
Bölüm: 10
05.02.2022
Yazarın Anlatımıyla
Dışarısı yağışlıydı fakat içerisi sıcacık bir ortamdı. Ders boştu ve sınıfta kıkırdamalar, güler yüzler oldukça yaygındı. Erdal Çiben, kolunu omzuna attığı sevgilisini kendine biraz daha yakınlaştırıp kulağına eğildi. Asel’in bakışları da bu sırada hızla ona döndü. “Rahatsız mısın,” diye fısıldadığında Asel demek istediğini anlayamadı. “Konuşurken çok duraksıyorsun ve gözlerini sürekli Fatihlerden kaçırıyorsun. Bu tarz birkaç şey daha var ve rahatsız olup olmadığını sormak istedim.”
Bu seferde Asel, Erdal’a yaklaştı. “Fatih çok samimiyetsiz geliyor bana açıkçası,” deyip Erdal’ın tepkisini bekledi. Fatih ve Erdal yakın arkadaşlardı. Asel, kurduğu bu cümleye karşılık Erdal’ın ne tepki vereceğini merak ediyordu.
Asel, küçük de olsa bir tepki beklerken Erdal anlayışla ona yaklaştı. Yüzü Asel’den Fatih’e döndü. “Fatih, sen git artık kendi sırana. Hadi kardeşim.”
Fatih’in gözleri Asel ve Erdal arasında bir süre git gel yaptı. Erdal’ı bunu demeye itenin Asel olduğunu tahmin edebiliyordu fakat kendi içinde buna bir cevap bulamıyordu. “İyi madem,” diyerek ayaklandı. Böyle bir şey istiyorlarsa tabii ki de onlara saygı duyardı. Bu konuda en anlayışlı kişilerden birisi sayılırdı.
Asel bir süre Fatih’in arkasından baktıktan sonra başını Erdal’ın omzuna yasladı. Erdal’da kolunu havaya kaldırıp onun omzuna sardığında, artık Asel’in başı Erdal’ın göğsüne yaslıydı. Erdal’a çok değer veriyordu. Liseye geçtikten sonra kendini en iyi Erdal’a açabilmişti ve Erdal’dan da aynı şekilde bir karşılık görmüştü. O kadar çok birlikte zaman geçiriyorlardı ki, bir süre sonra İlsu ve Aktan bile Erdal ile tanışmak istemişlerdi.
İlsu, Erdal’a karşı oldukça sevgi doluydu. Asel’e Erdal’ın oldukça iyi geldiğinin farkındaydı ve bunun içinde Erdal’a karşı oldukça minnettardı. Aynı şekilde Aktan da Erdal’ı çok seviyor, zamanı oldukça kendi evlerine davet edip muhabbet ediyordu. Aref için ise durumlar çok farklıydı. Asel’i biriyle paylaşmak pek hoşuna gitmiyor, fırsatını buldukça Erdal’a laf yetiştiriyordu. Erdal hakkında herhangi bir kötü düşüncesi yoktu fakat yine de Asel’in üzülebileceği bir şeyin olmasına izin vermiyordu. Ablasına hiç kıyamıyordu.
Asel başını kaldırıp Erdal’a baktığında, Erdal’ın da zaten onu izliyor olduğunu fark etti. Dudaklarında görüp görebileceği en içten gülümsemelerden birisi vardı ve bu da yalnızca Asel içindi. Asel ona iyi bir arkadaş, güzel bir sırdaş olmuştu. Asel de Erdal gibi gülümsedi. “Teşekkür ederim.”
Erdal hiçbir cevap vermeyip sadece Asel’in alnına ufak bir öpücük kondurdu. Parmakları Asel’in saçlarında gezinirken Asel’in gözlerinin ardı sızladı fakat bunu ne o ne de Erdal fark etti. Belki de bu da sadece zamana karıştı ya da isimlerinin yazılı olduğu sayfalara. Yine de o an bir şeyler hissedildi fakat kimse bunun ne olduğunu bilemedi.
“Teneffüs olsa da bir an önce kantine gitsek, çok acıktım,” diyerek Erdal’ın elini tuttu Asel. Erdal’ın bakışları kısa bir süre bir arada olan ellerine kaydıktan sonra tekrardan Asel’e baktı. “Az kalmış olmalı, gideriz hemen.”
Asel yerinde doğrulup sınıftakilere kısa bir süre baktıktan sonra bakışlarını Erdal’a çevirdi. Asel’in aksine Erdal, bakışlarını bir kez olsun Asel’den ayırmamıştı. Asel istemsizce güldü. “Bana öyle bakma.”
Asel’in gülen ve kızaran yüzünü görünce Erdal da güldü. “Nasıl bakıyorum?”
“Hayranlıkla,” dedikten sonra Asel daha da kızardı. “Hayır, yani o tarz bir şey işte. Böyle söyleyince çok egoistçe oldu.
“Sen söyleyince öyle olmuyor.” Bakışları Asel’in yüzünde gezindi. Daha önceden Asel ile karşılaşmamış olmalarının üzüntüsünü tekrar tekrar yaşarken keşke diye yine de söylendi içinden. Sonra bir anda keşkeleri umarıma dönüştü. Onunla geçireceği nice yıllarının olmasını umdu. “Sana evet, hayranlıkla bakıyorum. Sana herkesin aksine büyük bir hayranlık, büyük bir sevgi duyuyorum. Öyle güzel bir yüze sahip, öyle mükemmel bir ruha sahipsin ki sana hayranlıkla bakmadan edemiyorum.”
“Tamam, sus Erdal. Domatese döndüm.” Asel kızaran yüzünü gizlemeye çalışırken Erdal’ın yüzündeki gülümseme genişledi. Sınıftaki konuşmalardan teneffüsün çalmak üzere olduğunu duyup Asel’in burnunu sıktı. “Neyse, gel hadi senin karnını doyuralım fıstık.”
Erdal’ın söylediği son kelimeyle Asel yüzünü buruşturdu. “Başka bir şey bulamadın mı Erdal ya? Fıstık ne?”
“Öyle değil misin?”
“Öyle miyim?”
Erdal muzipçe sırıttı. “Öylesin.”
“Best shipim bugün nasıl,” diye yakından bir ses duyduklarında, ikisinin de bakışları Esila’ya döndü. İkisinin sevgili olmasını sağlayan kişi Esila’ydı. Esila çok uğraşmış ve uzun çabalarının ardından onları sevgili yapmayı başarmıştı.
“İyiyiz, sen nasılsın,” diyerek soğuk bakışlarını Esila’ya yöneltti Asel. Her şeye burnunu sokması hoşuna gitmiyordu.
“Ben de iyiyim! Sizi biraz izledim. Ne kadar yakıştığınızı düşünüp çok daha iyi oldum.” Erdal’ın bakışları Asel’e kaydı. Onun ne tepki vereceğini merak ediyordu. Hareketlerini onun tepkilerine göre şekillendiriyor, memnun olmasına özen gösteriyordu. “Neyse, gördüğüne göre biz gidelim artık.” Erdal ellerini Asel’in omzuna yerleştirip yönünü kapıya doğru çevirdi.
Esila’nın yanından uzaklaştıklarında Asel söylenmeden edemedi. “Çok itici geliyor şu kız bana.”
“Doğru söyle, sevdiğin biri var mı şu sınıfta?”
Asel sırıtarak Erdal’a baktı. “Sen.”
“Başka birisi var mı,” dedi Erdal gülerek. Asel’in verdiği tepki oldukça hoşuna gitmişti.
“Yok sanırım. Hiçbirine tahammülüm yok benim,” dediğinde yürümeye devam ederken Erdal’a baktı. “Biliyorsun.”
Kantine vardıklarında Erdal, Asel’e döndü. “Kanka sen istediklerini söyle, ben alıp geleyim. Boşuna sıraya girme.” Asel başını salladığında başıyla köşeyi işaret etti. “Ben şu köşedeyim o zaman, kanka.”
Erdal bir an duraksadığında Asel gülmeye başladı. Asel’in gülen yüzünü görmek, onun da sırıtmasına neden olmuştu. Yine de kendi ağzından çıkan kelimeye dikkat etmemiş olması onu biraz kızdırmıştı. Sağ eli istemsizce ensesine kaymıştı ve bakışlarını da Asel’den kaçırmıştı. “Seni kardeşim gibi görüyorum, biliyorsun.”
“Evet,” diye seslendi Asel. O da Erdal’ı kendine hep dost bilmişti. Esila’nın uğraşları sonucu sevgili olmayı denemeye karar vermişlerdi fakat böyle de ikisi rahat değildi. Bunun konusu ara sıra açılıyordu lakin bir sonuca varamıyorlardı. “Esila benliğimizi bozdu iyice. Gerçekten hiç sevemiyorum o kızı.”
