
Herkese selam ben geldiiimm
Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayalım.
Yorumlarda buluşalım🩷
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Birinin beni sarsmasıyla gözlerimi aralayarak hızla doğruldum. Gerçeklik algım karışmıştı. Olanları anlayabilmek için gözlerimi etrafta gezdirirken beynimi hatırlamaya zorladım. Bir kaç saniye içinde her şey sis bulutu gibi üstüme çöktü. Rüyama giren annemi hatırladığımda gözlerim tekrar doldu, omuzlarım çöktü.
Aylardır hatta yıllardır onu rüyamda bile görememiştim. Özlem duygusu keskin bir ok gibi kalbime saplandı. Sevgiyle bakan güzel gözleri, her zaman dudaklarını süsleyen nahif gülümsemesiyle annemi karşımda görmek bir yandan tüm kalbimi huzurla kaplarken diğer yandan özlemiyle parçalamıştı. Bu kısa rüya ona olan özlemimi dindirmeye asla yetmemiş, aksine kamçılamıştı.
Gözlerimden akan bir damla yaşa müdahale etmeme bile fırsat olmadan Serena beni kollarının arasına çekerek sıkıca sarıldı. Yüzümü boynuna gömdüğünde kendimi daha fazla tutamayarak göz yaşlarımı serbest bıraktım. Dakikalarca o şekilde ağlayarak içimi dökmeme müsaade etti. Elleri beni yatıştırmak istercesine sırtımı sıvazlarken ben sarsılarak ağlıyordum. Bir süre daha aynı şekilde kalmaya devam ettikten sonra ondan yavaşça ayrıldım.
Göz yaşlarımı ellerimle silerken derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Biraz kendime gelebildiğimde gözlerini kaldırdım. Serena yanımda yatağıma oturmuş kızarmış gözleriyle bana bakıyordu. Ylena'da uyanmış kendi yatağında bizi izliyordu, onunda gözleri kızarmıştı. Sabah sabah kendimi üzmem yetmemiş gibi kızlarıda ağlatmıştım görünüşe bakılırsa.
Gün doğmuş, güneş bütün ışıltısıyla odamızı aydınlatmıştı. Lakin içerideki kasvet o kadar yoğundu ki neredeyse somut bir hal almıştı. İçimize düşen karanlığı aydınlatmaya güneşin bile gücü yetmemişti. Bir an içim suçluluk ile burkuldu. Onlar için güzel başlayacak bir sabahın kasvete gömülmesinin sebebi bendim.
Serena'nın konuşmasıyla bakışlarımı ona çevirdim. "İyi misin? Uykunda ağlıyordun, seni uyandırmak istedim ama uyanmadın. En sonunda sarsmak zorunda kaldım."
"İyiyim. Rüyamda annemi gördüm. O kadar uzun zaman oldu ki onu görmek beni çok sarstı. Üzgünüm sizin sabahınızıda mahvettim."
Serena anında kaşlarını çattı. "Saçmalama, Alyssa. Biz arkadaşız aramızda böyle küçük şeylerin lafı olmamalı."
Ylena'da onu onayladığında yüzüme küçük bir gülümseme yerleşti. Arkadaşlığın ne demek olduğunu bilseydim belki içim bu kadar suçluluk duygusuyla dolmamış olurdu. Arkadaşlar arasında ne önemli ne önemsiz çok bir fikrim olduğu söylenemezdi.
Banyoya geçerek elimi yüzümü yıkadım. Dün Olrian'la yaptığımız konuşma aklıma geldiğinde zihnimi yokladım. Bütün kötü anılarım olduğu gibi üstüme akın ederken kaşlarım çatıldı. Böyle olmaması gerekiyordu. Zihnimden ejderhama seslendim.
"Olrian. Anılarımı kilitlemedin mi?"
Çok geçmeden cevap verdi. "Hayır, kilitlemedim. Bunun mantıklı bir fikir olmadığına kanaat getirdim. Hayatında kötü giden her şeyden kaçamazsın, Alyssa. Kal ve onlarla yüzleş. Kaçmak bir çözüm olmayacak."
Haklılık payı vardı. Evet, kötü olan her şeyden kaçamazdım ama isterdim. Hatırlamamak benim için kolay olacaktı. Olrian ise bunu kolay yoldan değil zor yoldan başarmamı istiyordu. Yapabileceğinden pek emin olmasamda deneyecektim.
Banyodan çıktığımda dolabıma giderek tulumumu ve botlarımı çıkardım. Bugünü Dövüş Sanatları dersine ayırmışlardı. Saçlarımın önüme gelmesinin bana engel olacağını düşünerek ördükten sonra topuz yaparak önüme gelmesini engelledim. Kızlarda hazır olduğunda odadan çıkarak yemekhaneye indik.
Tepsilerimizi alarak masaya oturduğumuzda çok geçmeden Aaron ve Magnus'ta gelmişti. Kısa bir günaydınlaşma faslının ardından masaya yerleştiler. Aaron tam karşımda oturuyordu. Göz göze geldiğimizde kaşları çatıldı. Gözlerini yüzümün her noktasında uzun uzun gezdirdikten sonra konuştu.
"Sen ağladın mı? Bir şey mi oldu?" Onun konuşmasıyla bize dönen Magnus'un da kaşları çatılmıştı.
"Bir şey yok. Sadece ufak bir rüya." diyerek cevapladım. Gözlerini bir süre daha üstümde tuttuktan sonra başını sallayarak önüne döndü.
Magnus ortamda oluşan havayı dağıtmak istemiş olmalı ki konuyu değiştirdi. "Bugün dövüş sanatları var. Alyssa sen profesör Damon ile tanışmış mıydın?"
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır henüz hiç dersine girmedim."
Aaron sırıttı. "Bayılacaksın." Magnus'ta gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığında kızlara döndüm. Onların bakışlarıda çaresizlik ile buğulanmıştı. Anladığım kadarıyla profesör Damon çok nazik biri değildi. Ne kadar kötü olabilirdi ki?
🌙🌙🌙🌙🌙
Çok kötüydü. Gerçekten. Çok. Kötüydü. Tahmin ettiğim kesinlikle bu değildi.
"Daha hızlı koş, Bennet. Ruhlar aşkına! Bir yavru kedi bile sana fark atar. Hayatında hiç koşmadın mı sen! Kaldır şu kıçını ve hızlan!"
Profesör Damon'ın sesi ormanlık alanda yankılandı. Lanet olsun! Tabii ki hayatımda ilk kez koşmuyordum. Zihnimde ki düşüncelerden uzaklaşmak için sık sık yürüyüşe çıkar ve neredeyse her sabah koşardım. Ama iki saat değil!
Ciğerlerim çoktan isyan bayrağını çekmişti. Aldığım her nefes bir iğne gibi ciğerime saplanıyordu. Vücudumun her bir hücresi acı içinde kıvranıyordu. Bacaklarım artık titremeye başlamıştı. Ayakta durmaya dahi mecalim kalmamıştı. Bu adam ise hâlâ daha hızlı koşmamı söylüyordu.
Aaron ve Magnus gayet iyi durumda görünüyorlardı. Terledikleri belliydi ama yüzleri o kadar düz bir ifadedeydi ki yorulduklarını söylemek zordu. Serena ve Ylena ise oldukça iyi idare etmişlerdi ancak onlarında son demlerinde oldukları anlaşılıyordu.
Daha fazla dayanamayarak kendimi yere adeta fırlattım. Hızlı hızlı nefes alıyordum. Resmen saç diplerimden dahi terler akıyordu. Suratımın kıpkırmızı olduğundan ise hiç şüphem yoktu. O kadar yorulmuştum ki kulaklarım uğulduyordu, kalp atışlarımı duyabiliyordum.
Üstüme düşen gölge ile gözlerimi açtığımda profesör Damon'ı tepemde kaşları çatık bir şekilde bana bakarken buldum.
"Sana dur dediğimi hatırlamıyorum?" O kadar sert bir sesle konuştu ki elimde olmadan sertçe yutkundum.
"Profesör üzgünüm ama daha fazla devam edemeyeceğim. Gerçekten isterdim ama vücudum izin vermiyor."
Adama resmen yavru bir kedi gibi bakıyordum. Eğer beni biraz daha koşmaya zorlarsa oturduğum yerde tepinerek ağlayacaktım. Ve bunu gerçekten hiç istemiyordum. Diğerleride yanıma geldiğinde kızlarda kendilerini yere bıraktılar. Profesör hepimizi inceleyip başını olumsuzca yana salladı.
"Siz daha koşmayı beceremiyorsunuz, bizi koruyacaksınız öyle mi?"
Hepimiz suspus olmuş öylece oturup, profesörün söylenmesinin bitmesini bekliyorduk. Hiç bitecek gibi görünmüyordu. Adam resmen içinde tuttuğu bütün kini bize kusuyordu. Biraz daha konuşmaya devam etmesi halinde imdat çığlıkları eşliğinde buradan uzaklaşmama gerçekten çok az kalmıştı. Bizim bir insan olduğumuzu unutmuş olmalı ki, ölümsüzmüşüz gibi sınırlarımızı zorluyordu. Daha ilk dersten bu kadar yorucu ve sert başlamışken önümüzde olan günleri düşünmeden edemiyordum. Aklımda canlanan senaryolar bolca kan ve vahşet barındırıyordu. Hayal etmesi bile çok korkunçtu.
Sonunda pes etmiş ve bizi kovmuştu. Uzaklaşırken hâlâ söylenmeye devam ettiğini fark ettiğimde derin bir nefes aldım. Önümüzde gerçekten çok zor günler vardı. Kızlarla zar zor ayağa kalkıp akademiye doğru yürümeye başladık. Aaron ve Magnus arkadan bizi takip ediyor ve kendi aralarında gülüşüyorlardı. Hızla arkamı dönüp ikisine baktım.
"Bana bakın, eğer biraz daha gülmeye devam ederseniz-" demiştim ki Aaron sırıtarak bana baktı.
"Biraz daha gülmeye devam edersek ne yaparsın, Işık? Ayakta bile zor duruyorsun."
Maalesef ki haklıydı. Bacaklarımın titremesi bile henüz geçmemişti. Şu an kolumu havaya kaldırmak bile işkence gibiydi.
"Ben bir şey yapamayacak kadar yorgun olabilirim ama Olrian değil. Biraz daha gülmeye devam ederseniz Olrian'ın sizi yemesine izin veririm." diyerek kollarımı göğsümde bağladım.
Magnus'un gözleri kocaman açıldı. "Nasıl yani? Ejderhan bizi yemek mi istiyor?"
Dudaklarımı büzüp başımı salladım. "Evet. İnsanlar onun en sevdiği atıştırmalıkmış çünkü etimiz lezzetliymiş."
Magnus ağzını bir kaç kez açıp kapattığında bu sefer sırıtma sırası bana geçmişti. Magnus ve kızlar ne kadar dehşete düştülerse, Aaron o kadar sakindi.
"Şaşırmadım. O ejderha insanlardan nefret ediyor. Bunu anlamak için onunla iki dakika geçirmek yeterli."
Yüzüne baktım. "Evet, insanlardan hoşlanmıyor ama sana ayrı bir takıntısı var. Senden hiç mi hiç haz etmiyor. Yerinde olsam yanına çok yaklaşmazdım."
Aaron sırıtmakla yetindi. Odalarımıza doğru harekete geçtiğimizde Olrian'ın sesi zihnimde yankılandı.
"Şimdi onları yiyebilir miyim yani?" Derin bir nefes aldım.
"Hayır, Olrian. Daha kaç kez söylemem gerekiyor. İnsanları yememelisin!"
Cevap olarak aldığım tek şey bir oflamaydı. Bu ejderhanın asırlardır yaşadığına beni kimse ikna edemezdi zira karşımda duran beş yaşında bir çocuk gibi davranıyordu. Ama çok tatlı olduğunu inkar edemeyecektim. Ona bayılıyordum.
Kendimizi odaya attığımızda kızlar benim onlardan daha kötü durumda olduğumu düşünmüş olacaklar ki ilk duş sırasını bana vermişlerdi. Odaların dolu olması durumunda kullanılabilecek ortak bir banyo bulunuyordu her katta. Ben kendimi küvetin içine atarken onlarda ortak banyoya gitmeye karar vermişlerdi. Bugünün en iyi anı kesinlikle buydu. Onları bekletmemek için hızlı çıkmama bile gerek kalmamıştı.
Sıcak suyun vücudumu rahatlatmasına izin verdim. Gözlerimi kapattığımda suyun içine döktüğüm gül aromalı esanslarla kendimi bir gül bahçesinde gibi hissediyordum. Ben uçuşan elbisemle güllerin arasında yürürken rüzgarın tenimi okşadığını hayal ettim. Güllerin kadifemsi yapraklarını okşayarak ilerledim. Hayal kurmak benim için her zaman bir kaçış olmuştu. Kendi katlanılmaz dünyamdan çıkıp huzur dolu bir dünyaya geçiş yapıyormuşum gibi hissediyordum. Ancak bir anda aklımda beliren kral ile zihnimde çıktığım ufak gezinti bölündü. Gerçek dünyaya dönmem çok kısa sürmüştü ne yazık ki.
Duşta daha fazla oyalanmamaya karar vererek işimi hızla halledip çıktım. İç çamaşırlarımı giyip üstüme yeni bir tulum geçirdiğimde kapı açıldı ve kızlar içeri girdi.
"Kral akademiye giriş yapmış, kızlar konuşurken duyduk. Birazdan seni çağırmak için gelirler. Hazır mısın?"
Ylena'nın söyledikleriyle bedenim istemsiz olarak gerildi. Hızlanan kalp atışlarımı görmezden gelmeye çalışarak terleyen avuçlarımı üzerimdeki tuluma bastırdım. Yutkunarak boğazımdaki kuruluğu gidermeye çalıştım.
"Bilmiyorum. Çok gerginim." Sesimi güçlü çıkarmak için çabalasamda hafif titremesine engel olamamıştım.
Serena bana anlayışla bakarak konuştu. "Neden bu kadar gergin olduğunu biliyorum Ally. Ama kral Andrew, babam değil. Sen de o küçük çocuk değilsin. Senin onlara değil, onların sana ihtiyacı var bunu unutma. Şimdi başını kaldır ve o kafanda dönen saçma düşünceleri sustur. Her şey çok güzel ve biz yanında olacağız."
Serena'nın konuşması bana çok iyi gelmişti. Duymaya ihtiyacım olan her şeyi vermişti bana. Ben artık o hiç düşünmeden yaralamayı seçtikleri o küçük çocuk değildim. Artık karşısında durabilecek gücede cesaretede sahiptim. Derin bir nefes alıp omuzlarımı dikleştirdiğimde Serena'nın yüzü güzel gülümsedi. Konuşmamıza fırsat kalmadan çalan kapıyla hepimizin dikkati o tarafa döndü. Kapıya yakın olan Ylena'nın kapıyı açmasıyla Aaron ile göz göze geldim. Yanında Magnus vardı.
"Seni bekliyorlar." Söylediği bu iki kelime hepimizi harekete geçirmek için yeterli olmuştu.
Odadan çıkıp müdürüm odasına doğru ilerlemeye başladık. Kızlar ve Magnus önden ilerlerken Aaron adımlarını yavaşlatarak benimle aynı hızda yürümeye başladı.
"Gergin misin?" diye sordu.
Derin bir nefes alarak cevapladım. "Oldukça."
Görüntüsüne bakılırsa o da çok rahat sayılmazdı. Her zaman oldukça dik ve sert dururdu. Ancak bu hali tıpkı yıkılmaz bir kaya gibiydi. Gerginlikten tüm kasları sertleşmiş gibi görünüyordu.
"Korkacağın bir durum yok. Yıllardır senin ortaya çıkmanı bekliyorlar. Eminim seni heyecanla bekliyorlardır."
Beni teselli edercesine konuşsana kendi huzursuzluğu geçmiş gibi durmuyordu.
"Peki senin gerginliğinin sebebi ne?"
Bakışları bakışlarımı buldu. Gözlerinden geçen hiçbir duyguyu seçemiyordum. Hatta bir duygu barındırdığından bile emin değildim. Az önce onun için yaptığım kaya benzetmesinin ne kadar yerinde olduğunu düşündüm. Sanki karşımda bir taştan bir duvar vardı.
"Bu dünyada beni gerecek çok az şey var, Işık. Işık Krallığı ise bu azınlığın içinde yer almıyor."
Görünüşü ve sözleri her ne kadar çelişiyor olsada sorgulamamaya karar verdim. Bunu daha sonra çözebilirdim. Şu an kendimi düşünmem gerekiyordu çünkü müdürün odasına oldukça yaklaşmıştık.
Kapısının önünde durduğumuzda herkesin bakışları bana döndü. Serena yüzüne yerleştirdiği güven veren bir gülümseme ile söze girdi.
"Biz burada seni bekliyor olacağız. Unutma başını kaldır ve omuzlarını dikleştir."
Sözlerinin bitmesiyle zihnimde Olrian'ın sesi yankılandı. "Sakın kendini küçük görme, insan. Sen benimsin ben ise seninim. Bu demek oluyor ki karşında kim olduğunun hiçbir önemi yok. Eğer seni incitirlerse bütün krallıkları ateşe boğmaktan çekinmem." Sözleri beni gülümsetti. Ne kadar şanslı olduğumu bir kere daha anladım. Olrian benim en büyük şansım olmalıydı.
Söylediklerini yaptıktan sonra daha fazla burada bekleyip kendime acı çektirmemeye karar vererek elimi kaldırıp hızlıca kapıyı çaldım. İçeriden gelen sesle kulpu kavrayarak aşağıya indirdim. Kapıyı açıp içeri girdiğimde kapatmama fırsat kalmadan Aaron arkamdan içeri girdi. Şaşkınlıkla ona baktım o ise bana öylesine bir bakış atarak içeri doğru adımladı.
Arkamı döndüğümde bana bakan dört çift göz ile karşılaştım. Müdür Hall bakışlarını benden ayırarak Aaron'a baktı.
"Seni çağırdığımı hatırlamıyorum, Velum."
Aaron yüzünde samimiyetsiz ve minik bir gülümseme oluştu. "Ekibimden birini yalnız bıraktığımı ne zaman gördünüz müdür?"
Müdür Hall kaşlarını çatmış olsada şu anda tartışmak istemiyor olacak ki sessiz kaldı. Ama bu sessizliği fazla uzun sürer mi çok emin değildim zira bakışları oldukça kötü görünüyordu.
"Alyssa'yı ne kadar hızlı kabullenmişsin Aaron? Bu konuda oldukça katı olduğunu hatırlıyorum. Aranıza birini kabul etmeme konusunda."
Gözlerim koltukta oldukça rahat bir şekilde oturan adama kaydı. Üzerindeki beyaz takım elbisenin kumaşı adeta ben bir servet değerindeyim dercesine tok ve kaliteli duruyordu. Üzerinde duran altın işlemeli uzun pelerin ise yüzlerce aileyi ömürü boyunca doyurmaya yeter gibiydi. Okyanusu andıran koyu mavi gözleri, beyazı andıran sarı saçları ve yaş aldığını belli edercesine yüzünde oluşan küçük kırışıklıklara rağmen oldukça yakışıklı görünen Yuvia Kralı Andrew'e hem görünüşü hem duruşu ile bilen bilmeyen herkese kral olduğunu adeta haykırıyordu.
Aaron bakışlarını krala yöneltti. Yüzünde ki kibir görünmeyecek gibi değildi.
" 'O' konuda düşüncelerim hâlâ aynı Kral Andrew. Ancak Alyssa bizden biri."
"Beyler gereksiz konuşmaları bir kenara bırakırsanız eğer Alyssa ile tanışalım."
Kralın yanında oturan sarı uzun saçları arkasında ahenkle dallanan, açık bal rengi gözleri hafif ama etkileyici bir makyaj ile süslenmişti. Dolgun dudakları hoş bir kırmızılığa boyanmış, yüzünde oluşan hafif kırışıklıkları bile güzelliğine bir gölge düşürememiş olan kraliçeye baktım. Oturuşu dik ve zarif görünüyordu. Bakışlarıyla beni incelerken yüzünde hafif bir gülümseme ile gözlerini bakışlarımla buluşturdu.
Ben de hafifçe gülümseyerek başımla küçük bir selam verdim. Kurallara göre önlerinde reverans yapmam gerekiyor olsada içimden gelmiyordu. Krallara ve kraliçelere olan önyargım hâlâ bakiydi.
Kral, kraliçenin sözlerini doğru bulmuş olacak ki bana dönerek konuştu. "Merhaba, Alyssa. Uzun zamandır seni bekliyorduk. Sonunda tanıştığımıza çok sevindim. Oturun lütfen."
Hafif sitemli sözlerini düşünürken selamına karşılık vererek karşısında duran koltuğa oturdum. Saniyeler sonra Aaron'da yanımdaki yerini aldı.
"Hikayeni dinlemek için sabırsızlanıyoruz, lütfen bizimle paylaşır mısın?" Kraliçenin nahif sesiyle bakışlarımı ona çevirdim. Derin bir nefes alarak tüm yaşadıklarımı bir kezde karşımda oturan kral ve kraliçeye anlattım. Bütün detaylarıyla.
Sonunda konuşmam bittiğinde Kral arkamadaki duvara sabitlediği bakışlarıyla konuştu. "Baban Jackson oldukça yetenekli, onurlu ve iyi bir askerdi. Yanımda olmasının bana güven verdiği komutanlardan biriydi. Annen Megan içinde aynıları geçerli. Çok güçlü, çok yetenekli, cesur ve fedakar bir kadındı. Kayıpların için çok üzgünüm."
Söylediklerinin samimiyeti gözlerimin hafifçe buğulanmasına neden oldu. Ailem hakkında bir şeyler duymaya bile aç olan içimdeki o küçük çocuk heyecanla yerinde kıpırdanıp onları daha fazla anlatmasını istesede ona engel oldum. Yeri değildi. Sadece başımı sallayarak sözlerini karşıladım. Sesimin titreyeceğini bildiğim için konuşmak istemedim. Güçlü görünmem gerekiyordu.
"Ancak dövmenin neden oluşmadığı hakkında hâlâ net bilgilere ulaşamadığınızı görüyorum. Bu konuyu bende araştıracağım. Bir bilgi bulduğunuzda mutlaka bizimle paylaşın."
Söylediklerini tekrar onaylamak ile yetindim. Duvarlar üstüme üstüme geliyordu. Evet, beklediğim kadar can sıkıcı geçmiyordu ancak bu bunalmama engel olamadı. Kaçma dürtülerim beni rahat bırakmıyordu. Kral Andrew bu halimi hissetmiş olacak ki daha fazla uzatmak istemiyormuş gibi söze girdi.
"Alyssa şimdilik halkıma duyurmayı düşünmüyorum ancak diğer kral ve kraliçelerle tanışman gerekiyor. Sarayımda bir yemek vereceğim bütün krallıklar ve varisler orada olacak. Umarım beni kırmazsın."
Kelimeleri oldukça kibar olsada sesindeki itiraz istemez tonu seçebiliyordum. Dayımında orada olacağını bilmek daha şimdiden kalbimin üzerine bir ağırlığın çökmesine neden olmuştu. Onunla karşılaşmaya hiç hazır değildim. Onu görmek istemiyordum.
Üstümde gezinen ısrarlı bakışlarla kralın sözlerini istemeyerekte olsa kabul etmek zorunda kaldım. Yeni hayatım daha şimdiden beni istemediğim şeyler yapmak zorunda bırakıyordu. Odada oluşan sessizlik arkamdan gelen ses ile bozulduğunda hepimiz duvara yaslanmış, kollarını göğsünde kıvırmış bir şekilde bizi izleyen çocuğa döndü.
"Oda da tanışmayan sadece ikimiz kaldık. Merhaba, güzel Işık."
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Upuzuuunn bir aradan sonra bir bölümü daha geride bıraktık.
Lütfen düşüncelerinizi benimle paylaşın.
Bir sonraki bölüm görüşmek üzere, öpüldünüz.🩷
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |