasın.

Öldü diyecekler sana. Ne derlerse desinler; dediklerine sakın ama sakın inanma.

Çok isterdim benim yaşadıklarımı yaşamamanı. Belki o zaman bu kadar kolay bırakamazdım seni. Bu kadar aptal değildir, diyerek avuturdum kendimi. Ama ne yapalım? Benim on yedi yaşındayken başlarına açtığım borcu benim on yedi yaşındaki kızımla ödediler.

O anlaşmayı kabul ettiğin için sakın pişman olma. Sen o anlaşmanın sadece küçücük bir kısmında yer alıyorsun. Sen Bora’yı kabul etmedin, o seni satın aldı. Sensin ki doksan beş trilyon eden bir annenin elli beş trilyonluk kızı.

Şaşırmıyorum da değil bazen. Nasıl oldu da kabul etti benim kızım kendinden on iki yaş büyük bir adamı? Aşk bölüşülmez sonuçta. Kardeş şakası yapıldığında bile ağlardın sen. Ah be kızım, daha anne babanın sevgisini bölüşemeden aşkı mı bölüşmeye kalktın sen?

Biliyorum şimdi hiçbir şey anlamıyorsun. Anneni de tamamen tanımıyorsun. Ama tanıyacaksın. Ben Şeyda Erdem, tanıdık geliyor mu?

Eğer on yedi yaşındayken o küçük aklımla babama oyun oynamaya kalkmasaydım, o zaman yaşayacağın hayatın şimdi hayalini bile kuramazsın.

Ama sana bu aileden sadece ateşi harlanmış, sıcak bir savaş bırakıyorum ve gidiyorum. Çünkü ben artık kendi babamla savaşmaktan çok yoruldum. En azından bir zamanlar benim yanımda beni seven bir adam vardı. Ama sen, bu savaşta tek başınasın.

Zavallısın Zeynep. Çok zavallısın. En az benim kadar zavallısın.1

Küçükken geceleri uyuyamıyorsun diye kızardım hep sana. Uyuma bundan sonra da. Uyurken sana doğrultulan bir silahı, göğsünden başlayarak bütün vücuduna dağılan kurşunları fark edemezsin.

Sakın pes etme. Son gücünle savaş hayatında bir kerecik bile görmediğin dedenle. Doğduğundan beri seni takip ediyor. Sen onu tanımıyorsun ama o seni çok iyi tanıyor.

Sakın beni arama, bulmaya da çalışma. Ne yaparsan yap bulmana izin vermeyeceğim.

Diğer mektubu abine ver. Tugay bazı şeyleri bilmeyi hak ediyor.

Bence hiç inat etme. Geri dön o eve. Yoksa seni de yanındaki o asker çocuğu da yaşatmazlar.

Görüşürüz sevgili kızım. Bu savaşın sonunda öleceğini biliyorum, ama yaşamayı en çok ben hak ediyorum.

Annen...”2

_______________________________
Bir bölümün daha sonuna geldik sevgili arkadaşım. Umarım beğenmişsindir. Kendine cici bak...🌊🐚2

Bölüm : 10.12.2024 17:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...