
< Alev Lâl Candan >
Alev, Serkan’ın kolları arasından sıyrılmaya çalışırken bileğinin sıkıca kavrandığını hissetti. Adam, kucağındaki avantajını sonuna kadar kullanıyordu.
"Ne oldu, kaçıyor musun?" diye fısıldadı Serkan, sesi koyu bir alayla doluydu.
"Ben sadece—" Alev’in cümlesi, Serkan’ın diğer elinin beline yerleşmesiyle kesildi. Nefesi aniden düzensizleşti ama bunu belli etmemeye çalıştı.
Serkan eğilip dudaklarını Alev’in kulağına yaklaştırdı. "Sürem daha başlamadı bile, hâlâ vazgeçebilirsin."
Alev içten içe tehlikenin farkındaydı ama inatçıydı. "Hayal görüyorsun," diye mırıldandı, ama sesi düşündüğünden daha yumuşaktı.
Serkan aniden hareket etti, Alev’i dizleri üzerine çekerek aralarındaki mesafeyi tamamen kapattı. Gözleri kararlılıkla parlıyordu. "Bence çoktan kaybettin," dedi ve başını hafifçe eğerek boynuna sıcak bir nefes bıraktı.
Alev’in tüm kasları gerildi. Nefesi düzensizleşti ve bilerek mi yaptığı belli olmayan bir şekilde dudakları aralandı.
Serkan hafifçe güldü. "Süre bitti, güzelim."
Alev lanet okuyarak başını öne eğdi. Kaybetmişti.
Bahsi kaybetmiştim.
Koca bir hiçlik gibi üzerime çöken bu gerçek, beynimin içinde yankılanıp duruyordu. Serkan’ın dudaklarındaki alaycı kıvrım sinirlerimi bozmaktan başka bir işe yaramıyordu.
"Ne oldu, bu kadar çabuk pes edeceğini düşünmemiştim," diye mırıldandı, sesi o kadar sakindi ki içimdeki hırçın tarafı bile kısa bir an duraksattı.
Gözlerimi devirerek ayağa kalktım. Koltukta hâlâ gevşemiş bir şekilde oturan Serkan’a döndüm. Ellerini başının arkasında birleştirmiş, zaferinin keyfini çıkarıyordu.
"Bitti mi?" dedim, sesimi olabildiğince kayıtsız tutmaya çalışarak.
"Bitti mi?" diye tekrarladı Serkan, kaşlarını hafifçe kaldırarak. "Daha yeni başlıyoruz, güzelim."
Onun bu kendinden emin tavırları sinirimi bozuyordu ama bundan daha da beteri... Haklı olmasıydı.
Bahsi kazanmıştı. Ama bu sadece bir oyun değildi.
Bedenlerimiz birbirine tepkiler veriyordu, ama işin en can sıkıcı yanı ruhlarımızın da birbirine dolanıyor olmasıydı.
Bu düşünceyi hemen aklımdan kovdum. Bu saçmalıktan daha fazlası olamazdı.
Omuz silktim. "Ne istiyorsan, hemen söyle. Kaybeden bir bahsi uzatmak gibi bir huyum yoktur."
Serkan, dudaklarında sinsice bir gülümsemeyle yavaşça doğruldu. Birkaç adım atarak önüme kadar geldi. Boyum ondan kısa olduğu için gözlerimin içine bakarken hafifçe eğilmek zorunda kaldı.
"İstediğim şeylerin sırasını belirlemem lazım," dedi, parmağını çenesine götürerek düşünüyormuş gibi yaptı.
Gözlerimi kıstım. "Serkan," diye uyardım.
Güldü. "Tamam tamam, acele etme. İki hakkımı da uygun bir zamanda kullanacağım."
Kaşlarımı çattım. "Kullanacağın zaman mı? Bunu şimdi halledeceğiz, çünkü senin saçma isteklerini yerine getirmekle uğraşacak vaktim yok."
"Bence uğraşacaksın," dedi, sesi düşmanca bir tını taşımadan, ama tehditkâr bir kesinlikle.
Ona dik dik baktım. "Bu kadar eminsen, neyse artık, yapalım da kurtulalım."
Serkan başını yana eğdi, gözleri ilginç bir parıltıyla üzerimde gezindi. Sonra, hafifçe gülümseyerek cebinden telefonunu çıkardı ve bana uzattı.
"Numaranı kaydet."
Gözlerimi kırpıştırarak telefona baktım. "Ciddi misin?"
"Sonuna kadar."
Telefonu alıp ekranına baktım. Kaydedip kaydetmemek arasında bir an tereddüt ettim. Ama kaybetmiştim ve kaybeden taraf sözünü tutardı.
