40. Bölüm

39. Bölüm: CANHIRAŞ

Zehranur Alkan
zehranurr

“Doğum, hayatın kapısını aralayan bir başlangıç; ölüm ise bu yolculuğun son durağı.”

Gecenin korkunç karanlığı ve gündüzün yorgun ışıklarının olduğu bir güne merhaba demiştik.

Bir gece de hayatımız alt üst olurken herkes hastanede gözünü açmıştı belki de hiç kapatmamıştı da.

Burası korkunç bir yerdi içerde insanlarda iyileşmek için çaba verirken kapının ardında kalanlar sevdiklerini canlı tutmaya çalışıyordu.

Hastane koridoru kalabalıktı bütün aile buradaydı kimisi dualar ederken kimisi de sadece susmuştu.

Bu insanların yüzünde eskiden renkler vardı şu an ise sadece bir kasvet, bir umutsuzluk…

Ne Sahra’dan haber alabiliyorduk ne de Selim’den bildiğimiz tek bir şey vardı o da Alparslan’ın sağlıklı olduğuydu.

Milan tedavisi biten Alparslan ile yanıma geldiğinde “Efnan hadi sizi eve bırakayım çocuk buralarda perişan olmasın!” dediğinde itiraz edecekken gözlerindeki yorgunluğu fark edip sadece başımı sallamakla yetindim.

Tamay, ruh gibi sadece duvarı izlerken Barlas ise gitmem konusunda bana işaret vermişti. Milan’dan Alparslan’ı alıp yürümeye başladığımda aklımda sadece tek bir soru vardı “Şimdi ne olacak?”

Asansöre bindiğimizde Milan derin bir nefes vererek ilk defa duyduğum bir sesle “Bu çocuk annesiz ve babasız nasıl büyüyecek Efnan?” diye sorduğunda dudaklarım titremişti.

Sahi bu çocuk anne ve baba sevgisi olmadan nasıl büyüyecekti?

Daha küçücüktü süt kokarken nasıl annesizliğe dayanacaktı?

Peki ya babasız ne yapacaktı? Nasıl öğrenecekti sevmeyi sevilmeyi?

Babasının annesini sevdiği gibi sevmeyi nasıl öğrenecekti?

Milan’a göz ucuyla bakarken “Daha bir şey belli değil ki Milan belki bir mucize olur he olmaz mı?” diye sordum.

Milan bana yorun bir bakış atarken ilk defa bu kadar sessizdi. Normalde her şeye bir cevabı olan adam bu sefer sessiz kalmıştı.

Ağır ağır başını sallarken umudu olmadığını göstererek tekrardan sessizliğe büründüğünde otopark kısmına gelmiştik. Arabaya bindiğimizde Alparslan kimsesizliği hissetmesin diye sıkıca sarıp sarmaladım.

Milan dikiz aynasından bize bakıp arabayı çalıştırdığında yolda sadece Alparslan’ın minik sesi arabayı doldurmuştu. Hiçbir şeyi anlamıyor olabilirdi ama içerde bir yerde ters giden bir şeyler varlığını hissediyordu belki de.

Çok geçmeden eve vardığımızda kapının önünde ki önlemleri görüp ürkmüştüm.

Kapıda bir sürü maskeli adam vardı ve her birinde üst düzey koruma vardı. Milan arkasını dönüp bana baktığında “Korkmana gerek yok sadece önlem biz evde değilken sizi birilerinin koruması lazımdı!” dedi.

Bu da tehlikenin hala var olduğu anlamına geliyordu.

Bu durum beni çok gereken arabanın kapısı açıldı arabadan inip Alparslan’ı tekrar kucağıma aldığımda Milan bizi hızla eve soktu. Beraber eve girdiğimizde bizi evde Fernando karşılamıştı.

Milan ve Fernando göz göze geldiklerinde Fernando başını ağır bir şekilde aşağıya eğdiğinde “Merak etme ben buruda olduğum sürece onlar bana emanet!” dedi.

Milan bir şey demeden saçlarımı öperken “Korkmana gerek yok bir şey olursa ve için sıkılırsa ararsın beni!” diyerek evden çıktı.

Çıktığı kapıya bakarken fısıltı gibi çıkan sesimle “Dikkatli ol!” diye bilmiştim sadece ama o bunu duymamıştı, duyamamıştı…

Fernando, tekli koltuğa otururken bende Alparslan’ı odasına çıkarıp yatırmayı denedim. İlk başlarda huysuzluk çıkarsa da uykuya daha fazla dayanamayıp dalıp gitmişti.

Salona inip Fernando’nun karşısında ki koltuğa oturduğumda o koca yemek masasına bakarak “Daha düne kadar şu masa da hayat vardı Efnan bir neşe bir güzellik vardı!” dedi.

Başımı sallarken “Hayat çok acımasız değil mi? Düne kadar canlarına can katan insanlar bugün canlarıyla cebelleşiyor!” dedim.

Fernanado sessiz kalırken gözünü masadan çekip “İlk başta bu masada olan neşeyi çok kıskanmıştım yalan değil!” dediğinde derin bir nefes alarak “Şimdi ise tekrar canlanmasını bekliyorum!” dedi.

Onu ilk defa bu kadar iyi anlamıştım çünkü insan kendinde olmayan şeyi kıskanırdı ben ve Fernando bu masayı hiç yaşayamamıştık bile. Bu masa bizde olmayanı bize sunmuşken bir şekilde geri istiyordu.

Ben bunları düşünürken kapının önünden gelen seslerle tedirgince yerimde kıpırdandım.

Fernando, ne olduğuna bakmak için bahçe camına ilerlerken cebinden telefonunu çıkarıp birilerini aradığında meraklanmıştım. Tam yerimden kalkıp bakacakken oturmamı işaret ederek “Önemli bir şey yok otur sen!” dedi.

Kapıdaki sesler artarken çok geçmeden kapı kırılırcasına çalınmaya başlandı. Fernando’nun kılı bile kıpırdamazken Alparslan’ın ağlama sesi bütün evi sarmıştı.

Ben yukarıya çıktığımda kapı açılmış olmalı ki bu sefer ses evin içinde yankılanıyordu. Alparslan’ı kucağıma alıp sakinleştirirken hiç bilmediğim bir ses evi inletmeye başlamıştı bile.

Alparslan sakinlerken çok geçmeden Tamay’ın sesi duymamla bir oh çektim. Derin bir nefes verdiğimde odanın kapısı aniden açılmıştı bu durum beni tekrardan ürkütürken Milan bana yaklaşmaya başladı.

Tam ne olacağını soracakken Milan’ın sol gözünden bir damla yanağına doğru akmaya başladı. Merakım giderek büyürken korku ile “Ne oldu sana böyle? Neden gözünden yaş geliyor Milan? Bir şey oldu değil mi?” diye sordum.

Milan derin bir nefes alırken “Selim’in durumu ağırlaştı!” dediğinde boşta kalan elimi ağzıma kapattım. Milan yutkunurken “Sahra daha iyi iç kanamayı atlattı yarın uyutmayı kesip kendi kendine uyanmasını sağlayacaklar!” dedi.

Sahra’nın iyi olmasına sevinirken Selim’in durumunun ağırlaşmasına üzülmüştüm. Tam bir şey diyecekken yükselen seslerle beraber Milan sinirle soluyarak “Hivda Hanım aşağıda torununu alıp gidecekmiş!” dedi.

Milan’ın söylediğine kaşlarım çatılırken “Kızı bu haldeyken cidden buraya gelip ortalığı mı karıştırıyor?” dediğimde sesler daha da yükseldi. Alparslan’ı yatağına koyup Milan ile aşağıya indiğimizde herkes hastaneden çıkıp eve doluşmuştu bile.

Hivda Hanım’ın arkasında daha önce görmediğim çehreler görürken Baran’ın sinirden kızarmış gözleriyle kesiştim. Herkes öfkeliydi belki de ama görünen o ki Tamay’ın öfkesi tüm evi yakacak düzeydeydi.

Herkese nefretle, kinle hatta tiksintiyle bakıyor kelimeler ağzında tükürürcesine çıkıyordu.

Bir insan annesine nasıl bu kadar düşman olabilirdi ki?

Ondan nasıl nefret edebilirdi?

Tamay, olağan gücüyle bağırarak “Defolun evimden de hayatımdan da her haliniz dehşet her haliniz kaos! Her karşıma çıktığınız da huzur bırakmıyorsunuz insanda zaten yeterince derdimiz var bir de sizin şımarıklığınızla uğraşmayalım!” dediğinde durumun ne kadar büyük olduğunu anlamış oldum.

İnsan annesinden nefret edebilir hatta onu hayatından çıkarabilirmiş!

Ama anneler kutsal değil miydi?

Bu kadın kutsal varlığını hayatından nasıl bir çırpıda atabilmişti ki?

Beynimde birçok soru gelip giderken olaylar daha da kızışmıştı daha ne olduğunu anlamadan Hivda Hanım’ın eli havada asılı kaldı. Tamay bir karşısında ki kadına bir de kaldırdığı eline bakarken sırıtarak “Neden duruyorsun ki bu senin ilk tokatın değil Hivda Hanım?” dedi.

Gözlerim büyürken Tamay devam ederek “Hadi ne duruyorsun devam etsene?” dediğinde Baran bir adım öne atıldı. Karşımızda ki tablo tehlikeli bir hal alırken Milan’ın kasıldığını ve sinirlendiğini nefes alışından anlarken gözüm ona kaydı.

Herkes gibi o da sinirlenmişti hatta eli yumruk dahi oluştu. Gözüm hala Milan’ın üzerindeyken Baran’ın “Bu evde çocuk büyümez uzatmayın Alparslan’ı verin gidelim!” demesiyle tekrar odağım onlar olmuştu.

Aklıma takılan tek şey neden bu evde çocuğun büyüyemeseydi?

Fernando derin bir nefes alarak “Senin evin çok mu sağlıklı?” diye sorduğunda hepimiz ona döndük. Fernando omzunu silkerken “Ne yaptığı belli olmayan bir anne, sağa sola çatan sen, psikolojik sıkıntılar yaşayan kız kardeş he birde alkolik başka bir adam daha gerçekten çok sağlıklı bir ortamı!” dedi.

Baran gülümserken “En azından benim evimde bir çocuk öldürülmüyor!” dedi.

Tamay’ın bakışları sertleşirken Barlas’ın Baran’ı yumrukla yere sermesi bir olmuştu. Biz endişeyle onara doğru koşarken Barlas Baran’a öldüresiye yumruklar savuruyordu.

Hepimiz onu durdurmaya çalışırken Tamay kılını bile kıpırdatmadan merdivenlere yöneldi. Ne yaptığını anlamazken Barlas’ı zorla Baran’dan ayırmışlardı.

Gözüm hala Tamay’ın üzerindeyken adını dahi bilmediğim bir adam öne atılarak “Buraya bunun için gelmemiştik Barlas!” dediğinde Barlas bağırarak “Sizin buraya gelen ayaklarınızı sikerim Meriç!” diye bağırdığında onu ilk defa bu kadar sinirli görmüştüm.

Elim ayağıma dolaşırken kapıdan gelen kalabalıkla evde yeniden kargaşa oluşmuştu.

Barut amca, Ayşe teyze ve ardında biri ile içeriye girdiğinde gür bir sesle “Yeter!” diye bağırdı herkes aniden sessizleşirken eve bir ağlama sesi doldu. Tamay ortada görünmezken adımlarımı merdivene yönlendirdiğim an Tamay kucağında Alparslan ile aşağıya iniyordu.

Herkes hala sessizken Tamay mutfağa doğru ilerlediği sırada “Geriye döndüğümde burada tozunuzu dahi görmek istemiyorum ona göre!” diyerek mutfağa girdi.

Baran inatla yerinden kımıldamazken diğerleri de ondan güç alıyor gibiydi. Barlas sinirle bir adım öne atılırken Barut amca onu durdurup önüne geçerek Baran’ın karşısında bir dağ gibi dikildi.

Baran’ın yüzü değişirken Barut amcanın çehresi sertleşmiş korkunç bir hal almıştı. Hivda hanım sadece onları izlerken Barut amca göz ucuyla kadına bakıp “Al oğlu çıkın gidin hadi!” dedi.

Hivda hanım şaşırırken Baran kendini göstererek “Bana konuş bana!” dediğinde Barut amca bu sefer Baran’a bakarak “Kimsin lan sen? Kimsin ki bana dikleniyorsun?” dediğinde tek gözünü kırpıp başını sağa yatırdı.

Baran’ın sinirden dudakları titrerken “Unuttun mu lan beni?” diye sormasıyla Barut amca onu yakasından tutup kendine çekerek kulağına bir şeyler fısıldayıp yakasını bıraktı.

Baran’ın göz bebeklerinin oynadığını gördüğümde yutkundum. Milan bana bakarken “İkisi de çok korkunç görünüyor!” dediğimde gözlerini benden alarak tekrar onlara döndü.

Baran omuzlarını dikleştirip annesine döndüğünde “Siz gidin!” dediğinde Hivda Hanım başını sallayarak bir şey diyecekken Baran “Meriç annemi al ve gidin!” diyerek lafları kadının boğazına dizdi.

Meriç diğerlerini alıp sorgulamadan evden ayrılırken Baran koltuğa oturarak “Bir süre misafir edersiniz artık beni!” dediğinde Tamay dişlerini sıkarak “Seve seve!” diyerek mutfaktan çıkıp Alparslan’ı bana uzatarak “Uyumaya ihtiyacı var!” dedi.

Alparslan’ı alıp Milan’a dönerek “Sende benimle gelir misin?” diye sorduğumda başını sallayarak bana eşlik etti biz odaya çıktığımızda merakla Milan’a bakarak “Ne olacak şimdi? Ortalık resmen karıştı!” dedim.

Milan zorda olsa gülümserken “Sen düşünme bunları onlar paramparça olsa da bir aile ve bir şekilde ortak noktayı bulmaya çalışırlar!” dedi. Ona güvenip başımı sallarken alttan gelen sesleri işitmemeye çalışıyordum.

Alparslan’ın huysuzluğu artarken Milan ile beraber onu sakinleşmeye çalışsak da pek bir faydası olmamıştı. Zaman ilerledikçe huysuzluğu daha da artıyordu.

Milan daha fazla dayanamayıp Alparslan’ı kaptığı gibi aşağıya indiğinde bende peşinden aşağıya inmiştim. Salonda silahlar çekilmiş sert bir hava olsa da herkes bir koltukta oturarak hastaneden gelecek iyi bir haber bekliyordu.

Milan, Alparslan’ı Tamay’a uzatarak “Fazla huysuz bence biraz onunla ilgilenmelisin!” diyerek kucağına koydu. Tamay, Alparslan’ı dikkatlice yukarıya çıkarırken Milan onun gidişini sabırla izledi.

Tamay, odaya çıkıp kapıyı kapatırken Milan başını sallayarak Baran’a doğru ilerlerken içimde bir korku belirdi. Hepimiz ne yapacak diye beklerken Baran’ı yakasından tutup yere savururken üzerine yürüyerek “Yüzsüz müsün lan sen?” diye bağırdığında yerimde sıçradım.

Fernando ve Barlas hemen ayaklanırken Milan hız kesmeden Baran’ın yüzüne yumruğunu geçirdiği sırada “Seni bok çuvalı gibi sallandırırım lan!” diyerek bir yumruk daha savurdu.

Barlaslar Milan’ı zorla uzaklaştırırken Milan boş durmayıp parmağını sallayarak “Siktir olup gideceksin lan bu şehirden uzaklaşacaksın bizden, hayatımızdan!” dediğinde elim ağzımda onu dinliyordum.

Barut amca Baran’ı yerden kaldırırken Milan hala sakinleşmemişçesine “Olurda en ufak bir şeyde senin adını duyarım silerim oğlum seni nüfustan acımam kimseye!” dediğinde Baran bir şey dememiş Barut amca ile dışarıya çıkmıştı.

Fernando, Milan’ı bırakırken “Hayvan gücü var sakin omzumu ağırttı!” derken Barlas’ta omzunu ovalayarak “Ağzına sıçayım senin Milan!” diyerek derin bir nefes verdi.

Fernando, Barlas’a bakarak “Ben o kargaşada anlamadım sikerim mi dedi silerim mi?” diye sorduğunda Barlas omzunu silkeleyerek “Ben silerim anladım ama bu güçle sike de biler!” dediğinde Ayşe teyze boğazını temizleyerek onlara sert bir bakış yolladı.

Milan sinirle solurken “Biraz sakin mi olsan? Yeterince zor durumlar en azından sen sakin kalsan olmaz mı?” dediğimde öfkeyle bana bakarak “Kalamam sakin falan!” diyerek odaya gitti.

Tamay’ın yanına çıkmak için merdivenlere yöneldiğimde hem basamakları çıkıyor hem de kendi kendime söylenmeyi ihmal etmiyordum.

TAMAY’DAN

Milan’ın niyetini anlayıp odaya çıktığımda Alpo ile oturup aşağıdaki bağırışları dinlemeye başladık. Küçük bebeğin şahit olmaması gerek olaylara şahit olması içimi acıtırken onu göğsüme yatırıp sakinleşmesini sağladım.

Çok geçmeden sesler kesildi ve içeriye bir hışımla Efnan girerek “Ortalık bu kadar karışmışken sakin kalsa ölürdü zaten!” dediğinde “Çok dolmuşsa sinirini çıkarmak için birini aramış olmalı.” Dedim.

Efnan hala kızgınken “Olabilir onu da anlıyorum ama şu an bu kadar karışıklığı kaldırabilecek durumda değiliz!” derken içinde tuttuğu gözyaşlarını yavaşça salıverdi.

Yaşadığı şeyler ona yavaş yavaş ağır gelmeye başlarken “Şu halimize bak yarınımız nasıl olacak bilmiyoruz bile!” dediğinde sakin ve bir o kadar yorgun bir sesle “Hadi Efnan sen biraz dinlen!” dediğimde omzunu silkerek “Onun yanına gitmek istemiyorum!” derken gözyaşlarını durduramadığı gibi silmekten gözleri kızarmaya başlamıştı.

Onu kendi haline bıraktığımda camın kenarına oturup sessizce gözyaşlarını dökmeye devam ediyordu. Bunun böyle olmayacağını anladığımda telefonu cebimden çıkarıp Milan’a mesaj atacakken saatin çoktan geceyi döndüğünü fark ettim. Derin bir nefes verip Milan’a mesaj attığımda telefonu kenara koyup kucağımda uyuyan bebeğe göz ucuyla baktım.

Kapı yavaşça açıldığında içeriye kızarmış gözlerle Milan girdi ve gözlerini hemen ağlayarak uyuya kalan karısına dikti. Milan’a göz ucuyla bakarken “Karını alıp odana git sinirini de bir daha ondan çıkarma!” dediğimde Milan, Efnan’ı kucağına alarak “Sana bebekle iyi geceler bende bebeğimi alıp gideyim bari!” dediğinde sırıttım.

Milan gittikten sonra Alpoyu yatağına koyup kalktığım yere tekrar oturdum. Kısa bir süre sonra kapı tekrar açılırken tek gözümü açarak gelen kişiye baktığımda Barlas elinde yastık ile içeriye girdi.

Yerimde kımıldanırken Barlas beni durdurarak “Bu gece uzun olacak sana yardıma geldim” dediğinde hüzünle gülümsedim.

Aklıma Selim’in Sahra’nın dinlenmesi için geceleri kalkmaları gelirken gözümden bir damla yaş düştü. Barlas gözümden düşen yaşı silerken “İkisi de bu eve sapasağlam gelecekler merak etme!” dediğinde başımı sallayarak “Buna inanmak istiyorum Barlas ama Selim’in durumu beni çok korkutuyor!” dedim.

Barlas yanıma otururken “Selim çok güçlüdür Tamay eve sapasağlam gelmek için fazlasıyla çaba sarf edecek merak etme!” dediğinde oflayarak “Neden hala bir çaba sarf etmiyor o zaman neden Sahra gibi bize güzel bir haber vermedi?” diye sorguladım.

Barlas arkasına yaslanırken “Selim küçükken de böyleydi önce düşerdi ama kalkması hep zaman alırdı ‘neden’ diye sorduğumuzda ise ‘önce canım ne kadar acıyor diye bakıyorum sonra kalkıyor ve canımın acısı ne zaman geçer diye yokluyorum’ derdi!” dediğinde sırıttı.

Barlas geçmişe giderken “Bir gün yine oyun oynuyoruz kafasını duvara çarptı kafası kanarken bir türlü yerden kalkamadı o kadar korkmuştum ki ona bir şey oldu diye sonra kalktı ve bana bakarak ‘canım çok acıdı birazdan geçecek inanıyorum’ demişti” dediğinde duraksadı.

Duraksamasının ardından gözünden bir damla düşürüp yanağına akarken “Yemin ederim o an benim canım onunkinden daha çok yandı!” dedi. Barlas acıyla inlerken bana bakarak “Yemin ederim benim canım şu an onunkinden daha çok yanıyor!” diyerek gözyaşı dökmeye devam etti.

Barlas’ın bu halim içimi acıtırken onu ilk defa bu kadar çökmüş olarak gördüm. Her daim güçlü durmaya çalışan adam bu sefer gözyaşı dökerek acısını hafifletmeye çalışıyordu.

Başımı omzuna yaslarken “Geçecek hepsi can özüm her şey o kadar güzel olacak ki can acından eser kalmayacak!” dediğimde başını başıma yaslayarak iç çekip “Geçecek!” diyebildi.

İkimizde aslında yoklara oynuyorduk buna rağmen birbirimize destek vermeyi bırakmamıştık.

Barlas yanıma kıvrılırken gözlerini tavana dikerek “Bunun sorumlusunu bulduğum an yok edeceğim onu bu dünyadan!” dediğinde omuz silkerek “Yalnız değilsin!” dedim.

İkisinden güzel haber aldığımda bunu yapanı bulmak için elimden ne geliyorsa yapacak bütün imkânlarımı bunun için kullanacaktım. Selim benim için çok değerliydi keza Sahra’da öyle…

Gece çok çetrefilli ve yorgun geçerken günün ilk ışıkları çoktan doğmaya başlamıştı bile. Barlas Alpoyu yeniden uyutup yatağına koyarken yorgun gözlerle ona bakarak “Bu geceden sonra da cidden baba olmak istiyor musun?” diye sordum.

Barlas kıkırdarken “Her an vazgeçebilirim!” dediğinde bende kıkırdamıştım. Bu kadar acının ve yorgunluğun üzerine bile gülümseyebilmiştik.

Oturduğum yerden kalkarken “Hadi artık odamıza gidelim!” dediğimde kapı usulca açıldı. Ayşe teyze kafasını içeriye doğru uzatırken “Müsait miydiniz?” diye sordu.

İkimizde aynı anda kafamızı sallarken tamamen içeriye girdiğinde “Şu halinize bakın yorgunluktan mahvolmuşsunuz hadi gidip dinlenin gerisini ben hallederim!” dedi.

Barlas ile birbirimize baktığımda Barlas saçlarını karıştırıp “Sizi de yormayalım!” dediğinde Ayşe teyze kaşlarını çatarak “Ne yorgunluğu bir daha duymayayım hadi gidin!” dediğinde minnetle gözüne bakıp teşekkür ederek odamıza geçtik.

İkimiz de dinlenemeyeceğimizi biliyorduk yine de o yatağa girdik ve her zaman olduğu gibi birbirimize sığındık. Zaman su gibi akarken güneş çoktan tamamen kendini göstermiş kuşlar ise içimizdeki kasveti atmak istercesine her zamankinden daha neşeliydiler.

Barlas ile hiç vakit kaybetmeden hazırlanıp aşağıya indiğimizde herkes çoktan hazırlanmış bizi bekliyorlardı. Barlas’ın kaşları çatılırken “Siz nereye böyle?” diye sorduğunda babam omuzlarını dikleştirerek “Sizi hastanede yalnız bırakacak değiliz ya!” dedi.

Barlas bana bakarken tekrar babama dönerek “Barut baba kalabalık istemiyorlar ama bunu en iyi sen bilirsin!” dediğinde babam asla ısrar kabul etmeyen bir tonla “Bizde dışarda bekleriz!” dedi.

Ayşe teyzeye bakarken “Siz nereye böyle?” diye sorduğumda “Kocama aynen katılıyorum!” dedi. Oflarken “Alparslan ne olacak?” diye sorduğumda Efnan ile aynı anda “O da gelecek!” dediler.

Küçücük çocuğu hastane köşelerinde harap etmeye çekinmiyor tam tersine birbirlerine arka çıkıyorlardı resmen.

Fernando araya girerek “1 saat sonra Alparslan durmuyor diye eve gelecekler nasıl olsa daha fazla oyalanmaya gerek yok bence!” dedi. Milan sinirle “Evet, onları da eve Fernando getirecekmiş ne de olsa!” dediğinde bu konunun tartışıldığını anlamış olduk.

Barlas daha fazla beklemeden evden çıkarken bizlerde arkasından evden çıkıp arabalara yerleştik. Barlas kendi kendine söylenirken ayniden bana dönerek “Yemin ediyorum en sonunda kovulacağız hastaneden içeriye de almayacaklar bizi!” derken ne kadar haklı olduğunu düşünmeden edemedim.

Dünde aynı sorunla karşı karşıya kalmıştık ve hastane yönetimi güzellikle bizi eve göndermişti bu sefer kolumuzdan tutup kapının önüne koymazlarsa iyiydi.

Olacakları bir kenara koyup hastaneye vardığımızda sakince hastaneye giriş yapmıştık. Selim ve Sahra’nın odasının önüne geldiğimizde Hivda Hanım’ın hemşireyle bir şeyler konuştuğunu görünce tedirgin oldum.

Onlara yaklaştığımızda hemşire bize dönerek “Sizlerde geldiğinize göre ilk güzel haberi vermek isterim Selim Bey’in durumu saatler ilerledikçe iyiye gidiyor!” dediğinde derin bir nefes verdim.

Hivda Hanım merakla “Peki kızım o nasıl? Durumunda bir değişiklik yok mu?” diye sorduğunda hemşire gülümseyerek “Uyutmayı bıraktık artık gerisi onda, kendi kendine uyanmasını bekliyoruz” dedi.

Hemşire giderken ona teşekkür edip direk Barlas’a sarıldığımda o da bana sarılarak kulağıma eğilip “Kardeşim iyi olacak değil mi?” diye sordu ve ben de gözlerim dolu bir şekilde başımı sallayarak “Hem de çok iyi olacak!” dedim.

Barlas’tan ayrılıp Alparslan’a ilerlediğimde onu kucağıma alıp sandalyeye oturduğumda huzurla etrafı izlemeye başladık. Arada Alparslan’ın kulağına eğilip ona bir şeyler anlattığımda sanki anlıyormuşçasına hareketler yapması çok hoşuma gitmişti.

Alparslan sandığımızdan daha uslu durduğunda şaşırsak da anne ve babasının burada iyi olduğunu hissetmesi içimizi rahatlatıyordu.

Meriç yanımıza yaklaşıp önümüzde eğildiğinde işaret parmağını Alparslan’a uzatıp tutmasını sağladı. Hiçbirimiz buna karşı çıkmazken o da rahatlamış bir şekilde gülümseyerek “Aynı babasına benziyor!” dedi.

Herkes Alparslan’ı babasına benzetiyordu ki öyleydi de aynı Selim’in yüz tipiydi bebek olmasına rağmen aynı babası gibi keskin bakıyordu. Onun gibi kaşları hep çatıktı, dudakları aynı babası gibi dolgun görünüyordu.

Sahra, Selim’i o kadar çok sevmiş olmalı ki onun küçük bir versiyonunu doğurmuş kendinden hiçbir şey vermemişti.

Meriç biraz daha Alparslan’ı sevip uzaklaşırken Hivda Hanım’ın keskin bakışlarıyla karşılaşmıştım. O kadar sinirli bakıyordu ki sanki her şeyin suçlusu benmişim gibiydi yine ve yeniden beni suçlar gibiydi.

Saatler hızla akarken hemşirelerin aceleyle Sahra’nın odasına girmesiyle hepimiz tedirgin olmuştuk. Biz neler olduğunu anlamaya çalışırken Baran babam ile ilerleyip hemşirelerden bilgi almaya gittiklerinde Barlas yanımızda durup bana güç vermeye çalıştı.

Babam ısrarla bir şeyler öğrenmeye çalışırken doktor dışarıya çıkarak “Müjdemi isterim ki hasta yavaş yavaş kendine gelmeye başladı” dediğinde sevinçten gözümde yaşlar akmaya başladı.

Alparslan’a sarılıp saçlarına öpücükler kondururken “Anne uyandı yakışıklı sırada baba var!” dedim.

Sahra’nın biraz daha kendine gelmesini beklediğimizde saatler artık gece yarısını göstermek üzereydi. Alparslan’ın bu saate kadar burada tutmak içimi rahat ettirmese kimsenin eve gitmeye niyeti olmayışı işleri karıştırmıştı.

El mahkum çocuğu hastane köşelerinde süründürdüğümüz için üzülsem de doktor yanımıza gelerek “Saat çok geç oldu madem bu kadar beklediniz içeriye birinizi alalım madem!” dediğinde gülümsemiştim.

Kendimi öne atarak “Sağlık açısından kritik ama bebekle birlikte girebilir miyim? Annesi bebeğini görse?” dediğinde doktor bana isyan ederek bakarak “İyi madem girin!” dediğinde çok sevindim.

Alparslan ile beraber korunaklı kıyafetler giyerek içeriye girdiğimizde Sahra yorgun gözlerini açıp bize baktığında zorla gülümsedi. Gözleri acıyla harmanlanmışken imkan dahilinde kolunu uzatıp oğluna dokunduğunda gözünden bir damla yaş düştü.

Ben sevinçten ağladığını düşünürken zorla çıkan sesiyle “Anne sana bunları yaşattığı için çok üzgün bebeğim!” dediğinde kaşlarım çatılmıştı. Gözü bana kayarken iç çektiğinde “Yorma kendini hem Alparslan iyi Selim’de iyi olacak sende iyisin çok şükür!” dedim.

Sahra başını sallayıp yutkunurken “Selim?” diye sorduğunda “Durumu ağır ama iyi olacak merak etme, sen kendine odaklan her şey yoluna girecek!” dediğimde odadan çıkma vaktim gelmişti.

Odadan çıkmak için hamle yaparken Sahra son kez bebeğine dokunarak “Ona iyi bak olur mu? Onu ancak sana emanet edebilirim.” Dediğinde sinirle “Buradan çıkamayacakmışsın gibi konuşma lütfen!” dediğimde başını çevirdi.

İçimde boşluk olurken tekrardan odadan çıkmak için adım attığımda Sahra “Selim’e ondan özür dilediğimi söyle böyle olacağını bilememiştim!” dediğinde nefesim kesilmeye başlamıştı.

Dediklerini beynim kabul etmezken anlamadığım her halimden belli olurcasına baktım ona. Ya da beynim anladığı şeyleri anlamamış gibi de yapıyor olabilirdi!

Ne demeye çalıştığını anlamazken bu kadar olumsuz konuşması içimde ki fırtınaları tekrar estirmeye başladı. Bir şey anlamamıştım ya da anlamak istediğimi dile getirmemiştim getirmek istememiştim ama kafamdaki sesleri susturamayarak “Yapmadın değil mi?” diye sordum.

Sahra bir şey demezken ben ısrarla soruma yanıt bekliyor gibi baktım gözlerine. Sadece sustu ve biz yokmuşuz gibi duvarı izlemeye başladı.

Sahra’nın gözlerinin içine son kez baktığımda hızla odadan dışarıya çıkıp Alparslan’ı Barlas’ın kucağına vererek yüzümdeki maskeyi hızla çıkardım. Nefes nefese kaldığımda Milan beni kolumdan tutup sandalyeye oturttuğunda hemşireler hızla Sahra’nın odasına giriyordu.

Herkes endişeliyken ben daha deminki olayı atlatamamış bir şekilde endişeli kalabalığa bakıyordum. Çok geçmeden Selim’in odasına da kalabalık bir şekilde hemşireler girerken oturduğum yerden kalktım.

Kalbim o kadar sıkışmıştı ki bir an kalp krizi geçirdiğimi sandım. Elim kalbimin üzerine giderken gözyaşlarımı yerinde tutamamış bilfiil de ağlamaya başladım.

Dakikalar hızla geçerken Barlas’ın koluna tutunarak “Neden kimse bir şey söylemiyor?” diye sorduğumda Barlas kolunu bana sararak “Sakin ol ikisine de bir şey olmayacak!” dedi.

Doktorlarda haber beklerken Ayşe teyze Alparslan’ı alıp bir köşeye geçip dua etmeye başlarken Hivda Hanım da kendine mukayyet olamayıp sandalyeye yığılmıştı.

Hepimiz iyi bir haberin pençesine tutulmuş beklerken iki farklı doktor, iki farklı odadan çıkıp bize bakmaya başladı. Doktorların biri çok solgun çıkarken diğeri iste size bir umut daha getirdim der gibiydi.

Kalbim boğazımda atarken öne atılarak “Neden bir açıklama yapmıyorsunuz?” diye sordum öfkenin harmanlandığı tonla. Doktorlar birbirine bakarken önce Selim’in odasından çıkan doktor maskesini çıkardı ve “Hasta o kadar güçlü ki biz bile değerlerinin bu kadar hızlı bir şekilde toparlanmaya başlamasına şaşırdık!” dedi ve gülümsedi.

Bu iyi bir haberdi yüzümde güller açarken ekleyerek “Fakat kurşunu çıkardığımız yere bakıldığında felç kalma gibi bir durum olabilir bunu sizler gitmeden önce de söylemiştim bunu sakın unutmayın!” dedi.

Derin bir nefes verdiğimizde başımızı sallayarak diğer doktora baktık o ise uzakta iyi bir haber bekleyen süt kokulu bebeğe bakıp tekrar bize döndü.

Gözleri kolundaki saate bakarken yanındaki hemşireye “01.10!” diyerek sustu.

Bir süre sessiz kalırken maskesini çıkardı ve iç çekerek “Maalesef size güzel haberlerim yok! Ani gelişen bir komplikasyon sonucu hastayı kaybettik!” dediğinde dünyam başıma yıkılmıştı.

Başım dönerken koridordaki feryat figanlar havada uçuşuyor Alparslan ise hiçbir şeyden habersiz ilerde Ayşe Teyzenin kucağında usulca oturuyordu.

Milan kolumu tutup bana destek olmaya çalışırken ben ne hissedeceğimi ne diyeceğimi bilememiş bir şekilde etrafa bakıyor hiçbir tepki veremiyordum. İçimde bir yerlerde boşluk oluşurken korkularım tekrar gün yüzüne çıkmaya başlamıştı.

Sahra’nın gülen yüzü gözümün önüne gelince gözümden bir damla süzülürken yüksek bir sesle ah ettim. Gözümdeki yaşlar çoğaldıkça gözümün önündeki güle yüz solmaya başlamıştı bile.

Sahra o kadar güzel gülerdi ki bazen gülüşü hiç solmayacak gibi gelirdi bana. Ama artık gülüşü solmuştu, gülüşünde ki çiçekler susuz kalmıştı geriye de bize sadece acı bırakmıştı.

Sesler kulağımdan uzaklaşırken etraf yavaş yavaş bulanıklaşıp kararmaya başlamıştı. Bütün hücrelerim kendini salarken kendimi Milan’ın desteği ile sandalyeye bıraktım.

Tamamen kendimden geçtiğimde Fernando’nun “Sadece biraz sakinleştirici!” demesini duymuştum.

Kaç saat ilacın etkisinde kaldığımı bilemeyerek bir başıma acımı yaşadığım an kendime bir yemin etmiştim buna kim cesaret ettiyse onu bulup sonu olacaktım.

Gözlerim açık bir şekilde tavanı izlerken ne tepki veriyor ne de gelene bakıyordum. Çok geçmeden ağlamakta çatallaşmış sesiyle Hivda Hanım “Ne kadar da sakinsin!” dediğinde gözümü kaydırıp sadece onun bitap düşmüş haline baktım.

Gözlerimi tekrar tavana diktiğimde konuşmasına deva ederek “Sahra bunları hak etmemişti biliyor musun?” dediğinde iç çekerek devam etti “Ne Selim ile evlenmeyi ne de senin yanında var olmayı!” dediğinde sesinden nefret akmaya başlamıştı.

Hala sesim çıkmazken “Onun gülüşünü soldurdunuz, bak amacına ulaştın yine birine felaket oldun!” dediğinde sol gözüme yaş düştü. Hivda Hanım tüm siniriyle koluma yapışırken “Kızımı toprağa koydun Tamay, yok ettin kızımın gülüşünü!” dediğinde yüzümü yüzüne çevirdi.

Mavi gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olurken dudakları titreyerek “Öksüz bıraktın el kadar bebeyi!” dediğinde gözümden bir yaş daha süzüldü.

Hiçbir şeyden haberim yokken her zamanki gibi her şeyin suçlusu ben olmuştum. Kimseye zararım dokunmamışken herkesin yarası olmuştum. Ben bir felakettim kime elim değse sonu ölüm oluyordu.

Mavi gözlerimi mavi gözlerine sabitlerken “Kızların kaderi annelerine benzermiş Hivda Hanım, söylesenize kaderimi bu kadar mahvedecek ne yaşattınız insanlara da ahını aldınız?” diye sordum.

Hivda Hanım bir adım geriye giderken “Ben senin annen falan değilim!” dediğinde düz bir sesle “Bazı şeyleri değiştiremezsiniz tıpkı kaderinizden beni çıkaramadığınız gibi!” dedim.

Bedenim hala uyuşukken yattığım yerden doğrulup Hivda Hanıma baktığımda “Kaderimi değiştiremiyorum, ne kendimi toprağa koyabiliyorum ne de açtığım beyaz sayfaları bembeyaz tutabiliyorum ama hiçbiri için gelip seni suçlamıyorum!” dedim.

Duraksayıp yutkunduğumda boğazımdaki sızı ile “Hayatındaki bütün felaketleri benden bilemezsin Hivda Hanım! Ben senin hayatının ölü kızıyım sen ise benim hayatımın kötü kaderisin, anlayacağın o ki senin benden alacağın yok ama ben senden alacaklıyım hem de haddinden fazla!” dedim.

Hivda Hanım ellerini yumruk yaparken “Herkesi hazmettim Asmin herkese eyvallah dedin benim neyim eksikti de beni bu hale getirdin? En acısını ben yaşamışken neden beni yok saydın?” diye sordu değişik bir durum içerisindeydi bir kızını toprağa koyarken ötekisiyle yüzleşmek istiyordu.

Hivda Hanım, acı ile inlerken karşımdaki kadının acı çekişlerini izledim. Neyi nasıl yapması gerektiğini bilemiyor gibiydi eli kolu bomboş kalmıştı. Suçlayacak birini bulamamış acılar içerisinde kıvranıyordu.

Susuz kalmış boğazlarım hala sızlarken zorla çıkan sesimle “Özür dilemeye bile tenezzül etmiyorsun Hivda Hanım! Kocan benden çocukluğumu çaldığını bildiğin halde özür dilemeyip her felakette beni suçladın! Elin yüzümü okşamaya kalkmadı bile Hivda Hanım senin o elin bana tokat atmak için kalktı! Yanımda olmak şöyle dursun sen benim karşımda hep bir duvar gibi durdun!” dediğimde boğazlarımda daha da acı.

Bu acı susuzluktan değildi yaşadıklarım kursağımda taş olmuşken canımı acıtıyordu. Gözlerim bulanıklaşırken gözümden tek bir damla düştü “Sen çocuğunu kaybeden bir anne gibi davranmadın bana Hivda Hanım! Sen bana yükmüşüm gibi davrandın, yalancıymışım gibi hissettirdin, düşmanınmışım gibi gördün!” diyerek sustum.

Hivda Hanım’ın dudakları titrerken bana doğru adım atmaya başladığında onu elim ile durdurdum. Onun gözlerine benzeyen mavi gözlerimi gözlerine kitlerken “Kaybının yerine beni koyamazsın buna asla izin vermem! Şimdi beni çok iyi dinle, sen benim annem değilsin sen bana sadece acısın kötü bir kadersin hepsi bu!” dediğimde tekrara yatağa girdim.

Hivda Hanım’ın bir şey demesine izin vermeden ona arkamı döndüğümde “Git ve kızının acısını yaşa Hivda Hanım zira bana açtığın yaralar fazlasıyla kalbime batıyor daha fazla ne sesini ne de varlığını hissetmek istiyorum!” dedim.

Adım sesleri uzaklaşırken kapıyı açıp “Hoşça kal kızım! Hoş yaşa zira bundan sonra senin kötü kaderin değilim beni görmeden önce ki gibi yaşa anneni ölmüş bil!” diyerek kapıyı kapattı ve gitti.

Bana ilk ve son defa kızım demişti ilk defa suçu bende bulamadan öylece gitmişti…

Koridordaki adım sesleri kaybolurken daha fazla dayanamayıp içli içli ağlamaya başlamıştım. Yaşadıklarıma mı üzülsem, ortada kalanlara mı üzülsem bilememiştim? Elim kolum bağlanmış koca bir hiçliğe düşmüştüm çaresizliği iliklerime kadar hissetmiştim.

Bir süre sonra kapı tekrardan açılırken içeriye bu sefer tanıdık bir koku girdi. Nerede olsa tanırdım bu kokuyu Barlas gelmişti içerdeki hava birden değişirken yanıma gelmesini bekledim.

Barlas’ın adımları hızlanıp yanıma geldiğinde parmakları saçlarıma değdi. Ciğerlerime derin bir nefes çekerken Barlas yanıma oturarak “Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sordu.

Kızarmış gözlerimi gözlerine kaydırırken “Boşlukta gibiyim Barlas, çaresizliği iliklerime kadar hissediyorum!” dediğimde burnumu çekerek “Kendimden çok Selim ile Alparslan’ı düşünüyorum, nasıl dayanacaklar!” dedim.

Barlas acı ile gülümserken “Acı ile olgunlaşacaklar yavrum, hayat her zaman adil olmuyor maalesef!” dediğinde başımı salladım. Yattığım yerden kalkıp Barlas’a sarıldığımda gözyaşlarıma hakim olamadım.

Barlas saçlarımı okşarken “Cenaze için Sahra’nın akrabalarının gelmesini bekleyeceklermiş!” dediğinde gözlerine bakarak “Yarın yani!” dedim.

Barlas beni onaylarken başımı iki yana sallayarak “Ne yani Selim son ke karısına veda edemeyecek mi?” dediğimde Barlas iç çekerek “Bu imkansız Tamay, Onun ne zaman uyanacağı bile aşikar!” dediğinde gözyaşları içerisinde “Haksızlık!” dedim.

Barlas oturduğu yerden kakıp beni de kaldırdığında “Hadi eve gidelim güzelim Alparslan artık durmuyor!” dediğinde oturduğum yerden kalkıp “Hissetmiş olmalı!” diyerek sustum devamını getirmeye gücüm yetmemişti çünkü.

Odadan çıkıp koridor boyunca yürürken Hivda Hanım’ın sesleri kulağıma dolmaya başlamıştı. Tamamen koridora girdiğimizde herkes perişan bir şekilde bir tarafa yığılırken gözüm Baran’a ilişti.

Baran fazla sessizdi başını duvara yaslamış karşısındaki duvarı izliyordu. Barlas’ın ellerinden kurtulup Baran’a doğru ilerlediğimde herkes ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu.

Baran bana bakarken gözleri ağlamasa bile kıpkırmızı olmuştu belli ki gözyaşlarını içine akıtıyordu. Oturduğu yerden kalkıp karşımda dikilirken “Ağla!” dedim.

Baran afallarken bu seferde “Kardeşin öldü ağlasana!” dediğimde daha da afalladı. Kendini toplayıp bir adım bana doğru atarken “Ağlamam!” dediğinde inatla baktım gözlerine.

Gözlerim dolarken “İnsan kardeşi için ağlama mı Baran?” diye sorduğumda iç çekerek “Çok ağladım!” dediğinde sinirden gülerek “Hiç göremedik!” dedim.

Baran dişlerini sıkıp kendini zorlarken “Ben alışığım kardeşlerimi mezara koymaya, AĞLAMAM!” dediğinde gözünden bir damla yaş düştü. Daha fazla dayanamayıp gözyaşlarını sıralarken acıyla gülümseyerek “Ağla Baran o kadar ağla ki için dışına çıksın!“ dedim.

Baran yavaş yavaş bana yaklaşıp başını omzuma gömdüğünde ağlamaya devam etti yıllar önce ölüsün dediği kardeşinin omzunda kardeşinin yerine koyduğu kız için ağlamaya devam ediyordu.

İçim paramparça olurken ellerim saçlarına giderek “Bana da ağla Baran! Ölü dediğin kardeşinin omzunda onun yerine koyduğun kız için ağlamana izin verdiğim için bana da ağla!” dediğimde benimde gözümden yaş düşmüştü.

Baran bir süre daha ağlayıp benden uzaklaşırken “Ölüsün dediğim için bana yazıklar olsun başkasına değil!“ dediğinde başımı iki yana sallayarak kulağına yaklaşıp “Bunların asıl sorumlusu sizsiniz Baran! Şimdi otur sebep olduklarına ağla!” diyerek onan uzaklaştım.

Baran’a son kez bakıp “Seni affettim Baran!” dediğimde Hivda Hanım’a dönerek “Seni de affettim Hivda Hanım!” dedim. Onlardan uzaklaşırken “Lakin ne ölünüz ölüme ne diriniz dirime!” diyerek yürümeye devam ettim.

Artık eve gidip yasımı tutmaya devam etmek istiyordum çünkü yas tutmam bitince buna sebep olan herkesin eceli olacaktım. Daha süt kokan bebeği annesiz koydukları için onların sonu olacaktım.

Hep beraber eve gittiğimizde Sahra’nın evi burası olduğu için Baranlarda buraya gelmek durumunda kalmıştı. Herkes bir köşeye sinerken Ayşe Teyze Alparslan’ı alıp odasına çıkardı ben ise Selimlerin odasına girmiştim.

Bunu neden yaptığımı bilmesem de ayaklarım beni buraya getirmişti. Her şey o kadar düzenli ve hazırdı ki sanki sabah olduğunda tatilden dönecekler ve hayat yine eskisi gibi olacaktı.

Lakin sanki dediğim hiçbir şey olmayacak Selimler tatilden dönmeyecek ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Yana yakıla beklediğimiz yakınlarımız artık gelmeyecek gelen ise eski neşesinde olmayacaktı. Birini mezara koyacaktık diğeri ise mezara girmeden mezarda yaşayacaktı.

Yatağın üzerine çöküp yüzümü ellerimin arasına alırken “Artık renkler yok Tamay artık bu evde neşe yok!” dediğimde dudaklarım titremeye başlamıştı. Etrafa göz gezdirip oturduğum yerden kalkıp odada çıktım.

Salona indiğimde herkesin gözlerinde ki hüzün büyürken kimseden çıt dahi çıkmıyordu. Fernando bana başıyla bahçeyi gösterirken rotamı bahçe kapısına çevirdim.

Fernando ve Milan ile bahçedeki masaya oturduğumuzda Milan derin bir nefes vererek “Bunu kim yaptıysa en acil şekilde bulup durdurmamız lazım çünkü biz onları durdurmazsak onlar sevdiğimiz herkesi elimizden alacak!” dedi.

Fernando derin düşüncelere dalmışken “İhtiyara mı gitsek?” diye sorduğunda başımı olumsuz anlamda sallayarak “Artık kimseye güvenemeyiz belki de düşman en yakımızdadır!” dedim.

İkisi de bana şaşkınca bakarken Milan “İhtiyarın bize ihanet edeceğini düşünmüyorsun herhalde!” dedi. Omzumu kaldırıp indirirken “Neden olmasın Fernando ile aramızı bozan da o değil miydi?” dediğimde ikisi de başını salladı.

Arkama yaslanırken “Bu işi kendi imkanlarımızla çözeceğiz! Fernando sen çocuklara haber ver sokaklarda bir şeyler duyarlarsa haber versinler, Milan sende Adar ve Alex’e haber ver araştırmaya başlasınlar!” dediğimde ikisi de vakit kaybetmeden harekete geçtiler.

Gözüm Barlas’a kayarken onun da bizden farkı olmadığını anladım o da hareketli bir şekilde telefonla konuşuyordu. Göz göze geldiğimizde telefonu kapatıp yanımıza doğru ilerleyip hızla yanımızda oldu.

Fernando Barlas’a dönerek “Haber saldın herhalde herkese!” diye sorduğunda Barlas başını sallayarak “Cenazemizi kaldıralım onlarında eceli olacağız inşallah!” dediğinde “Masadakileri bu işten uzak tut Barlas şu dönemde onlara bile güvenemeyiz!” dedim.

Barlas kaşlarını çatarken “Yardımları dokunurdu aslında!” dediğinde başımı iki yana sallayarak “Siz ticaret yapıyorsunuz Barlas parayı kim daha çok verirse onların adamı olur onlar!” dediğimde Barlas gözüyle beni onaylayarak “Sen nasıl istersen öyle olsun!” dedi.

Barlas boş olan sandalyeye oturduğunda Fernando iç çekerek “Bir gün bu evde neşenin biteceğine hiç inanmamıştım!” dediğinde Milan ilk kez onu onaylayarak “İnsanın içinde bir yerlerde boşluk oluşuyor en basiti sabah olduğunda şu koca masanın başında bizi kimse gülümseyerek beklemeyecek!” dediğinde büyük masaya bakıyordu.

Barlas iç çekerken “Ben ona söz vermiştim onu da bebeğini de koruyacaktım onu bile beceremedim!” dediğinde gözünden bir damla yaş düştü.

Masada ki herkes dağılmışken “Kimse onun gibi imkansızın imkan olduğunu hissettirmeyecek!” diyerek Baran yanımıza geldi. Masaya oturduğunda hiç vakit kaybetmeden “Biz cenazeden sonra gideceğiz ve tamamen hayatınızdan çıkacağız! He olurda bir gün karşılaşırsak ki karşılaşacağız arada Alparslan var ne siz bize düşmanmış gibi bakın ne biz size!” dedi.

Alparslan’ın ismi geçince kalbimin ritminde artış olurken Barlas Baran’a dönerek “Alparslan’ı istediğiniz gibi görebilirsiniz tabi yeğeniniz ama onu size vermem!” dediğinde Baran başını sallayarak “O sizin ailenize ait zaten onu sizden koparamam ama arada bir görmekte bizim en doğal hakkımız!” dediğinde hepimiz başımızı salladık.

Baran derin bir nefes alıp Barlas’a dönerek “Geçmiş geçmişte kaldı Barlas artık düşmanlık istemem arada bir çocuk ve de kız kardeşim var!” dediğinde bana baktıp “Gerçi kız kardeşim haklı olarak tavrını koyuyor ama bu onun kız kardeşim olduğunu değiştirmez! Biz ona iyi bir tavır sergileyemedik ama sen ona iyi bak!” dediğinde Barlas başını salladı.

Baran elini Barlas’a uzatırken “Acın acıma denk Barlas Kara evinden, evimden bir kardeş çıktı aldı götürdü neşesini ama sen şanslısın çünkü başka bir neşen daha var onu senden almalarına izin verme!” dedi.

Baran ve Barlas arasında ki husumet bitmişken masada derin bir sessizlik oluştu. Sessizlik o kadar derindi ki insanın ruhunu emiyor içine bir korku salıyordu.

Salondaki herkes dağılmışken bizim masa dağılamamıştı. O kadar dalmıştık ki artık sabah olmuş kuşlar hiçbir şey olmamış gibi cıvıldamaya başlamış sokaklar hareketlenmeye başlamıştı bile.

Efnan kucağında Alparslan ile görünürken kaşları çatık bir şekilde yanımıza gelerek “Ne bu haliniz?” diye sorduğunda Milan zayıf bir sesle “Ne varmış halimizde?” dediğinde Efnan’ın kaşları daha da çatıldı.

Hepimize tek tek bakarak “Şu halinize bakın perişan görünüyorsunuz! Bu şekilde mi Selim’e destek olacaksınız ya da Sahra’ya bu halde mi saygı göstereceksiniz?” dediğinde anlamamıştık.

Saçlarımı karıştırırken “Nasıl yani?” diye sorduğumda Efnan iç çekerek “Her nefis bir gün ölümü tadacak değil mi? Sahra’nın ruhunu rahat bırakında huzura ersin! Yasınızı tutun ama diriyi de unutmayın bu şekilde Selim’e güç veremezsiniz çünkü sizin bile güce ihtiyacınız var çıkında biraz dinlenin!” diyerek yanımızdan ayrıldı.

Ölüye yaramız yoktu bari diriye olsun diyerek hepimiz oturduğumuz yerden kalkıp odalara dağıldık. Barlas başını elinin arasına alıp yatakta otururken “Aynı durumda biz olsaydık ve beni sen uyanmadan gömselerdi ne hissederdin Barlas?” diye sordum.

Barlas hızla kafasını kaldırıp bana bakarken “Buna kimsenin gücü yetmezdi!” dediğinde “Selim’in yetti ama!” dedim. Barlas iç çekerken “Çünkü Selim bunun olacağını hiçbir zaman düşünmedi, biz dahil düşünmedik!” dediğinde “Sensiz çok korkardım ben!” dedim.

Barlas’ın gözleri dolarken “Eminim Sahra’da senin hissettiğin gibi hissetmiştir!” dediğinde Barlas’ın boynuna sarılarak ağlamaya başladım. Barlas’ın kokusunu içime çekerken artık korkuyordum sevdiğim herkesi kaybetmek beni mahvetmişti ve Barlas’ın da beni bırakabilecek olma düşüncesi beynimi uyuşturuyordu.

Bir süre Barlas’a sarılı şekilde durup ayrılırken “Selim’e gidecek misin?” diye sorduğumda başını sallayarak “O duymasa bile ona olup biteni anlatıp elimden bir şey gelmediği için özür dileyeceğim!” dediğinde onu çok iyi anlamıştım.

Barlas oturduğu yerden kalkıp banyoya ilerlerken bende yatağa uzandım. Dermansız bir derdin içerisindeydik ne sevinebiliyor ne de üzülebiliyorduk. Selim’in hali belirsizlik içerisinde olsa bile bir umudu vardı o illaki bir gün uyanacak ve ayaklanacaktı peki ya Sahra?

O artık uyanamayacaktı, sevdiği şeyleri yapamayacaktı onun elleri artık soğuktu onun artık gülüşündeki çiçekleri açmayacaktı. Gerçi Sahra sevmezdi de soğuğu hep sıcak olsun isterdi, soğuk insanın ruhunu emer derdi hep, haklıydı da…

Sahra gelmeyecek Selim ise onun yokluğuna alışmak zorunda kalacaktı. İçinde bir yer hep yangın yeri olacaktı ama sevdiği kadın gelmeyecekti. Selim’in de çiçekleri solmuştu, karısının gülüşü gitmişti artık onun sıcaklığını, sevgisini hissedemeyecekti bile.

Hayat ölene mi zordu yoksa kalana mı?

Hayat ölen için mi bitmişti yoksa zaman kalana mı durmuştu?

Kafamın içindeki düşünceleri bölen Barlas’ın banyodan çıkıp hızla üzerini giyinmesiyle bozulmuştu. Yanıma yaklaşıp şakağıma öpücük kondurduğunda bir şey demeden hızla çıkıp gitmiş.

Yatakta dönüp bacaklarımı kendime doğru çekip rahat hissettiğim bir konuma geldim. Bedenim rahattı lakin beynimin içi tam bir kargaşaydı orada o kadar düşünce geçiyordu ki hiçbirine yetişemiyordum.

Ben kısır döngü içerisinde dönüp dururken kapını yavaşça açılmasıyla o tarafa döndüm. Ayşe Teyze kucağında Alparslan ile içeriye girip yatağa yaklaştığında dikkatli bir şekilde yanıma yatırdı.

Bir söylemeden kapıya vardığında bir adım dışarıya atıp bana dönerek “İkinizin de huzura ihtiyacınız var sizin birbirinize ihtiyacınız var!” diyerek kapıyı kapatıp gitti.

Elimi kaldırıp Alparslan’ın göbeğinin üzerine koyup okşarken “Merak etme aslan parçası seni gözümden bile sakınacağım sen bana annenin emanetisin!” dediğinde yaklaşıp başına öpücük kondurdum.

O kadar uykusu vardı ki çok geçmeden uyuyakalmıştı bile tıpkı onun uyumasını izlerken bana olan gibi. Çok geçmeden telefonumun acı acı çalmasıyla gözlerimi açtığımda Alparslan yanımda yoktu.

Hangi birine telaş edeceğimi şaşırırken telefonu açıp kulağıma götürürken bir yandan da yatakta kalkıyordum. Barlas’ın telaşlı bir şekilde “Selim tepki verdi!” deyince olduğum yerde durarak “Nasıl?” diye sordum.

Barlas iç çekerken “Elimi sıktı Tamay! Alparslan seni bekliyor dedim elimi sıktı!” dediğimde içimde kelebekler uçmaya başlamıştı. Heyecandan ne yapacağımı şaşırdığımda bu seferde uyandığında Sahra’yı öğreneceğinde vereceği tepkiyi düşünerek gülümsemem söndü.

Barlas birkaç bilgi daha verip telefonu kapattığında haberi alttakilere vermek için odadan çıkıp aşağıya indim. Alparslan Hivda hanımın kucağında oyalanırken boğazımı temizleyerek “Selim…” diyerek yutkunduğumda Milan ayaklanarak “Ne oldu ona?” diyerek yanıma vardı.

Milan’ın gözlerine bakıp “Tepki vermiş!” dediğimde herkes bir oh çekip birbirine sarılmaya başladı ben hala ne tepki vereceğimi bilemezken Fernando bahçe kapısından içeriye girip bana bahçeyi işaret edip tekrar çıktı.

Fernando’nun ardından bahçeye çıkıp oturduğumda “Bir şey mi buldun?” diye sordum. Fernando başını sallarken “Aklına gelebilecek herkesi araştırdım Tamay hatta içimizdekileri bile!” dediğinde nefesimi tuttum.

Fernando yutkunurken “İçimizden biri sana şüpheli geliyor mu ya da tanıdığın biri?” diye sorduğunda başımı sallayarak “İmre’yi hatırlıyor musun?” diye sordum.

Fernando ağır bir şekilde başını sallarken “Ailesi…” dediğinde sözünü keserek “Evet o, ailesi İhtiyar tarafından katledildiğinde onu koruduğumuz kolladığımız kız!” dedim.

Fernando acıyla gülümserken “İyilik kötülüğü doğurmuş o vakit!” diyerek iç çektiğinde “Peki başka? Yakında zamanda mesela!” diye sorduğunda başımı tekrar sallayarak “Çok yakın zamanda!” dediğimde merakla gözlerime bakmaya başladı.

Fernando’ya uzun uzun bakarak “Belki emin olduğumda söylerim!” dedim. Fernando kaşını indirip kaldırdığında “Peki, İmre’den korkmalı mıyız?” diye sorduğunda “Önce saldırının nedenini öğrenmeliyiz zaten kim olduğu belli olur!” dedim.

Fernando geriye yaslanırken “Emrin olur!” dedi ve “Selim’in haberi beni çok mutlu etti!” dediğinde sesi buruk çıkıyordu. Gözüm batan güneşe dalarken “Bugünde akşam oldu bak giden gitti kala sağlar hala nefes alıyor” dediğimde iç çekerek “İnsanların yasları yavaş yavaş geçiyor” dedim.

Fernando içeriye bakarak “Yaslar gözden kaybolur Tamay, ama içerde kopan kıyameti kimse görmez bu yüzden gözünle görmediğin daha kıymetlidir. Ruhun sana kalır çünkü insanlar sadece dışınla ilgilenir!” diyerek gülümsedi.

Fernando öne doğru eğilirken kimsenin bilmemesi gereken bir sır verecekmiş gibi bana yaklaşarak “Bak içerdekilere ne kadar sakinler değil mi?” diye sordu.

Başımı sallarken başını dikleştirerek “Çünkü hepsi sakinleştiricinin etkisinde neden biliyor musun?” diye sorduğunda omuzlarımı silkerek “Neden?” diye sordum.

Fernando hüzünlü bir şekilde “Çünkü onların gözünde düşen her yaş, ağzından çıkan her feryat ölüye azaptır! Sahra’nın daha fazla azap çekmesine yüreğim el vermedi!” diyerek saçlarını karıştırdı.

Fernando’nun bu kadar ince düşünmesi gözlerimi doldururken derin bir nefes alarak “Sahra artık rahata ermiş midir peki?” diye sorduğumda başını belli belirsiz sallayarak “Belki!” dedi.

Etrafa karanlık çökerken rüzgarın ılık ılık esintisi ruhumu okşamaya başladığında içimde bir ürperti oluştu. Bir gün daha bitmiş, kanayan yaralar yerini sızıya bırakmış ve insanoğlu içindeki o acıya alışmaya başlamıştı.

Gözüm içerdekilere takılı kalırken artık acele hareket etmiyorlar omuzları artık dikleşmeye başlamıştı. Canları ne kadar acısa da onlar nefes alıyor ama gözlerindeki hüzün hep bakiydi.

Gözüm dalmışken Barlas’ın içeriye girmesiyle yerimden hızla kalkıp yanına gittim. Barlas kolunu hava kaldırıp beni sarıp sarmalarken “Selim’in durumu ne?” diye sorduğumda derin bir nefes alarak “Şu anlık stabil ama iyi olacak olmak zorunda!” dedi.

Baran ayağa kalkarken “Umarım ondan iyi haber alırız!” dediğinde saçlarını karıştırarak “Annem ile hastaneye gideceğiz cenazeden önce Sahra’ya son kez veda etmek için!” dediğinde “Bizde gidelim!” diyerek Barlas’a baktım.

Barlas başını iki yana sallarken “Bırakalım da onlar kendi arasında acısını yaşasın!” dediğinde anlayışla başımı salladım. Onları ilk tanıdığım günler aklıma gelirken birbirlerine olan bağları gözlerimin önüne geldi. Onlar bir aileydi ve bizlerinde onlara saygı duymamız gerekiyordu.

Alparslan’ı Hivda Hanımdan alıp merdivenleri tırmanırken babamın Hivda hanıma bir şeyler dediğini duymam ile duraksadım. Hivda hanımın sesi sert çıkarak babama “Onun bizimle gelmesi daha iyi olurdu evet, ama ona bu acıyı tekrar yaşatmak istemiyorum Barut! Onu tekrar oraya sokamayız! Tamay’ı morga sokup tekrar kriz geçirmesine izin veremem!” demesiyle gözlerim doldu.

Hivda hanım ilk defa beni düşünmüş ve ilk defa benim için birine tepki göstermişti. Bu durum içimde fırtınalar koparsa da bir şey değiştirmemişti. O benim için sadece kötü bir kaderden ibaretti.

Biz odaya çıktıktan sonra Baranlar evden ayrılmış ardından ise Ayşe teyze odaya gelmişti. Ayşe teyze Alparslan ile uğraşırken “Annemin benden haberi olsaydı beni sever miydi sence?” diye sorduğumda hareketi yarıda kaldı.

Gözünü Alparslan’dan çekip bana kaydırırken dikleşerek “Anneler her çocuğunu sever Tamay! Annen seni hala çok seviyor.” Dediğinde omuz silkerek “Bana düşmanıymış gibi davranıyor ama!” dedim.

Ayşe teyze tamamen bana döndüğünde “Suçu annende arama Tamay! Bak doğaya evladının kokusunu kaybeden her anne hayvan evladını kabul etmekte zorlanır bazen ise kabul etmez, annen alışmaya çalışıyordu sadece!” dedi.

Gözüm uzaklara dalarken “Yerime başkalarını koydu ama!” dediğimde iç çekerek “Herkesin acısını bastırma şekli farklıdır kuzum. Babanı nasıl affedebiliyorsan anneni de o şekilde affetmen lazım!” dediğinde başımı salladım.

Gözümden yaş düşerken “Yarın Sahra’yı nasıl orada tek başına bırakacağız Ayşe teyze?” diye sorduğumda.

Ayşe teyze boynunu bükerken “Kulun hayatı doğumla başlar ölümle biter mi sandın kızım? Onun sadece bu dünya da zamanı doldu ama o hala yaşıyor mesela anıları…” dediğinde gözümden bir damla daha düştü.

Gözüm Alparslan’a kayarken “O annesiz nasıl büyüyecek?” diye sorduğumda ise “Sahra nenene demiş ki ‘bir gün ben bu dünyadan gidersem oğlumu sevgisiz büyütmeyecek insanlar var!’ O size güvenmiş sizde onun güvenini boşa çıkarmayın emanetine sahip çıkın.” Dediğinde dizlerim daha fazla bedenimi taşıyamıyordu yanımda ki koltuğa otururken “Malüm olmuş desene!” deyiverdim aniden.

Ayşe teyze başını sallayıp Alparslan ile ilgilenmeye devam ederken bende Barlas’ın yanına gitmek için odadan ayrıldım. Odaya girdiğimde Barlas’ı yatağa uzanmış bir şekilde bulduğunda yanına sokulup “Zor bir gündü değil mi?” diye sordum.

Barlas hiç kıkırdamadan gözü kapalı bir şekilde başını sallarken “Bunlar hiçbir şey Tamay bizi daha zor günler bekliyor!” dedi. Başımı kaldırıp yüzüne bakarken “Selim’in alışma sürecinden mi bahsediyorsun?” diye sorduğumda başını iki yana sallayarak “Senden bahsediyorum!” dedi.

Ne demek istediğini anlamayarak kaşlarımı çatarken “Ben ne yapmışım?” dediğimde gözlerini açıp bana bakarak “Rahat durmayacaksın Tamay, bunu sende bende çok iyi biliyoruz!” dedi.

Gözlerimi ondan kaçırıp etrafa bakarken “Gelmiş mi bütün akrabalar?” diyerek konu değiştirdiğimde Barlas derin bir nefes alıp “Hepsi gelmiş!” dedi.

Ben bu işin arkasın da ne varsa onu bulup o konuyu kapatacaktım ve buna kimse karışmayacaktı. Gerekirse her şeye sıfırdan başlayacaktık ama sorun değildi halledilirdi!

Bir süre bu şekilde kaldığımızda dış kapıdan gelen ses ile Baranların geldiğini anlayarak uyuyakalan Barlas’ın yanından kalkıp aşağıya inmek için odadan çıktım.

Aşağıya indiğimde hepsinin gözünde bir hüzün vardı ama hepsinin içi rahat gibiydi. Merdivenin ucunda durup onara bakarken Baran bana bakarak “Çok mu ses yaptık?” diye sorduğunda başımı iki yana sallayıp “O kadar sessizdiniz ki sessizlikten bile sessiz!” diyerek Hivda hanıma bakıp “Vedalaştın mı kızınla?” diye sordum.

Hivda hanım iç çekerek “Bunun olacağını hiç düşünmemiştim hiç hayal dahi etmemiştim!” dediğinde devam etmesine izin vermeden “Senin de renklerin soldu mu?” diye sordum bu seferde.

Hivda hanım başını sallarken “Artık acın acıma denk Hivda Hanım sende kıznı kabettin tıpkı benimde kızımı kaybettiğim gibi!” diyerek duraksadım. Gözüm dalarken “Çiçekler bile soldu bak elimizde avcumuzda hiçbir şey kalmadı…” diyerek iç çektiğimde “Ondan geriye anılar ve emanetleri kaldı!“ dediğimde içimde bastırdığım acı gün yüzüne çıkmaya başladı.

Merdivene çöküp başımı ellerimin arasına alırken “Artık baharlar gelmeyecek, çiçekler açmayacak, renkler olmayacak şu masa varya…” diyerek masayı gösterdiğimde “İşte o masada artık yenen hiçbir yemek lezzetli olmayacak ne senin yediğin yemekte lezzette tat olacak ne de benim!” dedim.

Acı bir şekilde inlerken Hivda Hanım hızla yanıma gelirken Baran’da arkasından geliyordu. O an anladım ki Fernando aynı ilaçtan bana da vermişti ve artık o ilaçtan eser kalmamıştı.

O kadar derin bir ah etmiştim ki uyuyan herkes odasından çıkmış sessiz ev birden canlanmıştı. Babam hızla merdivenlerken inerken ardında Barlas geliyor Milan odasından fırlarken Efnan’da onu takip ediyordu.

Herkes başımda toplanırken “Sevdiğim herkesi kaybetmekten çok yoruldum, gideni beklemekten çok yoruldum giden neden geri gelmiyor ki?” diyerek isyana bulunduğumda gözlerimden sicim gibi yaşlar boşalıyordu.

Ellerim titremeye başlarken “Baba giden neden geri gelmiyor? Ben neden hep kaybediyorum?” dediğimde babam bana kocaman sarılarak “Sevdiğin herkes hala yanında güzel kızım!” dediğinde “Kızım yok, kardeşim yok, yok işte elimde sadece sevmek için bir toprak var hepsi bu kadar!” dedim.

Bütün bedenim titremeye başlarken Hivda Hanım telaşla “Barut bir şey oluyor?” derken Milan “Allah kahretmesin!” diyerek dolaba yöneldi. İliklerime kadar acıya batmışken artık özlem çekmek bedenime ağır gelmişti.

Kolumda hissettiğim iğne ucuyla bedenimde hissettiğim uyuşukla “Giden gelmiyorsa neden gidene gitmiyoruz?” diye sorduğumu hatırlıyordum sonrası ise koca bir hiçlikti.

Hiçlikten çıkmam ne kadar sürmüştü bilmiyordum ama o hiçlikten çıkıp gözlerimi açtığımda başımda annem, babam ve kocam vardı. Hepsine tek tek göz gezdirdiğimde babam hissetmiş gibi diklenirken “Çok şükür!” diyerek saçıma bir buse kondurdu.

Barlas hızla dibimde biterken “İyi misin?” diye sorduğunda başımı sallayarak “Sadece her yerim ağrıyor!” diyebildim. Barlas saçlarımı geriye atarken “Geçecek güzelim hepsi geçecek!” dediğinde Hivda hanım boğazını temizleyerek “Çok üşüşmeyin kızın başına biraz nefes alsın!” dedi.

Barlas ile babam geri çekilirken elinde bir bardakla ilaç ile Hivda Hanım görüş açıma girdi. Yanıma yaklaşıp beni oturur konuma getirdiğinde “Al bakalım şu ağrı kesiciyi kendine gelirsin!” diyerek bana uzattı.

Hiç ısrar etmeden ilacı ve suyu alıp içerken kafamı yatağın başlığına yasladım. Etrafa göz gezdirdiğimde sabah olduğunu fark etmemle hızla oturduğum yerden kalkmaya çalışarak “Cenazemiz vardı bizim ben ne yapıyorum böyle!” diyerek kıpırdanmaya başladım.

Beni durdurmaya çalışsalar da yataktan kalkmayı başarıp hızla giyinme odasına girdim. Diğerleri odadan çıkarken Barlas yanıma gelerek beni kollarının arasına alıp “Sakin ol güzelim daha çok erken!” diyerek beni durdurmaya çalıştı.

Barlas’a dönerek “Kardeşime geç kalmak istemiyorum!” dediğimde anlayışla başını sallayarak benimle beraber hazırlanmaya başladı.

Üzerimizi değiştirip odadan çıkıp aşağıya indiğimizde herkes çoktan hazırlanıp beklemeye başlamıştı bile. Bir süre kimseden ses çıkmazken sessiz bir şekilde oturup zamanımızın dolmasını bekledik.

Bu süre zarfında eve gelen giden çok olurken biraz hava almak için bahçeye çıktığımda çalan telefon ile irkilerek arayan kişiye baktım. Alex’in aradığını görüp telefonu direk açtığımda bana ulaştığı detaylardan bahsetmeye başladı.

Detaylar yetersizdi ama yapan kişi az çok belliydi ve ben de şüphelerimde gayet haklıydım. Omuzlarım dikleşirken Barlas’ın seslenmesiyle gitme zamanı geldiğini anlayıp içeriye girdim.

Arabada sessizlik hakimken önce hastaneye gidip cenazemizi aldık daha sonra ise kabristana gitmek için yola çıktık. Önümüzde cenaze aracı arkasın biz kalabalık bir şekilde kabristana vardığımızda herkes tabutu almak için arabadan inerken bir süre hareketsiz onları izledim.

Derdimi sıkıntımı içime atıp arabadan indiğimde bende onlara katılıp mezarlığa doğru yürümeye başladım. Cenaze çok kalabalıktı Sahra’nın akrabaları ve onu sevenler, Selim’in sevdiği herkes oradaydı.

Hoca önce namazını kıldırdı daha sonra ise dualarla onu kefeniyle beraber kabrine koydular. Baran ve Meriç hiç kimseye fırsat vermeden kardeşlerini gömerken bizde sakince onları izledik.

Hayat çok garipti doğarken kulağımıza okunan ezanın namazını ölürken kılıyorduk ve hayat bu aralıkta çok hızlı geçiyordu. Hiçbirimiz öleceğimizi hesap etmeden yaşıyor ve kaderin bizlere neler getireceğini bilmeden hayatımızı şekillendiriyorduk.

Son topraklar atılıp gelenlerin başsağlığı dileklerini kabul ederken uzaktan gelen kalabalığa gözüm ilişti. Onlar bir süre hareketsiz bizi izlerken bizde gelenleri uğurlayıp onlara bakıyorduk.

İhtiyar arkasına topladığı adamlarıyla kabristana giriş yaparken içimde büyüyen öfkeyle derin bir nefes alıp yürümeye başladım. Fernando ile Milan arkamdan koşarken korumalardan birinin belinden silahını alıp adımlarımı hızlandırdım.

Diğerleri de bana yetişirken İhtiyarla karşı karşıya gelip elindeki silahı ona doğrulttum. İhtiyar bana gülümserken “Başın sağ olsun demeye gelmiştim halbuki!” diyerek gözlerimin içine baktı.

Gözlerimi kısıp yüzüne bakarken “Bende geleceğim İhtiyar ama mezarına üzerine de toprağı ben attıracağım merak etme!” dedim.

İhtiyar gerilirken “Hayırdır küçük acın geçmiş diklenmeye bile başlamışsın çok kaldırma başını ama ezilir!” diyerek tehditkar bir şekilde bana bakıyordu.

Onun bu söylediğine kahkaha atarken “Ulan seni ben yücelttim sen kimsin ki bana kafa tutuyorsun! Ben olmasam sağda solda hala kaçak sigara satıyordun sen kimsin?” dedim.

İhtiyarın elleri yumruk olurken “Devir değişti ve sen güç kaybettin!” dediğinde başımı sağa eğip “Ben kaybettim sen kazındın öyle mi?” diye sorduğumda kendinden emin bir şekilde başını salladı.

Elimdeki silahı daha da sıkarken “Senin eline silahı veren bendim ve sen de ilk kurşunu bana sıktın İhtiyar, şimdi söyle bana ben seni sağ koyar mıyım?” diye sordum.

İhtiyar gerilirken “Hala zekisin!” dediğinde “Seni mezara sokacak kadar da gözlerim kara! Şimdi git tadını çıkar benim acım geçsin senin ecelin olurum zaten!” diyerek silahımı indirip “Şimdi değil ama az kaldı!” diyerek gitmesi için işaret verdim.

İhtiyar giderken Barlas’ın ticaret yaptığı birçok kişi arkasından giderken “Güvenmemekle haklıymışım!” diyerek Fernando’ya bakarak “1 hafta bekle daha sonra haberlerde hepsinin ölüsünü görmek istiyorum İhtiyar hariç onunla kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacağım!” diyerek arabaya doğru ilerledim.

Arabaya binip Barlas’ı beklerken düşünmeye başladım. Bu adamın bu kadar güçlenmesi imkansızdı demek ki arkasında daha büyük bir güç vardı. Yani düşman İhtiyar değildi o da bir piyondu ve anlamayacak kadar salaktı.

Biri bana yem atıyordu acele kadar vermem için uğraşıyordu yanlışımı bekleyip benim üzerime gelecekti. Ama bu kimdi onu anlamıyordum herkes yoluna gitmiş ben ise kendimi geri çekmiştim kimin kuyruğuna basmıştım bu süreçte bilemiyordum.

Kafam dolup dolup taşarken bir şekilde bu işi de halletmem lazımdı ama bunun için önce eve gidip sakinleşmek gerekti. Dikiz aynasında Barlas’a baktığımda sinirle etrafa çatıyordu. Onu çağırmak için kornaya basıp dikkatini dağıtırken geriye yaslanıp gözlerimi kapattım.

Barlas sinirle arabaya binerken arabayı çalıştırıp eve sürmeye başladı araba o kadar hızlıydı ki ne ara eve gelmiştik anlamamıştım. Arabadan inip eve girdiğimizde Barlas öfkesini kusmaya devam ediyordu.

Onun hayal kırıklığı o kadar derindi ki acısı geri planda kalıyordu artık. Orta sehpaya tekme savururken “Ben onarı düşünürken onlar arkamdan iş çeviriyormuş birde utanamadan başsağlığı diliyorlar kahpeler!” diyerek bağırıyordu.

Onun siniri artarken babam onu sakinleştirmek için bahçeye çıkartmıştı. Baran bana yaklaşırken “Nasıl olmuş bu?” diye sorduğunda omzumu silkerek “Öğreneceğim ama şu an değil her şeyin bir vakti var!” diyerek merdivenlere yöneldiğimde “Siz hazırlıklı olun her şeye!” diyerek yürümeye başladım.

Bu oyunda biri kaybedecekti ama kişi ben olmayacaktım artık benden gitmeyecekti!

Vakit intikam vaktiydi ve benim intikamım çokta hafif olmayacaktı!

BÖLÜM SONU...

 

Yeni bölümle sizinle tekrardan buluşmak beni çok mutlu etti.

Umarım zevkle okuduğunuz bir bölüm olmuştur.

Beğendiyseniz yıldız atmayı, yorum yapmayı ve düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın.

Yorumlarınız ve beğenileriniz benim için fazla değerli.

Bölüm : 04.11.2025 00:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...