19. Bölüm

17. Bölüm

zeynep aslan
zeyneepaslann

Selam çiçeklerim ben geldimmm

 

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayın.

 

İyi okumalar.

 

 

 

 

✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨

 

 

"Theo!"

 

Sesim neredeyse bir çığlık gibi çıkmıştı. Hızla kendimi onun kollarına attım ve sıkıca sarıldım. Onu o kadar uzun zamandır görmüyordum ki, şimdi karşımda duruyor olması bile gerçek gibi gelmiyordu.

 

"Prensesim..." Sesi kısık ama sıcaktı. Bu hitabı sadece o kullanırdı. Annem bir kraliyet prensesiydi. Theo'ya göre, annemin bir Işık muhafızıyla evlenmiş olması soyumu değiştirmezdi. Serena'dan farksızdım onun için. Zaten bana böyle seslenen tek kişiydi.

 

"Seni çok özledim. Neredeyse üç yıl oldu Theo. Üç yıldır yoksun." Sesimin titremesine engel olamamıştım. Hayatımda değer verdiğim çok az insan vardı. Öyle ki bir elin parmaklarını bile geçmezdi. Theo ise başı çekenlerden biriydi, dayımdan sonra.

 

O bir savaşçıydı. Ordunun en yetenekli askerlerinin başında geliyordu. Normal şartlarda sarayda çok vakit geçirmezdi. Kara büyüyle savaşanlara karşı mücadele eden en seçkin birliğin başındaydı. Uzun süren görevlere çıkardı. Yine çıkmış olduğu bir görevde yanındaki arkadaşlarının büyük bir çoğunluğunu kaybetmişti.

 

O, hayatta kalmış ama derin yaralarla geri dönmüştü. Fiziksel yaraları iyileşmişti ama ruhundaki izler kolay kolay silinmemişti. Emrinde olan 56 kişiyi gözlerinin önünde öldürmüşlerdi. Hem suçluluk duygusu hem kayıpların acısıyla baş etmek zor olmuştu. Bir süre görevden çekilmiş sarayda kalmıştı.

 

Dayımla beraber çalıştığı günlerde sık sık yanıma gelirdi. Hatta beni çalıştırdı. Kendimi korumayı bana o öğretmişti. Ok atmayı ve kılıç kullanmayıda. O zamanlar yaşımdan dolayı çok başarabildiğimi söyleyemesemde akademiye geldiğimde onun bana verdiği dersler çok işime yaramıştı. Alt yapım hazırdı, tek eksiğim pratikti.

 

Bir gün bana kılıç kullanmayı öğrettiği sırada kolum kesilmişti. Dayım ise yaralanmama oldukça sinirlenmiş ve daha fazla derslere devam etmemize izin vermemişti. Sadece koşu yapabiliyorduk.

 

Theo benim içime kapanıklığımı aşmam ve biraz insan içine karışmam konusunda çok ısrar etmişti ama beni ikna edememişti. Hazır değildim. Daha sonra görevine geri döndü. Aylar hatta bazen yıllar süren görevler. Her geldiğinde beni ziyaret ederdi ancak çok nadir geri döner ve çok kısa süre kalırdı. Onunla geçirdiğim bir kaç ay benim hayatımın en güzel günleriydi.

 

"Üzgünüm, bu sefer uzun sürdü. Ben de seni çok özledim." Sesi mahçup çıkmıştı.

 

"Hiçbir zaman kısa sürmedi, Theo. Neyse önemli olan sağlıklı bir şekilde geri dönmen." Gülümsedim. Gerçekten öyleydi. Ne kadar uzun sürdüğü onu sağlıklı bir şekilde karşımda gördüğüm sürece önemli değildi.

 

"Güzel bir kadına kendime dikkat edeceğime dair sözüm var. Sözümü tutuyorum diyelim." Gülümseyerek gözlerimin içine baktı.

 

Kahkaha attım. "İyi edersin. O kadın şu an oldukça iyi dövüşüyor. Yaralanırsan seni dövebilir."

 

Erkeksi kıkırtısı kulaklarımı doldurdu. "Demek öyle. Görmek isterim. En kısa zamanda yeni yeteneklerini bana göstermelisin."

 

"Tabii ki. Yıllardır seni yeneceğim günü bekliyorum." Beni o kadar çok yenilgiye uğratmıştı ki ondan hırsımı çıkarmayı gerçekten dört gözle bekliyordum.

 

Dayım boğazını temizleyene kadar onun varlığını neredeyse unutmuştum. Hafif bir suçluluk ile parlayan gözlerimle ona döndüm. O ise kısık gözleri, çatık kaşları ve sert ifadesiyle zaten bizi izliyordu.

 

Theo'ya sert bir bakış attıktan sonra gözlerini bana çevirdi. "Küçük hanım, Theo'ya ben daha çok ilgi göstermiş olmanı sonra konuşacağız. Şimdi ben müdür ve kralların yapacağı toplantıya gidiyorum. Tekrar yanına geleceğim."

 

Başımla onu onayladığımda ters bakışlarını son kez üzerimizde gezdirdikten sonra uzaklaştı. Derin bir nefes aldım. Theo'nun kalın sesini duyduğumda bakışlarım onu buldu.

 

"Ondan daha genç, daha yakışıklı ve daha yetenekli olduğum için beni kıskanıyor." Güldüm.

 

Dayım görünenin aksine Theo'yu severdi. Sadece beni başka biriyle paylaşma fikri onu çok sinirlendiriyordu. Hafif bir kıskançlığı olduğunu inkar edemeyecektim. Theo benimle vakit geçirdiğinde huysuzlaşıyordu. Ben bu hallerini oldukça sevimli buluyordum.

 

Yemekhaneye doğru yürürken açlığım mideme sancı gibi çökmüştü. İçeri girdiğimizde gözüm her zamanki masamıza kaydı. Herkes oradaydı. Aramızda buz gibi bir mesafe olsa da yemek saatlerinde herkes hâlâ o masada oturuyordu. Tepsimi alıp Freya'nın yanına oturdum, Theo da sol tarafıma geçti. Herkes ona garip bir ifadeyle bakıyordu. Benim yanımda farklı birini hiç görmemişlerdi. Açıklama yapmama fırsat olmadan Serena yerinden kalkarak Theo'ya sarıldı.

 

"Hoş geldin Theo uzun zaman oldu. Seni gördüğüme sevindim." Benim kadar iyi olmasa da Theo'nun Serena'yla da iyi anlaştığını biliyordum.

 

Onlar konuşurken ben masada durup garip bakışlarıyla bizi inceleyen diğerlerine açıklama yaptım. "Theo Malasal Krallığına bağlı bir savaşçı. Uzun süredir görevdeydi."

 

Daha farklı nasıl açıklayabileceğimi bilememiştim. Serena ile konuşması biten Theo yanıma oturdu. Masada oturan diğerlerine başıyla bir selam verdikten sonra bana döndü.

 

"Gerçekten iyi misin, Aly?" Sesi duyduğu endişeyi yansıtıyordu. Ölüm kelimesinin bile beni ne kadar rahatsız ettiğini bilirdi. Şimdi ölü bedenler görmüş olmam onu endişelendirmiş olmalıydı.

 

"İyiyim, Theo. Bir sorun yok. Sadece kayıplar için çok üzgünüm. Bunları daha sonra konuşuruz. Benim asıl merak ettiğim ne kadar kalacağın. Üç koca yıldır yoksun kendine biraz izin vermelisin."

 

Gülümsedi. "Bu kez biraz uzun kalacağım. Cinayetleri araştırmak için görevlendirildim. Akademideyim. Yanındayım."

 

Gözlerim kocaman açıldı. "Ciddi misin?" Heyecanımı kontrol edemediğim için sesim oldukça tiz ve yüksek çıkmıştı. Başıyla beni onayladığında sandalyeden kalkmadan ona sarıldım. Hemen gideceğini düşünmüşken burada kalacağını öğrenmek benim için çok büyük bir sürpriz olmuştu.

 

"Çok sevindim sana anlatmam gereken çok şey var. Hem belki seni ruh hayvanımla da tanıştırırım." Dudaklarımı büktüm. "Bunun için söz veremiyorum ama. Dayım sana söyledi mi kiminle bağlandığımı?" Heyecanlı konuşmam onu gülümsetti.

 

"Hayır, söylemedi. Bekle tahmin edeyim... bir unicorn?" Ses tonu ne kadar eğlendiğini belli ediyordu. Gözlerimi kısarak ona baktım.

 

"Geç dalganı, buna pişman olacaksın." Huysuzca cevapladım.

 

"Benim nahif prensesime ne yaptın? Geldiğimden beri tehdit ediliyorum resmen!"

 

Sohbetimiz Aaron'un sandalyesinin sert bir gürültüyle geriye çekilmesiyle bölündü. Gözleri üzerimdeydi. Sert, ifadesiz. Birkaç saniye boyunca beni izledi. Sonra arkasını döndü ve hızlı adımlarla yemekhaneden çıktı.

 

Masada bir sessizlik çöktü. Hiçbirimiz konuşmadık. Herkesin gözleri masadaydı ama zihinleri başka yerde dolaşıyordu. Aaron'un ani çıkışı, keyfimi bıçak gibi kesmişti.

 

Sessizlik içinde geçen bir kaç dakikanın ardından herkes küçük bir vedalaşmayla dağılmaya başladı. Tekrar Theo'ya döndüğümde anlamsız bakışlarla beni izliyordu.

 

"O da neydi öyle?"

 

"Aaron," dedim sadece. "Cinayetler nedeniyle sorgulanıyor. Gergin olduğu için..."

 

Başını salladı ama yüz ifadesinden durumdan hoşnut olmadığını anlamak zor değildi.

 

Konuyu daha fazla uzatmak istemedim. Sesi düşürdüm, başka şeylerden bahsetmeye başladık. Sohbetimiz, geçmişten gelen dostluğun sıcaklığıyla geceye karıştı.

 

 

    

🌙🌙🌙🌙🌙🌙🌙🌙

 

Sabah, akademi avlusuna inen ilk ışıklarla birlikte geldi. Gecenin sessizliği yavaş yavaş dağılırken, odadaki hafif uğultu, sabah hazırlıklarının başladığını haber veriyordu. Uykusuzluk, gözlerimin kenarına gölgeler bırakmıştı ama zihnim dün akşamdan beri yaşananları defalarca sorgulayıp durmuştu.

 

Serena, her zamanki gibi erkenden kalkmıştı. Ylena sessizce hazırlanıyor, Freya ise köşesinde usulca kitap okuyordu. Aramızdaki gerginlik henüz tam anlamıyla dağılmamıştı ama konuşmasak da en azından artık keskin bakışlar yoktu.

 

Kendimi zorlayarak yataktan çıktım. Bugün dövüş sanatları dersimiz vardı. Genellikle bu dersler fiziksel olduğu kadar zihinsel olarak da yorucuydu. Özellikle, sınıf arkadaşlarım arasında neredeyse açık bir savaş ortamı varken...

 

Avluya indiğimizde çoğumuz sessizdi. Serena, Adrian, Magnus, Ylena, Aaron ve Mia... Hepsi oradaydı. Alanın ortasında henüz hiçbir profesör görünmüyordu. Hafif bir fısıltı yayıldı öğrenciler arasında. Profesör Damon her zaman dakikti. Bugün neden gelmemişti?

 

Tam bu sırada, eğitim alanının taş zeminine ağır ve kendinden emin adımlarla biri yaklaştı. Başımı kaldırdığımda kalbim bir an duracak gibi oldu.

 

Theo.

 

Dün geceki sıcak ve koruyucu hâli yerini tamamen başka bir duruşa bırakmıştı. Şimdi sırtı dik, yüzü sertti. Üzerinde Malasal savaşçılarının sembolünü taşıyan koyu lacivert bir zırh vardı. Omzundaki küçük ejderha amblemi, onun hem bir savaşçı hem de bir özel tim lideri olduğunu hatırlatıyordu.

 

Bir an bana göz ucuyla baktı, sonra sınıfın ortasında durdu. Gözleri hepimizde teker teker gezindi.

 

"Profesör Damon'ın acil bir göreve çağrılması sebebiyle bugünkü eğitiminizi ben üstleneceğim," dedi, sesi tok ve kesindi. "İsmim Theo Darel. Malasal Krallığı savaş birliğindenim. Sizinle kılıç ve yakın dövüş çalışacağız."

 

Aaron'ın kaşları hafifçe çatıldı. Mia'nın gözleri kısa bir an bana, sonra Theo'ya kaydı. Adrian dikkatle Theo'yu süzüyordu. Magnus sessizdi ama ellerini arkasında birleştirmiş, disiplinle bekliyordu. Serena ve Ylena'nın bakışları ise anlamaya çalışır gibiydi.

 

"Bugünkü derste sınırlarınızı test edeceğim," dedi Theo. "Ve evet, sizi kırabilirim. Çünkü hayat, savaşta yumuşak davranmaz. Gücünüz neyse, onu görmek istiyorum. Rol yapmanıza gerek yok. Burada kimin gerçekten neye hazır olduğunu birlikte göreceğiz."

 

İçim ürperdi. Theo'nun gözleri bir an benimkilerle buluştuğunda, içinde dün gecenin sıcaklığı değil, bugünün ciddiyeti vardı. Artık yalnızca dostum değil, bugün sınıfın eğitmeni ve yargıcıydı.

 

"Eşleşme usulü çalışacağız," dedi. "Ama önce, kısa bir değerlendirme. Alyssa, öne çık."

 

Kalbim hızla çarptı. Bu bir torpil değildi, bunu bilirdim. Aksine, Theo hep en yakınımdakilerden en çok şeyi beklerdi. Öne çıktım. Alanın ortasına adım attım. Yay gibi gerilmiş hissettim kendimi.

 

"Hazır ol," dedi Theo, bir adım geri çekilerek. Elindeki kılıç, güneş ışığında hafifçe parladı. Ben de duraksamadan kendi eğitim kılıcımı çektim. Bu bir sınavdı, sadece fiziksel değil, ruhsal bir sınav. Herkesin bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum.

 

İlk adımı ben attım. Kılıçlarımız çarpıştığında çıkan ses yankı gibi döndü alanda. Theo hamlelerimi ustaca karşıladı ama her adımımda biraz daha zorluyordu beni. Bilerek. Bu sadece yeteneğimi görmek değildi. Sınırlarımı, cesaretimi ve dengemi test ediyordu.

 

"Daha hızlı," dedi. "Daha kararlı. Korktuğun şey ben değilim, Alyssa. Kendinsin."

 

Sözleri içime işledi. Kılıcımı savururken dudaklarımda tek kelime vardı. "Hayır."

 

Son hamlem onu hafifçe geriye çekilmek zorunda bıraktı. Gözleri kısıldı ama yüzünde belli belirsiz bir gurur parıltısı vardı. Sonunda kılıcını indirdi.

 

"Yeter. Diğerleri için örnek olacak kadarını gösterdin."

 

Nefes nefese kalmıştım ama gözlerim kararlıydı. Arkama döndüğümde Aaron'la göz göze geldim. Yüzünde anlaşılmaz bir ifade vardı. Kızgınlık mıydı, hayranlık mı, yoksa sadece geçmişin karmaşası mı... ayırt edemedim.

 

Theo sıradakileri çağırmaya başladı. "Serena, Mia."

 

İkili öne çıktığında hava daha da gerildi. Serena'nın ifadesi buz gibiydi, Mia ise gözlerini bir an bile kaçırmadı. Dövüş başladığında sertlikleri kelimelerle değil, darbelerle konuştu. Kılıçlar çarpışırken Mia'nın her hareketinde bize karşı olan öfkesi gizliydi. Serena ise acımasız değildi ama kesinlikle affetmiyordu.

 

"Bu gerçek bir savaş değil, güç savaşı," dedi Theo. "Ve sen, Mia, fazlasıyla duyguyla savaşıyorsun."

 

Mia cevap vermedi ama gözleriyle Serena'yı delip geçmeye çalıştı.

 

"Aaron, Adrian."

 

Bu eşleşme sessiz bir patlama gibiydi. Adrian yay gibi gerilmişti. Aaron'un adımlarında öfke değil, yorgunluk vardı bu kez. Kılıçları çarpıştığında, sadece eğitim alanı değil, aralarındaki geçmiş de çatırdamaya başladı. Adrian saldırılarında dikkatli ama sertti.

 

"Sen artık hiçbir şey açıklamıyorsun Aaron," dedi Adrian alçak sesle. "Susuyorsun. Hepimiz yorulduk. Aly bile suskunluğundan yoruldu."

 

Aaron'un cevabı bir kılıç darbesiyle geldi. Yakıcı, keskin, öfke doluydu. "Senin ne düşündüğün umurumda değil. Aly de değil. Hiçbiriniz umrumda değilsiniz."

 

Theo araya girmese kılıçlar büyü kalkanını aşacak gibiydi. Eliyle havayı ikiye böldü.

 

"Bu bir eğitim, intikam değil."

 

Son eşleşme Magnus ve Ylena arasındaydı. İkisi de diğerlerine kıyasla daha sakin ama teknik açıdan etkileyiciydi. Dövüşleri estetikti, bir savaş değil, bir dans gibiydi. Theo'nun yüzü ilk kez yumuşadı.

 

"Bu ikili, savaşmak için değil, hayatta kalmak için dövüşüyor. Aradığım dengeye en yakın dövüş buydu."

 

Dersin sonunda sessizlik çöktü. Herkes yorgundu ama asıl ağırlık kelimelerde değil, bakışlardaydı. Theo sessizce ortada durdu.

 

"Ders bitti. Ama savaşınız daha yeni başlıyor. Bu sadece eğitim değil. Güveniniz kırıldı. Şimdi ya yeniden inşa edeceksiniz ya da birlikte yıkılacaksınız."

 

Ardından kılıcını kınına koyup uzaklaştı. Ama herkes onun sözlerinin gölgesinde kaldı.

 

Aaron, bize tek bir bakış bile atmadan çıkıp gitti. Mia, göz ucuyla onu izledikten sonra Adrian'la hafifçe çarpıştı. Serena, Magnus'la kısa bir bakış paylaştı. Ylena ise derin bir nefes aldı. Herkes kendi savaş alanından geçip giderken,ben sadece orada kaldım.

 

Çünkü bir sonraki kırılma, artık sadece dövüş alanında olmayacaktı.

 

Kendimi gölgede kalan bir bankın üzerine attım. Akademi bahçesi sessizdi. Rüzgâr, yaprakları usulca savururken uzaklardan gelen kuş sesleri yalnızca doğanın hâlâ bizimle olduğunu hatırlatıyordu. Ağaçların gölgesinde, taş bir bankta oturuyordum. Gözlerim önümdeki çimenlerdeydi ama zihnim çok uzakta, karanlık bir dengesizlikte salınıyordu.

 

"Bugün seni ilk gördüğüm gün gibisin," dedi yanımda oturan dayım. Sesi sakindi.

 

Başımı çevirdim, yüzüne baktım. Aynı tanıdık çizgiler, aynı yumuşak bakan gözler. Beni büyüten, annemin ölümünden sonra sarsılmama izin vermeyen o adam dayım değil, neredeyse babam olmuştu.

 

"Yorgunum, dayı," dedim, sesim soluktu. "Sürekli bir şeyleri ispatlamak zorundayım. Hem onlara, hem kendime."

 

"İspatlaman gereken hiçbir şey yok, Alyssa. Senin kim olduğunu ben biliyorum." Bakışlarını ufka çevirdi. "Senin ışığın, başkalarının karanlığından daha gerçek."

 

Bir şey söylemeden başımı eğdim. O bana böyle baktığında hâlâ küçük bir kız gibi hissediyordum. Ama artık o küçük kızdan geriye çok az şey kalmıştı. Büyümüştüm. Büyümek, her şeyden çok savaşmayı öğrenmekti.

 

"Bazen," dedim usulca, "ne yaparsam yapayım asla yeterli olmayacakmış gibi hissediyorum."

 

"Çünkü onların 'yeter' dediği yer, senin kalbinle aynı yerde değil." Elini omzuma koydu. "Ama sen kendi vicdanına sadık kalırsan, hep kazanan sen olacaksın."

 

Gözlerimi ona çevirdiğimde hafifçe gülümsedi. "Ben senin için buradayım. Her zaman. Ne olursa olsun."

 

Dayımın sesi içimde yankılanmaya devam ederken, hafif bir rüzgâr saçlarımı savurdu. Kafamı biraz eğmiş, omzuma düşen bir tutam saçı parmaklarımla düzeltiyordum ki, arkamdan gelen ayak seslerini duydum.

 

Yavaş, tok ve buyurgandı. Tanımak için dönmeme bile gerek yoktu. Enerjisini hissedebiliyordum.

 

Joseph Malasal.

 

Adımlarını çimlere değil de doğrudan üzerime basar gibi atan bu adam, sanki her seferinde beni geçmişime geri çağırıyordu.

 

Daniel hafifçe doğruldu, ama hâlâ sakindi.

 

Joseph'in sesi alçak ama buz gibi soğuktu. "Hâlâ onunla vakit mi kaybediyorsun, Daniel?"

 

Dayım ayağa kalktı, ama cevabını geciktirmedi. "Ben birine değer vermeyi vakit kaybı sayacak kadar boş biri olmadım, Joseph."

 

Joseph'in bakışları bana döndü. Sanki bakışları bile sorguluyordu. "Akademide cinayetler yaşanıyor ve sen bize yardımcı olmak yerine hâlâ bir hatıraya sırtını dayamışsın."

 

Sakinliğimi korumaya çalışarak ayağa kalktım. "Ben kimsenin hatırası değilim. Kendime ait bir yol çizdim."

 

Gözlerimin içine baktı. "Senin yolun başından beri kanla çizildi. Senin annen, bizim soyumuzu kirletti. Senin varlığın, bu düzenin dengesine atılmış bir çatlak."

 

İçimdeki öfke yükselmişti ama dayım araya girdi. Sesi alıştığım o sert kararlılıktaydı. "Alyssa'nın kanında ne varsa, senin de aynı soydan geldiğini unutma. Onu dışlamak, kendi aileni inkâr etmektir."

 

Joseph ters bir gülüşle bakışlarını Daniel'a çevirdi. "Ben ailemi savunuyorum. O ise başka bir krallığın hayalini kurarken bizim soyadımızı taşıyor."

 

Ben bir adım daha yaklaştım. "Kimseye ait değilim. Ne senin soyadına, ne başka bir krallığın armasına. Ben Alyssa'yım. Ne taşıdığım ışık, ne geçmişim seni ilgilendirir."

 

Tam o an, bir adım öteden başka bir ses yükseldi.

 

"Artık yeter!"

 

Serena.

 

Dik bir duruşla yanımıza yürüyordu. Gözleri babasına çevrilmişti ama içinde bir tür çatışma vardı. Aramız hâlâ buz gibiydi, ama yine de bu an için buzları biraz kırmıştı sanki.

 

"Baba..." dedi, sesi gergin ama ölçülü. "Onun kim olduğunu biliyorsun. Ona böyle davranmaya hakkın yok."

 

Joseph kızına döndü. "Benim kızım olduğunu unutma."

 

"Unutmuyorum," dedi Serena net bir sesle. "Ama Alyssa'nın bu düzenin parçası olduğunu da inkâr etmiyorum. Biz aynı hatanın değil, aynı geleceğin çocuklarıyız."

 

Joseph'in yüzündeki kaslar gerildi ama cevap vermedi. Gözlerini bir kez daha bana çevirdi. "Gün gelir, ışığın da seni yakar Alyssa. O gün geldiğinde yanında kimseyi bulamazsın."

 

Giderek ağırlaşan adımlarla uzaklaştı. Onun gidişiyle birlikte üzerimize çöken karanlık hafifledi ama izleri içimizde kalmıştı.

 

Serena gözlerini bana çevirdi. Yumuşak değildi. Sıcacık da değildi. Ama öfke de yoktu.

 

"Benimle savaşmayabilirsin, Alyssa. Ama eğer bir gün gerçekten ihtiyacım olursa beni yarı yolda bırakma."

 

Bu kez ben başımı eğdim. "Hiçbirinizi bırakmam."

 

Dayım ise hâlâ sessizce yanımızdaydı. Onun duruşunda her zaman bir duvar, ama aynı zamanda sığınak vardı.

 

"Serena," dedi dayım. "Senin de gücün, kendi doğrun kadar kıymetli. Babanı aşmak kolay değil. Ama Alyssa'yla aranda bir kapı açıldıysa onu kapatma."

 

Serena cevap vermedi. Ama başını hafifçe eğdi. Sonra arkasını dönüp uzaklaştı.

 

Ben olduğum yerde kaldım. Rüzgâr hafifçe saçlarımı savuruyordu yine. Joseph'in sözleri kalbimin en derin noktasına dokunmuştu, ama dayımın varlığı bir siperdi hâlâ.

 

Birbirimize baktık.

 

"İyi misin?" dedi sadece.

 

"Hayır," dedim. "Ama güçlüyüm."

 

Daniel başını salladı. "Ve bu bazen daha kıymetli olur."

 

🌙🌙🌙🌙🌙🌙🌙🌙

 

Gece yarısı. Akademinin kuleleri ay ışığında solgun bir gümüş gibi parlıyordu. Bahçelerde rüzgâr yoktu ama yapraklar kıpırdıyordu. Sanki bir şey dokunmadan geçiyor, fark edilmeden izliyordu her şeyi. Sessizlik artık huzur değil, bir uyarıydı.

 

Cesedi ilk gören ben değildim ama ilk çöken sessizlik yine bana aitti.

 

Avlunun kuzey sınırındaki eski büyü sınav salonu. Yıllardır kullanılmayan taş bina, akşamüstü yıkılmaya yüz tutmuş duvarlarıyla hâlâ ayaktaydı.

Ama içindeki hayat çoktan sönmüştü.

 

Seth Ayrel.

 

Belki bu ana kadar ismini bile bilmiyorduk. Ancak hepimiz çok acı bir şekilde öğrenmek zorunda bırakılmıştık. Şimdi, sırt üstü yatıyordu.

Ve etrafı, bir cehennem dairesiyle çevriliydi.

 

Ama bu seferki daire hiçbirine benzemiyordu.

 

Taş zemine kazınmış büyü halkaları tam beşti.

İlk bakışta bile içgüdülerim bağırmaya başladı.

Bu bir ritüel değil.Bu, bir bildiri.

 

Beş halka.

Beş varis.

Ve halkaların her birinin merkezinde, birimizin sembolü.

 

Işık.

Gölge.

Büyü.

Su.

Orman.

 

Ama semboller bozulmuştu. Ters çevrilmiş. Kanla çizilmiş. Her biri yanına, "Kırılabilir" kelimesi eklenmişti kadim dilde.

 

Kalbi sıkıştı. "Bu bir mühür değil," dedi Müdür Hall kısık sesle. "Bu, bir kehaneti tersine çevirmeye çalışan bir lanet."

 

Cesedin gözleri oyulmuştu. Ama yerinde birer taş vardı. Biri ışığın sembolünü taşıyor, diğeri gölgeninkini.

 

Serena yanımda durmuş, konuşmuyordu. Ama elleri titriyordu. Gözleri halkalara, sonra tekrar bana dönüyordu. Bir şey düşünüyordu. Korkunç bir şeyi.

 

Magnus ilk konuşan oldu. "Bunlar sadece ölüm değil. Bu, bir ritüel değil. Bu, bir meydan okuma."

 

Adrian elini havaya kaldırdı. Gümüş bir titreşim yayıldı. Havada yankılanan güç, halkalardan birini titretti.

 

O anda fark ettim. Bu cinayet bizi çağırmak için yapılmıştı. Ama çağrılan bizler değildik.

 

Bizim içimizdekilerdi. Ruhlar.

 

Olrian zihnimde kükredi. "Sakın adımı söyleme. Sakın! Bizi buraya çekmek istiyorlar."

 

"Bu bir tuzak!" dedi Serena birden. "Bu daireyi içimizden biri aktif etmeden kapanmayacak."

Ylena gözlerini yere dikti. "Birimizi, diğerlerinden ayırmak istiyorlar."

 

Müdür Hall, kısık bir sesle konuştu. "Bu mesaj, bir cinayetin ötesinde. Bu, Tanrılara karşı yazılmış bir bildiridir."

 

Karanlık içimize çökmüşken, Seth'in elindeki küçük taş parladı. Eğilip elime aldım. Taşın üzerine işlenmiş cümle sadece şuydu.

 

"İlahi olan da düşebilir."

 

Yerdeki kan, yazıya karıştı.Birden daireler titremeye başladı. Büyü, kısa bir an için aktif oldu. Ve beş ayrı noktada yükselen güç, içimizdeki ruhları çağırdı.

 

Olrian hırladı. Yere çökmeden hemen önce bir şey fark ettim. Bu, beş varisin güçlerini zincirlemek için yazılmış bir karanlık yemindi.

 

Ve bu gece ilk halka kırılmıştı.

 

 

 

✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨

 

Cinayetler sonlanmıyor peki katil kim? Bir kişi mi yoksa birden fazla mı?

 

Lütfen düşüncelerinizi benimle paylaşın.

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, öpüldünüz.🩷

Bölüm : 23.05.2025 04:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...