9. Bölüm

9. Bölüm

Zehra B.Art
zemherivakti

Bölüm 9 – Unutulmaz Anılar
Yağmur, şiddetini artırarak düşüyordu. Sanki dünya, bu anı daha da zorlaştırmak için birleşmiş gibiydi. Gülcan, aracın içindeki camlardan su damlacıklarının süzüldüğünü izlerken, yolda ilerlemeye devam ettiler. Fakat silecekler, yağmurun gücüne karşı yetersiz kalıyordu. Görüş mesafesi oldukça azalmıştı. Tarık Bey, direksiyonu sıkıca tutarak yavaşça ilerliyordu ama bir süre sonra, önlerinde tıkanmış bir trafik gördüler. Yağmur hala durmuyor, şimşekler ara ara gökyüzünü aydınlatıyordu. Hava, bir felaketi müjdeliyor gibiydi.
Gülcan’ın içindeki huzursuzluk giderek artıyordu. Bu yoğun hava, her şeyin üzerine koyduğu bir yük gibi omuzlarını sıkıştırıyordu. Bir an önce inmek istedi. Hızla kararını verdi ve Tarık Bey’e döndü.
“Durağa az kaldı, ben ineyim. Teşekkür ederim, trafik de var zaten. Müsaadenizle,” dedi, ama sesi normalden daha tizdi, biraz daha paniklemişti.
Tarık Bey, Gülcan’ın sözlerini duyduktan sonra, düşünceli bir şekilde başını salladı.
“Çok yağmur yağıyor, biraz bekle istersen,” dedi. Ama içindeki kaygıyı da gizleyemiyordu. Yağmur, sanki dış dünyayı kapatıyor, her şeyin içinden geçtiği bir duvar gibi hissettiriyordu.
Arka planda korna sesleri çalmaya başlamış, etrafın karmaşası giderek büyüyordu. Yağmurun hızı arttıkça, Gülcan’ın içindeki stres de daha yoğun bir hal almıştı. Fakat tam o sırada, Tarık Bey aniden bir hareketsizlik gösterdi. Gülcan, dikkatle gözlerini Tarık Bey’in yüzüne odakladı. Adamın yüzü solmuş, kasvetli bir ifade almıştı. Göğsünü tutuyor, derin derin nefes alıyordu.
“Neyiniz var, Tarık Bey? Hastamınsınız?” diye sordu Gülcan, sesi endişe içinde titreyerek.
Tarık Bey, sanki bunu duymazdan gelir gibi, “Endişelenme, şimdi geçer,” dedi. Ama sözcükleri boğuk çıkıyordu. Gülcan, bir anlık bir sessizlikte, Tarık Bey’in ellerindeki titremeyi fark etti. Çarpıntısı şiddetleniyor, yüzü bembeyaz oluyordu.
“Yapabileceğim bir şey var mı? Ambulans çağırayım mı?” diye tekrar sordu Gülcan, bir yandan telaşla cep telefonunu çıkarırken.
Tarık Bey, biraz daha sakinleşmeye çalışarak, “Gülcan, aracımda ilaç var. Onları bana verir misin? Orada su da olacak, senden ricam onları bana verir misin?” dedi, sesi hala zorlanıyordu ama Gülcan, sesindeki sakinliği anlamaya çalışıyordu.
Gülcan, bir yandan panik içinde olsa da, Tarık Bey’in ne kadar zor durumda olduğunu fark etmişti. Ellerini titreyerek Tarık Bey’in ilaçlarını ve suyu araca yerleştirdiği bölmeden çıkarıp ona verdi. Tarık Bey, bunları elleriyle alırken, gözleri yorgun ama bir o kadar da minnettar görünüyordu. Gülcan, bir yandan panik içinde Tarık Bey’in ellerini tutarak, “Ambulans çağırmalıyız,” dedi.
Tarık Bey, biraz daha derin bir nefes aldı, gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalıştı.
“Bunun bir panik atak olduğunu biliyorum. Birazdan geçeceğinden eminim,” dedi ama sözlerinde hiçbir inandırıcılık yoktu. Çarpıntısı daha da artmıştı.
Tarık Bey, birden arabadan inip, hızlıca kaldırıma çöktü. Gülcan, Tarık’ın peşinden giderek yanına oturdu. Yağmur şiddetle yağıyor, her şey bir sel gibi etraflarını sarmıştı. Gülcan, içinde bir kıvılcım hissetti hem endişe hem de bir merhamet. Tarık Bey, ellerini dizlerine koyarak, yavaşça derin derin nefes almaya başladı.
Gülcan, onun yanında otururken, bu garip duygunun ne anlama geldiğini kendisi de tam olarak bilmiyordu. Yağmurun sesinden başka bir şey duymuyor gibiydi. Her şey sanki yavaşlıyordu, zaman donmuş gibiydi. Tarık Bey, yavaşça gövdesini yukarı kaldırıp yüzünü göğe doğru çevirdi. Derin bir nefes aldı ve dudaklarından şu sözler döküldü:
“Allah’ım, beni rahmetinle şifalandır.”
Gülcan, ne kadar inançlı bir insan olduğunu anlamıştı Tarık Bey’in. Dua ederken ki sesi, yavaşça ama derin bir şekilde içindeki tüm korkuları, kaygıları, her şeyin üstesinden gelecekmiş gibi bir his yaratıyordu. O an, Gülcan Tarık Bey’e sadece bir yardımcı değil, aynı zamanda bir güven kaynağı olduğunu fark etti. Dua ederken, kendisi de bir süre sessiz kaldı. Tarık Bey’in kelimeleri, o an yağmurun çiseliyor olan her damlasıyla birleşerek Gülcan’ın ruhuna bir huzur getirdi.
Tarık Bey’in dua ettiği an, etrafındaki kaotik yağmur bile başka bir şekilde hissediliyordu. Şimşekler çaksa da, her şey bir an için durmuş gibiydi. Tarık Bey, derin bir nefes daha alarak, “Geçiyor, Gülcan. Her şey geçecek,” dedi ve biraz daha rahatladı.
Gülcan, gözlerini kapatarak, ellerini dua eder gibi, bu zor zamanın bir an önce son bulmasını diledi. Ama o an, bir şey fark etti: Bu karanlık ve yağmurla dolu akşamda, sadece dışarıda değil, içinde de bir dönüşüm başlatıyordu. Tarık Bey’in gücü, inancı, içindeki huzur, onu sarmalıyordu. Yağmurun altında bile, içinde bir şeylerin değiştiğini hissediyordu.

Gülcan hem korkulu hem sakin bir şekilde onu izliyordu. Tarık Bey, yüzüne vuran yağmurlar ve ilacının etkisiyle kendine gelmeye başladı.

Gülcan, “Tarık Bey, iyi misiniz?” diye sordu.
Tarık, “Daha iyiyim, merak etme,” dedi.
Trafik açılmaya başlayınca, ikisi de arabaya bindiler.

Yaşanan bu olay, kırılan bardaklar hadisesinden sonra onları birbirine yaklaştıran ikinci olay olmuştu.

Durağa geldiklerinde, Gülcan, “İyi olduğunuza emin misiniz? Aklım sizde kalacak,” dedi.
Tarık, “Bu tür yoğun stresli anlar zaman zaman oluyor, buna alışkınım. Merak etmene gerek yok,” dedi.
Gülcan, “Bu kadar stresli bir hayatınız olduğunu hiç tahmin etmezdim. Bana göre patronlar, hayatta her şeyi başarmış, zengin ve belli bir yere gelmiş, rahatı yerinde insanlar gibi gelirlerdi. Şimdi ön yargılı baktığımı anlıyorum,” dedi.
Tarık, “Gülcan, insan zengin de olsa, patron da olsa, sonuçta insandır. Onun da duyguları, üzüntüleri, korkuları vardır. İnan bana, gördüğün tüm insanlar, kendi çaplarında zorluklar yaşayan, sıkıntıları olan, farklı dertleri olan insanlardır. Sana bir örnek vereyim.
Senin en büyük kaygın, çocuklarına bir şey olmadan, onları güzelce yetiştirmek değil mi?”
Gülcan, “Evet,” dedi.
Tarık, “Evlat sahibi olamayan bir insanın kaygısı ve üzüntüsü, bu duyguyu hiç yaşayamadan öleceğinden korkmasıdır. Bunun için çabalar ama hep boşa çıkar. Oysa bu insan servet sahibi olsa bile, hayalini gerçekleştiremiyor,” dedi.
Gülcan, “Çok haklısınız, Tarık Bey. Gerçekten, zengin de olsa, derdi, sıkıntısı olmayan insan yoktur. Herkes mutlaka bir şeyin mücadelesini veriyordur. Böyle bakınca daha iyi anlıyor insan,” dedi.
Tarık, “Biz en büyük hatayı, en zor hayatı biz yaşıyor muşuz gibi düşünerek yapıyoruz. Oysa insanlar ne acılar çekiyor,” dedi. Daha sonra bu konu hakkında aklına gelen bir kaç etkileyici ve ibret verici kıssalar anlattı .
Gülcan’ın hayranlığı daha da artıyor Tarık Bey’in hayatı yalayıp yutmuş, hayatın çemberinden geçmiş ve kendi özünü bulmuş bir insan olduğunu düşünüyordu. Bu insandan öğreneceği çok şey olduğunu hissediyordu.
Ama o bir patrondu, kendisi ise onun yanında çalışan bir personeldi. Yakınlaşmak istese de kim bilir hakkında neler söylerlerdi. Bu imkansızdı.
“Keşke sizinle daha uzun konuşup sohbet edebilseydik. Sizinle oturup sohbet etmek ne haddime? Sonra şirkette kim bilir neler söylenir” dedi.

Tarık Bey, Gülcan’a bakarak derin bir nefes aldı. Yüzünde beliren hafif gülümseme, sözlerinin ardında derin bir anlam taşıyordu. “Bak, yine ön yargılı konuşuyorsun,” dedi. Sözleri, karanlık bir oda içinde yankı bulur gibi derindi. Gülcan, bu sözlerin ne kadar ağır olduğunu hemen hissetti, ama durumu hemen toparlamaya çalıştı. Tarık Bey, sözüne devam etti:
“Ön yargıları kırmak, atomu parçalamak kadar zor demiş Einstein, gerçekte de çok doğru söylemiş. Herkesin kendi küçük dünyasında hapsolmuşken, dışarıdaki dünya hakkında ne kadar da az şey biliyoruz. ‘İlim Çin’de bile olsa gidip alın,’ diyen Peygamber Efendimiz bunu boşuna söylemedi herhalde. Herkesin bildiği bir şeyin ötesine geçebilmek için, bazen en uzak yerlerden bile ders almak gerekebilir. Üstelik ben Çin’de falan değilim, burada olduğum sürece sana bu konular hakkında öğrenmek istediklerini sorarsan, söylerim. Bildiğini öğretmemek vebaldir, hele öğrenmek isteyen biri varsa.” dedi gülümseyerek.
Tarık Bey’in sözleri, Gülcan’ı bir anlık sessizliğe boğdu. Birkaç saniye önce konuştuğu ve tepki gösterdiği kişi şimdi, ona bir dünya açıyordu. Bilgeliğin ve öğrenmenin önündeki engeller, belki de sadece düşüncelerle sınırlıydı. Tarık’ın sözlerinden, bilgiyi ve paylaşmayı ne kadar kutsal bir şey olarak gördüğünü anladı.
Gülcan, biraz düşünerek başını salladı. “Sözleriniz insanın ufkunu açıyor, Tarık Bey,” dedi, sesi bu kez daha yumuşak, daha derindi. “Ama gitmem gerek. Ve sizden öğrenecek çok şey var, eminim. Zaman geçtikçe daha da çok şey keşfedeceğimi hissediyorum, ama şimdi, gitmeliyim”
Bir yandan hem Tarık Bey’in söyledikleri, hem de bu anın vermiş olduğu huzur arasında sıkışıp kaldı. Kendini bir yolculuğa çıkmış gibi hissediyordu. İçinde, keşfetmeye dair güçlü bir istek vardı, ama aynı zamanda bu istek, bir arayışa dönüşmeye başlamıştı.
Tarık Bey, onu anladığını belli edercesine hafifçe gülümsedi. “Zaman, dediğin gibi, bir yolda yürümek gibi. Ne zaman hazır hissedersen, o zaman sorularını sorabilirsin. Unutma, bilgi birikirken insanı büyütür, paylaşıldıkça çoğalır.”
Gülcan, başını hafifçe eğerek ve içten bir gülümsemeyle, “İyi akşamlar dilerim,” dedi. Tarık Bey’in gözlerinde, adeta bir yol gösterici ışık vardı, ama Gülcan o ışığa daha sonra, daha iyi bir zaman geldiğinde yaklaşacağını hissediyordu.
Yavaşça durağa doğru yürürken, adımlarında bir değişiklik vardı. Sanki her şeyin farklı bir anlamı vardı, her konuşma, her deneyim bir adım daha ileriye taşıyordu onu. Tarık Bey’in söyledikleri kafasında dönüp duruyordu. O an, sadece o kadarını fark edebildi: Hayatının küçük bir parçası, bir insanla yapılan o kısa sohbet, ona bir dünya kadar şey öğretmişti.
Zihninde düşünceler dans ederken, Gülcan bir kez daha, yeni bir yola adım atmanın, her zaman cesaret gerektirdiğini düşündü.
Eve dönerken, yol boyunca Tarık Bey’i ve onu bilgeliğe ulaştıran hayatını düşünüyor, merak ediyordu. Tarık Bey bu kez şirkette bir ay kadar kalmıştı. Bu süre zarfında Gülcan da her fırsatta Tarık’ın engin bilgilerinden faydalanıyordu. Bir gün Tarık, Gülcan’a “Başka bir hayat ister miydin?” diye sordu. Gülcan düşündü. “Başka bir hayatım olsaydı, o zaman belki çocuklarım olmazdı. Onlar benim her şeyim. Ne yaşarsam yaşayım, onların varlığını hiçbir hayata değişmem,” dedi. Tarık, Gülcan’ın cevabına hayran kaldı. “Hızlı öğreniyorsun Gülcan, aferin sana,” dedi. Gülcan da aynı soruyu Tarık’a yöneltti: “Peki siz ister miydiniz?”

Tarık cevapladı:
“Ben de istemezdim. Çünkü belki bu olduğum Tarık olamaz, bu bilince sahip olamazdım. İnsan için en hayırlı hayat, kendi yaşadığı hayattır. Zaten Allah, ona hayırlı olanı vermiştir.
İnsan için en değerli zaman, şu anda içinde olduğu zamandır. Çünkü dün bitmiştir, yarın ise meçhuldür.
Ne kadar zor da olsa, en doğru hayat yine kendi hayatıdır. Çünkü acılar birer öğreticidir. Ve bunu böyle düşünüp ders alanları, hayat daha güzel yerlere evirir.
Hiçbir dağcı zirveye ter dökmeden ulaşmaz. Ne kadar ter dökse de tırmanmaktan vazgeçmez, çünkü zirveye ulaştığında dönüp neyi başardığını göreceğinden emindir.
Her zirve, bir sonraki zirve için bir basamaktır.
Hayatındaki zorlandığın dönemleri birer basamak gibi düşün. Bu seni motive edecektir.”

Gülcan, “Çok haklısınız,” dedi.
Geçmişe dönüp baktığında, nereden nereye geldiğini düşündü. El kadar iki çocukla sıfırdan hayata başlamıştı ve daha kim bilir neler başaracaktı…

Bölüm : 08.05.2025 13:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...