2. Bölüm

2. Bölüm

Zehra B.Art
zemherivakti

Bölüm 2 – Gözler Gördüğünde Yürek Susamaz
Sabah güneşinin solgun ışığı, mutfağın penceresinden içeri süzülürken Gülcan, çaydanlığın altını kısarak sessizce ocağın başında duruyordu. Dünün gecesi zihninde hâlâ sisli bir perde gibiydi. Görüp gördüğüne inanamıyor, her şeyi rüyaya yormak istiyordu. Ama yüreği onu yarı yolda bırakmıştı; çünkü kalbin sustuğu yerde gözler gerçekleri haykırıyordu.
Mehmet mutfağa adım attığında üzerinde uykusuzluğun zerresi yoktu. Saçlarını geriye doğru taramış, üzerine özenle ütülenmiş bir gömlek giymişti. Gülcan, onun yüzündeki rahat ifadeye bakarken içinde yükselen öfkeyi bastırmakta zorlanıyordu. Adamın uykusu gayet yerindeydi. Çünkü suçluluk, belli ki bu evde sadece Gülcan’ın duygularına yerleşmişti.
“Bugün Sevda’yla alışverişe çıkacağız,” dedi Mehmet, sofradaki zeytin tabağını önüne çekerken. “Eksik ne varsa yaz, alalım.”
Cümle basit ve sıradandı. Ama Gülcan’ın içine saplanan hançer gibiydi. Sevda’yla… Alışverişe… Yani bir gün önce onun kucağında uyuyan adam, şimdi onunla dışarı çıkmaya hazırlanıyordu. Gülcan’ın yüreğinden bir kıvılcım geçti. Gece gördükleri bir kâbus değil, gerçekti. Gözlerinin önünde yaşanmış, suskunluğa mahkûm edilmiş bir ihanetti.
Ama Gülcan susmayı seçti. Şimdilik. Çünkü bazı gerçekleri göstermek için sadece doğru anı beklemek gerekiyordu. Bazen bir kadın, sessizliğiyle büyür. Gözyaşlarını içine akıtır ama öfkesini zihninde planlara dönüştürür.
O günkü kahvaltı sofrasında sessizce çocuklarına göz gezdirdi. Efe, tostunu yerken kardeşine göz ucuyla bakıyordu. Henüz yedi yaşında bir çocuktu ama evdeki gerilimi iliklerine kadar hissediyordu. Küçük olan ise henüz anlamasa da, annesinin göğsünden yükselen kalp atışlarındaki sarsıntıyla büyüyordu.
Mehmet ve Sevda evden çıkmaya hazırlanırken Gülcan mutfağa geçip bir telefon açtı. Mahalledeki taksi durağını aradı. Sakin ama kararlı bir sesle:
“Bir taksi rica edeceğim. Evimin iki sokak aşağısında beklemesini isterim. Birazdan bineceğim.”
Telefonu kapattı, içinden ‘bismillah’ diyerek usulca çocuk odasına girdi. Efe yatağında oturmuş kitap karıştırıyordu. Gülcan diz çöküp oğlunun göz hizasına geldi.
“Efe, canım oğlum... Annen biraz dışarı çıkacak. Kardeşine göz kulak olur musun? Ağlarsa emziğini ver, tamam mı? Çok kısa sürecek.”
Efe başını salladı. Gülcan ona sıkıca sarıldı. Annesi olmanın en zor yanlarından biri, kalbi paramparça olurken bile çocuklarının huzurunu korumak zorunda olmaktı.
Kapıdan çıkan Mehmet ve Sevda gülüşerek arabaya bindiklerinde, Gülcan da paltosunu aldı. Kapıyı sessizce kapatıp evden çıktı. Kaldırımın köşesindeki taksiye bindi ve şoföre tek bir şey söyledi:
“O arabayı takip et, lütfen. Uzaktan. Fark etmesinler.”
Şoför dikiz aynasından ona bir bakış attı. Gözlerinde çok şey görmüş bir adamın sessiz anlayışı vardı. Başını salladı, motoru çalıştırdı.
Gülcan, arka koltukta ellerini yumruk yapmıştı. Camdan dışarı bakarken gözleri sürekli Mehmet’in arabasını takip ediyordu. Arabaları bir parkın önünde durduğunda, içi titredi. Parkın adı bile boğazına düğümlendi. “Umut Parkı” yazıyordu tabelada. Ne ironik… Bu parkta umut değil, ihaneti izleyecekti.
Taksi şoförüne "burada dur" dedi, biraz uzakta indi. Kalbindeki fırtına göğsünü zorlarcasına esiyordu ama yüzü donuktu. Ayakları onu taşırken gözleri Mehmet ve Sevda'yı takip etti. Parkta yürümeye başlamışlardı. Aralarında fısıltılar vardı, bazen gülüyorlar, bazen birbirlerinin gözlerine uzun uzun bakıyorlardı.
Bir banka oturdular.
Ve sonra...
Mehmet, Sevda’nın ellerini tuttu. Sevda da karşılık verdi. Ardından Mehmet, başını hafifçe eğdi… Ve Gülcan’ın gözlerinin önünde, karısının kız kardeşini dudaklarından öptü.
O an, zaman durdu.
Gülcan’ın kalbinden bir şey sökülür gibi oldu. Dizlerinin bağı çözüldü ama yere yığılmadı. İçinden gelen bir çığlık, sessizliğe büründü. Gözyaşları yanaklarına süzüldü. Dudağını ısırarak kendini tutmaya çalıştı ama içinden “Allah sizi kahretsin!” cümlesi fısıltı gibi döküldü.
Taksi şoförü dikiz aynasından ona baktı. Yüzünde merhametli, yaşanmışlık dolu bir ifade vardı.
“Kızım... Böyle bir adam için ağlama. Yazık ediyorsun kendine.”
Gülcan cevap vermedi. Kelimelere kapılarını kapatmıştı artık. O anı yaşadı, sadece yaşadı. Her ayrıntısıyla, her hançer darbesiyle, her yıkımıyla.
Ve sonra, geri döndü.
Eve girdiğinde bebek ağlıyordu. Efe, elinde emzikle kardeşine doğru uzanmıştı ama kendi gözyaşlarını durduramıyordu. Gülcan, çocuklarına sarıldı. Kalbi, iki küçük bedene sıkıca bastırılmış bir acıdan ibaretti artık.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Günün son ışıkları, perdelerin arasından sızarken evin içinde garip bir sessizlik hâkimdi. Sanki duvarlar bile bekliyordu yaşanacak fırtınayı. Gülcan, mutfak tezgâhının başında, elleri titreyerek aynı yeri siliyordu. Bez ıslanmıştı, ama yüzündeki acı hâlâ kuruyamamıştı. Kalbi hâlâ parkta gördüklerinin yankısıyla çarpıyor, nefesi içindeki öfkeyi bastıramıyordu.
Kapı açıldı.
Mehmet ve Sevda içeri girdiler. Ellerinde poşetler vardı; alışverişten dönmüş gibi yapıyorlardı. Sevda, sanki birkaç saat önce evli bir adamla parkta öpüşen kadın değilmiş gibi, neşeli bir kahkahayla Gülcan’a seslendi:
“Off, çok yoruldum abla ya! Sen yerleştir artık, ben bittim vallahi.”
Poşetleri tezgâha bıraktı, üstünü silkeleyip odasına yönelmek üzereydi ki… Gülcan o anda elindeki bezi yere fırlattı. İçinde tuttuğu volkan artık taşmıştı.
Yüzü kıpkırmızı, gözleri öfke doluydu. Ağzından çıkan kelimeler artık bir kadının sabrının son noktasıydı:
“Demek çok yoruldun, öyle mi Sevda?” dedi, sesi soğuk ama titriyordu.
Bir adım attı ileriye, sonra bir adım daha. Ve aniden, elini kaldırıp Sevda’nın yüzüne tokadı patlattı. Tokat, evin içinde yankılandı. Bir kadın haykırışının acı gerçeği gibiydi o ses.
Sevda bir an neye uğradığını şaşırdı. Gözleri büyüdü, yüzü yanmaya başladı.
“Delirdin mi sen?! Ne yapıyorsun abla, ne hakla bana vuruyorsun?!”
Ama Gülcan’ın içindeki suskun kadın artık yoktu. Yerini, ihanete uğramış bir annenin, bir eşin, bir ablanın öfkesi almıştı. Bir tokat daha attı kardeşine. Ardından avazı çıktığı kadar bağırdı:
“Çabuk! Pılını pırtını topla, defol git evimden! Bugün sizi takip ettim. Her şeyi gördüm. Parkta kocamla nasıl güldüğünü, el ele tuttuğunu… Ve nasıl dudak dudağa öpüştüğünüzü!”
Sesi boğuklaştı, ama gözleri alev gibiydi. Sözleri hançer gibi saplandı Sevda’nın kulaklarına.
“Sen buraya bana yardım etmeye değil, benim kocamı baştan çıkarmaya geldin! Benim yuvamı yıkmaya geldin! Sen benim kardeşim değilsin! Sen bir yılanmışsın da ben görememişim!”
Ve Gülcan, titreyen elleriyle kardeşinin saçını tuttuğu gibi onu evin holüne sürükledi. Tüm gücüyle kapıyı açtı ve Sevda’yı dışarı itti. O an komşu kapıları aralanmaya başladı, içeriden çıkan sesler mahalle duvarlarını aşıyordu.
Sevda ağlayarak yere kapaklandı. Şaşkınlıkla etrafına bakıyor, ne diyeceğini bilemiyordu. Yalvaran gözlerle ablasına baktı:
“Ablacığım... Ne olur... Ne olur dinle…”
Ama Gülcan artık hiçbir şey duymuyordu. Kalbi taş gibi olmuştu. Gözlerinden yaş süzülmüyordu artık. Çünkü gözyaşı tükendiğinde, geriye sadece sessizlik kalırdı.
Tam o sırada içerden koşarak gelen Mehmet:
“Ne oluyor burada?!” diye bağırdı.
Ama karşısında Gülcan’ın tüm fırtınasıyla dikildiğini görünce bir adım geriye çekildi. Gözlerinde ilk kez korku vardı.
“Sen de sus!” diye bağırdı Gülcan.
“Sen de aynısın! Benim kardeşimle! O çocukların annesini böyle mi sattın sen? O yemin ettiğin evliliği böyle mi sahiplendin?! Allah sizi kahretsin!”
Mehmet kıpkırmızı olmuştu. Ne diyeceğini bilemiyor, tek kelime edemiyordu. Gülcan, bir kadın olarak değil, bir anne, bir eş ve bir insan olarak karşısında öyle dimdik durmuştu ki… Mehmet susmayı seçti. Çünkü o suskunlukta, her şey anlatılmıştı.
Gülcan, kapıyı sertçe kapattı. Evin içi bir anda yeniden sessizliğe büründü. Ama bu seferki sessizlik korkunun değil, bir kadının kendi iradesiyle aldığı kararın sessizliğiydi.
Çocuk odasına yürüdü. Efe gözleri yaşlı, kardeşine sarılmış şekilde annesini bekliyordu. Gülcan onları kucağına aldı. Sımsıkı sarıldı. Çünkü artık bu evde sadece onlar kalmıştı.
Ve o gün… Gülcan ilk kez kendisi için, çocukları için bir başlangıç yapmaya karar verdi.

Salona geri döndü. Ayak sesleri, evin dört bir yanına yankı gibi çarpıyordu. Öfke, kırgınlık ve hayal kırıklığı, gözlerinden fışkırıyordu. Sesindeki titreyiş ise acının ve ihanete uğramışlığın haykırışıydı:
“Sen ne ahlaksız bir adamsın ki karının kız kardeşiyle aşk yaşıyorsun? Utanmaz, arlanmaz!” diye çığlık çığlığa bağırıyordu.
Sözleri salonda soğuk bir rüzgâr gibi dolaştı. O ana kadar sustuğu her şey, içinde biriktirdiği tüm öfke artık dışarı taşmıştı.
Ama Mehmet, ne utandı ne de geri adım attı. Onun bakışları da sözleri kadar buz gibiydi. Kafasını kaldırdı, sesini yükseltti. Kırıcıydı. Gülcan’ın tüm dünyasını yerle bir eden cümleler, bir bıçak gibi dudaklarından döküldü:
“Yeter artık Gülcan! Senden soğudum, artık seni istemiyorum. Evet, Sevda’ya âşık oldum. O da beni seviyor. Senden ayrılıp onunla evleneceğim!”
Gülcan, duyduklarına inanmak istemedi. Gözlerini kırptı, başını salladı, sanki gerçekliğe direnir gibiydi. O kelimeler kulağında çınladı bir süre. İçine ağır bir taş gibi oturdu. Nefesi daraldı, boğazı düğümlendi. Sesini toparladı:
“Yazıklar olsun sana ve sana harcadığım yıllara! Allah cezanızı versin. Bu günü unutma. Ben hiç unutmayacağım!” dedi. Ardından vakur bir şekilde doğruldu.
Artık söylenecek söz kalmamıştı. Yıllarını verdiği, yuva sandığı bu ev ona bir yabancı kadar soğuktu. Derin bir nefes aldı, iki çocuğunu yanına aldı, gözyaşlarını içine akıtarak evi terk etti. Ardına bile bakmadı. Kapıyı çekip çıkarken, sadece ardında bir ev değil, bir ömür bıraktı.
Annesinin evine vardığında, gecenin karanlığında kapıyı açan ilk kişi annesi oldu. Gülcan’ın hâlini görünce hiçbir şey sormadı. Çünkü Sevda zaten utanmadan olup biteni kendi penceresinden anlatmıştı.
Sabaha kadar konuşulmadı. Çocuklar uyuduğunda, Gülcan tek başına oturdu. Gözleri boşluğa dalmıştı. Düşünmüyordu artık. Çünkü düşünmek acıtıyordu.
Ertesi gün, Gülcan’ın ailesi bir araya geldi. Herkes suskun, herkes şaşkındı. Gülcan yaşadıklarını, gözyaşları içinde tek tek anlattı. O anlatırken, herkesin yüzü birer birer buz kesildi.
Birkaç saat sonra Mehmet çağrıldı. Kalabalığın ortasında herkesin gözlerinin içine bakarak konuştu. Öyle soğukkanlıydı ki, yıkımı anlatırken sanki kendi hayatı değilmiş gibi:
“Evet, hataydı. Ama ben Sevda’yı seviyorum. Onunla evlenmek istiyorum. Gülcan’dan boşanacağım.”
Ardından sözde bir vicdan açıklaması geldi:
“Sizi mağdur etmeyeceğim. Gülcan’a ve çocuklarıma bakacağım. Çocuklarım benim canım. Onları asla ortada bırakmam.”
Sözler güzeldi ama içleri boştan da öteydi. Mehmet, zenginliğini bir perde gibi kullanmıştı. O perde, utancı örten kalın bir örtü olmuştu. Gülcan’ın ailesi, ezilmemek için susmuştu. Aralarından biri sadece şu cümleyi fısıldadı:
“Adam bari arkasında dursun...”
Ve o gece herkes bir parça eksildi. Boşanma kısa sürede gerçekleşti. Belgeler imzalandı. Gülcan, evliliğin son cümlesini mahkeme kapısında kendi kalbine yazdı:
“Her şeye rağmen ayakta kalacağım. Çünkü çocuklarım için güçlü olmak zorundayım.

Bölüm : 07.05.2025 13:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...