18. Bölüm

16. Bölüm

zeynep aslan
zeyneepaslann

Selammm çiçeklerim ben geldimmm

 

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayın.

 

İyi okumalar.

 

 

 

✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨

 

Güneş tamamen batmış yerini aya bırakmıştı. Akademinin en tepesindeydim. Üstümdeki gökyüzü uzansam yıldızlara dokunacağım kadar yakındı sanki. Hafifçe esen serin rüzgar bedenimi yalayıp geçiyordu. Görünürde sadece ben vardım ama yalnız sayılmazdım. Zihnimde hissettiğin kıpırtı ile gözlerimi gökyüzünden çekip uzakta duran sislerle örtülü dağlara baktım.

 

"Olrian. Uzun zamandır sessizsin."

 

Olrian'ın sesi, zihnimin derinlerinde bir yankıydı. "Sen sustuğunda bile seni izliyorum. Her adımını. Her şüpheni. Her korkunu. Çünkü sen sadece ışığın değil, benim de varisimsin."

 

Her zamanki gibi söyledikleriyle kalbimi ısıttı.

 

"Kendini taşıyamazken, başkalarını korumaya çalışıyorsun."

 

Bu söz beklemediğim bir ağırlıkla çöktü içime.

 

"Bazen," dedim, "ışığın bile beni terk ettiğini hissediyorum. Akademi'de herkes birbirine kuşkuyla bakıyor. Freya hâlâ yanımda. Ama diğerleri? Adrian bana güveniyor gibi ama kalbini kapatmış. Serena'nın her bakışı beni suçlu hissettiriyor. Aaron..."

 

Duraksadım. O ismi zihnimde bile dile getirmek bir acıydı artık."Aaron karışık," dedim. "Kendisiyle savaşıyor. Belki de hepimizle. Ama en çok benimle. Bana kızgın, kırgın. Ama ben de artık neye inandığımı bilmiyorum."

 

Olrian uzun süre sessiz kaldı. Sonra bir sıcaklık yayıldı içime. Sanki bir kanadını üzerime örtmüş gibi.

 

"Bazen inanç bir kanıtla değil cesaretle başlar." dedi. "Sen Alyssa, kendine bile acımasız davranıyorsun. Suçsuz olduğun hâlde, suçluluk duyuyorsun. Güçlü olduğun hâlde, kırılgan sanıyorsun kendini. Işık taşımak demek yanmamak değil yanarken yön gösterebilmektir."

 

Sözleri rahatlatıcıydı ma acımı tam olarak söndürmedi. Onun bilge sesi bile, içimdeki sorunun merkezine dokunamazdı.

 

"Peki ya yanlış yoldaysam? Ya birini savunmam gerekirken sırtımı dönüyorsam, ya da tehlikeyi geç fark edersem?"

 

Olrian'ın sesi bu kez farklıydı. Daha karanlık, daha dikkatli. "O zaman bedelini ödersin," dedi. "Tıpkı senin öncekilerin ödediği gibi."

 

İçim ürperdi. "Ne demek bu?"

 

Olrian cevap vermedi hemen. Sonra, kelimeler yerine bir görüntü bıraktı zihnime. Bir kılıç. Işığa değil, kana bulanmış. Bir çift ürkütücü göz ve karanlıktan gelen bir ses. Tam olarak seçememe izin vermeyecek kadar hızlı geçmişti.

 

"Bir sonraki, senden çok uzakta olmayacak."

 

Gözlerim aniden açıldı. Kalbim hızlı çarpıyordu. Olrian, her zamanki gibi ortadan kaybolmuştu. Ama içimde bıraktığı iz hâlâ titreşiyordu.

 

Ayağa kalktım. Aşağıda akademi, her zamanki gibi görünüyordu. Ama ben artık her şeyi aynı şekilde göremeyecektim. Çünkü Olrian beni uyarmıştı.

 

Yaklaşan bir şey vardı. Ve bu kez, ışığın kendisi bile yeterli olmayabilirdi.

 

Akademi, geceye yenilmişti. Bahçeler, gölgelerin arasında sessizliğe gömülmüştü. Ayak seslerim, mermer zeminde yankılanıyordu. Odama doğru ilerlerken Freya'nın her zamanki köşesinde oturduğunu gördüm.

 

Freya sırtını duvara vermiş, dizlerini karnına çekmişti. Yaklaşınca başını kaldırmadı.

 

"Üşüyeceksin." dedim yumuşak bir ses tonuyla.

 

Freya hafifçe gülümsedi. "Ben hep üşürüm zaten. Önemli değil."

 

O basit cümle, içindeki kırıkları öyle sakince dışa vurmuştu ki birkaç saniye cevap veremedim. Yanına oturdum.

 

Bir süre ikimizde konuşmadık. Rüzgar, saçlarımın arasından geçerken uzaktaki bir çanın çatırtısı gecenin sessizliğini delip geçti.

 

"Babam," dedi Freya birden. Sesi yumuşaktı ama içinde gömülü bir soğuk vardı. "Kim olduğunu bilmiyorsun, değil mi?"

 

Başını çevirip dikkatle baktım. Freya'nın gözleri, yıldızlardaydı ama hiçbirini görmüyor gibiydi.

 

"Bilmiyorum."

 

"Bir savaşçıydı." Freya'nın sesi çatlamış gibiydi. "Ama komutanı olduğu tek yer ordu değildi."

 

Bir şey söylemedim. Freya anlatmaya devam etti.

 

"Beni her sabah, daha güneş doğmadan uyandırırdı. Disiplin, kontrol, sessizlik. 'Güçlü biri asla ağlamaz' derdi. Ben daha altı yaşındayken, silah tutmamı öğretti. Ama hiç korumadı beni. Ne fiziken ne ruhen. En büyük korkum olduğunun farkındaydı. Ve bunu kullanmaktan hiç çekinmedi."

 

"Freya..."

 

"Beni şekillendirmek istedi. Bir silah, bir gölge yaratmak istedi. Ama ben sadece onun kızı olmak istedim." Bir an gözlerini kapadı. "Bunu ona hiç söylemedim. Çünkü söyleseydim, zayıf olduğumu düşünürdü. Ve zayıflık, ceza demekti."

 

Boğazındaki düğümü yutkunarak gidermeye çalıştım. Freya'nın sesindeki sessiz keder, yavaş yavaş içimi delip geçiyordu.

 

Freya gözlerini ona çevirdi. İlk kez yüzünde bir açıklık vardı. Kırılgan, ama cesur bir açıklık.

 

"Artık geçmişimin beni yönetmesine izin vermemeye karar verdim. Gücüm bana acı verenlerden değil, o acıya rağmen hâlâ kendim olmayı seçmemden gelmeli."

 

"Ben her zaman yanındayım," dedim. "Bunu bil. Ne olursa olsun."

 

Freya, elimi tuttu. Parmakları titriyordu. Sadece bir gecelik dürüstlükte, geçmişin zincirlerinden bir halka daha kırılıyordu.

 

"Bu kez ağlamaktan korkmuyorum." dedi Freya fısıltıyla.

 

Elimi tutan Freya bir süre sessiz kaldı. Yüzü rüzgara dönüktü ama dudakları titriyordu. O titreme, içinde saklı tuttuğu bir yükün kırık yankısı gibiydi.

 

"Biliyor musun" dedi boğuk bir sesle, "annem beni doğururken ölmüş. O günü hiç yaşamadım ama hayatım boyunca onu içimde taşıdım. Sanki her nefesimde annemin yokluğunu büyüttüm."

 

Nefesimi tuttu. Freya'nın sesi, gecenin sessizliğini yaran bir çatlak gibi ince ve derindi.

 

"Babam beni hiç affetmedi. Hiç. Onu alıp götürdüğüm için, hayatındaki tek sevgiyi yok ettiğim için, daha ilk günden bir suçlu oldum onun gözünde. Bebekken bile suçluydum."

 

Rüzgar biraz daha hızlandı. Freya başını eğdi, omuzları titriyordu artık. Ama bu titreme güçsüzlük değil, yılların suskunluğunu kıran bir ağırlıktı.

 

"İçki içtiğinde başka biri olurdu. Soğuk, kontrolsüz, acımasız. Beni sabaha kadar diz çöktürürdü, Aly. Bir şey öğrettiğini sanırdı. 'Dayanıklılık' derdi. Ama aslında kırıyordu. Beni parça parça kırıyordu."

 

Freya'nın elini güç vermek istercesine biraz daha sıktım. Gözlerinde yaşlar vardı ama bir şey söylemedim. Sadece dinledim. Çünkü bazen sessizlik, en çok ihtiyaç duyulan cevaptır. Freya'nın anlatmaya ihtiyacı vardı. Anlatıp geçmişin yüklerinden sıyrılmaya ihtiyacı vardı.

 

"Bazen gece olunca, beni odama kilitlerdi. Karnım aç, ellerim kan içinde. Ama en çok sessizlik canımı yakardı. Onun korumadığı bir hayatın ne kadar tehlikeli olduğunu çok erken öğrendim. O yüzden duvarlar ördüm. O yüzden kimseye sığınmadım. Sırtımı bile yaslayacak bir yerim olmadı."

 

Freya'nın dudakları titredi. Uzun bir sessizlik daha oldu. Sonunda başını omzuma yasladı. Bu, Freya için bir savaş ilanıydı kendine, geçmişine, babasının bıraktığı yaralara.

 

Freya konuşmak için hazır görünmüyordu. Uzun bir süre boyunca sadece bakışlarını yere sabitlemiş, dudaklarını kemirmişti. Sonra birden sanki içinde tutmak istemiyormuş gibi hızla konuştu.

 

"Hiç kemiklerinin kırıldığını duydun mu, Alyssa?" Sesi neredeyse fısıltıydı.

 

"Çocukken, daha yedi yaşıma bile basmamışken babam ilk kez kaburgamı kırdı. Sadece bir bardağı yanlışlıkla düşürdüm diye."

 

Boğazım kurudu ama Freya konuşmaya devam etti. Geri dönmüyordu artık.

 

"Bir keresinde o kadar çok dayak yedim ki nefes alamadım. Yalvarmadım. Ağlamadım. Çünkü ne zaman ağlasam, daha çok sinirlenirdi. 'Zayıflık' derdi, 'bağırmak zayıflıktır.'" Gözleri hâlâ karşıya, sanki geçmişin içinde bir noktaya bakıyordu.

 

"Bir gece beni dışarı attı. Yalnızca gece yarısı uyanıp su içmeye çalıştım diye. Yalınayaktım. Kar yağıyordu. Donmuş toprağın üstünde sabaha kadar oturdum. Dizlerim yaralanmış, ayaklarım, ellerim soğuktan morarmıştı. Ama en kötüsü neydi biliyor musun?"

 

Gözlerini yavaşça Aly'ye çevirdi. Artık kaçmıyordu.

 

"Doğum günlerim. Yani annemin ölüm yıldönümü. O günler babamın gözü hepten dönüyordu. Nefes alamama bile tahammülü yoktu. Kaç kere ellerinde can vereceğimi düşündüm bilmiyorum. Gözüne görünmemek için saklanmamda bir işe yaramıyordu. Beni her seferinde buluyordu."

 

Bir şey söylemeye çalıştım ama Freya elini kaldırarak susturdu.

 

"Ben o evde büyümedim, Alyssa. Ben o evde hayatta kalmaya çalıştım. Bir kız çocuğu olarak değil, annemin katili olarak büyütüldüm. Onun hayal kırıklığının, pişmanlığının, öfkesinin vücut bulmuş haliydim. Annemi öldüren şey bendim onun gözünde. Doğduğum gün her şey bitti sandı."

 

Sadece yanındaydım. Freya'nın anlatmasına izin verdim. Bu kelimeler yıllarca içinde zincirli kalmıştı belli ki.

 

"Sonra büyüdüm. Beni döverken artık yere yıkılmıyordum. Bir gece bileğini kırdım. Kendimi savundum. O gün evden kaçtım. Tek kelime etmeden. Sırtımda kemer ve yanık izleriyle, ellerimle bastırdığım kanla kaçtım. Ama beni yine buldu. Hep bulur."

 

Freya gözlerini kapadı. Yüzünden yaşlar akmadı. Ama bir şey, içindeki taş gibi ağır bir şey çatlamıştı.

 

"Yaşadıkların hiçbir zaman geçmeyecek, Freya. Ama inan bana bir süre sonra eskisi kadar acı vermeyecek."

