
Bölüm 4 – Bir Avuç Umut
Gülcan, elinde avuçta ne varsa toplayarak, gözyaşlarını içine akıta akıta tuttuğu o iki göz odalı eve ilk adımını attığında, içini tuhaf bir sessizlik kapladı. Evet, burası onun evi olacaktı. Duvarları çıplaktı, zemin soğuktu. Ne halı vardı, ne perde… Ne masa, ne de bir yatak. Ama içeri adımını attığı anda kalbindeki kararlılık, eksik her şeyi sanki geçici kılıyordu.
Yorgun omuzlarına Ege’yi yasladı, küçük bir valiz ve oğullarının minicik oyuncak ayısı dışında hiçbir şeyi yoktu. Ama yüreğinde taşıdığı annelik duygusu, her şeyden büyüktü.
“Burası bizim yuvamız olacak,” diye fısıldadı çocuklarının başına. “Azla yetiniriz, ama başı dik yaşarız.”
Geceyi yere serdiği eski bir battaniyenin üzerinde, çocuklarına sarılarak geçirdi. Soğuktu. Ama o sarılış, yıllardır aradığı sıcaklıktı.
Ertesi sabah…
Kapı çaldı.
Gülcan ürkekçe yerinden doğruldu. Erken saatte kim gelirdi ki? Kapıyı açtığında karşısında ihtiyar ama güler yüzlü bir adam duruyordu. Üzerinde kahverengi örgü bir hırka, elinde bir poşet, gözlerinde samimiyet...
“Ben ev sahibi Nihat,” dedi.
“Sana ‘hayırlı olsun’ demeye geldim kızım. Bir ihtiyacın var mı diye uğradım.”
Gülcan ne diyeceğini bilemedi. Sanki bir melek kapıyı çalmış gibiydi.
Bir an sessiz kaldı, gözleri doldu.
Bu adamda yabancı değil, bir baba sıcaklığı vardı.
Nihat Amca içeriye şöyle bir göz gezdirdi. Evin bomboş halini görünce boğazı düğümlendi.
Duvarların sessizliği bile konuşuyordu sanki.
Küçük Ege köşede uyukluyordu, Efe ise annesinin eteğine sarılmış, ürkek gözlerle yabancıyı süzüyordu.
“İnsan kendi evladına, torununa bunu nasıl reva görür?” diye geçirdi içinden.
“Bu koca dünyada bir anne iki çocukla nasıl baş etsin?”
Derin bir nefes aldı, elini cebine uzattı. Gülcan’ın önceden verdiği depozitoyu çıkarıp uzattı:
“Bak kızım, bu benden sana. Bu ev senin artık. Şimdi sen al şu parayı, git çocuklara süt al, ekmek al. Sobaya odun al. Ben senin annen, baban, abin olacağım burada. Üzülme. Her şey düzelir.”
Gülcan bu iyiliği karşısında adeta yıkıldı. Dizlerinin bağı çözüldü.
Gözlerinden akan yaşları artık saklayamıyordu.
O an bir şey fark etti:
Yalnız değildi.
Belki ailesi arkasında durmamıştı ama Allah, karşısına bir “insan” çıkarmıştı.
Nihat Amca bir süre sonra vedalaşıp ayrıldı ve soluğu evde aldı.
Ayşe Teyze, her zamanki gibi örgüsünü örerken başını kaldırdı. Kocasının yüzündeki burukluğu görünce durumu anladı:
“Ne oldu bey, sen böyle mahzun mahzun geldin?”
Nihat Amca oturdu, başından geçenleri anlattı. Gözleri nemlenmişti:
“İçim yandı Ayşe. Daha çocuk ya çocuk… Kocası kardeşiyle evlenmiş. Kucağında iki çocukla gelmiş buraya. Ev bomboş. Ama gururlu da. Ağzını açıp bir şey istemedi.”
Ayşe Teyze ellerini dizine vurdu:
“Vah yavrum! Vah güzel kız! Allah kimseyi evlatsız, ocaksız koymasın. Biz kolu komşuya haber ederiz. Perdedir, battaniyedir, biraz eşya toparlarız. Onların evi düzene girer. Sen merak etme.”
Nihat Amca derin bir “oh” çekti:
“Allah senden razı olsun hanım, içime su serptin vallahi.”
Ve hemen ardından doğru muhtarlığın yolunu tuttu.
Gülcan’ın durumunu anlattı, gerekli yardımlar için kapıları çaldı.
Kimi “dosya hazırla” dedi, kimi “araştırırız.” Ama Nihat Amca geri adım atmadı.
O gün itibarıyla Gülcan için sadece ev değil, umut da filizlenmeye başlamıştı.
Bir anne, iki çocuk, birkaç yürekli insan...
Ve yeniden doğan bir hayatın ilk sabahıydı bu.
Ayşe Teyze komşuları organize etti.
Gülcan’ın evine geldiler.
Evin halini görünce herkesin içi parçalandı.
Ama “Birlik varsa umut da vardır,” diyerek ellerinden geleni yapmaya karar verdiler.
Bir komşu:
“Benim kullanmadığım masa, sandalyem var,” dedi.
Bir diğeri:
“Bizde yedek yorgan var, halı da var,” dedi.
Bir kadın koltuk getirdi.
Başka biri mutfak eşyası…
Bir diğeri perde…
Derken küçücük, çıplak ev birkaç saat içinde sıcacık bir yuvaya dönüştü.
Gülcan o gün yıllar sonra ilk kez mutluluktan ağladı.
O anki gözyaşları, ihanetin değil; umutla yeniden filizlenmenin gözyaşıydı.
Çünkü hayat, bazen bir lokma sevgiden yeşerirdi…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.23k Okunma |
1.71k Oy |
0 Takip |
20 Bölümlü Kitap |