15. Bölüm

15. Bölüm

Zehra B.Art
zemherivakti

Bölüm 15 – Veda Değil, Sonsuzluk
Peki ya diğerleri?
Gülcan’ın hayatı, sessiz ama köklü değişimlerle dolmuştu. Zaman, acılarına sabır, sevinçlerine ise derinlik katmıştı. Annesi… Son günlerini Gülcan’ın kurduğu sevgi dolu yuvada geçirmişti. Torunlarının gülüşleriyle sarılmış, kızının şefkatli ellerinde yaşlanmış, yaptıklarından bin pişman olmuş bir sabah herkes uykudayken sessizce göçüp gitmişti. Ardında bıraktığı boşluk büyüktü ama Gülcan’ın gönlünde buruk bir huzur bırakmıştı. Anneliğin ne demek olduğunu en acı şekilde yine annesi öğretmişti .
Hayat, bir yandan da filizlenmeye devam ediyordu. Büyük oğlu Efe, mühendislik fakültesini başarıyla tamamlamıştı. Göğsünü gere gere, ayakları yere sağlam basarak iş hayatına adım atmıştı. Yüreği ise, güzelliğiyle değil, inceliği ve zarafetiyle göz kamaştıran bir kıza kapılmıştı. Sevgiyle örülen bir ilişkiyi, karşılıklı saygıyla büyütmüşler, nişan yüzüklerini takarak ortak bir geleceğe ilk adımı atmışlardı. Gülcan, onların mutluluğunda kendi gençliğini, yaşayamadığı hayalleri buluyordu.
Küçük oğlu Ege, yıllardır tutkuyla bağlı olduğu basketbol sayesinde büyük bir kulüpte oynamaya başlamıştı. Her maçta gösterdiği azim, okuluna da yansımıştı. Hem spor da hem derslerde başarısını sürdürüyordu. Annesinin yıllarca dimdik duruşu, onun için en büyük ilham olmuştu. Gülcan, oğullarının geldiği bu noktada, yaşadığı her zorluğa değdiğini bir kez daha hissediyordu. Çünkü onlar sadece başarıya değil, erdeme de ulaşmıştı.
Ve Mehmet… Yıllar önce her şeyi geride bırakıp giden o adam, bir felçle hayata tekrar sınanmıştı. Vücudu gibi gururu da yere serilmişti. Yalnız kalınca dönüp dolaşıp Gülcan’ın kapısını çalmıştı. Bu eve bir zamanlar sırt çeviren Mehmet, şimdi yitirdiği her şeyin kıymetini ancak acıyla öğrenmişti.
Gülcan’ın yüreği hâlâ kırık olsa da merhameti engel oldu kapıyı kapamaya. Çocuklarının “baba” deyişini eksik bırakmamak, vicdanını susturmamak için onu da evine aldı. Yarı felçli bedenine el oldu, yol oldu. Tedavi süreçlerinde yanında yer aldı. Fakat aralarındaki mesafe asla kapanmadı. Aynı çatı altında yaşasalar da geçmişin izleri Gülcan’ın kalbine bir daha güveni çizmemişti. Ne affetmek mümkündü ne de her şeyi unutmak… Ama Gülcan geçmişi yargılamadan, sessiz bir kabullenişle yaşadı.
Zaman geçtikçe, Gülcan’ın iç dünyası daha da derinleşti. Maddi dertlerden çok, manevi zenginlikler peşindeydi artık. En büyük huzuru, Tarık’ın mezarına yaptığı ziyaretlerde buluyordu. Her gittiğinde toprağını sevgiyle okşuyor, ona içini döküyor, en özel sırlarını onunla paylaşıyordu. Tarık’la hiç yaşanamamış ama bir o kadar gerçek olan duygular, o mezar taşının sessizliğinde yankılanıyordu.
Tarık’ın sevdiği kitapları topladı. Her hafta birini mezarına götürdü. Mezar başında yüksek sesle okudu. Bazen bir cümlede durdu, gözleri doldu. Bazen Tarık’ın bir cümleyi nasıl yorumlayacağını hayal etti. Her satırda onu bir kez daha yaşadı. Sanki o hâlâ oradaydı. Gülcan’ı dikkatle dinliyor, her kelimesine anlam yüklüyordu.
Bir gün mezar taşının başında otururken gökyüzüne bakıp usulca fısıldadı:
"Sen bu dünyadan gittin ama içimde öyle derin bir yer ettin ki... Bazı aşkların sesi çıkmaz. Onlar sadece kalpte yaşar, kalpte ölür. Ama seninki hiç ölmeyecek Tarık. Ben her nefeste seni biraz daha anlıyorum, biraz daha seviyorum."
O gün gökyüzü açıktı ama rüzgârda bir hüzün vardı. Gülcan, kalbindeki sessiz vedayı yapmıştı. O aşk yaşanamamıştı belki ama eksik de kalmamıştı. Çünkü bazı sevgiler, sadece var olarak tamamlanırdı.
Ve böylece, Gülcan’ın yıllar süren yolculuğu, acılarla yoğrulmuş ama sabırla inşa edilmiş hayatı, sessiz bir veda ile sonsuz bir bağlılığa dönüştü.
Tarık, artık toprağın altında; Gülcan ise onun hatırasıyla hayatın içinde yürüyordu.
Ama gönül bir kez sevince, ayrılık bile bir tür kavuşma olurdu.
Gülcan, onu artık ne sesinde ne yüzünde arıyordu… Onu ruhunda hissediyordu.
Tarık’tan aldığı ilhamla tasavvuf eğitimine başladı. İlk başta sadece anlamak için gitmişti; sonra kendini bulmak için. Belki Tarık kadar derinleşemedi, belki onun kadar sessizce içine akamadı hayatın…
Ama zamanla Gülcan da o büyük ruh yolculuğuna adım adım yaklaştı.
Yıllardır içinde eksik duran bir parçanın, nihayet yerli yerine oturduğunu hissetti. O eksik, artık tamdı. Çünkü o boşluğu bir insanla değil, onun açtığı yoldaki ilahi aşkla doldurmuştu.
Ona “yüzü gülsün” diye Gülcan adını vermişlerdi. Oysa yıllarca yüzü hep eksik gülmüştü. Acılar, yalnızlıklar, hayal kırıklıkları…
Ama bir gün, bir adam çıkagelmişti. Sessiz, ağırbaşlı ve derin...
Ne büyük sözler etti ne vaatlerde bulundu.
Ama Gülcan’ın içindeki karanlığa bir ışık tuttu.
Tarık, tıpkı ismi gibi bir yıldızdı. Yol gösteren, yön bulan, ama kendisi gökyüzünde duran… Ulaşılmaz, ama vazgeçilmez…
O yıldız, Gülcan’ın gecesini aydınlatmış, en karanlık ânında ona bir yön olmuştu.
Tarık, zamansız bir şekilde hayatından kayıp gitmişti, ama onun ışığı hiç sönmedi.
Gülcan, o ışıkla yürüdü.
O ışıkla ağladı, o ışıkla affetti, o ışıkla büyüdü.
Ve o ışıkla tamamlandı.
Artık içi boş bir bekleyiş yoktu hayatında. Bir yürek sızısı kaldı elbet…
Ama bu kez sızı, bir yaradan değil, vuslata inanmanın teslimiyetinden doğuyordu.
Çünkü Tarık gitmemişti.
Sadece başka bir biçimde kalmıştı.
Hikâye burada bitmedi.
Sadece başka bir biçimde, başka bir yerde devam ediyor.
Çünkü bazı sevgiler, zamana değil, ebediyete yazılır.
Ve ebediyete yazılan hiçbir aşk, yarım kalmaz…


 

Bölüm : 08.05.2025 16:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...