11. Bölüm

11.Bölüm Gaabr Savaşı ve Ağıtlar

İbrahim Kuru
zehhin

Duräl’ın orduları Gaabr’ın kapılarında belirirken, iki figür uzaktan belirdi: Tun ve Barak, yaklaşan felaketin habercileri gibi. Barak, nefret dolu bir çığlıkla bağırdı: “Bunların hepsi senin suçun! Beni hiçbir zaman sevmedin, bana toprak vermedin, bir kavim vermedin! Şimdi hepsine sahibim, görüyor musun baba?!”

Duräl, üvey oğluna, karanlık bir öfkeyle bakarak, soğuk bir sesle karşılık verdi: “Seni istemeseydim, ilk gün yok ederdim seni. Bu işi uzatma. Kardeşini bırak ve bil ki, artık kaçacak yerin yok!”

Barak’ın gözlerindeki hainlik, bir yılanın zehri gibiydi. Ardından, dehşetin çığlığı yükseldi. Barak, Nihil’in keskin bıçağıyla, kardeşinin kafasını bedeninden ayırdı. Gaabr’ın duvarları, ölümün yankısıyla sarsıldı.

Duräl ve oğulları şokun derinliklerinde boğulurken, cesur Chaldan, vahşi bir öfkeyle amcasına doğru fırladı, adalet arayışında tek başına savaşa atıldı. Fakat Barak’ın planı kusursuzdu. Drazin okçuları, Chaldan’ı ok yağmuruna tuttu; genç adam, amcasının yüzüne öfke dolu bir bakış atarak son nefesini verdi.

Duräl, oğlunun ölümüne gözyaşları dökerken, ordusuna saldırı emri verdi. Drazinler ve Duräl’ın çocukları, Gaabr’ın kapılarında amansız bir savaş verdi. Günler boyunca, kanlı bir dans sürdü, ölümün gölgesi her iki tarafın üzerinde ağır bastı. Yedinci günün şafağında, Gaabr’ın derinliklerinden, Althiirlerin lideri Thalassir’in beklenmedik ışığı, Drazinleri kör etti, karanlık ordusunu savunmasız bırakarak Gaabr’ın derinliklerine çekilmelerine neden oldu.

Barak, ordusunun çöküşünü görünce, eşi Helara ve yedi çocuğunun kaçmalarını emretti. Helara ve çocukları savaş alanından kaçarken, Barak, Nihil’i kuşanarak savaşa geri döndü. Duräl, oğlunun katiliyle karşı karşıya geldiğinde, tüm engelleri aşarak ona doğru ilerledi. İki efsanevi savaşçı, kaderlerini belirleyecek bir düelloda karşı karşıya geldi; kılıçlarının her çarpışması, Gaabr’ın karanlık duvarlarında yankılandı. Uzun ve amansız savaşın sonunda, Barak zafer kazandı; Duräl’ın bedeni yere yığıldı, Gaabr’ın karanlığı daha da derinleşti.

Fakat o anda, efsanevi gürzüyle Han beliriverdi. Barak, Nihil’i savunmak için kaldırdı , fakat Gazum’un devasa gücü karşısında Nihil paramparça oldu. Han’ın gürzü, Barak’ın başını ezdi; her şey bir anda karanlığa gömüldü.

Barak’ın ölümünü gören Drazinler, umutlarını yitirdiler. Şekil değiştirerek, Gaabr’ın derinliklerine dağıldılar; bir kısmı kaçtı, çoğu ise mağlubiyetin acısıyla yok oldu.

Barak’ın cesedi ateşte kül oldu. Helara ve yedi çocuğundan eser kalmadı; tıpkı Barak gibi, karanlığa karışmışlardı.

Büyük Savaş sona erdiğinde, diyarın her köşesinde derin bir sessizlik hâkim oldu. Kan ve ateşle sınanan topraklar, yeniden yaşamın filizleneceği bir barışa kavuşmuştu. Agälä, bahçelerini korumak için kendi kutsal yeminini etti ve Agälä’nın Bahçeleri’nin yeni ve ebedi koruyucusu oldu. Eşi Duräl için bu bahçelerin kalbine anıt mezar inşa edildi ve ruhu onurlandırıldı.

Thalassir Dural’ın anıt mezarının başında durup şu dizeleri okudu;

Gölgelerle savaşıp ışığa ulaşan kral,

Toprakların zenginliği, halkının kalkanı.

Zaman seni alıp götürse de,

Ruhun bu topraklarda bir meşale gibi yanar.

Adaletin kalpleri ısıtırken,

Cesaretin düşmanları dondurur.

Ey Dural, Zin’in evlatları sana sadıktır;

Ve senin adını, nesiller boyu fısıldayacaklardır.”

Tun ve oğlu Chaldan’ın anısı, Rhuums topraklarında düzenlenen görkemli bir törenle ebedileştirildi. Diyarın en soyluları, savaşın gürleyen fırtınası dinmişken Tun ve Chaldan’ın kahramanlıklarını onurlandırmak için bir araya geldi.

 

Toplanan kalabalık, bir sessizlik içinde tören alanında yerlerini alırken, Zin diyarının en büyük üç şairi Thailir, İrilias ve Eloir kayıplarının ağırlığını taşıyan bu üç usta, babaları Tun ve kardeşleri Chaldan için ölümsüz bir ağıt okumak üzere, binlerce gözün önünde yan yana dizildi. Her biri, kayıpların ağırlığını kendi kelimeleriyle dile getirdi.

Thailir’in Ağıtı , Tun İçin

“Ey Tun,

Dağların doruğunda yankılanan fırtına!

Toprakların zarafeti, halkının sarsılmaz kalkanı.

Barak’ın haini kılıcı altında yıkıldığında,

Sonsuzluğun kapıları ardına kadar açıldı.

Adın, vadilerde yankılanan bir şarkı gibi kalacak,

Ve ruhun, yıldızların altında bir efsane olarak parlayacak.

Ey Tun, bizimle konuşan sessizlik oldun;

Şimdi ise sonsuzluğun sesiyle konuş!”

İrilias’ın Ağıtı , Chaldan İçin

“Ey Chaldan,

Tun’un yanan mirası, geleceğin umut dolu prensi!

Gençliğin heyecanı, kaleminin ucunda saklıydı.

Henüz büyümemiş bir çınardın,

Ama köklerin topraklara umut serpiyordu.

Barak’ın hain eli seni kopardığında,

Şiir olamamış bir dize idin,

Gökyüzü ağladı, bulutlar yas tuttu.

Adın, her baharın yeniden dirilişinde yaşasın,

Ve her doğan gün senin adını fısıldasın!”

Eloir’in Ağıtı ,Her İkisi İçin

“Ey Tun ve Chaldan,

Baba ve oğul, yeryüzü ile gökyüzü gibi birleşen!

Kanınızla sulandı bu topraklar,

Cesaretinizle yoğruldu bu halkın kaderi.

Barak’ın lanetli eli sizi ayırdı,

Ama adlarınız sonsuzlukta bir oldu.

Ruhlarınız, Zin’in derinliklerinde yankılanacak,

Ve bizler, her çığlıkta sizin cesaretinizi bulacağız.

Ey Tun ve Chaldan,

Zaman size boyun eğdi; şimdi efsanesiniz!”

Şairlerin kelimeleri göklere yükselirken, kalabalık gözyaşlarına hâkim olamadı. Zin diyarının her köşesinden gelen halk, Tun ve Chaldan’ın mirasını kalplerine kazıdı. Törenin sonunda, onların isimleri taş tabletlerde işlenerek kutsal bir tapınağa kondu. Ruhları, dağların yankısı ve nehirlerin akışıyla birleşti.

O günden sonra, Zin’in her köşesinde Tun ve Chaldan’ın adı, cesaretin ve fedakârlığın birer sembolü olarak anıldı. Onların hikâyesi, rüzgârın fısıltılarında ve şairlerin melodilerinde yaşamaya devam etti.

Bölüm : 22.11.2024 20:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...