Numaramı yazdım ve ona geri verdim. Serkan ekrana bakıp gülümsedi. "Alev Lâl Candan… 'Düşman' diye mi kaydetsem?"
Gözlerimi devirerek arkamı döndüm. "Ne yaparsan yap."
Tam kapıya yönelmiştim ki sesi arkamdan geldi.
"Alev."
Duraksadım ama dönmedim.
"Kaçamayacağın bir oyunun içindesin," dedi, sesi alaycılıktan çok daha fazlasını barındırıyordu. "Ve ben kazanmayı seviyorum."
Bir an, kalbimin ritmi düzensizleşti. Ama bunu umursamayarak yürümeye devam ettim.
Bu oyunun kurallarını ben belirlememiştim. Ama kurallar her zaman değişebilirdi.
Ve ben kazanmayı da bilirdim.
Serkan’ın evinin geniş camlarından dışarısını izlerken, içimde garip bir huzursuzluk vardı. Bahsi kaybetmiştim, ama mesele bu değildi. Serkan’ın sözleri zihnimde yankılanıp duruyordu. "Kaçamayacağın bir oyunun içindesin."
Öfkemi bastırarak derin bir nefes aldım. Oyunmuş. Ne oyun ama…
Tam arkamı dönüp gitmeye niyetlenmiştim ki evin dışında bir hareketlilik fark ettim. Gecenin sessizliğinde duyulan hafif bir ayak sesi… Çok hafif. Ama fazlasıyla deneyimli biri için yeterince gürültülü.
Gözlerimi kıstım. Kalbim hızlanmıştı.
Serkan bir şeylerin ters gittiğini anlamış olacak ki o da doğrulup dikkat kesildi. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra, birden camlardan biri patladı.
"Yere yat!" diye bağırdı Serkan, ama ben zaten refleksle kendimi yere atmıştım.
Silah sesleri kulaklarımı sağır ederken hızla pozisyon aldım. Kırılan camlardan içeriye siyah giyinmiş adamlar dalıyordu. Yüzleri maskeliydi ama kimin gönderdiğini biliyordum.
Fikret.
Silahımı hızla çektim ve en yakındaki adama ateş ettim. O düşerken Serkan da iki kişiyi çoktan yere sermişti. Kaşlarımı çattım. Sayıları fazlaydı.
Serkan, sırtını duvara yaslayıp bana baktı. "Hoş geldin, Candan. İşte gerçek oyun şimdi başlıyor."
Omuz silktim. "Ben zaten oynamaya gelmiştim."
Ama içimde bir his vardı. Bu saldırı, yalnızca bir uyarıydı. Fikret bizi öldürmek için değil, güçlerimizi test etmek için gönderiyordu.
Ve bu, işlerin daha da kötüleşeceğinin habercisiydi.
Silah sesleri bir anda kesildi. Kulaklarımda yankılanan uğultunun arasında derin bir sessizlik çöktü. Yerde, vurulmuş adamların inlemeleri vardı ama ayakta kalan herkes hareket etmeyi bırakmıştı.
Serkan’la sırt sırta vermiştik, etrafımızı tamamen sarmışlardı. Sayıca çok fazlaydılar. Ve ben…
Silahımı kaldırırken fark ettim.
Şarjör boştu.
Yalnızca bir mermim kalmıştı.
Serkan, bunu fark etmiş gibi göz ucuyla bana baktı. Hafifçe başını eğerek gülümsedi. "Şimdi ne yapacaksın, Candan?"
Tam yanıt vermek için ağzımı açmıştım ki ağır adımlarla biri önümüze çıktı. Adamların ortasında ilerleyen Fikret Bulut, koyu renk paltosunun yakalarını düzeltirken gözleri doğrudan Serkan’a kilitlenmişti.
"Beni özledin mi, Okyanus?"
Serkan hafifçe burnundan soludu. "Özlemek mi? O kadarını bilmiyorum ama seni öldürmeyi dört gözle beklediğime eminim."
Fikret alaycı bir kahkaha attı. "Ne cesaret ama…" Başını iki yana salladı. "Ama ne yazık ki bu gece şans senin yanında değil. Hem sen hem de küçük misafirin…" Gözleri bana döndü, gözlerimin içine bakarken sesi tehditkâr bir tınıya büründü. "Ne kadar sadıksın, merak ediyorum."
Ellerimi yumruk yaparak sıkarken Serkan kısık bir sesle sordu: "Alev?"
Bir mermim vardı.
Ve bir karar vermem gerekiyordu.
