
Bölüm 14- Sır Perdesi Aralanıyor
Bir süre sonra, gözyaşları ve acısıyla baş başa kalmışken, Gülcan omzuna bir elin dokunduğunu hissetti. Hızla irkilerek geri döndü. O an, Müdür Melih’i gördü. Melih Bey, sakin bir şekilde yanı başında belirmişti.
“Melih abi... Ben dua etmek istedim,” dedi Gülcan, sesindeki kırgınlık ve üzüntüyü bastırarak.
Melih Bey, derin bir nefes aldı ve yavaşça konuştu:
“Sakin ol kızım, tamam. Bir şey yok. Seni arabada göremeyince burada olduğunu tahmin ettim,” dedi, yüzünde bir anlam beliren gülümsemeyle.
Gülcan, Melih Bey’in söylediklerine biraz olsun sakinleşmeye çalışarak karşılık verdi:
“Neden Melih abi? Bu kadar kötü insan varken neden o? Baksana arkasında bıraktığı insanlara... Kimlere el uzatmış, kimlerin hayatına dokunmuş. İyilik dolu bir yürekti o...”
Sözleri, bir anda yüreğindeki acıyı daha da derinleştiriyordu. Tarık’ın kaybı, Gülcan’ın ruhunda tarifsiz bir boşluk bırakmıştı.
Melih Bey, yavaşça başını salladı ve bir süre sessiz kaldı. Ardından, Gülcan’a doğru bakarak, ağır adımlarla konuştu:
“Gülcan, Allah’ın yazdığına karşı gelemeyiz kızım. Alın yazısı, kaderi böyleymiş. Hem isyan ettiğini görse, Tarık sana çok kızardı. Biliyorsun, nasıl bir teslimiyet içinde, tefekkür dolu bir hayatı vardı. İnancı gereği buna hep hazırdı.”
Gülcan, biraz durakladı, ardından dudaklarının arasından titrek bir sesle Melih Bey’e dönerek, dün akşam Tarık’la yaşadığı son sohbeti hatırladı.
“Melih abi, dün akşam ayrılırken Tarık Bey bir şey söyledi. Şimdi aklıma geldi de...
‘Uzun zamandır hasret kaldığım bir aile ortamı gibiydi, bana iyi geldi sizinle sohbetimiz’ dedi.”
Bir süre sessiz kaldı, sonra derin bir nefes alarak ekledi:
“Tarık Bey’in ailesi yok muydu? Eşi, çocuğu? Yalnız mıydı? Neden bu kadar hasretti? Ne olur, bir şey anlat, artık bunu bana çok görme…”
Melih Bey, Gülcan’ın sorusuna uzun bir süre cevap vermedi. Derin bir iç çekişiyle bakışlarını yere indirdi, sanki düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. Ardından, gözlerini Gülcan’a dikerek, yavaşça konuşmaya başladı:
“Tarık’ın sendeki yerinin ne kadar özel olduğunu biliyorum Gülcan. Bunu Tarık da biliyordu ve bana, ‘Ben olsam da olmasam da Gülcan’a destek ol. Onun yolunu aç. Hata yapsa bile hatasından ders çıkarmayı öğret. Onu eğit. O çok yalnız bırakılmış bir kadın ve çocukları için tek başına mücadele eden bir anne. Kader vurmuş zaten, bari biz destek olalım,’ dedi.”
Melih Bey’in sözleri, Gülcan’ın içinde bir boşluk bırakmadı. Tam tersine, bu sözler, Tarık’ın hayatını ne kadar derinden etkilediğini, ona ne kadar değer verdiğini anlamasına yol açtı. Tarık’ın desteği ve inancı, Gülcan’ın ruhunda iz bırakan bir iz bırakmıştı. Gülcan, gözyaşlarını bir kez daha tutamayarak, başını kollarının arasına aldı ve derin bir hıçkırıkla ağlamaya başladı. Tarık’ın bu kadar yüce düşünceleri, bir kadının hayatındaki en değerli anı oluşturan şeylerden biriydi.
Ve o an, Gülcan hissetti ki, Tarık’ı kaybetmiş olsa da, onun izleri her zaman hayatında kalacaktı. Onun öğrettikleri, her adımında ona yol gösterecek, her adımında ona güç verecekti.
“Peki ailesi? Eşi?” diye sordu Gülcan, sesi titreyerek.
Melih Bey, bir süre sessiz kaldı, ardından derin bir nefes alarak yanıt verdi:
“Tarık, İngiltere’deki şirketi kuzeniyle ortak açtı ve yine orada yaşayan bir arkadaşlarının yakınıyla evlendi. Başlarda çok mutluydu. Eşi Türkiye’yi pek sevmezmiş. Orada doğup büyümüş. ‘İngiltere’de yaşayacaksak evlenirim,’ demiş. Tarık bunu kabul etmiş. Her zaman Türkiye’ye tek başına gelir giderdi. Eşi, tatillerde başka ülkelere gitmeyi severmiş ama Türkiye ilgisini çekmezmiş.”
Gülcan, şaşkınlıkla başını salladı. Tarık’ın hayatına dair her şey, düşündüğünden çok daha karmaşıktı.
Melih Bey devam etti:
“Tarık, ülkesini çok seviyordu ama buna rağmen eşine saygı duyardı. Çocukları olmadı. Sorun Tarık’taydı. Bu yüzden özel hayatının anlatılmasını hiç istemezdi. Tedavi süreçleri oldu ama ne yazık ki üç kez bebeklerini kaybettiler. Sonra eşinin böbrek hastalığı çıktı. Önce bir böbreğini, sonra diğerini kaybetti. Organ nakli için uzun süre beklediler. Tarık donör olmak istedi ama uyum sağlamadı. Eşi giderek ağırlaştı ve sonunda vefat etti.”
Gülcan, gözlerinde acının izlerini görmekte zorlanıyordu. Melih Bey’in anlattıkları, Tarık’ın içindeki derin boşluğu, kayıplarını ve acılarını bir kez daha gözler önüne serdi.
“Tarık kendini çok suçladı,” diye devam etti Melih, “’Keşke çocuk için o kadar tedaviye zorlamasaydım. Belki hasta olmazdı,’ derdi. Ama sonra toparlanırdı. ‘Hepsi Allah’tan. Belki her şeyi yapsak da sonuç değişmeyecekti,’ derdi.”
Gülcan’ın içi sızladı. Tarık’ın acısının, kayıplarının derinliğini düşündükçe yüreği daha da ağırlaşıyordu.
Melih Bey, bir an sessiz kaldı. “Sen buraya başladığında, Tarık eşinin hastalığını yeni öğrenmişti. Dört ay önce de eşini kaybetti. Onu İngiltere’ye bağlayan tek şey eşiydi. Artık o da kalmayınca temelli Türkiye’ye döndü. Çok mutluydu. ‘İnsanın kendi vatanı gibisi yok,’ diyordu.”
Gülcan, Melih Bey’in son sözleriyle sarsıldı. Tarık hem kayıplarını hem de hayatındaki boşlukları büyük bir içsel güçle kabul etmişti. Yine de bir şekilde içindeki boşluğu dindirememişti. Gülcan, o an, Tarık’ın yaşadığı yalnızlık ve acıyı daha derinden hissedebiliyordu.
O yaşadığı zorlu hayat, onu panik atak hastası yaptı ama o bu hastalığını bile seviyordu.
‘Bana Allah’ı ve ölümü hatırlatıyor. Belki de unutmamam için bu hastalık verildi,’ diyordu.
İşte böyle kızım…
Tarık, kendi hayatı konuşulsun istemezdi. Bu onun kırmızı çizgisiydi.
Ben de hep korumaya çalıştım.
Ama artık Tarık aramızda yok.
Ve onu tamamen tanımayı hak eden biri varsa, o da sensin.
Çünkü Tarık sana gerçekten değer veriyordu.
Eğer bunu gözlerinde görmeseydim, sana bunları anlatmazdım.
Bu anlattıklarım sende emanet artık.
Zaman zaman gel, Tarık’ın mezarında onunla dertleş.
Eskisi gibi… O seni duyacaktır.
Şimdi ben gidiyorum. Sen de duanı et, sonra gel. Mezarlık çıkışında bekliyorum,” dedi.
Gülcan, Melih Bey’in ardından başını eğdi. Kalbinde tarifsiz bir sızı, yüreğinde bir ağırlık vardı. Tarık’ı tanıdığı sürede, onun içindeki derinliği, zarafeti, sabrı ve sevgiyi fark etmişti ama şimdi, Melih Bey’den duyduklarıyla onu bir kez daha, çok daha derin tanımıştı.
Elini mezarın üzerine koydu. Parmaklarının arasından toprağın sıcaklığı geçerken, gözlerinden bir damla yaş süzüldü. “Tarık... Sen bu dünyaya çok fazla gelen nadir insanlardandın. Şimdi anlıyorum, sessizliğinin ne kadar dolu, bakışlarının ne kadar derin olduğunu. Ben seni çok sevdim... Ama senin beni sevip sevmediğin değil, varlığın bile bana yetiyordu. Keşke zaman bize biraz daha cömert davransaydı. Keşke bir kez olsun sana ‘seni seviyorum’ diyebilseydim. Belki sen de bunu duymayı isterdin, kim bilir…”
Bir kuş kondu mezar taşının ucuna. Gülcan başını kaldırdı, hafifçe gülümsedi. “Biliyorum, beni duyuyorsun… Ben de buradayım, seninle. Artık yokluğunda bile bana güç vereceğini biliyorum. Ve söz veriyorum; yaşarken senden öğrendiğim o ışığı başkalarına da taşıyacağım. Tıpkı senin yaptığın gibi…”
Toprağı son bir kez okşadı, sonra dua etti. Uzun bir dua… Gözlerini kapatıp içini döktü. O an, sadece bir mezarın başında değildi; bir dostun, bir sevdanın ve bir kahramanın hikâyesine tanıklık eden kalbinin tam ortasındaydı.
Sonra ayağa kalktı. Derin bir nefes aldı. Yüzünde hafif ama güçlü bir ifade vardı artık. “Hoşça kal Tarık… ama asla elveda değil. Çünkü bazı insanlar sadece yaşarken değil, gittikten sonra da içimizde yaşamaya devam eder…”
Ve yürümeye başladı… Gülcan artık yalnız değildi. Çünkü kalbinde, her zaman sessizce onu seven bir adamın izi vardı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.23k Okunma |
1.71k Oy |
0 Takip |
20 Bölümlü Kitap |