
İşte bu evrenin tam ortasında, Duräl ve Agälä’nın ilahi birliği meyve verdi. Bu kudretli çift, Zin’in ilk atalarıydı. Duräl’ın gücü ve Agälä’nın zarafeti, İn tarafından kutsanılan dört büyük varlığı Zinya getirdi; onlar, evrenin ilk çocukları, kaderin dokunuşuyla şekillenen dört elementin ruhuydu. Bu ilahi çocuklar, İn tarafından onlara verilen dört büyük gücü temsil ediyordu: Bilgelik, İrade, Yaratıcılık, ve Merhamet . Bu dört çocuk babalarının iradesi ile Zen’in dört bir yanına yayılıp, kendi medeniyetlerini kurdu ve varoluş sebepleri için Zin’e hizmet ettiler.
Barak ise babası Duräl’ın iradesiyle, Agälä’nın Bahçeleri’ni korumak üzere tayin edilmişti. Bu bahçeler, Agälä’nın ruhunun yansımasıydı; Duräl ve Agälä’nın yaşamlarına hayat veren kutsal topraklar, nadide bitkilerle, kudretli hayvanlarla ve sonsuz bir ahenkle akıp giden ırmaklarla doluydu. Burayı korumak, göğün ve yerin gücüyle kutsanmak demekti; kutsal bir emanetin bekçiliğini üstlenmek, varoluşun sırrını kollamaktı. Fakat Barak, bu görevi hiçbir zaman istemiyordu. Ruhunun derinliklerinde bir huzursuzluk taşıyordu. Babasının iradesine boyun eğmişti ama kalbi, hürriyetin ve kendi yolunu çizmenin özlemiyle yanıp tutuşuyordu. Kardeşleri gibi kendi kaderini tayin etmek, bir yoldaş bulmak ve çocuklarına sevgisini adamak istiyordu. Fakat bahçelerin kutsal gölgesinde kalmaya mahkum edilmişti, ve bu durum içini bir çeşit hüzünlü yalnızlıkla dolduruyordu. İçinde büyüyen dışlanmışlık hissi, zamanla bir fırtınaya dönüştü; sanki bir rüzgar gibi, onu köklerinden söküp alacak kadar güçlüydü.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