Ben kimseye sadık değildim. Oyunu yalnız kurar, yalnız oynardım. Şimdi de kartları dağıtan ben olacaktım… Hep olduğu gibi.
Silahımın soğuk namlusunu kaldırırken etrafımdaki adamlara şöyle bir göz gezdirdim. Fazlaydılar, gereğinden fazla. Serkan, silahını tutmaya devam ediyordu ama ben biliyordum—o namlunun arkasında tek bir mermi bile yoktu.
Ve bende…
Sadece bir şansım vardı.
Fikret, bu sessizliği bozmak için bir adım attı. "Ne o, karar veremiyor musun?" Başını yana eğerek bir kaşını kaldırdı. "Eğer Serkan’a sıktığını görürsem, belki seni hayatta bırakırım."
Gözlerimi kıstım. "Ben pazarlık yapmam."
Serkan hafifçe başını bana çevirdi. Bakışlarında her zamanki kendinden emin, umursamaz ifade vardı ama gözlerinin derinliklerinde bir şey gördüm. Tanımlayamadığım bir şey.
İç çekerek silahımı kaldırdım ve Fikret’in adamlarına doğrulttum. "Şimdi, hepiniz iyi dinleyin," diye mırıldandım, sesimi sert ve net tuttum. "Şu an tek bir mermim var ve kimin için kullanılacağına ben karar vereceğim."
Adamların arasındaki gerilim elle tutulur hale geldi. Fikret gülümseyerek başını salladı. "Zekisin, kabul ediyorum. Ama ne yaparsan yap, ikiniz de buradan sağ çıkamayacaksınız."
Serkan aniden hareketlendi. Bir adımda bana yaklaştı ve eğilip fısıldadı, "Beni vur."
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. "Ne?"
"Silahı bana doğrult," dedi dişlerinin arasından, sesi yalnızca ikimizin duyacağı kadar alçaktı. "Onlara ihanet ediyormuşsun gibi göster. Kafalarını karıştır."
Serkan’ı vurmayı gerçekten düşündüğüm zamanlar olmuştu. Ama şimdi?
Başımı kaldırıp ona baktım. Gözlerinde en ufak bir tereddüt yoktu.
Bu oyunu kazanmak için tek bir şansımız vardı.
Ve ben… her zaman kazanırdım.
Yavaşça silahımı kaldırdım ve namluyu Serkan’ın göğsüne doğrulttum. Adamların arasından bir uğultu yükseldi, Fikret’in gülümsemesi büyüdü.
"İşte böyle," diye mırıldandı. "Akıllı kız."
Ama kimse fark etmedi.
Serkan, sol elini hafifçe kaldırmıştı.
Ve parmaklarıyla bana sayıyordu.
Üç.
İki.
Bir.
Sonunda, kartları gerçekten ben dağıtıyordum.
Ve oyun şimdi başlıyordu.
Silahımı indirdiğimde, etrafımdaki tüm gözler bir an için donmuştu. Hem Serkan hem de Fikret şaşkınlıkla bana bakıyordu. Beklenenin aksine kimseyi vurmadım. Sadece soğuk, sessiz bir şekilde silahımı yere doğru düşürdüm.
Serkan’ın gözleri genişledi. Kafasını hafifçe eğdi, sanki ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Fikret ise alaycı gülümsemesiyle, "Beni mi şaşırtacaksın?" dedi, ama bu kez sesi bir tık daha kararsızdı.
Fikret adım atarak bana doğru yaklaşmaya başladı. Birkaç adım attıktan sonra, kulaklarıma kadar geldi ve kafasını eğerek, yalnızca benim duyabileceğim bir şekilde fısıldadı.
"Seninle işim bitmedi, Alev." Sesindeki tehditkâr tını, bir anlığına her şeyi kesip sadece o anı duyuyordum. "Bir an önce karar vermelisin. O mermiyle hangi tarafı seçeceksin?"
Cevap vermedim. İçimdeki adrenalin yükseliyordu, ama bunu kontrol etmeyi iyi biliyordum. Alev Lâl Candan, kimseyi kolayca çözemezdi.
Fikret daha da yaklaşırken, gözlerim keskin bir şekilde parladı. Sanki her şey bir anda durmuş gibiydi. Onun söylediklerinin arasında, gözlerim yere kayarken hızlıca cebimden çıkardığım çakıyı fark etti.
Bir an için Fikret, hâlâ bana yaklaşıyor, ama ne olduğunu anlamadan, bacağımı hedef alıp keskin bir hareketle çakıyı savurdum. Çakı bacağının etrafında çizgi gibi keskin bir iz bırakarak derin bir yara açtı.
Fikret aniden çığlık atarak yere çömeldi. Hızla geri adım attı, ama ben hemen elimi belime koyarak onun hareket etmesini engelledim. "Şimdi, Fikret…" dedim, sesim soğuk ve tehditkar bir tınıyla. "Biraz daha dikkatli olsan iyi edersin."
Bütün odayı saran gerilim aniden arttı. Serkan, şok içinde hâlâ gözlerini bana dikerken, elleri titriyor ama hiçbir hamle yapmıyordu. Fikret, dizlerinin üstünde acıyla kıvranıyordu ve bir adım atmaya cesaret edemiyordu.
Benim tarafımda hiçbir şey değişmemişti. Kendi oyunumu oynamaya devam edecektim, tıpkı her zaman olduğu gibi.
Tek kurşunlu silahımı fikretin şakaklarına yasladım, şimdi tüm ipler bendeydi.
Silahımın namlusunu Fikret’in şakaklarına yasladım. O an, tüm ipler bendeydi. Her şey bir anda bana bağlıydı. Fikret’in gözlerinde korku belirmeye başlamıştı.
"Bir adım bile atma," dedim, sesim donuk ve keskin. "Burası artık benim oyunum, Fikret. Ve sen sadece bir figüransın."
Bunu söylerken, Fikret’in adamlarının etrafımı saran siluetlerini fark ettim. Hepsi de sessizce bekliyordu, ne yapacaklarını bilmeden. Bir anlık kararsızlık içimi sardı, ama ben bu tür anları iyi bilirdim. Alev Lâl Candan her zaman ne yapacağını bilirdi. Her şeyin kontrolü bendedir, dedim içimden.
Silahımı Fikret’in kafasından çekip, yavaşça yere koydum. Bir adım geri attım ve adamlarına dönerek sesimi yükselttim. "Hepiniz dışarı çıkın! Şimdi!"
Adamlar şaşkın bakışlarla birbirlerine baktılar, ama sesimin katılığını hissettiklerinden hızla dışarı çıkmaya başladılar. Odayı terk ettiklerinde, Fikret’i yalnız bırakıp arkamı dönmeye başladım. Ama hemen, arkamdan gelen bir sızıntı gibi Fikret’in sesini duyduğumda duraksadım.
"Bu ne oyun, Alev?" diye inledi Fikret, acı içinde.
Hiçbir şey söylemedim. Cebimden, Serkan’a içirmeyi düşündüğüm zehiri çıkarıp, yavaşça Fikret’in önüne koydum. Şişenin içindeki sıvı, zifiri karanlık bir renge sahipti.
Fikret gözlerini kısarak, şüpheyle bakmaya başladı. "Ne yapıyorsun?" diye mırıldandı, ama sesi sanki korkudan titriyordu.
"Zehir," dedim, kısa ama soğuk bir şekilde. "Aslında bu zehir Serkan içindi. Ama artık sen içeceksin."
Fikret’in yüzü bembeyaz oldu. "Beni öldürecek misin?" diye bağırdı, ama ben sadece bir adım attım, şişeyi eline doğru uzattım. "Sana ölümden başka seçeneğim yok. Ama bir şey söyleyeyim, panzehir yalnızca bende."
Fikret, çaresizlik içinde bana bakarak yavaşça sıvıyı içmeye başladı. Gözlerinden acı ve korku fışkırıyordu, ama ben bakmaya devam ettim. Bu an, ona vereceğim son uyarıydı.
Geriye dönüp, hala Fikret’in bakışlarını hissettiğimde, içimden bir şeyin yerine oturduğunu fark ettim. Artık hiçbir şey beni engelleyemezdi. Kimse beni kontrol edemezdi.
Fikret’in gözlerindeki korku iyice belirginleşmişti. Silahı bıraktığım an, onu şaşırtmış olabilirdim ama hâlâ ölüme gitmesine karar veren ben oldum. Fikret’in hâlâ bir umutla bana bakması, içimdeki soğukluğu bir kat daha arttırıyordu.
Silahımı belimden çıkarıp, onu cebimden aldım. Şişeyi hızlıca açtım, ve gözlerimin içine bakarken, zehri tek seferde onun boğazına döktüm. Fikret bir an için direnmeye çalıştı, ama bu çabalarına gücümle engel oldum.
"İç," dedim, sesimde hiçbir titreme yoktu. "Bu senin son şansın, Fikret."
Fikret zorla zehri içti ve hemen ağzında acı bir tat bırakmaya başladı. Çırpındı, ama artık yapacak hiçbir şeyi yoktu. Adamlarına doğru adım attım ve Fikret’in kollarından tutarak onu sertçe dışarı doğru ittiğimde, gözlerinden paniği ve çaresizliği okudum. O an, ona olan nefretimle birlikte bir parça da acıma hissettim ama bunun anlamı yoktu.
"Şimdi gitsinler," dedim, adamlarına. "Ve bunu temizlemeyi de unutmayın."
Fikret, adamlarının yardımıyla arabaya taşındı, hızla hastaneye götürülmek üzere yola çıkarıldı. Artık buralarda değildi.
Evde yalnız kalmıştım. Kalbim, bu geceyi atlatmış olmanın verdiği bir rahatlıkla atıyordu, ama içimde bir şey eksikti. Arkamda bir ses duydum, yavaşça döndüm ve Serkan’ı gördüm.
Sesi, eski alaycılığından çok farklıydı. "Zehri nereden buldun?" diye sordu, gözlerinde hala şaşkınlık vardı ama aynı zamanda bana olan bir tür güven de barınıyordu.
Serkan’ın bakışlarını karşılamak, normalde soğuk ve korumacı tavrımla zor oluyordu, ama bu an farklıydı. "Bazı şeyler, Serkan," dedim, gözlerim ona takılı kalmışken, "her zaman istediğimiz gibi gitmez."
Bir adım daha attım ve sessizce ona bakarak, içimdeki karışıklığı saklamaya çalıştım. Sadece bir adım uzaklıktaydık, ama aramızda, birbirimize dokunmamızı engelleyen bir duvar vardı.
Zehri aslında Serkan için hazırlamıştım, ama o an her şeyin değiştiğini fark ettim. Yavaşça, nefesimi tutarak ona baktım. Sözlerim dudaklarımdan dökülürken, kalbim bir şekilde rahatladı. O an, tüm o karmaşa ve gerginlik, sadece bir anlığına durdu. Serkan’ın bana bakışları, bana doğru adım attığı her saniye, her şeyin tam anlamıyla farkına varmamı sağladı.
"Zehri aslında senin için hazırlamıştım," dedim, sesimdeki soğuklukla birlikte bir tür samimiyet belirdi. Ama bu doğru değildi, tam anlamıyla değildi. Bunu daha önce hiç yapmamıştım, ama bu gece ona dürüst olmam gerektiğini düşündüm. "Ama sonra vazgeçtim. O kadar basit bir şekilde ölmeni istemedim, Serkan. Bunu sana daha dürüst bir şekilde yapacağım."
Sözlerim, gecenin derinliğine düşer gibi havada asılı kaldı. Serkan’ın gözlerinde şok vardı, ama en çok da bir anlayış vardı. Hemen her şeyin başka bir şekilde olabileceğini fark ettiğini gördüm. O an, o kadar netti ki...
"Bu kadar basit değilsin," diye devam ettim. "Seninle olmak, bu geceyi geçirebilmek... belki de şimdiye kadar yaptığım en zor şey."
Bir adım daha attım, sesimdeki gerginlik giderek yükseldi. Ama bu, bir tehditten çok, kendi duygularımı açığa vurduğum bir an olmuştu.
Serkan’ın gözlerinde hâlâ sorular vardı, ama bir şey daha vardı; o da artık bana gerçekten güvenememesi, aynı zamanda bu oyunun her zaman içinde olduğunu fark etmesiydi. Ama ben... ben başka bir şey istiyordum. Bunu tam olarak ifade edebilsem de, hislerim karışıktı. Ama en azından dürüst olmaya karar vermiştim.
" Yani... bunu yapmadığına sevindim. Dürüst bir ölüm tercihim olurdu. " Başımı sallayarak onu onayladım ama konuşmadım.
Gecenin karanlığında ona arkamı döndüm, adımlarımı dışarıya doğru ilerlettim ve soğuk bir gecede kayboldum.
Oyun artık netti, herkes açık oynuyordu ve ben niyeyse kaybolmaya başlamışım gibi bir histeydim.
Yeni bölüm geldiii.
Öncelikle Bayramınız mübarek olsun 💫
Bu bölümde diğer bölümün de acısını çıkarttım 2100 kelimelik bir bolum okudunuz tebrikler 👏
Fikret'i unutmamışsınızdır umarım??
Evet Alev'in oldurecegi bir diğer adam oydu ve önümüzdeki bir kaç bölümde bu adama veda edeceğizz.
Üzülenler var mı ? Sanmam
Her neyse bugünlük benden bu kadar.
Şimdilik sağlıcakla kalın <3
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |