
Evet nerede kalmıştık?
Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayın.
İyi okumalar.
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Yarı uyur yarı uyanık geçen bir gecenin ardından sabahın cılız ışıkları odamızı doldurmaya başlamıştı. Kızlar huzursuz bir uykunun kollarındaydı. Derin bir nefes alarak yatakta doğruldum. Saat henüz çok erken olsada daha fazla yatmaya tahammülüm kalmamıştı. Sırtımı yatak başlığına yaslayıp gözlerimi yere diktim.
Dün gördüklerim beni çok etkilemişti. Belki dünyada ki bütün güzelliklerden uzak kalmıştım ancak dayım beni yanına aldığından beri hiçbir kötülük yanıma yaklaşmamıştı. Her ne kadar sert bir mizacı olsa bile bana zarar verecek hiçbir şey yapmamış, yapılmasına izin vermemişti.
Belki dünyanın en mutlu çocuğu değildim ama güvendeydim.
Oysa Freya cehennemin içinden çıkmış gibi görünüyordu. Eski ve yeni olmak üzere vücudunun her yeri izlerle kaplıydı. Yıllardır işkence görüyor olmalıydı. Ne kadar düşünürsem düşüneyim zihnim, bir babanın evladına işkence ettiğini kabullenmemi reddediyordu. Neden? Öz çocuğuna işkence etmenin nasıl bir nedeni, nasıl bir motivasyonu olabilirdi ki?
Bu kıza babasının açtığı yaraları kim sarabilirdi?
Düşüncelerimin içinde boğulurken bahçeden gelen çığlık sesleriyle yerimde irkildim. Serena yatağında hızla doğrulduktan sonra bakışları beni buldu. Birbirimize şaşkınca bakmaya devam ederken gelen ikinci bir çığlık bizi harekete geçirmişti. Serena yatağından hızlıca kalkıp kapıya doğru ilerledi. Arkasından onu takip ettim.
'Neler oluyor?"
Uyanmış olan Ylena ve Freya arkamızdan gelirken koşarak bahçeye inmeye başladık. Çığlık sesleri sadece bizi değil diğer öğrencileride uyandırmıştı. Herkes ne olduğunu anlamak için koridorlara çıkmış birbirlerine bakıyorlardı. Ortada duran öğrencileri iterek sonunda çığlıkların kaynağına ulaştık.
Yemekhaneye girip kalabalığı aştığımızda görüş alanımıza girdi.
Bir beden.
Taş zeminde sırtüstü serilmişti. Etrafına toplanan herkes korkuyla geri çekilirken ben kendime engel olamayıp bir iki adım daha yaklaştım. Kalp atışlarımın hızlandığını hissediyordum ama bu sadece korkudan değildi. Farklı bir içgüdüdendi...
"Çekilin, alanı boşaltın!" diyen muhafızla kalabalık biraz daha geri çekildi.
Bedenin üstü hâlâ örtülmemişti. Genç bir erkekti. Gözleri hâlâ açıktı. Ama sanki korkuyla değil, şaşkınlıkla donmuş gibiydi. Gömleği yırtılmış, göğsüne kırmızı bir sembol kazınmıştı. İç içe geçmiş üç çember...
Bu sembolü dayımdan gizli girdiğim kütüphanesinde yasaklı kitaplardan birinde görmüştüm. Bu kara büyü işaretiydi.
Arkamda hissettiğim bedenle hafifçe döndüm. Aaron yanımda durmuştu. Yüzü ifadesizdi ama gözlerinde buz gibi bir gölge vardı. Bir süre sessiz kaldık. Sonra çok kısık bir sesle konuştu.
"Her şey yeni başlıyor."
Şaşkınca ona baktım. "Nereden biliyorsun?"
Bakışları hâlâ cesedin üzerindeydi. Bana bakmadı. "Bu işareti daha önce gördüm."
Onun bu yanını görmek beni ürpertti. Gözlerini odakladığı yerde bir ceset vardı ama o hiçbir şey yokmuşçasına ifadesizdi. En başından beri onun karanlık yanını hissediyordum. Ama bana yaklaşımı ilk günler haricinde o kadarda kötü olmamıştı. Hatta kendimi bulmama yardım etmiş, bana destek olmuştu. Onu hiç tanımıyormuş gibi hissettim. Yabancı gibi. Ki zaten çokta iyi tanıdığım söylenemezdi. Daha iyi anladım ki o karanlığın ta kendisiydi.
Umarım bu karanlık onunla beraber büyümezdi.
🌙🌙🌙🌙🌙🌙🌙🌙
Muhafızlar herkesi dağıttığında kızlarla odamıza döndük. Hepimiz yataklara oturmuş düşünüyorduk. Dün gece biri öldürülmüştü. Akademide bir katil vardı. Daha doğrusu akademide kara büyü kullanan bir katil vardı. O çocuğun cesedinin görüntüsü gözlerimden silinmiyordu. Ölmek için henüz çok gençti. Sonu bu şekilde olmamalıydı.
Serena sert duruşunu korumaya çabalasada ne kadar etkilendiği belli oluyordu. Ylena ve Freya ona kıyasla biraz daha kötü görünüyordu. Zihnimden Olrian'a seslendim. Ona ihtiyacım vardı.
"Olanları gördün mü?"
Homurtulu konuşması anında zihnimde yankılandı. "Gördüm, ışık. Senin huzursuzluğunu hissettiğimde zihninden olanları izledim."
"Olrian burada bir katil var."
"Biliyorum ama senin korkmana gerek yok. Sen bir varissin. İçinde yatan güç o akademide ki herkesten çok daha büyük. Tehlike anında güçlerin seni korumaya geçecektir. Ama bu kadar huzursuzsan gelip seni alabilirim. Biliyorsun benim yanımda, dünyanın en güvenli yerinde olursun."
İç çektim. "Çok isterdim, Olrian. Ama arkadaşlarımı tek başlarına bırakamam."
Hafifçe homurdandı. "Fedakar insan." Eğer bu ruh halinde olmasaydım bu sözlerine gülebilirdim. Çünkü bunu bir hakaret gibi söylemişti. Serena'nın ayağa kalkmasıyla dikkatim dağıldı.
"Tamam artık kendinize gelin. Derse gitmeliyiz, kalkın hazırlanın."
Hiçbir şey olmamış gibi davranmak çok zordu. Ama devam etmek zorundaydık. Başımızı sallayıp hep beraber ayaklandık. Dolabımdan tulumumu çıkarıp hızla üzerime geçirdim. Bugün saçımla ilgilenmeye ne vaktim ne de hevesim vardı. Sıkı bir atkuyruğu yaptım. Kızlarda hazır olduğunda isteksiz adımlarla dışarı çıktık.
Yarı yolda Freya bizden ayrılarak kendi dersinin olduğu tarafa doğru ilerledi. Biz ise bahçeye çıkarak dersimizin olduğu alana ilerledik. Ulaştığımızda her birimizin oturması için minderler konulmuştu. Yanımızda ise büyük bir göl vardı. Büyük ihtimalle Ylena ve Mia'nın ruh hayvanlarının rahat etmesi için burası seçilmişti. Ortamı incelerken arkamızdan gelen sesler dikkatimizi dağıttı, hepimizin odağı oraya döndü.
Aaron, Adrian ve Magnus yan yana durmuşlardı. Bir kız onlara doğru koşuyordu. Doğruca Aaron'un boynuna doladı kollarını. Sarı ve kumral arasında gidip gelen saçları oldukça uzun ve parlaktı. Uzun boyu, ince yapılı fiziği ile yüzünü görmesem bile oldukça güzel olduğuna emindim.
"Aaron! Seni çok özledim. Uzun zamandır görüşmüyorduk. Nasılsın?" Neşeyle konuşmuştu.
Aaron'un gözleri benimkiyle buluştuğunda yüzümü ifadesiz tutmaya çalışarak bakışlarımı çevirdim. O sırada yanıma gelen Adrian'ın varlığıyla odağım ondan tamamen ayrıldı.
"Günaydın, güzel ışık. Bugün nasılsın bakalım?"
Hitabına gülmeden edemedim. Yüzünde onu gördüğümden beri olan o muzip ifadesi varlığını sürdürüyordu.
"Ne kadar iyi olabilirsek işte. Sen nasılsın altın çocuk?"
Bu hitabım yine hoşuna gitmiş gibi görünüyordu. Gerçekten övülmeye bayılıyordu.
Sohbete devam edecekken gelen profesör ile yerlerimize geçmeye başlamıştık. Zihnimden daha önce seslenmiş olduğum Olrian gelmek üzere olmalıydı. Mindere oturduğumuzda tam ortamızın mermer olduğunu fark ettim. Üstünde büyülü semboller titreşiyordu.
Profesör Lystra yerine geçtiğinde alçak ve berrak bir sesle konuştu.
"Bugün sessizliği duymayı, ruhunuzun aynasında yaratığınızla bir olmaya izin vermeyi öğreneceğiz. Meditasyona geçin. Konuşmayın. Düşünmeyin. Hissetmeyi seçin."
Gözlerimi kapattım. Olrian yanımda yerini almıştı. Göremesem de hissediyordum. Diğer ruh hayvanlarınıda hissediyorum ancak dönüp bakmadım. Zihnimden konuştum.
"Buradasın değil mi?"
"Her zaman. Beni her çağırdığında hatta bazen sustuğunda."
İçim ısındı. Zihnim meditasyon sayesinde berraklaştıkça düşüncelerim Olrian'ın duygularıyla karıştı. Onun sabrını, merhametini ama aynı zamanda içinde alev alev yükselen öfkesini ve kararlılığını hissediyordum.
Birden gözlerim karanlık bir görüntüyle doldu. Bir ormanın içindeydim. Karanlık, yoğun ve uğursuz. Derinlerden gelen bir fısıltı... Olrian hemen araya girdi.
"O senin değil, Aly. O görüntü bir hatırlatma. Ama sen seçebilirsin. İçine çekilmek mi, onun üzerinden yürümek mi?"
Derin bir nefes aldım. O an bir şey fark ettim içimden geçen karanlığı bastırmak için savaşmak yerine Olrian benimle birlikte yürümeyi öneriyordu.
"Gözlerini açabilirsin."
Profesör Lystra'nın sesi bir yankı gibi zihnimde belirdi. Gözlerimi açtığımda Olrian'ın gözlerinde kendimi görür gibi oldum. Yalnız değildim.
Profesör dikkatli gözlerle bizi izliyordu. Başını hafifçe eğip onayladı. "Siz iki ruh birbirinize dokunmayı başarmışsınız. Bu bağ, yalnızca güvenle derinleşir."
Sonra hepimize hitaben konuştu. "Evet dersi bugünlük burada bitirelim. Hepinizin bağları oldukça sağlam görünüyor. Ruh hayvanlarınızla biraz daha vakit geçirebilirsiniz ancak çok uzatmayın."
Başımı sallarken Olrian'ın başını omuzuma yasladığını hissettim. Başımı ona çevirip gözlerinin altındaki sert pullarına bir öpücük kondurdum. Onu çok özlemiştim görünüşe göre ejderhamda beni özlemişti. Yanımda ilk defa bu kadar uysal duruyordu.
Hissettiğim hareketlenme ile gözlerimi diğerlerine çevirdim. Herkes kaçamak bakışlarla Olrian'a bakıyordu. Aaron'un sesini duydum.
"Selam, koca oğlan beni özledin mi?" Bir anlık yerimde dona kaldım. Bunu Olrian'a söylemiş olamazdı değil mi?
Olrian çok yüksek bir sesle kükredi. Zihnimden ise "Bu ne cüret!" diye bağırınıyordu. Tamam uysallığı buraya kadardı.
Ateş püskürteceğini anladığımda panikle dışarıdan konuştum. "Tamam! Tamam sakin ol lütfen, Olrian."
Mia çığlık attığında herkes bir adım geriledi. Aaron'un siyah jaguarı ise onu korumak için önüne geçmişti. O ise elleri cebinde olduğu yerde duruyordu.
Olrian benim komutumla azda olsa sakinleşsede homurdanmaya devam ediyordu.
"Bu çirkin insanın hayatı benim midemde sonlanacak." Onu duymazdan gelerek Aaron'a döndüm.
"Bu kadar ölmek istiyorsan başka bir yol seç, seni manyak!"
O ise sırıtmakla yetindi. Mia hızla kendini Aaron'un kollarının arasına attı.
"İyi misin? Çok korktum sana bir şey yapacak diye!" Sonra bana döndü, sesi sertleşti. "O ejderha burada bulunmamalı. Profesörler onu bizden uzak tutmalı."
Gözlerimin parladığını hissettim. Ellerim ısınmaya başladı daha sonra sıcaklık vücuduma yayıldı. Güçlerim duygularımla ortak hareket ediyor gibiydi. Dün üzüldüğümde tepemizdeki ışık patlamıştı. Bugün sinirlendiğimde ise bütün vücudumdan ışıklar çıkmaya başladığını hissediyordum. O sırada Olrian'ın sesini duydum.
"Sakin ol, insan. Yoksa buradaki herkesi yakacaksın."
Gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım ancak başarılı olamıyordum. Bana yaklaşan birinin varlığını hissettim.
"Işık, sakinleşmelisin." Gözlerimi açtığımda Aaron karşımda duruyordu. Gölgeleri etrafımı tamamen sarmıştı. Ne ben onun dışında birini görebiliyordum ne de gölgelerin dışında kalanlar bizi. Bedenimdeki ışık hâlâ sönmemişti. Bana yaklaşması tehlikeliydi ama bu çokta umrunda gibi durmuyordu.
"Deniyorum ama sakinleşemiyorum. Aslına bakarsan sakinleşmek istemiyorum. Olrian benim kırmızı çizgim, Aaron. Kimse bu çizgiyi geçmeye cüret edememeli."
Sanki konuşan ben değildim, içimdeki öfkeydi. Ağzımdan çıkan cümleler Aaron'u bile şaşırttı.
"Biliyorum. Bir daha kimse Olrian hakkında bir şey söylemeyecek. Söz veriyorum, Işık. Şimdi arkadaşlarımıza zarar vermek istemiyorsan sakinleşmek zorundasın."
Aaron'un anlayışlı ve dingin çıkan sesi içimde bir yerlere dokundu. Bu sefer gözlerimi kapattığımda sakinleşmeyi başarabilmiştim. Bedenimden çıkan ışıkların yavaşça sönmeye başladığını hissettim. Tamamen geri çekildiklerinde dizlerimin bağı çözülmüş gibi yere çöktüm.
Aaron yanıma gelip bana baktı. "İyi misin?"
Başımı salladım. "İyiyim ama kontrol edemiyorum. İçimdeki güç duygularımı hissediyormuş gibi öfkelendiğimde ya da üzüldüğümde harekete geçiyor."
Hafifçe gülümsedi. "Çünkü hissediyor. O güç senin bir parçan Alyssa. Seninle beraber hareket ediyor. Onu yönlendirmeyi ve kontrol altında tutmayı öğreneceksin."
"Umarım." Bu anlık patlama bedenimi yormuştu. Derin nefesler alarak kendime geldim. Yavaşça ayağa kalktım. Aaron benim iyi olduğuma emin olduktan sonra gölgeleri geri çekti. Herkes panikle olduğumuz yere bakıyordu. İkimizde sapasağlam çıktığımızda arkadaşlarımın nefeslerini bıraktığını gördüm. İlk hedefim Olrian oldu.
"Güçlerini kontrol altına almayı öğrenmelisin. Bunlar öğretemeyecekse, ben öğretirim sana."
"Biliyorum en kısa zamanda öğreneceğim. Merak etme iyiyim."
Homurdandı. "Burada biraz daha kalırsam bir kaç kişiyi yakacağım. O yüzden gidiyorum ama unutma. Ne zaman çağırırsan."
Gülümseyerek onu onayladığımda hızlı bir manevrayla havaya yükselip uzaklaştı. Gülüşüm solduğunda ifadesiz bir yüzle Mia'ya döndüm.
"Bir daha Olrian hakkında tek kelime edersen, sonuçlarına katlanırsın. Bu sana ilk ve son uyarım."
Yüzü kasıldı. "Sen beni tehdit mi ediyorsun?"
Cümlesiyle soğukça gülümsedim. "Hayır, Mia. Bu bir tehdit değil. Bu, önceden yapılmış bir bilgilendirme. Benimle oynama."
Sinirle konuşmaya çalıştığında sözünü kesen Aaron oldu. "Yeter, Mia. Kadim bir varlık hakkında konuşmak, onun adına karar vermek senin haddine değil. Bir daha tekrarlanmasın."
Gözlerime nefretle baktıktan sonra uzaklaştı. Sanırım burada ilk düşmanımı edinmiştim. Ama çokta umrumda değildi. Arkadaşlarım yanıma geldiğinde onlar sormadan cevapladım.
"İyiyim ve sakinim. Bir sorun yok." Daha fazla bu konu hakkında konuşmak istemiyordum. Serena bunu anlamış olacak ki anlayışla başını salladı. Koluma girip beni yönlendirdi.
🌙🌙🌙🌙🌙🌙🌙🌙
Yemekhane temizlenmiş ve ceset taşınmıştı. Kimse sabahtan beri hiçbir şey yememişti. Yemekhaneye girdiğimizde gözüm cesedin bulunduğu yere kaydı. Onu ilk gördüğüm an canlandı zihnimde. Mide asidimin boğazımdan yükseldiğini hissettiğimde kendimi hızla yemekhanenin dışına attım.
Burada bu sabah bir öğrencinin canına kıyılmıştı. Okul yönetimi ise bizden, hiçbir şey olmamış gibi orada oturup yemek yememizi bekliyordu.
Orada. Bir. Genç. Can. Vermişti.
Açık gözleri, solmuş teni, hırpalanmış bedeni ve göğüsüne kazınmış olan sembol aklımdan çıkmıyordu. Burada güvende olmalıydık ancak bir katil ortada dolaşıp rahatça birini öldürebiliyordu. Biz ise elimiz kolumuz bağlı, sudan çıkmış bir balık gibi bekliyorduk.
Bu ilk cinayetti. Peki son olacak mıydı? Yoksa Aaron'un dediği gibi bu sadece bir başlangıç mıydı? Neden o çocuğu seçmişlerdi? Katil tek miydi, yoksa başkalarıda var mıydı? Aklım bir sürü soru işaretiyle doluydu.
Bahçeye çıkıp bir bankın üzerine oturdum. Dün geceden beri gördüklerim beni mental olarak çok etkilemişti. Freya'nın vücudundaki izler, bir öğrencinin ani ölümü, Mia'nın saçma sapan konuşmasının üzerine geçirdiğim sinir harbi, uykusuzluk ve açlık. Kendimi bir günde bir kaç yaş yaşlanmış gibi hissettim.
Yanıma birinin oturmasıyla koybolduğum düşüncelerin arasından sıyrıldım. Adrian gelmişti. Elinde iki tane tost ve iki tane sıcak kahve vardı. Gülümseyerek birini bana uzattı. İçimden bir şey yemek gelmesede kabalık etmemek adına aldım.
"Kızlar yanına gelmek istediler ama ben engel oldum. Hem nasıl olduğuna bakmak hemde seni daha yakından tanımak istedim. İlk kez mi bir ceset görüyorsun?"
Tamam, ben hayattan soyut bir şekilde büyümüştüm ama normal bir insan hayatında kaç kere bir ceset görürdü ki? Başımı sallayarak onayladım.
"Bak Alyssa. Sen sıradan bir insan değilsin. Bir varissin ve savaşa hazırlanıyorsun. Hayatının geri kalan yarısında onlarca, yüzlerce belki binlerce ceset göreceksin. Hatta bazıları bizzat senin elinde can verecek. Her seferinde bu kadar etkilenemezsin."
Derin bir nefes aldım. "Biliyorum Adrian. Günlerdir kendimi bir savaşın içinde bulanacağıma hazırlamaya çalışıyorum ama o bir öğrenciydi. Masumdu. Belki ölen kara büyünün tesiri altında olsaydı bu kadar etkilenmezdim ama o sıradan biriydi. Ölüm bu kadar basit olmamalı."
Keyifsiz bir şekilde gülümsedi. "Ne yazık ki ölüm bu kadar basit. İlk defa birinin ölümünü gördüğümde sadece altı yaşındaydım. Bir kara büyü kullanıcısını yakalamış infaz ediyorlardı. Annem ve babam beni odama götürmüş çıkmamamı tembihlemiş başıma birini dikmişlerdi. Ama ben neler olduğunu merak ediyordum. Muhafızı atlatarak sarayın bahçesine gizlice çıkmayı başardım. Adamın kafasını bir kütüğe yaslamışlardı. Başında elinde kılıçla bekleyen bir asker vardı. O kılıç bir anda adamın boynuna indi ve kafasını gövdesinden kopardı. Adamın kafasının yere düşüp yuvarlandığını gördüm. Durduğunda açık olan gözleri tam bana bakıyordu. Annem beni fark ettiğinde hemen yanıma gelip sıkı sıkı kucağına aldı. Ama olan olmuştu. O günden sonra gözlerimi kapattığımda hep o adamın gözleri karşıma çıktı. Bir çocuk için fazla karanlık bir hatıraydı."
Adrian'ın sesi normaldeki gibi umursamaz ve rahat değildi. Sessizleşmiş, kelimeleri ağır ağır dökülüyordu. O an anladım ki her şakacılığın arkasında, her gülümsemenin altında büyük bir yük saklıydı.
"Sana anlatmamın nedeni seni korkutmak değil," dedi gözlerini kahvesine dikerken. "Ama hazırlıklı olman gerek, Alyssa. Güçlü görünmek zorunda değilsin, ama güçlü olmalısın. Gözyaşlarını herkesin önünde dökme, ama içinde onları inkâr da etme. Sadece her defasında daha sağlam kalk. Çünkü senin ayakta kalmana ihtiyaç duyanlar olacak."
Elimdeki kahve bardağına baktım. Parmaklarım titriyordu. Sözleri gerçekti. Çok sert ama çok doğru.
"Bunu hak etmemişti."
"Kimse etmez," dedi yumuşak bir sesle. "Ama bu dünya adil değil. Bizler de adil olma lüksüne sahip değiliz bazen. Sadece kendi doğrularımızı koruyabiliriz."
Bir süre konuşmadık. Sessizlik, aramızda kurulan görünmez bağın üzerinde usulca gezinip durdu.
Sonra Adrian, hafifçe omzuma dokundu. "Ne zaman konuşmak istersen ya da sadece oturup susmak istersen, buradayım. Tam olarak burada."
İçten bir tebessüm ettim. Bu kaotik günün sonunda, birkaç sözün bile insanın içindeki fırtınaları biraz olsun dindirebildiğini gördüm.
Bu sözlerin bir benzerini Aaron'dan da duymuştum. Evet alışmak zorundaydım ama zordu işte. Bir infaza tanıklık eden altı yaşında bir çocuk için çok daha zor olmalıydı. Bu dünyanın gerçekleri kanımı donduruyordu. Söylemek bir şey bulamadığımda başımla onaylamakla yetindim. Adrian'da daha fazla üzerime gelmek istemiyor olacak ki konuyu değiştirdi.
"Daha önce kimse sana sinirlendiğinde çok korkutucu olduğunu söyledi mi, güzel ışık? O masum yüzün öyle bir değişiyor ki ödümü kopardın. Ama ışığın çok güçlü. Benden daha parlak birini görmek beni kıskandırdı."
Söylediklerine güldüm. Hayır benden korkmamıştı tabii ki. "Henüz tam olarak kontrol edemiyorum sinirlendiğimde ve üzüldüğümde ufak patlamalar yaşanıyor ama halledeceğim merak etme bir daha seni bu kadar korkutmam."
O da kıkırdadı. "Sevinirim, hassas kalbim bir daha böyle bir korkuya dayanabilir mi bilmiyorum."
Adrian oldukça tatlı bir çocuktu. Konuşurken kullandığı mimikler ve yaydığı aura ile insanı çok kolay etkisi altına alabiliyordu. Alaycılığı ise onu daha sevimli yapıyordu. Ayrıca gördüğüm kadarıyla hoş sohbet biriydi. Benim ırkımdan olan biriyle sohbet etmek bana iyi gelmişti.
Konuşmaya devam ederken gözlerim ağaçlardan birini yaslanmış ifadesiz ve soğuk gözlerle bizi izleyen Aaron'a takıldı. Ona yaklaşıp elini omuzundan koluna doğru yavaşça indiren Mia'yı gördüğümde gözlerimi çevirdim.
Belkide Mia'nın gelişi bir bakımdan iyi olmuştu. Bu sayede Aaron'dan uzak durmak benim için çok daha kolay olacaktı.
Adrian ile orada tam olarak ne kadar oturdum bilmiyorum ama beni güldürmeyi başarmış hatta getirdiği tost ve kahveyi bile yememi sağlamıştı. İçim ona karşı minnetle doldu. Beni arasına karıştığım düşüncelerden sıyırıp kafamı dağıtmıştı.
Sonunda odamıza girdiğimde kızların bana olan imalı bakışlarını görmezden gelip üstümü değiştirdim ve kendimi yatağa bıraktım. Uykuya dalmadan önce zihnimde tek bir soru yankılandı.
Son mu yoksa başlangıç mı?
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Yeni karakterleri nasıl buldunuz?
Lütfen düşüncelerinizi benimle paylaşın.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, öpüldünüz.🩷
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |