3. Bölüm

3.Bölüm Althiirlerin ve Drazinlerin Yaratılışı

İbrahim Kuru
zehhin

Sin’in içindeki kötücül niyetler hâlâ körelmemişti. Evrenin dengesi karşısında duyduğu kıskançlık, ruhunu bir kez daha karanlığın fısıltılarıyla doldurdu.

Kendi özünden, ateşin en saf ve yıkıcı halinden bir parça kopardı; bu parçadan, karanlık büyülerle yoğrulmuş Drazin’leri oluşturdu.

Drazin’ler, geceye ve karanlığa hükmeden, şekil değiştirebilen , sinsi ve çevik yaratıklardı. Derileri, karanlık gecenin tonlarını taşır; koyu gri ve siyah renklerde olup, zifiri gölgelerin içinde adeta kaybolurlardı. Gözleri ise, alev alev yanan kırmızı ve sarı parıltılarla ışıldardı, içlerindeki kötülüğün ateşi dışarı vururdu. Uzun, sivri kulakları ve ince, bıçak gibi keskin parmakları, gece avcılarının alameti farikasıydı. Bazılarının sırtında, kanatları geceye ait karanlık bir perde gibi uzanan deriler bulunurdu. Saçları, uzun ve siyah, adeta gölgeyi kuşanmış bir şekilde yüzlerini örtüyor; örgülerle ya da savruk bir dağınıklıkla karanlık bir şelale gibi akardı.

Saf alev ve gölgelerden doğan bu varlıklar, Zin’in batısındaki Gahala ormanlarının derinliklerinde ve Ignis dağlarının kasvetli yamaçlarının birleştiği yerde kendilerine büyük yeraltı şehri Gaabr’ı inşa ettiler. Bu yaratıkların en kudretlisi ve en büyülüsü, Helara adında bir Drazin’di. , Helara ateşin en saf formundan doğmuştu. Drazinler’in ve kadim yeraltı şehri Gaabr’ın ilk kraliçesi olarak karanlık tahtına oturmuştu. Gaabr’ın girişinde biri küçük diğer ise ondan çok daha büyük olan iki kara kapı vardı. Bu kapılardan küçük olan Drazin Kraliçesi Helara’ya , diğeri ise Drazinlerin yaratıcı babası Sin’e armağan edilmişti. Kapılar o kadar ihtişamlıydı ki , bu kapılar her açıldığında , yarattıkları sarsıntıyla bütün Zin’i titretir ve Zin halklarını korkuturdu.

İn, Sin’in karanlık ve sinsi hilesine boyun eğmedi; kalbinde doğan kutsal öfkeyle, gölgeye ışıkla karşı koymaya ant içti. Ruhundan bir parça kopardı, bu saf ve kutsal parçayı ışığın ve yıldızların özüne dönüştürdü. Ve böylece, “Althiir’’ adını verdiği beş kutsal varlık doğdu. Althiirler, Drazinlerin alevlerine karşı gelen, aydınlığın ve masumiyetin göksel muhafızlarıydı. Zin’in dağları ,denizleri , toprakları ve suları üzerinde süzülen bu kutsal varlıklar, saflıkla yoğrulmuş ve ilahi kudretle kutsanmışlardı.

Althilerin lideri Thalassir, göklerin en yüksek zirvesinde süzülen ilahi bir rehberdi. Kanatları, gece yarısı göğünde parıldayan yıldızlarla bezenmişti; her çırpışı bir şimşeğin gücünü taşır, karanlığın içinden ışığı çağırırdı. Bedeni, gümüşi bir ışıltıyla kaplanmış, yıldız tozuyla işlenmiş gibi zarif ve büyüleyiciydi. Uzun saçları, galaksilerin parlaklığı ile süslenmiş altın ve gümüş renklerinin bir harmanıydı. Gözleri, evrenin sonsuzluğunu yansıtan saf bir ışıkla parıldar; bakışıyla hem bilgelik hem de sarsılmaz bir kararlılık sunardı. Elinde taşıdığı yıldız asa, sadece rehberlik eden bir ışık değil, aynı zamanda evrenin bilgeliğini taşıyan bir armağandı.

Sara, zarifliği ve iyileştirici gücüyle göz kamaştıran bir Althiir idi. Kanatları, saf beyaz ışıkla doluydu; uçlarından dökülen incecik ışık parçacıkları, dokunduğu her yerde hayatı yeşertirdi. Bedeninin ince hatları, sabahın ilk ışıkları gibi yumuşak ve huzur vericiydi. İnci beyazı tuniği, su damlaları gibi ışıldayan taşlarla süslenmiş; etrafına bir dinginlik ve güvenlik hissi yayıyordu. Gözleri, derin bir şefkat ve sınırsız iyilikle dolu; turkuaz ve zümrüt tonlarının dans ettiği bir huzur kaynağıydı. Elleri, iyileştirici dokunuşların gücünü taşıyan, ışıkla örülmüş bir enerjiyle çevrelenmişti.

Caelestis, ışığın adalet kılıcıydı. Altın rengi zırhı, Sunin sıcaklığını ve denizlerin parıltısını taşır; ışığın ve suyun gücünü birleştirirdi. Kanatları, devasa ve ihtişamlıydı; her çırpışı bir savaş narası gibi yankılanır ve dalgaları andıran bir kudretle süzülürdü. Bedeni, dayanıklılığın ve azmin bir tezahürüydü; kılıcı ise suyun keskinliği ve ışığın yıkıcı gücüyle parıldıyordu. Gözleri, öfkenin ve kararlılığın sembolü olan altın rengi bir ışıkla parıldar; bakışlarıyla bile düşmanlarını titretebilirdi. Savaş meydanında, ışığın ve alevin bir araya geldiği bir fırtına gibi görünürdü.

Thaliel, denizlerin en kadim ruhuydu. Kanatları, okyanusun en derin maviliklerinden yapılmış gibi parlıyor; her hareketiyle dalgaların melodisini taşıyordu. Bedeni, sanki denizden yükselmiş bir varlık gibi turkuaz ve yeşilin en saf tonlarıyla kaplıydı. Saçları, yosunların ve deniz çiçeklerinin renklerini taşıyan uzun ve dalgalı bir perde gibi arkasında sürüklenirdi. Gözleri, okyanusun en derin sırrını ve huzurunu taşır, bakışıyla en çalkantılı suları bile sakinleştirirdi. Elinde taşıdığı mavi kristal küre, Zin’in sularını kontrol eder ve huzuru sağlardı.

Liandros, gecenin sessiz rehberiydi. Kanatları, Mun ışığının suda bıraktığı parıltıyı taşır; uçlarından dökülen gümüş zerrecikler geceyi aydınlatırdı. Bedeni, gece gökyüzü kadar sakin ve huzurlu; aynı zamanda bir Mun ışığı kadar saf ve büyüleyiciydi. Uzun, ipek gibi saçları, gece rüzgarıyla dalgalanan gümüş teller gibiydi. Gözleri, karanlıkta ışıldayan yıldızları anımsatan, derin bir umut ve bilgelik taşıyordu. Elindeki Mun şeklindeki lira, geceyi melodiyle doldurur ve Zin’in sularına dinginlik getirirdi.

Bu beş Althiir, ışığın ve elementlerin kutsal birliğini temsil eder. Her biri kendi görevini üstlenirken, birlikte evrenin dengesini ve kutsal düzeni korumak için mücadele ederler.

Onlar, ışığın elçileri olarak, Drazin’lerin ateşine karşı göğün ve denizin gücünü birleştirirlerdi. Zin’in üzerinde, ışık ve karanlık bir kez daha çarpışırken; Althiirlerin ve Drazinlerin dokusu, evrenin kaderine kutsal bir iz bıraktı.

Bölüm : 22.11.2024 19:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...