 

 

🌙🌙🌙🌙🌙🌙🌙🌙

                     

 

Güneş tam tepemizde eğitim alanını aydınlatıyordu. Silah kullanım dersi açık havada yapılacaktı. Uzun hedef tahtaları çimenliğe yerleştirilmiş, yanlarında birkaç düzine ok ve sağlam uzun yaylar bekliyordu.

Profesör henüz gelmemişti. Hava garipti. Sanki gökyüzü bile, yaşanacak şeyleri sezmişti.

 

Yaylardan birini seçip okları incelerken arkasından gelen adımları duydum.

 

"Ne o? Okların seninle konuşmasını mı bekliyorsun? O kadar yeteneksiz misin yoksa?"

 

Mia dudaklarını hafifçe büzerek yanına yaklaştı. Yüzüne keskin incelikle işlenmiş bir tebessüm kondurdu.

 

"Hayır Mia. Benim oklarım hedefe saplanır. Laf kalabalığı yapmaz."

 

Arkamı döndüm. Göz göze geldik. Gerginlik tel gibiydi gerilmiş, titrek, nereye çarpacağı belli olmayan bir yay teli.

 

O sırada Serena geldi. Sessizdi, ama bakışları bir şeyleri izliyormuş gibi dikkatliydi. Hemen arkasında Magnus yürüyordu. Magnus, Mia'ya bakmadan yere bir ok bıraktı. Hafifçe Aly'ye döndü.

 

"Bu derste sadece bilek gücü değil, denge de önemli. Bazıları birini vuramasa bile sinir bozacak kadar gürültü çıkarabilir."

 

Serena omuz silkti. "Bazıları ise ok atarken de duvar gibi susar. Belki o yüzden kimseyi etkileyemiyorlar."

 

Bu söz bana mı söylenmişti bilemiyordum. Üstüme alınmamayı tercih ettim. Serena ile bir tartışmanın içine girmek istemiyordum. Ylena tam o anda geldi, bir şey demeden oklarından birini seçip kenara geçti. Hâlâ herkesin enerjisi gergindi ama Ylena'nın duruşu nötrdü olayı gözlemlemeyi seçmişti. Ancak gözleri kısa bir an için Adrian'a takıldı. Adrian sessizce yayını kontrol ediyordu.

 

O sırada Aaron belirdi. Gölge gibi, hızlı ve sessiz.

 

Adrian onu görünce konuştu. "Geciktin" Aaron ise sadece göz devirdi.

 

"Sabah cinayet planımı yapmakla meşguldüm."

 

Bu söz, içeri düşen bir kaya gibiydi. Kimse gülmedi. Serena bir an bakışlarını yere indirdi. Nefesimi tuttum. Adrian ise kaşlarını kaldırdı.

 

"Suçlu olup olmaman önemli değil," dedi Adrian. "Ama mizah duygunun berbat olduğu kesin."

 

Aaron, başını hafifçe yana eğerek baktı Adrian'a.

"Yoksa gülmek için Aly'nin onayını mı bekliyorsun?"

 

Adrian bir adım yaklaştı. Gözleri karanlık bir merakla kıvılcımlandı. "Alyssa... senin en büyük takıntın. Neden, Aaron? Onu korumak mı istiyorsun? Yoksa sadece yanında durduğunda kendini iyi biri gibi mi hissediyorsun?"

 

"Yeter!" dedim, sesim tizleşmişti. "İkiniz birbirinizi düşman zannetmeye başladınız. Ne alıp veremediğiniz var bilmiyorum ama bu saçma kavgalarınıza beni dahil etmeyin."

 

Mia kendi okunu alırken küçümseyici şekilde mırıldandı. "Gerçek düşmanlar bazen en yakında olur. Özellikle başkasının peşinde dolanırken, kendine ait bir yol seçemeyenler için."

 

Artık dayanamayıp ona döndüm. "Ben yolumu çizdim, Mia. Sen hâlâ başkalarının izinden yürümeye çalışıyorsun."

 

Tam cevap verecekti ki Profesör Damon sahaya adım attı. Elleri arkada birleşik, gözleri tek tek herkesin yüzünde durdu. Sert, tıraşlı yüzünde tek bir tebessüm emaresi bile yoktu. Sesi geldiğinde, alandaki kuş cıvıltıları bile susmuştu sanki.

 

"Aynı hatayı bin kere yapanları izlemek yerine, taşı izlesem daha çok eğlenirdim."

 

Bakışlarını sırayla hepimizde gezdirdi.

 

"Serena, yine herkese küçümseyici bakışlarla bakıyorsun. Bu bakışlarının altında neyi gizliyorsun? Yoksa korkunu mu?"

 

Serena gözlerini yere indirmedi ama cevap da vermedi. Damon kaşlarını kaldırarak devam etti.

 

"Magnus. Dengen sağlam, ama oklarının karakteri yok. Bir taş kadar sessizsin, ama aynı zamanda bir kuş tüyü kadar etkisiz."

 

Magnus sadece bir nefes aldı, ama ses çıkarmadı. Profesör Damon bir adım attı.

 

"Ylena. Güçlü değilsin çünkü hâlâ merhamet ediyorsun. Hedefini düşünürken üzülüyorsun. Bu bir savaş, şefkat yarışması değil. O oku ağlatarak değil batırarak kullanacaksın."

 

Ylena'nın dudakları hafifçe gerildi ama cevap gelmedi. Profesör Damon Aaron'a döndü. Gözlerindeki bakış daha sivriydi.

 

"Senin için bir şey söylememe gerek yok. Zaten herkes seni suçluyor. Çok güçlüsün ama bu gücü yönlendiremeyecek kadar kibirlisin."

 

Aaron yumruğunu sıktı ama konuşmadı. Gözleri, Damon'ın gözlerine kilitlendi.

 

"Adrian," dedi Damon, şimdi yüzünde sert bir tebessümle. "Yapabileceğin her şeyin gölgesinde yaşıyorsun. Ne istediğini sen bile bilmiyorsun. Böyle gölgede kalmaya devam mı edeceksin?"

 

Adrian başını eğmedi. "Gölge ışığın olduğu yerdedir. Yeter ki ışık sönmesin."

 

Profesör Damon kısa soğuk bir kahkaha attı. "Sözler keskin olabilir ama hedefi vuramadıkça boş gürültüdür."

 

Sonunda bana döndü. "Ve sen, Alyssa Bennet. Senin en büyük zayıflığın ne biliyor musun? Hep doğru tarafta kalmaya çalışman. Oysa savaşta doğru taraf yoktur. Sadece yaşam ve ölüm vardır."

 

Dudaklarını ısırdım ama kendimi tuttum. Cevap vermedim.

 

Profesör Damon, son olarak Mia'ya döndü.

"Senin hırsın var. Ama hırsının yönü yok. Sadece kendini ispatlamaya çalışıyorsun. Ne için? Aaron için mi? Kendin için mi? Yoksa Alyssa'dan daha iyi görünmek için mi?"

 

Mia'nın gözleri parladı. Göz göze geldiler.

 

"Hepsi." dedi içten ama sakin bir sesle.

 

Profesör Damon başını salladı. "En azından dürüstsün. Ama dürüst olmak seni iyi yapmaz."

 

Derin bir sessizlik oldu. Sonra sert bir komut verdi.

"Sırayla atış yapacaksınız. Herkes üç ok atacak. İlk hedef sabit. İkincisi hareketli. Üçüncü ise birbiriniz."

 

Şaşkınlıkla birbirimize baktık. Serena bir adım öne çıktı. "Birbirimize mi?"

 

Damon başını salladı. "Elbette ölümcül değil. Büyüyle korunmuş zırhlar giydiniz. Ama hedef olmak çok şey öğretir. Hepinizin ne kadar korkak olduğunu görmek istiyorum."

 

İlk atışı Aaron yaptı. Sabit hedefi deldi. Hareketli hedefide tam ortadan vurmayı başardı. Üçüncüde, karşısında Adrian vardı. Ok, Adrian'ın göğsüne tam saplanacakken büyü parladı ama herkes duydu o sesi. Gerilim sesi değil öfkenin sesi.

 

Adrian bir adım öne çıktı. Yayını kaldırdı. İlk iki atış nokta atışıydı. Üçüncüde hedef Aaron'du. Ok, Aaron'un omzuna saplanmak üzereyken düştü.

 

Ayağa kalktım. "Bu bir eğitim mi, savaş mı?"

 

Damon gözünü kırpmadan cevap verdi. "Bu bir hayat provası. Kimin dostun, kimin düşmanın olduğunu ancak böyle öğrenirsin."

 

Sıra Mia'daydı. Karşısında ben vardım.

 

Mia ağır adımlarla ilerledi. Yayını sol eliyle sımsıkı kavramıştı, gözleri doğrudan bana kilitlenmişti. Gülümsemiyordu. Gülümsemek, bu kadar açık bir gerilimde zayıflık sayılırdı. Birkaç metre ötede, tam hedefin ortasındaydım. Koruyucu büyü üzerimdeydi ama gözlerindeki öfke, kalkanlardan daha kalındı.

 

Profesör Damon hafifçe başını eğdi. "Başla."

 

Mia ilk oku kaldırdı. Rüzgâr bile çekingen esiyordu. Nişan aldı, ateşledi. Ok, hemen sağımdan geçti. Delip geçmemişti ama uyarmıştı. Bilerek mi ıskaladığı, yoksa bilerek oraya nişan aldığı belirsizdi.

 

İkinci ok geldiğinde, bu kez koluma temas etti. Büyü titredi ama geri adım atmadım. Gözlerim bir anda buz gibi kesildi. Mia'nın ne yapmak istediğini artık anlamıştım. Bu sadece eğitim değildi. Bu bir meydan okumaydı.

 

Mia, üçüncü oku yavaşça yerleştirdi. Yayını gererken konuştu, sesi sanki bir bıçaktı. "Ben en az senin kadar güçlüyüm. Ama senin gibi doğuştan ışıkla kutsanmadım. Ben her şeyi tırnaklarımla kazıyarak aldım. Benimle savaşma çünkü kazanmana asla izin vermeyeceğim."

 

Ok fırladı. Tam göğsüme. Yerimden kıpırdamadım. Büyü alev gibi parladı, ok yere düştü. Fakat duruşum değişmedi. Derin bir nefes aldım birkaç adım yaklaştım. Göz göze geldik. O ana dek sessiz kalmayı seçmiştim ama artık yetmişti.

 

"Senin savaştığın şey ben değilim Mia. Senin savaştığın, senin göremediğin şey. Kabul etmediğin zayıflığın, susturmaya çalıştığın korkun. Kimse görmesin diye sakladığın ezikliğin."

 

Mia bir adım yaklaştı. "Ya sen? Sen hiç savaştın mı? Yoksa herkes seni korurken sen sadece parlamayı mı öğrendin?"

 

Bir ok çektim, yayıma gerdim. Profesör Damon'ın kaşları hafif kalktı ama durmadı. Bu artık dersi aşan bir andı.

 

"Bu benim ilk savaşım değil Mia. Ama bu sefer hedef sensin."

 

Ok Mia'nın alnına saplanacaktı ki büyü parladı, geri savurdu. Sırt üstü düştü, gözlerinde hem şok hem öfke vardı. Ama bana yaklaşmadı. "Hedefi karıştırırsan, oku boşa harcarsın."

 

Ardından Profesör Damon'ın sesi geldi, tok ve memnuniyet barındırmayan bir tonla konuştu. "İlk defa, gerçek bir savaş gibi koktu."

 

Ders bitmişti. Profesör Damon'ın alayları kulaklarımda hâlâ yankılanıyordu ama asıl yankılanan bakışlardı. Biri özellikle.

 

Aaron, okunu bırakırken bana bir an bile bakmamıştı. Şimdi herkes yavaş yavaş alandan uzaklaşırken, onun hâlâ orada durduğunu fark ettim. Sessizlik vardı, ama huzurlu değildi. Üzerime çöken, içime kazınan o sessizlik patlamak üzereydi.

 

Aaron soğukça konuştu. "Her şeye sessiz kalan dilin bir tek Mia'ya karşı çözülüyor demek. Konu sadece kendini savunmak olduğunda mı tırnaklarını çıkarırsın hep? Adalet bu mu senin için Alyssa?"

 

Durdum. İçimden geçen ilk tepki kaçmaktı. Ama artık kaçmayacaktım. Sertçe cevap verdim. "Senin adına konuşmak, yanlış bir şeyin parçası olmak istemedim. Sessizlik bazen tarafsızlıktır."

 

Aaron hissizce güldü. "Tarafsızlık mı? Ne güzel kelime. Özellikle suçlandığın zamanlar herkesin aradığı şeydir, değil mi? Rahat bir yer. Sen sadece adil davrandığını düşünen korkak ve bencil bir insansın."

 

"Ben korkak ya da bencil değilim. Sadece doğru olanı yapmaya çalışıyorum."

 

"Doğru olan susmak öyle mi? Herkesin seni desteklemesini ve korumasını istiyorsun. Ama konu ben ya da bir başkası olduğunda bizi koruyacak güce sahip değilsin."

 

"Sen kendini korumayı o kadar iyi biliyorsun ki kimsenin seni savunmasına gerek yok."

 

Aaron alayla konuştu. "Mia'da öyle diyor zaten. En azından o konuşuyor. Kimin yanında olduğunu belli ediyor."

 

"Mia hakkında bir şey duymak istemiyorum. Ne söylediği, ne düşündüğü umurumda bile değil!"

 

Gözlerimin içine bakarak konuştu. "Sen bir gün konuşmayı seçtiğinde muhtemelen artık duymak isteyen kimse kalmayacak."

 

Bir şey söylememe müsaade etmeden arkasını dönerek uzaklaştı. Bir süre gidişini izledim. İçimde masum olduğuna inanan tarafım onu böyle görmeye dayanamıyordu ama hâlâ şüphelerim ağır basıyordu. Aaron ise tek yaptığı sessizliğimi eleştirmek ve beni kırmaya çalışmaktı. Belki şüphelerimi gidermeye çalışsaydı ona inanırdım. Ama bu tavırları beni kendisinden daha çok itmek dışında bir işe yaramıyordu. Çok saldırgan davranıyordu belki haksızlığa uğramak ağırına gidiyordu belkide yakalanma hissi onu saldırganlaştırıyordu.

 

Dersin yapıldığı alandan çıkarak akademi binasına doğru ilerlemeye başladım. Zihnimin içi her zamanki gibi karmakarışıktı. Yürüdüğüm yolun bile farkında değildim. Aniden önüme birinin çıkmasıyla irkilerek başımı yerden kaldırdım. Karşımda dayımı görmeyi asla beklemiyordum.

 

"Dayı!" Sesim oldukça neşeli ama aynı zamanda şaşkındı.

 

Gülümseyerek beni kollarının arasına aldı. "Benim, küçük yeğenim."

 

Tekrar kollarında olmak bana o kadar iyi gelmişti ki gözlerimin dolmasını engelleyemedim. "Seni çok özledim."

 

Titrek çıkan sesime karşılık kollarını benden ayırarak yüzüme baktı. Gözlerimin dolduğunu fark ettiğinde yüzü yumuşadı. "Ben de seni çok özledim güzel kızım."

 

"Geleceğini bilmiyordum. Keşke haber verseydin."

 

Hafifçe gülümsedi. "Sürpriz yapmak istedim. Akademide yaşananları duyduğumda çok endişelendim seni görmem, iyi olduğundan emin olmam gerekiyordu."

 

Derin bir nefes aldım. "Ben iyiyim. En azından fiziksel olarak."

 

"Ne kadar zorlandığını tahmin edebiliyorum. Ama bütün bu olanlarla baş edebilecek kadar güçlü olduğunuda biliyorum. Seni ben yetiştirdim, Aly. Sen bir rüzgarda yıkılacak kadar narin değilsin." Sesi şefkatliydi. Dayım bu ses tonunu çok nadir kullanırdı. Benim dışımda hiç kimseyle böyle konuştuğuna şahit olmamıştım. Hep sert ve buyurgan bir ses tonu kullanırdı.

 

"Hem tek sürprizim bu değil. Bak sana kimi getirdim." Bakışlarını sağ tarafıma doğru çevirdiğinde benim gözlerimde onu takip etti.

 

Yanımda durup yüzündeki karizmatik gülümsemesiyle beni izleyen adamı gördüğümde gözlerim büyüdü.

 

"Theo!"

                  

 

 

 

 

 

✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨

 

 

Ortam çok gergin ve kimse sakinleşecekmiş gibi görünmüyor.

 

 

Lütfen düşüncelerinizi benimle paylaşın.

 

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, öpüldünüz.🩷

Bölüm : 19.05.2025 04:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...