
"Ne yani? Biri var ve siz sadece onu birkaç gündür tanımanıza rağmen sırf kötülük yapıyor diye ondan nefret ediyorsunuz? "
Buse sorgulayıcı bir ifade ile bir bana bir Esma'ya bakıyordu. Aslında Buse'nin dediği gibi sadece bir kaç gündür olan kötülüklerle ondan, yani Poyraz'dan nefret etmiyorduk. Eskiden yaptığı şeylerde bunu tetikliyordu.
Esma Buse'ye bakarak ellerini birleştirdi ve
"Kızım sabahtan beri ne anlatıyoruz biz sana? Birde O varlık biz söylemediğimiz halde Baran ve Zeynep'in gerçek ismini öğrendi."
Esma bana bakarak cümlesini devam ettirdi
"Ve bunu benden başka kimse umursamıyor."
Aslında gerçekten o gün gerçek adımızı nasıl öğrenmişti acaba? Yani ismimizi öğrenmesi aslında o kadar da önemli değildi.
Omuzumu silktim ve tam bir şey söylemek için ağzımı açmıştım ki Buse söze girerek
"Ya Yusuf dediğiniz yakışıklı polis memuru söylediyse?"
Onun dediğini de cümleme dahil ederek Esma'nın gözlerinin içine baktım, ardından konuşmaya başladım.
"Aslında ismimizi öğrenmesi benim için hiç bir şey ifade etmiyor fakat,"
Derin bir nefes aldım. Gözlerimi Esma'dan çekerek Buse'ye diktim ve cümlemin devamını getirdim.
"Yusuf'un söylediğini düşünmüyorum. Ayrıca dediğim gibi, ismimi bilmesi bana bir şey kaybettirmiyor."
Esma itiraz ederek
"O kötü adam neden benim güzelim arkadaşımın ismini bilmek zorundaki?"
Buse ile aynı anda kıkırdadık. Esma ile Buse bir kaç saniye boyunca sözsüz bir şekilde gözleri ile konuştular. Sonrasında bana bakarak aynı anda ayağa kalkarak kapıya doğru yürüdüler. Esma kapıyı açmak için kapının kolunu aşağıya indirirken ben sorgulayıcı bir ifade ile
"Nereye gidiyorsunuz ?"
Esma cevap vermedi fakat Buse eli ile sol gözünü kaşırken bana cevap verdi
"Hiç, sadece dışarıya çıkacağız. Gelmek ister misin?"
Başımı hayır anlamında iki yana salladım. Dışarıdaki kavurucu güneştense burada odamda rahatça oturmayı yeğlerdim. Henüz daha kasım ayında olmamıza rağmen güneş hala bizi bırakmamıştı.
Ama havada her gün değişik bulutlar oluyordu ve hiç yerlerinde durmuyorlardı. Gökyüzünde değişmeyen tek şey gece olunca ortaya çıkan yıldızlardı. Ki, onlarda bazen gökyüzünü bırakıyorlardı. Fakat gökyüzü hala onlardan vazgeçmemişti. Ay ise hiç bir zaman gökyüzünü bırakmamasına rağmen gökyüzü bazen ayı göstermiyordu.
Ben cevabımı verdikten sonra ikisi de odadan çıkıtı ve kapıyı kapatarak beni istediğim gibi odamda bıraktılar. Oturduğum yatağımdan kalkarak masamın kilitli olan çekmecesini açmak için penceremin önünde bulunan lale saksısının altından anahtarı aldım ve çekmecemi açarak 6 yaşından beri yazdığım anı defterini çıkarttım.
Elimde tuttuğum deftere istediğim zaman yazıyordum, istemediğim zaman okuyordum. Defteri aldığım çekmeceyi kapattım ve anahtarı eline alıp yatağımın kenarındaki sehpanın üzerine bırakarak mavi çarşaf takımı olan yatağıma oturdum. Defterin içinde en kötü ve en iyi olmak üzere bir sürü anı vardı. Hemen ikinci sayfayı açtım ve dizlerimi kendime doğru çekerek sırtımı yatağın başlığına yaslayıp gözlerimle defterin ilk sayfasını okumaya başladım.
Tarih:30.10.2013 Saat:15.44 Yazdığım kişi: Gelecekteki ben.
Merhaba ben bu gün sekiz yaşına girmiş olan Zeynep. Bu gün annem bana 'güvenmem gereken kişinin, beklentim olması gereken kişinin birde anılarımı paylaşmam gereken kişinin sadece kendim olması gerektiğini söyleyerek bana bu defteri aldı ve ben annem bana defterimi verdiği anda bu sayfayı yazmaya başladım. Öncelikle umarım okuduğumuz masallarda olduğu gibi yakışıklı bir beyaz atlı prens bulmuşuzdur. İkinci olarak lütfen bana ayrı eve çıktığımızı söyle, çünkü gerçekten bu insanlara dayanamıyorum.
Baran her zamanki gibi benden uzak duruyor. Hâlbuki ben ona bir şey yapmadım. Hem ondan nefret etmiyorum ki ben sadece onun babasından nefret ediyorum.
Sırf yazı yazmayı erken öğrendim diye saçma bir okula yazdırdılar ve okulda olması gereken dersler yok. Daha çok dersler şu şekilde İnsan psikolojisi, bir insanı nasıl sinirlendiririz?, kontrol duyusu, birde aralarından en garip olan dersler dövüş sanatları ve ölü taklidi yapmak için olan derslerdi. ŞUNU SÖYLEYEYİM BEN BU DERSLERDEN TAM ANLAMI İLE BIK-TIM.
Birde yaptığımız kahvaltının değiştiğini umuyorum, çünkü nedense o ilaçlarda bir şey var diye umuyorum. Bu aralar bir şeyleri unutmaya başladım nedeni ne acaba?
Not: Annemiz ilaçları artık sık vermeye başladı galiba hasta olmak üzereyiz.
İkinci not: Abim iki gündür babamız ile ortalıkta yok onu çok özlüyorum.
Okuduğum sayfanın ardından annemin bana verdiği ilaçların hala ne olduğunu çözemediğimi fark ettim. Bana zarar mı veriyordu yoksa yararlı mı geliyordu bilmiyordum. Fakat tek bildiğim şey eskiden bu ilaçlar yüzünden kendimi kötü hissettiğim ve bazen hasta olduğumu silik bir hafıza ile hatırlamadı.
7 yaşındaki benin böyle bir sayfa yazması da ayrı bir trajikomikti. Şuan onunla bir konuşmaya girsem büyük ihtimalle tek diyeceğim şey hiç bir şeydi, çünkü o zamanki ben konuşmaktan nefret ederdi tek konuştuğu kişiler arkadaş gurubuydu ondada tek yaptıkları şey topla ebelemece, hırsız polis ve kurt adam adlı bir kaç oyundan ibaretti.
Baran o zamanlar benden uzaklaşmaya bizim guruptaki kimseyle konuşmamaya başlamıştı.
Ben bunları düşünürken bir anda odamın kapısı çaldı. Büyük ihtimalle kızlar gelmiştir diye düşündüm ve
"Girebilirsiniz."
dediğimin hemen ardından kapı açıldı ve karşımda Baran'ı görünce hızlıca bulunduğum pozisyondan düzeldim ve 'neden geldin' der gibi sorgulayıcı bir ifade ile ona baktım.
Saçları her zamankinden daha dağınık ve kabarıktı. Gözünün altı şişmişti. Üzerinde ise siyah bir eşofman ve beyaz bir t-shirt vardı. Bakışlarını gözlerime çevirdiğimde sanki içeri gelebilir miyim der gibi bana bakıyordu. Ben ise onu daha fazla bekletmek istemediğim için konuşmaya başladım.
"Merhaba aydınlık prens, bir şey mi oldu?"
Gözlerimle yatağımı işaret ettim ve konuşmaya devam ettim
"İçeri gelip karşıma otursana. Belki neden geldiğini anlatmak gibi bir çılgınlık yapabilirsin ha?"
Söylediklerimin karşında gülümseyerek yüzüme baktı ve ardından kapıyı kapatarak içeriye girip yatağıma eğilerek tam karşımda oturdu.
Tam bir şey söyleyecekti ki toprağı anımsatan gözleri elimde duran deftere takıldı ve elini uzatarak defteri elimden aldı. Ben ne yaptığını izlerken gözleri defterin kapağındaki küçüklük fotoğrafımda kaldı ve bir kaç saniye ona baktıktan sonra kafasını kaldırarak.
"Bir sayfa okuyabilir miyim lavinya?"
Normalde kimseye okutmazdım, fakat nedense Baran okusa rahatlayacakmışım gibi hissetmeye başladım. Bu yüzden başımı salladım ve benim az önce okuduğum sayfayı açtım.
Ben açtığım anda sayfayı okumaya başladı. Daha sayfayı okumaya yeni başlamıştı fakat nedenini bilmediğim bir şekilde kaşlarını çattı, bir saniye sonra sıkıca gözlerini kapatıp açtı. Sanki bir şeyler hatırlamaya başlamıştı. Veya bana öyle geliyordu.
Bir kaç dakika sonra sayfayı okumayı bitirmişti. Sağ eli defterin diğer sayfasını açarken onu durdurdum.
"Diğer sayfayı okumasan?"
O yaşımda Baran'ın babası hakkında bir şeyler yazdığımı biliyordum bu yüzden okumasını istemiyordum.
Galiba ne demek istediğimi anlamıştı. Ben konuyu değiştirmek amacı ile onun elinden defteri aldım ve defterimi masamın üzerindeki çekmeceye koyarken konuşmaya başladım.
"Ee, sen neden gelmiştin aydınlık prens?"
"Öylesine."
Sesi dalgın çıkıyordu. Canı bir şeye sıkılmıştı fakat ona sorarak daha fazla hatırlatmak istemiyordum. Defteri çekmeceye yerleştirdikten sonra masanın üzerinde gözlerimi gezdirerek anahtarı aramaya başladım.
Yoktu. Yani vardı ama ben göremiyordum. Baran'a seslenerek:
"Anahtarı aramalısın aydınlık prens."
"Beynimin anahtarını buldum da, kalbimin anahtarı ortalarda yok."
Onun dediği şey ile bir an duraksadım ve ona doğru dönüp
"Ne? Neyden bahsediyorsun sen?"
O da aynı sorgulayan ifade ile bana baktı ve
"Asıl sen hangi anahtardan bahsediyorsun?"
"Çekmecemin anahtarından bahsediyorum."
Hızlıca başını yatağımın yanındaki ufak çekmeceye çevirdi ve üzerindeki anahtarı eline alarak yataktan kalktı.
Anahtarı almak istediğimi belirtmek için elimi öne doğru uzattım. Tam o sırada elini havaya doğru kaldırdı. Boyu uzun olduğu için birde üstüne elini kaldırdığından dolayı anahtarı almam katbekat zorlaşmıştı.
Ne yaptığını sanıyordu acaba. Sorgulayan bir ifade ile yüzüne baktım:
"Hey! Ne yapıyorsun Baran?"
Bana hiç bir cevap vermeden masaya doğru ilerledi ve defterimi koyduğum çekmeceyi kilitleyip anahtarı tamda yerine yani penceremin önündeki saksının altına koydu.
Hey onun yerine kadar nereden biliyordu acaba? Beni mi izlemişti yoksa ben mi söylemiştim? Şaşkınlıkla onu izlerken sırtını duvara yasladı ve cebinden yavaşça sigarasını çıkartıp ağzına doğru yaklaştırdı. Çakmağını cebinden çıkartırken gözleri benden ayrılmıyordu. Çakmağı çıkardığı anda konuşmaya başladı
"Sor."
Ne sormamı bekliyordu ki?
"Neyi?"
"Anahtarın yerini nereden bildiğimi."
"Nereden biliyorsun."
"Bilirim ben."
Bu varlık beni sinir falan mı etmeye çalışıyordu yoksa birileri sabrımı mı sınıyordu? Birde bu neden odama gelmişti ki?
"Diğer soruyu da sor."
Soran bir ifade ile ona bakmaya devam ederek
"Aydınlık prens sen iyi misin? Soru falan sormayacağım. Ama neden buraya geldin?"
Ben son cümlemi söylerken sırıtarak kaşlarını kaldırdı, ardından konuşmaya başladı.
"Son cümlende bir soruydu lavinyacığım."
Soru olduğunu biliyor ise cevap vermesi lazım değil miydi? Konuyu kapatmak amacı ile ona neden geldiğini sordum.
"Tamam, soru olduğunu kabul ederek tekrar soruyorum. Neden geldin? Bir şey mi oldu?"
Baran'ın sırıtan ifadesi donuklaştı, bir kaç saniye içerisinde dalgın bakan gözleri yere döndü ve sigarasını söndürerek odamdaki çöpe attı, ardından derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.
"O geldi."
O derken kimden bahsediyordu acaba? Ona anlamsız baktığımı fark etmiş olacak ki.
"Buse..."
"Ne Buse? Buse'ye bir şey mi oldu?"
Buse'ye eğer bir şey olsaydı Baran burada olmaz onun yanında olurdu. Yani öyle olmasını umuyordum.
"Baran? Söyleyecek misin artık? Ne oldu?"
"Buse daha 17 yaşında. Yani reşit olmasına 4 ay var. Babamız galiba Buse'yi buldu."
"Baran daha açık konuşabilir misin? Neler oluyor."
Başını salladı ve yatağıma oturarak benimde yanına oturmamı işaret etti.
"Ben 17 yaşındayken bir ara yoktum, hatırladın mı?"
Hiç bir şey demeden başımı salladım. O zaman ben 15 yaşındaydım ve bir ara Baran gerçekten de ortalıktan kayıp olmuştu. Cümlesine devam etti
"O zamanlar Buse'nin dayımın yanında olduğunu öğrendim fakat dayımızı bulamadım. Ve bu Buse'yi de bulamadığım anlamına geliyordu. 18 yaşına girene kadar aradım. Fakat yoktu bu yüzden geri dönmek zorunda kalmıştım, geri döndüğümde ise babam yoktu. Tek bıraktığı şey benim 6 yaşımdan beri kullandığımı iddia ettiği bir kaç paket ilaçtan başka bir şey değildi."
Ne olduğunu anlayamamıştım. Neden bana bunu anlatmıştı ki? Bunu sormak amacı ile konuşmaya başladım
"Gerçekten senin adına üzüldüm, babanı ve kardeşini bulaman hakkında. Fakat neden bunu bana anlattın? Bu söylediklerinin benim sorduğum soru ile alakası ne?"
Sanki beni duymamış gibi konuşmaya tekrardan başladı.
"O ilacı bir kaç gün kullandıktan sonra kendimi farklı hissetmeye başladım ve senin eskiden yaptığın gibi bir defter oluşturdum, fakat benim defterim seninki gibi anı değildi. O ilacı aldığım günlerde yazdığım şeylerdi. İki gün önce, Buse'yi bulmadan önce o defteri ansızın bir çantamı boşaltırken buldum ve okumaya başladım."
Derin bir nefes alıp verdikten tahminen yirmi saniye sonra konuşmasına devam etti:
"Ve sana yaptığım bazı şeyleri gördüm. Ben... gerçekten özür dilerim. O ilaç yüzünden mi yoksa psikolojim mi hiç bir şey olmamasına rağmen bozulmuştu bilmiyorum umurumda da değil. Umurumda olan tek şey sana babamın ve bazen de benim yaşattığım şeyler konusunda kendimden nefret ettiğim."
Meraklanmaya başlamıştım.
"Kim geldi Baran? Daha açık konuşur musun?"
Derin bir nefes verip gözlerimin içine baktı ve tek bir cümle ile beni eskiden yaşadığım anıya gönderdi.
"Babam, ortaya çıkmış ve şu an Buse 18 yaşına girmeden onu yanına almak için bizi arıyor."
Sıkıca gözlerimi kapattım ve aklıma gelen anı sırtımın ortası yanmaya başladı. Acı ile elimi oraya götürdüm ve gözümü sıkıca kapattım.
10 yıl önce 2014 Mayıs 15
Elimdeki minik kâğıt parçasına 'İyi ki doğdun Baran. Bunu yazan: Zeynep.' yazdıktan sonra birde kalp çizerek Baran'ın yarısına kadar açık olan camının içine attığım gibi babası görmesin diye koşarak evime girdim. Evlerimiz yan yana olduğu için gelip gitmem kolay oluyordu.
Babası Baran'ın benimle konuşmasını istemiyordu. Ve kaba bir şekilde beni ve ailemi oğlundan uzak durmam konusunda uyarıyordu. Fakat ben yine de onu dinlemiyordum. Çünkü bahsettikleri kişi benim arkadaşımdı ve benimde arkadaşımdan uzak durmaya niyetim yoktu.
Ama bu gün Baran'ın doğum günü olduğu için ona gözükmemeye karar verdim. Çünkü eğer Babası beni görürse kızıyordu bağırıyordu bazense iterek küfürler sayıyordu halbuki ben bir şey yapmıyordum. Ve o bana bunları yaparken Baran üzülüyordu bunu gözlerinden anlıyordum, yine de babasının yanında o da bana babası gibi davranıyordu.
Ona kızmıyordum. Babasından korkması normaldi. O canavar adamdan kim olsa korkardı. Hiç bir suçum olmamasına rağmen bana kızan bir adamdı o.
Odamdaki cam Baran'ın odasının köşesini gösteriyordu. Cama geçip notumu almasını beklerken arkamdan abimin sesi geldi.
"Zeynep, gelecek misin Bizimkilerle topla ebelemece oynayacağız."
Ona bakmadan oflayarak gözümü Baran'ın odasının camından ayırmadan başımı hayır anlamında sağa sola salladım. Abim bana homurdanarak kapıyı kapatıp dışarı çıktı. Tam o sırada Baran'ın odasında bir hareketlenme oldu.
Dikkatle cama bakarken hiç beklemediğim kişinin cama yaklaşıp kağıdı okuması ile beni görmesin diye hemen perdeyi kapatmıştım.
Babası benim yazdığım notu okumuştu. Hem de Baran'dan önce.
On dakika boyunca sanki hiç bir şey olmamış gibi mutfaktaki balkondan abimlere izliyordum. Tam o sırada kapı çaldı. Babam gelmiştir düşüncesi ile zıplayarak kapıyı açmaya gittim. Elimi uzatıp kulpu aşağıya indirdikten sonra kapı sertçe itildi ve karşımda Babamı gördüm.
Babam içeriye girerken arkasından Baran ve Babası da gelmişti. Korku ve şaşkınlıkla bir kendi babama birde Baran'ın babasına bakarken Babamın gözlerinden alev fışkırıyordu sanki.
Babamı sakinleştirmek amacı ile tatlı tatlı konuşmaya başladım çünkü çok sinirliydi azıcık daha sinirlense tencere gibi duman çıkacaktı kafasından.
"Babacığım, ne oldu? Nasılsın bu gün?"
Konuştuğum anda korkunç bir kahkaha attıktan sonra bir adım öne atıp eğildi ve yüzüme bir tokat geçirdi.
"Kes sesini." üzülmüştüm. Sinirle konuşmaya devam etti. "Utanmıyor musun beni rezil etmeye? Utanmıyor musun daha arkadaşın olmayan birine kalp çizmeye?"
Ne yapmıştım ki? Kalp kötü bir şey miydi?.
"Baba, ben hiç bir şey yapmadım ki." Gözüm Baran'a kaydı. Gözleri nasıl üzülerek baksa da babası yanında olduğu için ifadesizliğini koruyordu, hem de bu yaşında. Gözlerimi ondan çekerek babama çevirdim ve konuşmaya devam ettim. "Sadece çok sevdiğim arkadaşımın doğum gününü kutlamak istedim."
Kaşlarını kaldırarak kıpkırmızı yüzü ile yumruk yaptığı elini açıp omzumdan sertçe iterek sırtımın kırık ve pürüzlü olan duvara çarpmasına neden olduğunda acı ile bağırdım. Mutfağın açık olan balkon kapısından az çok abimin sesini duydum fakat ne dediğini anlamadım.
Sırtımın acısından elimi sırtıma atıp bir ıslaklık hissettiğimde ağlamaya başladım. Babam ise yine bağırarak konuşmaya başladı.
"Çok sevdiğin arkadaşın ha? Tamam o zaman evlen onunla."
Yaşlar akan gözlerim ile kaşlarımı çatarak ona bakarken babamın arkasından abimin sesi geldi.
"Bunu yaparsan gerçekten canavar sayarım seni. Kardeşime bunu yapmadan önce karşında beni bulursun. Ona bir daha vurma, o daha küçücük bir kız."
Abim bunu diyerek tam babamın karşısında durdu babam sinirle gülümseyerek abimin yüzüne sertçe yumruk attı. Abim yere savrulurken Baran'ın babasına bağırmaya başladım
"Ne duruyorsunuz? Durdursanız abimin burnu kanıyor." dedim ve yerde burnunu tutan abimin yanına sürünerek gidip başını dizime yasladım ve fısıldadım
"Canın çok acıyor mu abi? Sen nasıl iyileşeceksin?"
Dolmuş gözlerle bana baktı ve başını dizimden kaldırdıktan sonra bir elini burnundan çekip kanlı elini hızlıca üzerine sildikten sonra elini yüzüme uzatıp babamın beş dakika kadar önce bana tokat attığı yanağımı okşayarak gülümsedi.
"Sorun değil abim, benimki geçer hemen. Senin canın acıyor mu? Çok mu ağladın sen bakalım? Ağlama gül azıcık. Biz birbirimize yeteriz iyileşmek için."
Elini yanağımdan çekip karnımı gıdıkladı. Gülerek ona baktığım sırada babamın sesi ile ikimizde irkilerek ona doğru döndük.
"Sizi küçük veletler! Madem kendinize yetiyorsunuz çekip gidin o zaman evimden!"
Bir kaç saniye içinde Baran ve babası ortadan kayıp olmuştu. Bizden ses çıkmayınca babam hışımla mutfağa girdi ve iki dakika içerisinde elinde bir masa örtüsü ve bir peçete rulosu ile karşımızda durarak elindekileri abimin kucağına fırlattıktan sonra konuşmaya başladı.
"Çıkın gidin evimden. Bunlar size yeter!"
Biz hareket etmeyince önce abimin kıyafetinden çekiştirerek kapının önüne sertçe itti. Bana doğru gelirken bağırarak ağlamaya başladım.
"Hayır! Lütfen yapma bunu."
"Baba yapma!"
Günümüz
"Zeynep, beni duyuyor musun? Güzelim uyan hadi bak buradayım ben. Geçti, kabustu geçecek."
Abimin saçlarımda dolaşan eli ve bana seslenmesi ile korku ile gözlerimi açıp korkarak direkt burnuna baktım. Bir şey olmadığını görünce rahatlayarak nefes verdim ve abimin dizinde olan başımı kaldırarak odamda gözümü gezdirirken içeride Abim ve ben dışında bir de Baran olduğunu fark ettim. Gözleri endişe ve korku içinde üzerimde geziniyordu.
Ona bakarken birden avuç içimin sızladığını hissettim ve kafamı hemen elime çevirdiğimde tırnaklarımı avucuma batırdığımı fark ettim. Umursamayarak gözlerimi cama çevirdim. İçerideki gergin sessizliği bozarak
"Çok kötü bir kabustu."
Baran acı ile yutkundu. Onu gördüğümde kabusumda sayıkladığımı fark ettim ve onun canını yakan kendime bu halde bile kızdım. Yeni fark ediyordum ama Baran babası yanında olmadığında yaralarımı sarmasa da beni saran kişi olmuştu.
Odamda üç kişiydik ve hiçbirimizden ses soluk çıkmıyordu. Ta ki Baran'ın telefonu çalana kadar. Baran ekranda gördüğü isimle kaşlarını çatıp bana ve abime baktı, sorgulayan bakışlarımı görünce telefonu açıp hoparlöre aldı.
"Efendim Ece?"
Ece Baran'ı arıyorsa kesin bir şey olmuş olmalıydı. İçimden yanıldığımı umut ederek Ece'nin konuşmasını bekledim.
Ece endişeli bir ses ile telefona doğru bağırdı
"Buse ve Esma ortalarda yok. Yusuf şu an peşlerinde."
Gözlerim Baran'a kaydığında kıpkırmızı olduğunu fark ettim ve Esma ile Buse'yi tek başlarına gönderdiğim için kendimi boğmak istiyordum. Baran elini kaldırıp telefonu Ece'nin yüzüne kapattıktan sonra kendine lanet ederek odamdan çıkıp gitti, dışarıdan duyduğum ses ile motoruna binip gittiğini anladım. bir kaç saniye sonra başımı abime çevirdiğimde gözlerindeki korkuyu görünce bir kez daha bizim birbirimize bağlı olduğumuzu anladım ve hızlıca ayağa kalkarak konuşmaya başladım.
"Abi hadi. Kurtarmamız gereken iki prenses var."
Bir yandan arabanın anahtarını alıp diğer yandan da aşağıya indiğimde merdivenin sonundaki mektup zarfını fark ettim. Normalde olsa merakıma yenik düşüp okurdum fakat şimdi mektuptan daha önemli şeyler vardı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |