3. Bölüm

3. Bölüm

Zehra B.Art
zemherivakti

Bölüm 3 – Çile Dolu Yıllar
Gülcan için hayat, artık bir başka mücadele biçimiydi. İki çocuğuyla beraber annesinin evine sığınmıştı ama orası ne bir yuva olmuştu ona, ne de huzur. Sığındığı bu çatı altında sevgi beklerken, karşısına çıkan yalnızca kırık dökük sözler, her gün biraz daha ezilen gururuydu.
Annesi ve babası, sanki yaşanan tüm felaketlerin sorumlusu yalnızca Gülcan’mış gibi, acımasızca yargılıyorlardı.
“Bir adamı tutamadın, elinden kaçırdın,”
“Sen ne bilirsin ev geçindirmeyi? Bir baltaya sap olamadın ki...”
Bu sözler, Gülcan’ın her sabah kulağında yankılanıyor, geceleri uykusuna kadar sızıyordu. Her defasında kendini savunmaya çalışsa da cümleler boğazında düğümleniyor, kalbindeki yükü daha da ağırlaştırıyordu.
Ve en beteri… Mehmet verdiği hiçbir sözü tutmamıştı.
"Çocuklarım benim canım," demişti, ama ne bir arayan olmuştu ne bir soran.
Aylarca, sonra yıllarca… Mehmet ortadan kaybolmuştu.
Çünkü Sevda—o ihaneti elleriyle kuran kız kardeşi—Gülcan’ı ve çocukları görmek istemiyor, Mehmet’e açık açık baskı yapıyordu. “Onlar geçmişin yükü,” diyordu. Mehmet de bu sözleri emir bellemişti. Onun için artık sadece yeni hayatı, yeni karısı vardı. Eski eş ve çocuklar, bir dosya gibi kapatılmıştı.
Gülcan hem annesinin evinde barınmaya çalışıyor, hem de ayakta kalmaya...
İşten işe koşturuyordu.
Temizlik işlerinde çalıştı, evlere gitti, paspas tuttu, yer sildi.
Bulaşıkçılık yaptı. Sonra bir markette tezgahtarlık buldu.
Gözlerini bile zor açık tutuyordu bazen.
Ama hiç pes etmedi.
Geceleri yorgun argın yatağa uzandığında, çoğu zaman çocuğunun başında ağlayarak uyuyakalıyordu. İçinde hep tek bir cümle dolanıyordu:
"Bir gün kendi evim olacak. Bu çocukları kimsenin yüzünü eğmeden büyüteceğim."
Aradan tam yedi yıl geçti.
O zorluklarla geçen yedi yıl, Gülcan’ın yüzüne çizgiler düşürmüş, ama gözlerine bambaşka bir güç vermişti.
Büyük oğlu Efe liseye başlamıştı, küçüğü—Ege—okula geç de olsa başlamıştı.
Artık biraz büyümüş, konuşkan bir çocuk olmuştu. Ama hâlâ içine kapanık, hâlâ sessizdi.
O gün Gülcan yine sabahtan beri çalışmış, markette tam gün koşturmuştu. Elinde poşetlerle eve geldiğinde ilk işi çocuklarına bakmak oldu. Efe odasında kitap okuyordu. Ama Ege yoktu. Sessizce evin içini dolaştı, gözleriyle her köşeyi taradı. Sonra annesinin yanına gidip telaşla sordu:
"Anne, Ege nerede? Okuldan dönmedi mi?"
Annesinin verdiği cevap ise, yorgun kadının kalbine bir kez daha taş gibi oturdu:
“Ben senin çocuğunun bekçisi değilim! Yeter artık bıktım senden de senin dertlerinden de!”
Söylenen her kelime, bir kurşun gibi saplandı Gülcan’ın yorgun kalbine.
Bir an dondu kaldı. Sonra gözlerinden süzülen yaşlarla evden çıktı.
Koşarak okula gitti.
Çocuklar çoktan çıkmıştı.
Ege ortalıkta yoktu. Öğretmenler de ayrılmıştı.
Kalbi göğsünden çıkacak gibi çarparken okul yolu boyunca koşturdu.
Etrafı taradı. Kaldırımlara baktı, sokak aralarına daldı.
Bir an durup gözlerini kapattı, nefesini tuttu, dua eder gibi mırıldandı:
"Allah’ım, ne olur çocuğuma bir şey olmasın."
Sonunda, evden iki sokak aşağıdaki küçük parka yöneldi.
Ve orada…
Bir banka kıvrılmış, dizlerini karnına çekmiş halde buldu onu.
Minik bedeni yorgunluktan düşmüş gibiydi.
Bir sokak köpeğiyle oynarken zamanın nasıl geçtiğini unutmuş,
sonra halsiz düşüp orada uyuyakalmıştı.
Yanağında kırmızı bir kızarıklık vardı. Gülcan elini alnına koydu:
Ateşi vardı.
O an, Gülcan diz çöküp oğlunu kucakladı.
Sıkı sıkı sarıldı. Gözyaşlarını tutamadı.
Çocuk annesinin kucağında gözlerini araladı, fısıldadı:
“Anne… Köpeğe su verdim. Beni bırakmadı.”
Gülcan başını eğdi, oğlunun alnına dudaklarını bastırdı.
“Ben de seni asla bırakmayacağım, yavrum,” dedi.
“Hiç kimseye bırakmayacağım…”


Gülcan, o gün küçük oğlu Ege’yi kucağına alıp eve döndüğünde yorgunluğu sadece bedeninde değil, ruhunun en dip köşelerindeydi. Kalbi hâlâ korkudan titriyordu. Oğlunun minicik alnındaki sıcaklığı, içini yakmıştı. Çocuğunu sağ salim bulmuştu, evet… ama ev dediği yerin sıcaklığı, bir duvar kadar soğuktu.
Eve girer girmez, annesinin asık suratıyla karşılaştı. Gülcan’ın gözleri hâlâ doluyken, annesi ses tonunu bile kısmadan, o taş gibi kelimeleri fırlattı:
“Bari ölseydi! En azından biri eksilirdi.”
Gülcan’ın içi o anda yırtıldı sanki.
Göğsüne bir yumruk yemiş gibi afalladı.
Sanki zaman durdu.
O ana kadar dişini sıkan, sabreden, gözyaşlarını içine akıtan kadın, artık kendine bile yabancıydı.
Bir anda gözlerini annesine dikti. Sesinde yılların biriktirdiği öfke, hüzün ve isyan vardı:
“Artık bağlasan da seninle aynı evde kalmam!” dedi titreyen sesiyle.
“Bitti. Çocuklarımı da alıp gidiyorum!”
Annesi, Gülcan’ın bu sözlerine alaycı bir kahkaha ile karşılık verdi:
“Nereye gideceksin? Aç karnını bile burada doyuruyorsun. Neyine güveniyorsun sen?”
Bu sözler karşısında Gülcan bir adım geri çekildi. Ama bu bir korkaklık değil, gücünü içinden toparlamak içindi. Gözleri doldu, yanaklarından süzülen yaşları silmeden konuştu:
“Daha önceden iki göz bir ev bakmıştım. Ama cesaret edememiştim. Eşya için para biriktirmeyi bekliyordum. Artık beklemeyeceğim! Soğan ekmek yerim, kuru bir yerde çocuklarımla yer yatağında yatarım... Ama bu çatının altında, bu kinle, bu aşağılama altında durmam!”
Gözyaşlarıyla birlikte kelimeler döküldü ağzından, ama sesi netti, duruydu.
Bu defa titreyen o değildi.
Annesi, bozguna uğrayan bir komutan edasıyla, ama hâlâ kibriyle konuştu:
“Git hadi, durma! Bakalım kaç gün dayanacaksın? Sana bir kaşık bile vermem bu evden. Akıllı bir kadın olsan, çoktan bir koca bulur, giderdin. Neyine güveniyorsun? Yoksa… hayatında biri mi var ha? Bir dostun mu var arkanda?”
Bu sözler, Gülcan’ın damarına saplanan son bıçak oldu.
Annesinin gözlerinin içine baktı, artık içinde korkudan eser yoktu.
Korku, yerini karara bırakmıştı.
Gururuyla doğruldu.
“Hayır,” dedi.
“Arkamda kimse yok. Ne bir adam, ne de bir dost.
Sadece kendi ayaklarımın üstündeyim artık. Ve bu bana yeter.
Oğullarım için yeter.”
O an Efe, kapının kenarından annesini izliyordu.
Küçük Ege hâlâ halsizdi ama annesinin kucağında huzurla duruyordu.
Gülcan iki çocuğunun başına elini koydu, derin bir nefes aldı ve valizini hazırlamaya başladı.
O evden sadece birkaç parça kıyafet, birkaç defter ve çocuklarının oyuncak ayısıyla ayrıldı.
Ama yanında taşıdığı bir şey daha vardı:
Onur. Sabır. Ve yeniden başlama kararlılığı.


“Bir gün bana muhtaç olursan, sana bu günü hatırlatacağım!” dedi, kapıyı vurup çıkıp gitti.

Annesinin sözleri, Gülcan’ın kalbine hançer gibi saplandı.
Ama bu kadının artık gözyaşı dökecek vakti bile yoktu.
İki çocuğu vardı.
Oğulları için dimdik durması gerekiyordu.

 

Bölüm : 07.05.2025 14:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...