21. Bölüm

19. Bölüm

zeynep aslan
zeyneepaslann

Herkese selamlar ben geldimmm. Aslında düzenlemeye gidecektim söylediğim gibi ama güzel yorumlar alınca mutlu oldum ve müsait olduğum ilk an bölüm yazmaya döndüm. Arkadaşlarım 1. kitabın finalinden sonra düzenlemeye geçmemin daha doğru olduğunu söylediler. Fikirleriniz önemli o yüzden sizi dinleyerek bölüm atmaya devam ediyorummm.

 

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayalım.

 

İyi okumalar.

 

 

 

 

✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨

 

 

Çığlıklar bir bıçak gibi yırttı gecenin sessizliğini.

 

Uyandığımda kalbim boğazımda çarpıyordu. Başlangıçta bir rüyanın yankısı sandım. Ama o ses... gerçekti. Karanlığın içinden gelen, yaşanmış bir dehşetin çığlığıydı. Sonra ikinci bir çığlık, ardından kapıların gürültüsü, panik dolu ayak sesleri.

 

Kapımı açtım, soğuk taş zemine bastığımda bile kalbim titriyordu. Koridorda koşuşturan gölgeler vardı. Öğrenciler, eğitmenler, bazıları pijamalarıyla... Ama hepsinin gözlerinde aynı şey parlıyordu: korku. Panik ve çaresizlik.

 

Çığlıkların geldiği yöne doğru koştum. Yatakhanelerin çıkışındaki ana salona... O alanda her sabah toplanılırdı. En kalabalık, en görünür yerlerden biriydi. Gözlerin kaçamayacağı kadar açık, saklanamayacak kadar genişti.

 

Ama bu gece o alan, bir sunağa dönüşmüştü. Kalabalığın arasından geçerken başımı kaldırmam gerekti. İlk gördüğüm şey... kan oldu.

 

Taş zemine yayılmıştı. Biriken bir göl gibi değil, tam merkezden dairesel şekilde saçılmıştı. Bilerek çizilmiş gibiydi. Sanatla vahşetin birleştiği bir kompozisyondu adeta. Kızıl, koyu, neredeyse siyaha dönmüş bir tonda parlıyordu ay ışığında.

 

Mia tam o dairenin merkezindeydi.

 

Göğsü açılmıştı. Gerçek anlamıyla. Kaburgaları gövdesinden dışarı doğru kıvrılmıştı sanki içeriden bir güçle kırılmış, sonra da dikkatlice dışa doğru bükülmüştü. Ama rastgele değildi. Soğukkanlı bir yöntemle yapılmıştı. Kalbi... yoktu.

 

Yokluğu, bir boşluktan çok daha fazlasıydı. İçine bakan herkes, sanki o eksikliğin yankısını duyuyordu.

 

Mia'nın yüzü yukarı bakıyordu. Gözleri hâlâ açıktı. Ama artık görmüyordu. Donmuş, korkuyla kilitlenmişti ifadesi. Ölümün kendisini görmüştü, ama ondan kaçamamıştı. Kirpiklerinin ucunda hâlâ bir damla yaş donmuştu. Ve semboller... Onlar en korkutucu olanıydı.

 

Mia'nın bedeni etrafında, zemine kazınmışlardı. Ama kazıma değil yakma gibiydi. Taş, sanki içeriden kavrulmuş gibi kararmıştı. Çizgiler düzensiz değildi, aksine kusursuzdu. Dairelerin iç içe geçmişi, birbirine bağlanan kadim harfler, spiral şeklinde kıvrılan çizgiler. Bazıları Mia'nın ellerine kadar ulaşıyor, bazıları ise parmak uçlarından başlayıp göğsünün açıklığına doğru iniyordu.

 

Ve göğsünün açık kısmının içine yani kalbin olması gereken boşluğun tam ortasına bir sembol kazınmıştı. Üç parçalı, iç içe geçmiş bir kilit sembolü.

 

Kilit... ama kapanmış değil, açılmak üzere olan bir kilit.

 

İçeriden parlayan ince, silik bir ışıltı vardı sembollerin çevresinde. Mor ile mavi arasında titreşen, göz alıcı ama huzursuz edici bir renk. Dili bilmiyordum ama anlamı zihnimde beliriyordu.

 

"Kurban kabul edildi."

 

Zihnim bir fısıltısıyla yankılandı. "İkinci halka... açıldı."

 

Ve Olrian'ın sert ve uyarıcı sesi hemen ardından geldi. "Dur. Bakma daha fazlasına. Bu yazıt bir çağrı."

 

Yutkunamadım. Gözlerim Mia'nın açık gözlerine takılmıştı. Herkesin kaçtığı yere ben yaklaşıyordum. Bir adım daha... bir adım daha attım.

 

Ve ayağım taş zemindeki bir çizgiye değdiğinde, sembollerin bazıları hareket etti. Sanki beni fark etmişlerdi.

 

Daire içindeki çizgiler kıpırdadı, sonra yavaşça sönmeye başladı. Işıkları gözle görünür biçimde çekildi. Sanki gösterilerini tamamlamışlardı. Tören bitmişti.

 

"Geri çekil!" diye bağırdı biri. Aaron'du. Elimi tutup beni geri çekti. Ama çok geçti. Gördüm. Her şeyi gördüm.

 

Sadece Mia'nın ölümü değil... ölümün ritüel haline getirilmiş hâlini. Bu bir cinayet değildi. Bu bir mesajdı. Bu bir merasimdi.

 

Ve kurban belliydi. Ama sebep... hâlâ gölgelerin ardındaydı.

 

Kalabalık yavaş yavaş geri çekilirken bir uğultu yükseldi. Önce toprak sarsıldı gibi oldu, ardından kapılardan biri büyüyle açıldı. Güçlü bir aura, taş duvarların içini bile titreten bir baskı yaydı etrafa.

 

Üç profesör, peş peşe içeri girdi.

 

Damon. Aria. David.

 

Üçü de sıradan eğitimciler değildi. Her biri krallıkların en iyi eğitmenleriydi. Hiçbir zaman aşırı güler yüzlü insanlar olmamışlardı ama şimdi gözlerindeki ciddiyetle adeta duvarlar bile susmuştu.

 

Damon ilk adımı attığında, Mia'nın bedenine baktı ve dudaklarını sıktı. Hemen ardından elini kaldırdı. Mia'nın çevresindeki semboller belirginleşti, havaya bir ışık gibi yansıdılar. Herkes o an nefesini tuttu.

 

"Bu..." diye fısıldadı Profesör David. Sesi buz gibiydi. "Bu büyü... unutturulmuş olmalıydı."

 

Profesör Aria, Mia'nın üzerindeki sembollere yaklaştı ama dokunmadı. Elinde tuttuğu kristal bir küreyi sembollerin üstünde yavaşça döndürdü. Kürenin içinde titreşimler oluştu. Sonra kırmızıya döndü. Kan kırmızısına.

 

"Büyü canlıydı. Kurbanın canı, bir kapı açmak için kullanılmış." dedi. Gözlerini bana çevirdi. "Açılan ne, bilmiyorum. Ama bir şey serbest bırakıldı."

 

Bir başka kapı sesi daha geldi. Bu kez daha aceleciydi. İçeri giren kişi, Müdür Hall'dı.

 

Cübbesi dağılmış, yüzünde endişeyle karışık bir öfke vardı. Onu bu kadar dağılmış görmek nadirdi.

 

"Mia..." diye mırıldandı. Sonra kontrolünü hızla geri kazandı. "Odayı mühürleyin. Herkes geri çekilsin."

 

Profesör David büyülü bir işaret çizdi havaya. Gümüşi ışıkla bir alan oluştu. Mia'nın bedeni ve semboller, görünmez bir küreyle çevrelendi.

 

"Kimse içeri girmeyecek. Bu büyünün dili..." David başını iki yana salladı. "Unutulmuş zannediliyordu. Ama bu, kadim bir çağrı. Ve bu çağrıya cevap verildi."

 

Damon gözlerini bana dikti. Gözlerinde soru değil tedirginlik vardı. "Sen buradaydın, değil mi Alyssa?"

 

Yutkundum. "Ben... çığlıkları duyup geldim. Rüyamda bir şey... bir varlık... seslendi bana. Uyandığımda çığlık duyunca..."

 

Profesör Aria hemen atıldı. "Rüya mı? Ne gördün?"

 

Kelimeler boğazıma düğümlendi. Her şey o kadar... yabancıydı ki. Onun sesi hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu ama adını bile bilmediğim varlık içimde karanlık bir yankı bırakıyordu.

 

"Gölgeler," dedim. "Kilitler. Semboller. Ve... biri. İsmini bilmiyorum. Ama o beni çağırdı. Bana bir şey hatırlatmak ister gibiydi."

 

Damon bana yaklaştı. "Alyssa, saklaman gereken hiçbir şey yok. Çünkü bu büyü, doğrudan seni tanımış olabilir."

 

O an arkamda bir gölge belirdi. Aaron. Hiç ses çıkarmadan yanıma geçmişti.

 

"Onu sorgulayacak vaktiniz yok," dedi kısık ama net bir sesle. "Bu onun suçu değil."

 

Damon ona baktı. Sanki başka bir şey söylemek istese de, geri çekildi. Hall araya girdi.

 

"Yarın sabah meclis toplanacak. Bu iş artık can sıkacak kadar çok uzadı. Akademinin sınırlarını aşalı çok oldu."

 

Sözleri salondaki herkesin içini dondurdu. Akademi politikalarının ötesine geçen her mesele, büyük bir kriz anlamına geliyordu.

 

Mia'nın bedeni hâlâ o soğuk taşların üzerinde yatıyordu. Kalbi alınmış, etrafına mühürler kazınmış, kadim bir çağrıya dönüştürülmüştü.

 

Profesörler öğrencileri yatakhanelere göndermekle meşguldü. Herkesin gözlerinde aynı korku vardı. Burada bile güvende değiliz.

 

Ama ben hâlâ orada, Mia'nın bedeniyle Aaron'un sesi arasında bir yerde sıkışıp kalmıştım.

 

"Bu onun suçu değil."

 

O sözler hâlâ yankılanıyordu zihnimde. Aaron'ın sesi. Soğukkanlı, net, alışıldık şekilde duru. Ama bu kez başka bir şey vardı tonunda. İnanç gibi. Belki de inat.

 

Kendimi ifade etmeye çalışırken herkesin gözleri üzerimdeydi. Kuşku dolu. Sorgulayıcı. Hatta bazıları suçlayıcıydı. Herkes bir yanıt bekliyordu ama içimde ne cevap vardı, ne de savunacak hâlim.

 

Sonra... o. Aaron. Ben hiçbir şey demeden, o konuşmuştu. "Bu onun suçu değil."

 

Bir teşekkür sıkıştı boğazıma. Ama dışarı çıkmadı. Kelimeler değil, hisler yoğunlukla çırpındı içimde.

 

Kafamı ona çevirdiğimde göz göze gelemedik. O zaten çoktan başka yöne bakıyordu. Sanki benim için değil de, sadece doğru olan için konuşmuş gibiydi.

 

Ama buna rağmen içimde bir şey kıpırdadı. Güvensizliğin yankılarla örülü duvarında küçük bir çatlak gibi.

 

İlk kez... birinin beni olduğum hâlimle gördüğünü hissettim. Ve içimdeki o bilinmeyen karanlığa rağmen, yanımda durduğunu.

 

Aaron'a güvenmeyi istemeye başlamıştım. Hem de tüm bu kaosun içinde, içimdeki şey her neyse hâlâ uyanmayı bekliyorken. Bu tehlikeliydi. Ama aynı zamanda... kaçınılmaz.

 

İnsanlar yavaş yavaş uzaklaştı. Profesörler Mia'nın cansız bedenini örterken, büyülü bariyer hâlâ titrek bir mavi ışıkla alana hâkimdi. Herkesin gözünde bir soru vardı cevapsız ve keskin.

 

Ben yerimden kıpırdayamamıştım. Soğuk taş zeminin üzerindeydim hâlâ. Gözlerim bir noktaya sabitlenmiş, içimdeki gürültüyü susturmaya çalışıyordum. Ama olmadı.

 

Aaron yakınımdaydı. Onun da ayrılmadığını hissedebiliyordum. Sessizliği benim sessizliğimle yarışır gibiydi. Bir adım attım.

 

"Teşekkür ederim," dedim fısıltıyla. "Az önce söylediklerin için."

 

Gözleri bana kaydı. Sanki hâlâ beni tartıyordu. Yargılamıyor ama affetmiyordu da.

 

"Bu bir teşekkür gerektirmiyor," dedi kısık bir sesle. "Doğru olanı söyledim. Sadece bu."

 

Sesi keskin değildi ama soğuktu. Temkinli. Duygularını kalın bir zırhla gizlemişti. İçeri girmeme izin vermiyordu.

 

O an içimde bir şey sızladı. Anlamak kadar acıtan bir şeydi bu: İnanmak istiyordum. Ama Aaron hâlâ bana inanmıyordu.

 

"Yine de," diye devam ettim sessizce, "yanımda olman—"

 

Aaron bir adım geri çekildi.

 

"Yanında değilim, Aly," dedi. "Sadece adaletin yerini bulmasını istiyorum. Senin aksine bunu sessizce beklemiyorum. Hepsi bu."

 

Bakışlarını kaçırmadan yürümeye başladı. Geçerken omzum hafifçe onun rüzgârına değdi. Bir an için o tenhalıkta, sanki kalbimde küçük bir kıymık kırıldı.

 

Yanımda durmuştu. Ama aslında çoktan uzaklaşmıştı.

 

Kapıyı sessizce kapattığımda, yorgun bedenimle duvara yaslandım. Odaya ağır bir sessizlik çökmüştü ama içimdeki düşünceler fırtına gibiydi. Hâlâ koridorlarda yankılanan çığlıkları duyuyor gibiydim. O anın dehşeti, gözümde Mia'nın bedeni, sembollerin iç içe geçmiş karmaşıklığı...

 

Her şey üstüme yüklenmişti. Ve sonra içimde o tanıdık sıcaklık belirdi.

 

"Aly."

 

Olrian'ın sesi içimde yankılandı. Beni bulmuştu. Gözlerimi kapadım, onun huzurunu derinlemesine hissetmeye çalıştım.

 

"Buradayım," dedim sadece.

 

"Seni izliyordum. Zihnin karmakarışık."

 

"Çünkü her şey gittikçe kötüleşiyor gibi. Mia ve o semboller... Ben neden hep merkezdeyim, Olrian? Herkesin gözü üzerimde. Oysa ben sadece anlamaya çalışıyorum."

 

Olrian sessiz kaldı. Ama bu sessizlik rahatsız edici değildi. Bazen en doğru cevaplar sessizliğin içinde gizli olurdu.

 

"Bugün Aaron beni savundu," dedim fısıltıyla.

"Hiçbir şey söylemediği zamanlarda bile, sanki bana hâlâ güveniyormuş gibi hissettim. Ama bakışları... çok uzaktı."

 

"Aaron çok şey taşıyor," dedi Olrian.

"Ve senin gibi, yalnız olduğunu sanıyor. Aranızda geçen hiçbir şey tam olarak bitmedi, sadece konuşulmadı. Ama senin için savaşmayı seçti. Bu, kelimelerden daha fazla şey anlatır."

 

Başımı yastığa yasladım. Kalbim hafifçe sızladı. Aaron'un bana olan tepkisi beni üzmüyordu; onu hâlâ önemsediğimi fark ettiğimdeki çaresizlikti asıl kıran.

 

"O beni görmeyi bırakmadı mı sence?"

 

"Hayır, Aly. Aaron seni hâlâ görüyor. Ama kırgın."

 

Yutkundum. Bu konuşma yalnızca Olrian'la değil, kendimle de yüzleşmemdi. Gözlerimi sıkıca kapattım.

 

"Ben ışığım, Olrian. Ama bazen karanlığa daha yakınım gibi hissediyorum."

 

"Işık, karanlığın içinden doğar. Karanlık da ışığı kıskanır. Seni sen yapar."

 

Ve o anda, Aaron'un sessizce arkamda durduğu, hiçbir şey söylemediği ama her şeyi anladığı o anları düşündüm. Hâlâ bana sırtını dönmemişti. Ama yakınımda da değildi.

 

Belki de sürdürdüğümüz bu sessiz ve soğuk savaş birgün son bulurdu. Belki yollarımız birgün kesişirdi.

 

Sonra Olrian'ın sesi tekrar yankılandı.

 

"Aly... içindeki o şey uyanıyor. Ben bile ne olduğunu bilmiyorum. Ama şunu unutma Bilinmeyen her zaman karanlık değildir. Fakat karanlık, her zaman bilinmeyenin içinden doğar."

 

Derin bir nefes aldım. Işığımla doğmuştum, ama karanlık içime sızıyordu. Ve belki... belki ben artık ikisine de aittim.

 

Serena kapıyı açtığında gözlerimi ona çevirdim. Sessizlik huzur değil, ağırlık taşıyordu. Ama sonra sesini duydum.

 

"Seni arıyordum, Aly. Çocukların odasında bir arada kalmaya karar verdik. Böylesi daha iyi olur."

 

Kapıyı açtığında yüzü yorgun ama sabırlıydı. Gözlerinde belli belirsiz bir koruma isteği vardı ama kırılmış bir şeylerin gölgesiyle birlikte. Yine de oradaydı. En azından bir adım atmıştı.

 

"Tamam," dedim sadece yorgunlukla.

 

Koridor boyunca yürürken hiçbirimiz konuşmadık. Mia'nın çığlıkları hâlâ duvarlarda asılı gibiydi. Sanki yankısı hâlâ ayaklarımızın altında titreşiyordu. Her adımda bedenim ağırlaşıyordu.

 

Kapının önüne geldiğimizde Serena durdu, başını bana çevirdi. "Burada yalnız kalman daha kötü olurdu."

 

Başımı salladım. Bu kez minnetle değil, anlayışla.

"Teşekkür ederim."

 

Kapı açıldığında içeride Aaron, Magnus, Adrian ve Ylena zaten oturuyordu. Havanın keskin bir tarafı vardı bu sadece odadaki gerginlik değildi. Kayıp ağır bir yük gibi çöküyordu üzerimize.

 

Aaron'un bakışları ilk benimkilerle kesişti. Gözlerini hemen kaçırmadı bu kez. Ama duygularını da gizlemedi. Kırgın evet. Ama bir parçası hâlâ oradaydı. Herkesten çok, bunu onun gözlerinden anlayabiliyordum.

 

Ylena yer açtı, sessizce oturdum. Konuşmaya hiç niyetim yoktu. Ama düşüncelerim o kadar yüksekti ki sessizlik bile dayanılmaz hale gelmişti.

 

"Mia..." dedim. "Onu gözümün önünden atamıyorum."

 

Adrian başını salladı. "Hiçbirimiz atamıyoruz. Ama olanları çözmeden bir sonraki biz olabiliriz."

 

"Bu bir vahşetti," dedi Magnus, sesi taş gibi sertti. "O semboller neydi öyle? Kalbi... yerinden sökülmüş."

 

İçimi çeken bir boşlukla yutkundum. "Bunu biri yaptıysa korkmuyor. Hiçbirimizden. Hiçkimseden."

 

Ylena ürperdi. "Katil her adımımızı izliyormuş gibi hissediyorum. Ve biz hâlâ sadece konuşuyoruz. Mia bizimleydi... Daha bu sabah birlikteydik."

 

Bir anlık sessizlikte, gözlerim Aaron'a kaydı. O hâlâ cam kenarında duruyordu. Sonra döndü ve konuştu.

 

"Biz... senin suçun olmadığını biliyoruz, Alyssa. Ama herkes bizim kadar emin olmayacak."

 

Boğazım düğümlendi. Ne diyeceğimi bilemedim. Sadece başımı eğdim. O an yalan söylemiyordu. Bu, her şeyin özürle düzelmeyeceğini bilen ama yine de adalet isteyen bir ses tonuydu.

 

Serena yanımda oturdu. "Toplantıya az kaldı. Bu gece hepimiz buradayız. Ne olursa olsun birlikte olmalıyız."

 

İçimden bir ses, "çok geç" dedi. Ama o sesi susturdum.

 

Henüz her şey için geç olmayabilirdi. Bir süre sessizce oturduk. Hepimiz zihnimizde aynı savaşı veriyorduk aslında.

 

Serena yavaşça doğruldu. Yüzü yorgundu ama gözleri keskinleşmişti. "Toplantıya çağrıldığımızda ne olacağını biliyoruz, değil mi?" dedi. Sesinde alışıldık o lider tonunu hissettik. "Bize yüklenecekler. Her zamanki gibi. Sanki her şeyin sorumlusu bizmişiz gibi."

 

Ylena başını eğdi. "Çünkü ne zaman bir şey olsa dönüp bize bakıyorlar. Varis olmak sanki her suçun gölgesini üstüne çekmek demek."

 

Aaron dudaklarını sıktı. "Sorumlusu olmadığımız bir savaşa hazırlanıyoruz. Ama her cesedin gölgesi bizim üzerimize düşüyor."

 

"Çünkü biz sıradan değiliz," dedim sessizce. "Onlara göre güç, daima tehditle aynı yerde durur. Ve biz onların anlayamadığı kadar farklıyız. Bizden çok şey bekliyorlar."

 

Adrian gözlerini bana çevirdi. "Ama bu onların suçlamasına engel olmayacak. Mia'nın ölümü hepimizi vurdu. Ama onlar sadece 'Aly taşla temas kurdu' kısmını hatırlayacaklar."

 

Sessizlik oldu. Herkesin zihninde, Mia'nın boş gözleri ve kanlı bedeni belirdi.

 

Serena yeniden konuştu. "Kimse bizim ne hissettiğimizi sormayacak. Ne kadar korktuğumuzu, Mia'nın ölümüne nasıl tanık olduğumuzu, ne hissettiğimizi. Çünkü bizi insanlar gibi görmüyorlar. Bizi silah gibi eğitiyorlar. Sonra da gözyaşı dökmemizi zayıflık sanıyorlar."

 

Magnus boğuk bir sesle ekledi. "Ama biz hâlâ insanız."

 

Aaron başını kaldırdı. "Ve bazıları bizim insan olduğumuzu unuttuğunda, ölümler artıyor. Bunu durdurmalıyız."

 

"Nasıl?" diye sordum.

 

Aaron bana baktı. Uzun bir bakıştı bu. Ardında öfke vardı, ama daha fazlası da...

"Gerçek katili bulacağız. Herkesten önce. Kimsenin bizi günah keçisi yapmasına izin vermeyeceğiz. Ve bunu birlikte yapacağız."

 

Bu sözlerle içimde bir kıvılcım daha yandı. İçinde hâlâ yıkılmamış bir inanç taşıyordum. Ya da belki bu, hayatta kalma içgüdüsünün son çırpınışıydı.

 

Adrian konuştu. "Bize karşı kullanılacak hiçbir şeyi bilmiyoruz. Semboller, büyüler, ipuçları... Katil bizden daha hazırlıklı."

 

Ylena derin bir nefes aldı. "Haklı. Bilinmeyen, bizden saklanan çok şey var."

 

Serena kararlı ve sert sesiyle konuştu. "O zaman bir şekilde öğreneceğiz."

 

Biz sadece kurbanlar değildik. Artık av olmaktan çıkan bir grubun, içten gelen savaş çağrısıydı bu.

 

Kapı hafifçe tıklatıldı. Herkesin başı anında o yöne çevrildi. Bu gece yaşananların ardından en ufak bir ses bile tehdit gibi yankılanıyordu odanın içinde.

 

Kapı aralandı ve Freya başını uzattı. Üzerinde kalın bir pelerin vardı, saçları omuzlarına dağılmış, solgun görünüyordu.

 

"Serena burada olacağınızı söyledi," dedi sessizce. Gözleri benim gözlerimle buluştu, sesi titrek ama içten geliyordu. "Odada tek başıma kalmak istemedim. Sizinle kalabilir miyim? Sadece... biraz kalayım, sonra giderim."

 

Serena ona doğru bir adım attı. "Gel tabii. Buradayız."

 

Aaron hiçbir şey söylemedi ama gözlerini yere indirdi. Adrian, Freya'ya yer açmak için biraz kaydı. Ylena hiçbir tepki vermedi, omuzlarını sıkıca sarmış, dizlerine kapanmıştı.

 

Kapı yavaşça kapandı. Freya içeri girdiğinde ayakta kaldı bir süre, sanki içeri girmekten çekinir gibi. Gözleri odayı taradı, bakışları sonunda yine bana döndü.

 

"Burada olmak tuhaf." dedi, sesi yumuşak ama içinde bir sızı vardı.

 

Yavaşça başımı salladım. İçimde hâlâ uğuldayan bir sızı vardı. Mia'nın çığlıkları, yerdeki kan, sembollerin göz alıcı dehşeti. Bir yanım hayattaydı, diğer yanım yerle bir.

 

Freya yanımda yere oturdu. Dizlerini karnına çekti, kollarını etrafına doladı. Titremiyor ama küçülüyordu sanki. Benim gibi.

 

"Biz buraya geldiğimizden beri," dedi usulca, "hiçbirimiz tam olarak neyle yüzleşeceğimizi bilmiyorduk. Ama sen hep ortadasın. Her şeyin merkezindesin. Ne kadar yorulduğunu görebiliyorum. Ne kadar yıprandığını biliyorum."

 

"Ben öyle olsun istemedim," dedim fısıltıyla.

 

"Biliyorum." Bana döndü, yüzü aydınlıktı ama gözleri gölgeliydi. "Ama bu dünya bazen insanı istemedikleriyle sınıyor."

 

Sessizlik çöktü odaya. Ylena'nın gözleri hâlâ bir noktaya takılıydı. Aaron pencereye bakıyordu, camda kendi yansımasına. Magnus, Adrian'la sessizce bir şeyler konuşuyordu ama sesleri ulaşmıyordu.

 

Freya bana yaklaştı, sesi neredeyse bir dua gibi. "Bakışlarından hoşlanmadım, Aly. Mia senin yüzünden ölmedi."

 

Gözlerim doldu. "Ama semboller... her defasında ben..."

 

"Bu seni işaret etmez, Aly." Elini elim üzerine koydu. "Bu seni suçlu yapmaz."

 

Bir şey boğazıma düğümlendi. İçimde hâlâ o karanlık fısıltı vardı. Taşın yankısı, isimsizin gölgesi.

 

Freya biraz daha yaklaştı. "Ben buradayım," dedi. "Ve yanında kalacağım. Her şey ne kadar kötüye giderse gitsin ben buradayım."

 

İçimde bir parça yumuşadı. Onun varlığı, buz tutmuş bir gecede tenine değen sıcak bir dokunuş gibiydi. Belki de, bu kadar çok acıyla çevrili bir gecede, inanmaya ihtiyaç duyduğum şey yalnız olmadığımı hissetmekti.

 

Saniyeler, dakikalar, saatler geçti. Ay yerini güneşin zarif parıltılarına bıraktı, gökyüzünün karanlığı kızıl ışınlarla aydınlandı. Biz ise gözümüzü bile kırpmadan zihnimizdeki canavarlarla bitmek bilmeyen bir kavga veriyorduk.

 

Bizi düşüncelerimizden ayıran yine çalan kapı oldu. Aaron yavaşça ilerleyerek kapıyı araladı. Karşımızda duran muhafız kralların geldiğini ve bizi beklediğini haber verdikten sonra uzaklaştı.

 

Herkes birbirine baktı. Şimdi zihinimizdeki canavarların gerçek halleriyle yüzleşme vaktiydi. Kolay geçmeyeceği ise en aşikar gerçekti.

 

 

 

 

✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨

 

Evet bir bölümün daha sonuna gelirken Mia'ya veda ettik...

 

Lütfen düşüncelerinizi benimle paylaşın.

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, öpüldünüz.🩷

Bölüm : 29.06.2025 17:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...