
Heyoooooo. Yeni bölüm geldi.
Satır aralarına yorum bırakmayı unutmayalım.
Sol alt köşede bulunan yıldızlara basmadan geçmeyelim.
Arkadaşlar mini Final bölüm geldi. Bu son değil. Çocuk Gelin Ayşe bitti ama çocuk gelin çocuğu olmakla alakalı bir kitap daha gelecek. Normalde buraya devam edecektim ama İsim vs daha belli değil bölümler oluştukça kapak vs gelecek ve sizi bilgilendireceğim. Öpüldünüz.
Kapak tasarımı için 1 hafta içinde dönecekler. Taslak çıkarmak için zamana ihtiyacım var ve telefondan yazdığım bu iki bölümde hata varsa kusura bakmayın. Hala daha taşınamadık bekliyoruz. Dualarınıza ihtiyacım var.
Sizleri bekletmeden bölüme geçiyorum.
Keyifli okumalar dilerim.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Ayşe, yeni güne bambaşka biri olarak uyanmıştı. Artık kendisine değer vermeyen kocasına değer vermeyecek ve asla kendini düşürmeyecekti. Sabah Semih'ten önce kalkarak kahvaltısını hazırladı ama onunla kahvaltı etmek yerine, sadece izledi.
Eskiden "Yalnız başına canı istemez, yiyemez" derdi. Şimdi ise "Yerse yer, yemezse de keyfi bilir" diyerek izliyordu. Kadınlık görevi adı altında dayatılan her işi yapıyor ama içine ne sevgi ne de benlik katmıyordu.
Çocuğu için kendine iyi bakmak ve ona annelik yapmak istiyordu. On dört yaşında bir çocuk için; kadınlık görevi, bebek ve kadın olmak gibi görevler verilmişti ve bu görevler, on dört yaşında bir çocuğa aitti.
Ayşe gününü planlamıştı. Markete gidecek ve evin eksiklerini alacaktı. Hacer ablasıyla oturacak ve muhabbet edecekti. Semih içinde az yemek yapacak ve akşam onunla yemeğe oturmayacaktı.
Semih'i gönderdikten sonra hızla üzerini giyindi ve evi toparladı. Kendine de dikkat etmeye çalışarak evi temizledi ve Semih için yemek hazırladı. Kendisi için ayrı yemek hazırlamış ve Semih gelmeden yemeyi planlamıştı. Saat onu geçiyorken kendini markete gitmek için dışarı attı.
Elindeki beş lira ile ne alacaktı bilmiyordu ama artık bir yerden başlamalıydı. Markete doğru ilerledi. Tam yerini bilmiyordu ama bu yolun sonunda olduğunu duymuştu. Artık korkmuyordu ve kanatlarını açması gerekiyordu.
Markete geldiğinde etrafına bakındı. Raflara dizilmiş yiyecek, içecek, meyve, abur cubur ve daha nicesi vardı. Sanki hepsine ihtiyacı varmış gibi hissediyordu ama parası hepsini alamayacaktı.
Biraz gezindikten sonra market arabasıyla kasaya ulaştı. Yarım kilo zeytin, biraz domates, bir kilo kadar elma almıştı. Peynir almak aklına bile gelmemişti. Aslında kahvaltıda peynir severdi.
Küçük bir kadının aklına, peynir gelmemişti. Çünkü ilk kez markete gidiyordu. Ailesinin evindeyken Mehmet abisi ya da babası alışverişe giderdi. Çarşıya inmek Ayşe için mümkün değildi.
Ailesine göre çarşıya inen kadınlar, kötü kadınlardı. Namus konusunda sorumsuz kadınlara, kendi memleketinde kötü kadın derlerdi. Hâlbuki kim kötü kim iyi, kim bilebilirdi ki? Kimin kararıyla iyi ya da kötü olduğuna karar veriyorlardı?
Ayşe, hiçbir zaman bu konuları net bilemeyecekti. Kendi ziyan olmuştu ve kendinden doğacak çocukta ziyan olacaktı. En kötüsü de, ne kendinin ne de çocuğunun ziyan olduğunu anlayamayacak.
Ayşe için doğru olan tek şey, şuan yaşadığı hayattı. Doğruyu yaşıyor, doğruyu görüyor ve doğru olanı tercih edebildiğini düşünüyordu. Kendine güveniyor ve her şeyi başarabileceğine inanıyordu.
Hacer ablasının yanında çocuklara bakmayı görüyor ve çocuk bakımını da kolay zannediyordu. Daha başında olduğu gebeliğinin neler getireceğini de, yavaşça öğrenecekti.
Hala elinde çamaşır yıkayan bir kadındı. Alışverişleri kendisi yapacak ve evi temizlemekten geri duramayacaktı. Ağırlık kaldırmak, yorulduğunda dinlenmek ve çamaşır makinası...
Ayşe için hepsi lüks şeylerdi. Hacer ablasının yanına gittiğinde biraz olsun dinlenirdi ama yetmezdi ki...
Zaman her şeyin ilacıydı ama kimi zaman yavaş kimi zamanda hızlı akardı zaman. Geçsin bu zamanlar, dinsin bu acılar dediğiniz anlarda, zaman geçmez ve size ıstırap olurdu. Bazen de zaman geçmesin de, biraz daha mutlu olalım deriz ama o zamanda dörtnala koşar gibi giderdi zaman.
Ayşe de, bu gebelik dönemlerinde zamanın hızlı geçmesini istediği zamanları yaşayacaktı. Vücudunda peyda olan erkeğin elleri, kendine acı çektirecekti. Bazı geceler acısından uyuyamayacaktı.
Bazen midesi bulanacaktı ama bununla uğraşamayacaktı. Acısından midesini bile fark edemeyecekti. Bazen de öyle işi olacaktı ki, yorgunluktan uyumak isteyecekti ama ona da zamanı olmayacaktı.
Sonunda eve geldiğinde Ayşe hızla eşyalarını dolabına yerleştirmişti. Evdeki işlerini bitirmiş olmanın verdiği rahatlıkla kendine bir elma soyarak yemeye başladı. Aşerdiğini farkına varmayan kadın, elmasını yerken hissettiği o tadı, asla unutmayacaktı.
Bir kadın ilk aşermesini ve onun tadını unutamayacaktı. İçinde büyüttüğü bebeğine baktığında eksikliklerini ve yapamadıklarını görecekti ama algılayabildiği eksiklikleri görebilecekti.
Peki, bir anne için en üzücü şey nedir?
Çocuğunun eğitimsiz kalması, diğer çocuklardan eksik kalması veya kendine kötü bir söz söylemesi...
Bunların hangisi daha kırıcı olabilir? Bilemezsiniz... Maalesef kimse yaşamadığı bir durumu, net bir şekilde anlayamaz. Çünkü hayat bize hislerimizi köreltmeyi öğrendi. Ateşin düştüğü yürek kendinize ait değilse, sizin gözlerinizden sadece sayılı yaşlar damlar. Onlar da empatidendir.
Ama ateş yüreğinize düştüyse yanar yakılırsınız. Yangınınızı görmedikleri için herkese küser ve acınızı dünyaya haykırırsınız. Yine de görünmezsiniz. Çünkü etrafınızda hep "Birde bizim yaşadıklarımızı yaşasanız, ne hissedersiniz" diyen bir kitle sizi, acınızı yaşamanıza bile izin vermeden acınızdan utanmayı öğretir.
Aslında herkesin hayatında ya bir çocuk gelin vardır ya da çocuk gelinin ziyan ettiği çocuğu... İşte bu, bizim hayata hep eksilerde başlamamızın nedenlerinden biridir. Çünkü ya istismar edilmiş ya da ziyan edilmiş birisi, zaten sağlıklı bir kişi olmaktan çıkmıştır.
"Bir toplumun temel taşı kadındır. Bir toplumu bozmak isterseniz önce kadını bozmalısınız. Bir toplumun değerlerini görmek için kadınlarını izleyin."
Bu tür sözlerin hep bir abartı olduğunu düşünür ve eleştirilmesine neden olunurdu. Bir toplumda bu sözleri sarf ettiğinizde, muhalefet olabilecek bir sürü insan bulabilirsiniz. Çünkü hala ataerkil olmanın sadece erkeklikle ve güçle alakalı olduğunu düşünen insanlarla doluyuz.
Semih,
Osman,
Hikmet...
İşte bu gibi adamlar ya değer verir ama parası bitince kızını satar ya da sizi para vererek hizmetçi olarak alırken de oğluna karılık yapmanı bekler. En acısı da Semih gibi adamlar sessizce kendine getirilen kadını alır, el üstünde tutuyorum zannederek öldürür ama farkına bile varmazlar.
Ayşe,
Emine,
Hüma,
Sevda...
Bu kadınların hepsi de, istismar edilen veya ziyan edilen çocuklardı. Şimdi gözlerinizi bu satırlardan çekip kısa bir düşünceye dalın. Kaç tane Ayşe var etrafınızda? Bir sürü...
İstismarın ve ziyan edilmenin çeşitli yollarını bulan sözde "Ataerkil erkekler" hala farklı versiyonlarla bunu yapmanın bir yolunu buluyor. Ve hayat, her zaman kadına zehir oluyor.
9 Ay Sonra
Ayşe, karnı burnunda bir hayatı yaşamaya başlamıştı. Bir süredir karnı burnuna değecek kadar büyümüştü. Artık doğumun gelmesine çok az zaman kalmıştı. Eli kulağında olan bebeği, birkaç güne kucağına gelecekti.
Günü temizlik ve çamaşırlarla geçirmişti. Artık beline vuran ağrılar kendini arttırırken Ayşe, tamamen kaybolmuş gibi hissediyordu. İçinde bazen korku yeşeriyordu ama kendini avutmanın bir yolunu buluyordu.
Tıpkı bir cahil cehaletine sahipti. Hacer ablasına güveniyordu. Annesinin doğum haberiyle geleceğine ve kendisine destek olacağına inanıyordu. Hayatın planları, daha da acımasızca olacaktı. En azından anneliğin gücüne ulaşmak için tırnaklarınızın çıkmasına ihtiyacınız olacaktır.
Ayşe akşam saatlerinde beline vuran sancılar kendini belli ederken Ayşe, sadece kendini fazlasıyla dayanılmaz hissediyordu. Semih, ebe kadına haber vermek istese de Ayşe doğumu anlayamamıştı.
Kendilerini yatağa bırakarak dinlenmek istemişti ama yine de dinlenememişti. Beline vuran ağrılar sıklaştıkça kendini yataktan kaldıran Ayşe, ne yapacağını bilmeden salona geçti. Bir süre dolandıktan sonra dikkatlice oturdu.
Adım atmak iyi gelse de, yorgunluğu ağır basıyordu. Dayanılmaz sancılar acaba gerçekten de doğumun belirtisi olabilir miydi? Ağrılar şiddetini arttırırken Ayşe, Semih'in yanına giderek yardım isteyecekti.
"Bey, benim belim çok..."
Ayşe daha sözünü bile tamamlamamıştı ki, bacaklarından aşağı sıcak bir hisle bacaklarına bakmıştı. Suyu gelmiş ve doğumun haberi, artık Ayşe'ye de ulaşmıştı. Semih hızla Hacer ablasına haber verdikten sonra ebe kadını almaya gitmişti.
Ayşe odaya girmeden bebeği için ördüğü kıyafetleri, battaniyeyi odaya getirmişti. Havlu, makas ve ip hazırladı. Ne lazım olur bilemiyordu ama bunları daha önce görmüştü. Sıcak suyu hazırlamak için mutfağa doğru ilerlerken Hacer Hanım kapıya gelmişti.
Ayşe işte şimdi rahatlamıştı. Bunca zaman yanında olan Hacer Hanım, şimdi yine yanındaydı ve her türlü sorunu çözebilecekti. Hacer Hanım Ayşe'yi odaya götürerek hazırladıklarına baktı.
Eksikleri hazırlarken bir yandan da suyu kaynamaya koymuştu. Kendi evinden leğen alarak getirmiş ve çocuğu sıcak suyla temizlemeyi planlamışlardı. Ebe Hanımında gelmesiyle Ayşe muayene edilmişti.
Bir süre sonra da doğum başlamış ve Ayşe'ye pozisyon verilmişti. Çocuk gelin, ıkınmayı beceremiyor ve doğumun sancısıyla savaşmaya çalışıyordu. Ikınmayı beceremediği için doğumu zorlaşmıştı.
Tırnaklarını geçirdiği çarşafa tutunarak güçlü bir ıkınma yapmış ve sonunda bebeğinin kafası çıkmıştı. Hiç durmadan bir güçlü ıkınmaya daha ihtiyaçları vardı ama Ayşe yorulmuştu.
"Şimdi duramazsın. Bebeğin için son bir kez daha haydi."
Ebe kadının sözleriyle hızla kendine gelerek tekrar ıkındı. Birkaç deneme sonrası, bebeği artık doğmuştu. Bitap düşen Ayşe, bebeğinin ağlama sesini duymuş ve gözünden akan yaşlarla gülümsemişti.
Çocuk gelinin bir çocuğu olmuştu ve Ayşe, bu hayatta en çok anne olmayı sevecekti. Çünkü onlarla büyüyecek ama ziyan ettiklerini de görmeyecekti...
Bölüm sonu
Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |