
Bölüm-13 Son Veda
Aradan bir süre geçmişti. Müdür Melih Bey’in doğum günü vardı. Gülcan ve iş arkadaşları, Melih Bey için küçük bir kutlama düzenlediler. Melih Bey, yaşı gereği de herkesin babası gibi babacan bir insandı. Herkes onu çok seviyordu. Gülcan’ın üzerinde ise emeği büyüktü. Kutlamaya Tarık Bey de katıldı. Melih Bey’e, babasına sarılır gibi sarıldı.
Bu vesileyle, Gülcan ve Tarık Bey yine samimi bir ortamda yan yana gelme fırsatı buldular. Bir yandan çaylarını yudumluyor, bir yandan da sohbet ediyorlardı. Acaba bundan sonra Gülcan ve Tarık Bey arasında bir yakınlık doğar mıydı? Belki de bir aşk… Keşke öyle olsaydı. Ama olmadı. Zaten öyle mutlu sonlar sadece filmlerde ya da romanlarda olurdu. Bu ne bir film ne de mutlu sonla biten bir aşk romanıydı.
Gerçek bir hikâyenin ta kendisiydi
Tarık Bey, yine ilim kokan cümlelerini çiçek saçar gibi ortaya seriyor, ortam misler gibi tasavvuf kokuyordu.
"İnsan ne kadar uzun yaşarsa yaşasın, aslında sadece mutlu olduğu, güldüğü anlar kadar yaşamıştır. Gerisi dert, sıkıntı ve telaştan ibarettir. Ama tüm bunlar da aslında eğiticidir. Her biri bizi olgunlaştırmak, eğitmek için hayatımızda vardır," dedi.
"Bir dersi öğrenmemekte ısrar ederseniz, o ders daha da zorlaşır. Tekrar tekrar karşınıza çıkar. Bir Kızılderili atasözü geldi aklıma: ‘Ders, onu öğreninceye kadar devam eder.’ Hayat baştan sona bir derstir. Biz bu dersi öğrenene kadar devam eder. Ve öldüğümüzde zaten hepimiz öğrenmiş oluruz. Ama dersi geçmek için onu ölmeden önce öğrenmek gerekir. Ne yazık ki çoğumuz bu sınavı verememiş olarak öleceğiz. Peygamber Efendimiz işte tam da bu yüzden, ‘Ölmeden önce ölün’ yani uyanın demiştir. Allah’ın rahmeti, lütfu, hazinesi boldur. O yüzden biz, acizliğimizi unutmadan, her şeyin hayırlısını O’ndan dilemekle yükümlüyüz."
Masadaki kimse, Tarık Bey’in bu sözlerinin son sözleri, bu sohbetin son sohbet olduğunu bilmiyordu.
Melih Müdür, gözlerinin içi gülerek,
“Vallahi Tarık Bey, sayende bu akşam hepimiz evliya olup uçacağız. Bu ne derya, bu ne deniz, bu ne güzel sohbet!” dedi.
Masada kahkahalar yükseldi. Ortam sıcaktı, samimiydi. Herkes hem gülüyor hem de Tarık Bey’in derin anlamlar taşıyan sözleriyle içten içe sarsılıyordu.
Tarık Bey, ilk kez bu kadar içten ve geniş bir gülüşle karşılık verdi.
“Estağfurullah abi, sadece sohbet ediyoruz. Allah kendini ananları ve anlatanları sever. Onun sevgisine mazhar olabildiysek, ne mutlu bize,” dedi.
Sonra çayından son bir yudum aldı, hafifçe iç geçirdi.
“Haydi bana müsaade… Allah’a emanet olun,” diyerek ceketini aldı ve masadan kalktı. Herkes o anı bir veda gibi algılamamıştı. Zaten kimse öyle şeyler düşünmezdi sıradan bir kutlama akşamında. Ama o gitmeden önce gözleri bir bir herkeste gezindi. Sanki son bir defa bakmak ister gibiydi.
Melih Bey ve diğer çalışanlar onu uğurlarken teşekkür ettiler.
“Tarık Bey, bu gece bizim için çok kıymetli oldu. Ayaklarınıza sağlık,” dediler.
Tarık her birine içtenlikle karşılık verdi. Son olarak Gülcan kapıya kadar eşlik etti.
“Bu geceye katılarak hem Melih Bey’i hem de bizleri çok mutlu ettiniz,” dedi.
Tarık Bey, durdu. Gülcan’a biraz daha uzun baktı. Gözleri dolu dolu gibiydi ama belli etmemeye çalıştı.
“Asıl ben teşekkür ederim Gülcan. Sayenizde uzun zamandır hasret kaldığım bir aile ortamında hissettim kendimi. Bana da çok iyi geldi. İnsan böyle samimi ortamların kıymetini bilmeli,” dedi.
Sonra elini kalbine götürerek,
“Hadi Allah’a ısmarladık,” dedi ve arabasına bindi.
Gülcan, onun gidişini izlerken içini tarif edemediği bir his kapladı. Sanki içinden bir ses, "Bu bir veda," diyordu ama kalbi, aklı bunu kabul etmek istemedi. Başını iki yana sallayıp gülümsedi, içeri döndü. O an Tarık Bey’i son görüşü olduğunu bilmiyordu.
Aynı gece
Tarık Bey, arabasıyla seyir hâlindeydi. Gece sessizdi ama yollar her zamanki gibi dikkat gerektiriyordu. İçinden dua ediyordu. Kalbi hafiflemişti, sanki yüklerinden arınmış gibiydi.
Ancak birden, trafikte yol vermeme tartışmasından ötürü birkaç magandayla sürtüşme yaşadı. Araçlarından inip Tarık’a bağırıp çağırdılar. Tarık, arabasının camını açıp sakinleştirmeye çalıştı.
“Arkadaşlar, sakin olun. Bu kadar sinir niye?” dedi.
Ama karşı taraf anlamaya değil, saldırmaya gelmişti. Arabanın camlarına vuruyor, küfürler savuruyorlardı. Tarık çaresizce arabasından indi.
“Yaptığınız doğru değil, yol benim hakkımdı, bu yaptığınız magandalık ” demesiyle birlikte içlerinden hayli alkollü olan biri aniden belinden çıkardığı bıçağı savurdu.
Tarık bir anda göğsünde derin bir acı hissetti. Şaşkınlıkla gözlerini açtı, geriye sendeledi. Bir bıçak darbesi daha… Sonra bir tane daha…
Dizleri çöktü. Nefesi kesiliyor, kalbi yavaşlıyordu. Magandalar panikle olay yerinden kaçtı. Tarık orada, kaldırım kenarında sessizliğe gömüldü.
Yoldan geçen bir vatandaş olayı görüp ambulans çağırdı. Polisler kısa sürede kaçan magandaları yakaladı. Ambulans geldiğinde Tarık bilincini yitirmişti.
Hastane Acil – Saat 23:40
Ambulansın içinde nabzı çok zayıftı. Hastaneye ulaşıldığında acil müdahale başlatıldı. Doktorlar çabaladı, kalp masajları yapıldı. Ancak vücut çok kan kaybetmişti. Yaralar derindi, kalbi bu kez dayanamıyordu.
Saat gece yarısını geçmişti.
Doktorlardan biri, başını üzgünce hemşireye salladı:
"Kaybettik..."
Gülcan, sabahın erken saatlerinde uyanmış, aynanın karşısında uzun uzun hazırlanmıştı. Saçlarını özenle taramış, sade ama zarif bir kıyafet seçmişti. İçinde tanımlayamadığı bir kıpırtı vardı. Kalbi, yıllardır unutmaya çalıştığı heyecanlarla doluydu.
Belki bugün Tarık Bey’le yeniden sohbet etme şansı olurdu. Onunla birkaç kelime konuşabilmek, aynı ortamda bulunmak bile Gülcan için tarifsiz bir mutluluk kaynağıydı.
Tarık Bey, yıllardır taşıdığı acıların, yorgunlukların içinde bile hep zarif kalmayı başaran, duruşuyla saygı uyandıran bir adamdı. Gülcan ona platonik bir aşkla bağlıydı. Bu sevgi, gösterişsiz ve derindi; dillendirilmemişti ama her bakışında, her tebessümünde gizlice büyüyordu.
Hiçbir zaman ona bir şey söylemeyi düşünmemişti. Zaten böyle bir şeyi istemeye de hakkı yoktu. Tarık Bey’in ona nazikçe gülümsediği anlar bile kalbini ısıtmaya yetiyordu.
Ona göre, Tarık Bey bir eksik parçanın ta kendisiydi… Ama bu eksik parça, hiçbir zaman yerine oturamayacak bir yapboz gibiydi.
Yine de, onun varlığı bile yeterdi. Bu sessiz sevinç, içini aydınlatıyordu.
Gülcan için hayat, yıllardır bir mücadeleydi. Düşüp kalkmış, gözyaşlarıyla sulanmış umutlarını sabırla büyütmüştü. Zamanla öğrenmişti: her yara, bir öğretmendi. Her acı, bir dönüşümdü.
Kimi zaman Sevda gibi karanlık bir boşlukta kaybolmaya ramak kalmıştı ama sonunda hep bir ışık bulmuştu.
Geçmişin tüm parçalarını tek tek yerine yerleştirmiş, kendini yeniden inşa etmişti.
Hayatının yapbozu tamamlanmak üzereydi. Eksik olan tek bir şey vardı: Aşk.
Ve o eksikliği doldurabileceğine inandığı tek kişi, Tarık Bey’di. Belki hiç bilmeyecek, belki sadece uzaktan uzağa sevecekti. Ama Gülcan için önemli olan buydu. Çünkü bazen bir insana sadece uzaktan bakmak bile kalbi dolu dolu yaşamaya yetiyordu.
Bu düşüncelerle kapıdan içeri adım attığında, yüzüne çarpan hava bambaşkaydı. Şirketin her köşesi sessizlikle sarılmıştı. Koridorlarda yankılanan neşeli sesler susmuş, yerini ağır, tarifsiz bir kedere bırakmıştı.
İçeri adımını attığında gözleri kalabalığı taradı. Herkesin yüzünde aynı ifade: şaşkınlık, hüzün ve acı.
Bir an neler olduğunu anlamaya çalıştı. Hemen yakındaki birkaç çalışana yöneldi ama herkes gözlerini kaçırıyordu.
Müdür Melih Bey, köşede bir grup çalışanla konuşuyor, arada gözlerini siliyor, belli ki bir şeyler organize etmeye çalışıyordu.
Gülcan koşar adımlarla ona yöneldi.
“Ne oldu böyle, Melih abi? Neler oluyor?” diye sordu, sesi endişeyle titreyerek.
Melih Bey başını derin bir şekilde salladı, gözleri hala bu acı habere inanmakta zorlanıyordu.
“Hiç aklıma gelmezdi… Hiç beklemediğimiz bir şey bu,” dedi. Sesindeki kırgınlık ve hüzün her kelimesine yansımıştı. “Allah hepimize ve ailesine sabır versin. Dün gece Tarık’ı kaybettik. Bu sabah abisi aradı... Gece trafik magandalarıyla tartışmaya girmiş, Tarık’ı bıçaklamışlar... Hakk’ın rahmetine kavuştu,” dedi.
Melih Bey’in sesindeki acı, Gülcan’ın ruhuna işledi. “Ellerim ayağım buz kesti. Çok şaşkınım. Daha dün akşam burada birlikte güldük, sohbet ettik. Hâlâ inanamıyorum…”
Gülcan, ilk duyduğu an şok içinde donakaldı. Kalbi, bir anda hızla çarpmaya başlamıştı. Yüzü bembeyaz oldu, gözleri büyüdü. Her şey bir anda bulanıklaşmıştı.
"Nasıl olur Melih abi? İnanamıyorum... Allah’ım bu nasıl olur? Neden o? Neden onun gibi iyi bir insan, bu kadar kötü insan varken?” dedi şaşkınlık dolu bir sesle. Sanki her şey, tüm dünya bir anda başına yıkılmıştı.
Ellerini yüzüne kapatarak gözyaşlarının gözlerinden süzülen hıçkırıklarla akmasına engel olmaya çalıştı. Ama çaresizdi ne gözyaşlarını ne de acısını tutabiliyordu.
Bir an için zaman durmuştu. Gülcan, tüm bu olanlara anlam veremiyordu. Tarık, o kadar uzun süre aklında ve gönlünde kalmışken, nasıl olur da bir anda her şey sona ererdi?
Sonunda, kelimelerin yetersiz olduğu bir an geldi. Bir şey yapması gerektiğini hissetti.
“Ben biraz fena oldum...” dedi, sesindeki incelikle. Ardından, gözyaşlarını gizlemek için lavaboya doğru hızla yöneldi.
Kapıyı kapattı, sırtını duvara yasladı ve yere çöktü. Kendisini birdenbire boşlukta, yalnız hissediyordu. O an, tüm dünyanın buz kestiği gibi, ruhu da dondurulmuş gibiydi.
Lavabonun soğuk mermerine yaslanarak, elleriyle gözyaşlarını silmeye çalıştı ama ne kadar uğraşsa da bu acıyı içinden atamıyordu. Hıçkırıkları, sessizce içinde boğuluyor, ancak her seferinde biraz daha güçlü hale geliyordu. Bir süre orada kaldı hem zamanın nasıl geçtiğini anlayamadı hem de acısının derinliğini.
Sürekli Neden ?,Neden ? Allahım diye ağlarken bir yandan sesini bastırmaya çalışıyordu. Bu güne kadar çok kayıp yasamıştı ama Tarığın ölümü onu derinden sarsmıstı. Bu Nasıl bir kader ? demeden edemiyordu. Daha Tarıkla ne çok sohbetler edecek onu daha iyi tanıyacak belkide zamanla daha derin bir sevgi oluşacaktı ama o artık bu dünyada yoktu. Keşke yine yurt dışına gitse ve arada bir gelseydi ama ölmeseydi Gülcan ona bile razı olurdu ama kader çoktan kararını vermişti.
Gözlerinde parlayan yaşlar, bir yandan da Tarık’ı kaybetmenin getirdiği öfkenin ve çaresizliğin simgesiydi.
Sonra dışarıdan bir ses geldi.
“İyi misin Gülcan?”
Gülcan sesi titreyerek, “İyiyim... Geliyorum,” dedi.
Kalktı, yüzünü yıkadı, toparlandı ve ofise döndü.
Melih Bey, “Arkadaşlar, cenazeye katılmamız gerek. Hazırlanın, birazdan araç gelecek,” dedi.
Hep birlikte, cenazenin gömüleceği yer olan Edirnekapı’ya gittiler.
Tarık’ın cenazesi, son derece kalabalık bir topluluğun katılımıyla defnedildi. O kadar çok insan vardı ki, sanki bir mahşer yeri gibiydi. Tarık’ın annesi, babası, dedesi ve büyük molla dedesi... Hepsi oradaydı, toprakla kucaklaştıkları yerin derinliklerinde bir araya gelmişlerdi. Gözyaşları, dualar, acının yüküyle ağırlaşmış bir atmosfer vardı. Tarık’ın hayatı boyunca yardım ettiği dernekler, burs verdiği yetim çocuklar, diğer şirketlerin çalışanları… Herkes, ona son bir veda edebilmek için oradaydı. Her bir yüz, bir başka hikayeyi taşıyor, her gözde bir başka acı gizliydi.
Cenaze yavaşça son buldu. Kalabalık, birer birer dağılmaya başladı. Kimi arka planda son bir dua etmek için kaldı, kimisi de gitmek zorundaydı. Sonunda, en yakınları, kardeşleri ve yeğenleri mezarın başında yalnız kaldı. Bir süre sonra onlar da ayrıldılar. Tarık, ebedi uykusuna, toprakla baş başa kalmıştı.
Ve geriye yalnızca sessizlik kalmıştı. Yaşamak, yemek, içmek, sevinmek, üzülmek, telaşlanmak, sıkılmak, acı çekmek… Her şey sona ermişti. Tarık için her şey bitmişti. O “Ben bununla yaşamaya alıştım” dediği panik atak bile artık yoktu. Kendisini tarif ettiği tüm karmaşa ve mücadele, zamanla geçmiş ve geride sadece bir mezar kalmıştı. Tarık, artık toprak altındaydı. Ebedi istirahatgâhına kavuşmuştu.
Gülcan, kalabalığın tamamen dağılmasının ardından mezarın başına doğru ilerledi. Yavaş adımlarla, her şeyin sona erdiğine inanmakta zorlanarak mezara yaklaştı. Oturdu, elleriyle toprağını okşayarak bir süre sessiz kaldı. O an, yıllardır içinde biriktirdiği her şeyi Tarık’a söylemek istedi. İçindeki sevgiyi, hislerini, platonik olarak taşıdığı duyguları... Tarık’ı ne kadar sevdiğini, ona ne kadar değer verdiğini ilk defa dile getirecekti. Bu, şimdiye kadar bir kenara itilen duyguların serbest kaldığı an olacaktı. Fakat, gözlerinden süzülen hıçkırıklar buna engel oluyordu. Uzun uzun ağladı toprağı okşayarak.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.23k Okunma |
1.71k Oy |
0 Takip |
20 Bölümlü Kitap |