“Ben de.”
Asel, birkaç dakika önce Erdal’ın sorduğu soruyu tekrarladı. Yüzünde bir sırıtış belirmişti. “Doğruyu söyle, sevdiğin biri var mı şu sınıfta?”
Aynı sırıtış Erdal’ın da yüzüne bulaştı. “Sen.”
“Başka biri var mı, diye sormayacağım çünkü sadece benim olmam güzel hissettiriyor. Hep böyle kalsın mümkünse.”
“Bakarız, güzelim,” diye mırıldandığında Asel’in bakışlarını gördü. Kaşları çatılmıştı ve eğer Erdal düzgün bir şey söylemezse uzun bir süre Asel’den trip yiyeceğini biliyordu. “Şaka yaptım sadece. Sen seversin şakalarımı.”
“Ya,” derken harfleri gereğinden fazla uzattı Asel. “Çok.”
Günümüz
Asel Miray Algın
Okul formamı çoktan giymiş, saçlarımı en acilinden düzenlemiştim. Çiğdem’in durumu da benden pek farklı sayılmazdı. Çok geç saatlerde uyuduğumuz için haliyle ikimiz de erken kalkamamıştık. Gece uyumadan önce şu anın hayalini kurmuştuk fakat gelin görün ki planımız çok farklı yönde ilerlemişti… Bir kahvaltı bile yapmaya zamanımız yoktu.
Okul çantamı bir çırpıda elime alıp odamdan çıktım. Koridorda ilerlerken bir yandan çantamı sırtıma takıyor, bir yandan da Çiğdem’e sesleniyordum. “Ben hazırım! Bir an önce çıkmamız lazım, böyle giderse yetişemeyiz.”
Duyduğum aceleci birkaç sesin ardından hızlıca odasından çıkan Çiğdem ile karşılaştım. Hemen karşımda duruyordu ve onu görmemle ikimizin de adımları dış kapıya doğru yöneldi. Sonrasında hızlıca ayakkabılarımızı giymiş, doğruca Çiğdem’in önceden arayıp çağırdığı taksiye binmiştik.
Yol boyunca pek bir şey konuşmamıştık. Zaten okul Çiğdem’e oldukça yakındı ve birkaç dakika içerisinde okula varmıştık. Okula adımımızı atar atmaz sınıfımıza girmemiz bir olmuştu. Şansımıza ders öğretmeni sınıfa henüz girmemişti ve biz sınıfa ondan önce adımımızı atmıştık.
Koşturmaktan nefes nefese kalmıştım. Çiğdem’in de yine benden farklı bir yanı yoktu. Sıramıza oturduğumuzda bile aldığımız derin nefesler devam etmiş, kendimize zar zor gelmiştik. Üstümde olan bakışları hissettiğimde ancak o zaman gözlerimi etrafta gezdirdim. Çoğu kişi kendi aralarında sohbet ediyor, bazıları ise derse hazırlanıyordu. Bakışlarım en sonunda Arel ile kesiştiğinde, yanındaki Pamir’i umursamadan beni izlediğini gördüm. Bakışlarını diğer günlerin aksine benden hiçbir şekilde kaçırmadı, aksine yüzünde bir tebessüm vardı. Pamir ara sıra bana kaçamak bakışlar atıp Arel’e bir şeyler söylüyordu fakat Arel bunları dinlemiyor ya da en azından umursamıyor gibi görünüyordu. O an ne konuştuklarını içten içe çok merak etmiştim. İçimden gelen bir ses benim hakkımda konuştuklarını söyleyip duruyordu fakat bunu tabii ki de bilemezdim.
Arel’e başımı hafifçe eğip selam verdiğimde, hiç beklemeden yaptığıma karşılık verdi. O sırada Pamir’in de bakışları kısa bir süreliğine bana dönmüştü ve az önce yaptığımızın birebir aynısını yapmıştı. Ona da kısaca bir baş selamı yaptıktan sonra nihayet önüme döndüm. Zaten bu sırada edebiyat hocamız sınıfa girişini yapmıştı.
“Günaydın, gençler.”
Sınıftan uğultular yükseldiğinde neredeyse çoğu hocanın selamına bir karşılıktı. Hoca yerini alıp, koltuğuna yerleşirken çantamdan ders için gerekli şeyleri çıkardım. Kısa bir sürenin ardından yoklama alınmaya başladığında herkesin ismini aklıma kazımak istercesine dikkatle dinledim. Bu sırada sıra bana gelince boşlamış, ne yapacağımı şaşırmıştım. Harfleri bir araya getirmekte güçlük çekip zar zor “burada” dediğimde sınıfta birkaç gülme sesi işittim.
Başımı, bir nevi efsane olan şu deyimde de olduğu gibi deve kuşu olup kumlara gömmek istiyordum!
Aref’le bir daha doğruluk mu cesaret mi oynarsak, ona bu sefer de sanırım bu anı söylerdim.
Ellerimde hızla yüzümü gizlediğim esnada, gülerek zar zor “burada” diyen Arel’in sesini çok zor işittim. Sınıftaki gülme sesleri yükselirken bir duraksama yaşadım.
Benim taklidimi mi yapmıştı o?
İnci hoca, içten içe yaşadığım rezaleti duymuş gibi sınıfa susmalarını seslenirken derin bir nefes aldım. Bu sefer her zamankinden farklı olarak bakışlarımı Arel’e çevirmek yerine ondan tamamen kaçırdım, ona hiç bakmadım.
***
Edebiyat dersi çoktan bitmiş, beden dersimize girmiştik. Hoca yoklama listesini kontrol ederken ister istemez yaşanılan olayı düşündüm. Yoklama alınırsa bu sefer daha dikkatli olacaktım. Beklediğimin aksine hoca gelen gidenin olup olmadığını sorduktan sonra sınıf defterini doldurup kapağını kapattı.
“Derin kolda ikişerli sıra olun,” diye sınıfımıza seslenen hocamızın sesini işittikten sonra başımı biraz yana eğip öne doğru baktım. Boy sıralaması şeklinde diziliyorduk ve ben ortalarda yer alıyordum. Boyum o kadar uzun olmasa da kısa olduğumu kesinlikle düşünmüyordum. Boy uzunluğum bana sorarsanız gayet normaldi.
Sıra bana gelince hemen önümdeki kişinin yanına geçtim. Benim arkamdan da bu örüntü devam ediyordu. Çiğdem benden sadece birkaç santim kısa olduğu için tam önüme denk geliyordu. En sonunda sınıfımızın tamamı hocanın istediği şekilde dizilince hoca bir kez daha bize seslendi. “Tam saha beş tur koşun.” Dudaklarının arasına yerleştirdiği düdüğe üfleyince koşmaya başladık. Koşarken ağzımdan nefes almamak için ekstra bir çaba harcıyordum. Sınıfça tempomuzu tam sağlayamadığımız için bazen çok hızlı gidiyor, bazen yavaş gitmekten karşımızdaki kişinin -ben Çiğdem’in- ayakkabısına basıp duruyorduk.
Çiğdem’in ayakkabısına bir kez daha bastığımda ondan özür bile dileyemeden başını bana çevirdi. “Kanka anladık siftah yapmaya çalışıyorsun fakat sayende ayakkabı epey eskidi. Beyaz ayakkabıydı birde ya!”
Elimle öndekileri işaret ettim. “Söyle de düzgün koşsunlar o zaman. İstemeden oluyor.” Hemen ardından arkamdaki kişiyi işaret ettim. “Bana da basılıyor ayrıca.”
“Mızmızlanmayın artık, son tura geçiyoruz zaten.” Uzaktan gelen sesle bakışlarımı sesin sahibine çevirdim. Çiğdem sayesinde adının Uğur olduğunu öğrendiğim çocuktu bize seslenen. Göz göze geldiğimizde onun önünde duran Pamir, Uğur’un ensesine yavaşça vurdu ve Uğur gülerek ona döndü. Pek umursadığım söylenemezdi; bu sebeple de çok takmayarak önüme döndüm.
“Isınma hareketleri için çember oluşturun. Ben hemen geliyorum,” diyen beden hocamızın sesini duymamla başımı sınıfımıza çevirdim. Herkes çember için çoktan dağılmaya başlamıştı. Onlara ayak uydurarak bir kenara geçtim ve bu sırada Çiğdem hızla öbür yanıma geçti. “Beni unuttun sanırım?”
Sesi bunu sorarcasına gelmişti. “Direkt geçmek istedim sadece, unuttuğum falan yok.”
“Umarım dediğin gibidir.” Gözlerini etrafta gezdirdi. Çember neredeyse tamamlanmış sayılırdı, hatta çoktan tamamlanmıştı. Hocamız gelip ısınma hareketleri için bir öğrenciyi çemberin ortasına aldığında yanımdaki Çiğdem sırıtıyordu. “Neye gülüyorsun?”
Çiğdem’in bakışları bir noktadan bana döndü. İçten içe baktığı tarafa bakmak istesem de bir tarafım bakmamamı söylüyordu ve bende o tarafıma kulak astım. “Söyleyeyim mi?”
“Söylemen için sordum.”
“Pamir sürekli sana bakıyor,” derken gözleri bir kez daha az önce baktığı yere kaydı. Onun yüzünde tekrardan hafif bir sırıtış peyda olurken ben söylediği cümleyi anlamış olsam da yanlış anlamış olmayı diliyordum. Baktığı yöne bakmamak için gösterdiğim çaba artık fazlasıyla katlanmıştı. “Ciddi misin sen?”
Tekrardan bana döndü. “Evet, niye bunun şakasını yapayım ki?”
“Sırıtıyorsun,” dediğimde kaşlarım çatıldı. Söylemek istediğim cümleleri toparlayamıyordum. “Pamir’i sen sevmiyor muydun?”
Çiğdem’in gözleri, az önce bakıyor olduğu yönden farklı bir yere dönünce yüzünü buruşturdu. Kaşları çatılınca içinden geçenleri fazlasıyla merak ettim. “Pamir’i sevmiyorum. Ben sana onu eskiden sevdiğimi söylemiştim.” Başını bana çevirdi. “Pamir belki de seni seviyordur.”
“Çiğdem saçmalamasana ya,” derken gözlerim istemsizce baktığı yöne döndü ve Pamir’i orada dalgın bir şekilde dururken gördüm. Dalgınlığını birden bire merak etmiştim fakat aklıma takılan bir şey çoktan bunun önüne geçmişti. Çiğdem öncesinde başka bir yöne bakıyordu ve yaptığı yorumlar Pamir’le ilgiliydi. Ben kafa karışıklığı içerisindeyken çemberin ortasındaki öğrenci, ellerini ensesine koyup başını öne eğdi ve hepimizin bu harekete eşlik etmesine neden oldu.
“Zaten şaka yapmıştım,” diye mırıldanan Çiğdem’in sesini duyunca ona yandan bir bakış attım. Oldukça rahat görünüyordu ya da rahat görünmeye çalışıyordu. Yeni bir harekete geçip kollarımızı arkamızda birleştirmeye çalıştığımızda başka bir cümleyle beni afallattı. “Asıl bakan Arel.”
“Ciddi misin,” diye yinelediğimde Çiğdem’e bakmıyordum fakat bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.
“Evet, bunun şakasını niye yapayım ki?”
Gözlerimi yavaşça sadece birkaç saniyedir sabitlemiş olduğum yerden kaldırdım. İçimden bir ses bunun doğru olabileceğini söylüyordu fakat bu sese anlam veremiyordum. Birkaç dakika önce kendimi tutma çabası içerisindeyken şu an bunu bile düşünmek istemiyor, bunun doğru olup olmadığını görmek istiyordum. İstiyordum ve sebebini gerçekten de bilmiyordum.
Bakışlarım en sonunda onu bulduğunda gerçekle yüzleştim. Pamir’in aksine bu durum benim için nedense daha farklıydı. İçimden gelen bir his, bunun doğru olup olmadığını gerçekten de bilmek istemişti. Belki de Arel’in gözünde bir yerimin hâlâ olup olmadığını merak ediyordum. Bilmiyordum.
Arel oradaydı, gözleri tam bana kilitlenmişti. Birden irkildiğimde kalp atışlarımı başkalarının duyabileceğini düşünecek kadar hissettim. Göz göze gelmiştik ve bir an ne yapacağımı bilememiştim. Onun da benden farklı kalır bir yanı yok gibiydi çünkü bakışlarındaki kararsızlığı yakalamıştım. Yine de bakışlarını benden çekmedi ve o güzel yüzünde bir tebessüm belirdi. Çok küçük bir tebessüm. Gülümsemesini ne kadar sevdiğimi hatırlayacağım kadar.
Ben onun gülümsemesinden de mahrum kalmıştım aslında.
Kafamda oldukça çok sayıda soru işaretleri vardı fakat hepsi kolumu Çiğdem’in dürtmesiyle dağıldı. Bakışlarımı Arel’den ayırmadan önce tek yakalayabildiğim onun Çiğdem’e olan “ne yapıyorsun ya” şeklinde donuk bakışlarıydı. Ya da ben bugün fazla paranoyaktım ve kafamdan uyduruyordum.
“Isınma hareketlerini yapmıyorsun diye hocadan bir uyarı yedin az önce fakat sen eminim bunun da farkında değilsindir.”
Bakışlarım hocaya döndüğünde elindeki telefonuyla ilgilendiğini gördüm. “Gerçekten mi?”
Çiğdem, gözlerini ortadaki öğrenciden ayırmayıp bacağını yana doğru esnetirken beni cevapladı. “Gerçekten.” Yaptığının aynısını yapmak için ben de yöneldiğimde devam etti. “Hem ne bu senin bana olan güvensizliğin? Ne dersem sorguluyorsun.”
“Haklısın,” derken oldukça bocalamıştım. Doğruyu söylüyordu. Bu aralar her şeyi çok sorguluyordum fakat bu gerçekten de benim elimde olan bir durum değildi.
Çiğdem’in bana olan bakışlarını fark ettiğimde az önce söylemiş olduğum kelime aklıma geldi ve toparlamak istedim. “Yani demek istediğim bu aralar dediğin gibi her şeyi çok sorguluyorum fakat herhangi bir güvensizliğim yok.”
“Bir sorun olursa gelip bana anlatabileceğini biliyorsun, Asel.”
“Biliyorum, Çiğdem.”
***
Son hareketleri de tamamladıktan sonra hoca bizi nihayet serbest bıraktı. Çember yavaşça dağılırken sadece birkaç adım geriledim fakat devamı gelmedi. Ne yapacağımı bilmiyordum ve sanırım yalnızca birkaç saniye ayakta dikilerek üstünkörü bir plan oluşturabilirdim.
Gözlerim bir potaya, bir voleybol için dizilenlere, bir de koltuklarda oturanlara kayıyordu. Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdığımda önümden hızlıca bir şey geçti ve o an tek yapabildiğim korkuyla irkilmek oldu. İleriye baktığımda ancak o zaman bunun bir top olduğunu fark edebildim.
Nefesimi kısa bir süreliğine tuttum. Top yerden sekmeye başlayınca bir el onu avuçlarının arasına aldı. Bakışlarım yüzüne tırmandığında aslında topun varlığını fark edince öne atılmış olduğunu anladım. Kasıtlı olarak bir top istememişti, bu gözlerinden okunuyordu.
O an kısa bir süreliğine Arel’le göz göze geldik. Bugün daha kaç kez bu şekilde göz göze gelirdik bilmiyordum fakat mevzu Arel olunca bundan bir rahatsızlık da duymuyordum. Bakışları yüzümün her bir noktasına değdikten sonra başını başka bir yöne çevirdi. Topa değil, Topu atana doğru döndü.
“Arel, potaya,” diye bağıran bir çocuğun sesini duydum. “Pamir basketbolu iyi oynadığını iddia ediyor. Görelim seni.”
Bir an duraksadım ve Peyda teyzemin Arel’le karşılaştığımız gün söylemiş olduğu cümleyi anımsadım. Ama Arel topla oynamayı artık sevmiyormuş ki…
Arel başını sallayınca onun yerine ben tereddüte düştüm. Atamayabilirdi çünkü uzun zamandır oynamıyordu. Bu onu üzer miydi? Bilmiyordum.
Başı potaya döndüğünde topu serbest bıraktı ve adımları potaya doğru ilerlerken topu sektirmeye başladı. Top yere her çarptığında adımları belli bir ritimle ilerledi. Belli bir mesafe ayarladığında tam olarak üçlükteydi. Ben de onunla aynı ritimdeydim, gözleriyle birlikteydim. Bakışları, yanımdaki kolunu omzuma koyan –bunu yeni fark ediyordum- Çiğdem’e de bir kez kaydıktan sonra en sonunda tekrardan potayı buldu.
Omuzları dikti ve bakışları ciddileşti. Topu potaya doğru kaldırıp bileğini kıvırdığında kendisi de hafifçe parmak uçlarında zıplamıştı. Top fileden geçerken, gömleğinin kolları yukarı kayınca gözlerimi kaçırıp bakışlarımı topa çevirdim.
Top yerde yuvarlanıp tanımadığım birisinin ayağına çarpınca Arel bedenini o kişiye çevirdi ve tahminim üzerine topu istedi. Top tekrardan eline ulaşınca hiç beklemeden potaya doğru topu sektirerek koşmaya başladı. Bu sırada beden hocamızın da yanımıza geldiğini yeni fark etmiştim.
Parkenin üzerinde attığı hızlı adımları yankılanırken nefesimi bugün bir kez daha tuttum. Potaya yakın bir mesafeye geldiğinde sağ eliyle sektirdiği topu avuçlarına aldı. Ayakları kayarcasına hareket ederken önce sol ayağıyla sonra da sağ ayağıyla adım attı. Tam potanın önüne geldiğinde ise hızla sıçrayarak sol dizini yukarı çekip topu potaya fırlattı. İki ayağı da yere deyince birkaç adım hızla ilerledi ve atıp atmadığını Arel göremedi ya da bakmak istemedi. Bunun yerine bakışları onu izleyen herkesin üzerinde gezindi. Sonucu bizden öğrenmek istemişti.
Yüzümde bir gülümseme yer edinirken bakışlarımı bir kez daha sallanan fileye ve yerde sekerek en sonunda duran topa çevirdim. Arel başarılı iki atış yapmıştı.
Birden bire çoğalan alkış seslerini duyunca başımı çevirdim. Herkes Arel’i alkışlamaya başlıyordu. Yanımdan yükselen alkış sesini duyduğumda ise Çiğdem’i gördüm. Bana gülerek bakıyor, oldukça mutlu görünüyordu. Ben de alkışlamak için ellerimi kaldırdığımda başımı Çiğdem’den ayırdım ve Arel’le göz göze geldim. Ellerimi hızla birbirlerine vururken ona gülümsüyordum. O da hafifçe sırıttığında daha fazla gülümsemeden edemedim. Pamir yanına ilerleyip sırtına birkaç kez vurduğunda bakışlarını benden ayırdı. Ben ise hâlâ ona bakıyordum.
“Bu kadar çok bakma nazar değdireceksin,” diye seslenen Çiğdem’i duyduğumda bakışlarım hızla ona döndü. O da bana bakıyordu ve cümlesini bana yönelik söylemiş olmalıydı. “Birde Arel turnike yaparken onu ağzın açık izliyordun. Söyleyeyim dedim. Rezil oldun da azıcık.”
“Ne alaka ya? Hem milletin işleri güçleri yoktu da o an Arel yerine bana mı bakacaklardı?”
Çiğdem sırıttı. “Ben baktım mesela.”
O an bir el omzuma dokundu ve kendisine bakmama sebep oldu. Arel elini omzumdan çekerken şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. “İyi misin?”
“Neden ki?”
Gözleri yalnızca birkaç saniye başka bir yere baktıktan sonra tekrar beni buldu. “Top sana çarpabilirdi. Aniden önünden geçince irkildin, fark ettim.”
“İyiyim,” diyerek cevap verdim. “Dediğin gibi, top birden önümden geçince korktum sadece.” Ardından içtenlikle ekledim. “Teşekkür ederim.”
“Ne için?”
“Merak ettiğin için.” Birden bire söylediğim şey yüzünden başımı iki yana salladım. “Yani sorduğun için.”
“Yani merak ettiğim için,” derken yüzü gülüyordu. Elini havaya kaldıracakken bir an tereddüt etti ve sadece başını sallamakla yetindi. “İyi olmana sevindim.” Ardından başka bir şey söylemeden yanımdan uzaklaştı. Arkasından baktığımda beden hocasının yanına gittiğini gördüm. Hocanın ise zaten Arel’i bekliyor gibi bir hâli vardı. Hocanın yanına uğramadan önce bana mı gelmişti?
***
Beden dersimizin ardından matematik dersine girmiştik ve şu an matematiğin ikinci saatindeydik. Aniden neden olduğunu anlamadığım bir şekilde karnım ağrımaya başlamıştı ve matematiğin ilk saatinden beri bununla mücadele etmeye çalışıyordum. Çiğdem başından beri eve gitmemi öneriyordu. Böyle devam ederse onu dinleyecektim.
Alnımı sırama yaslayıp kollarımı karnıma sardım. Teneffüs öğretmenlerden ağrı kesici istemiştim fakat kimse vermekten yana olmamıştı. Sorumluluk almak istemiyorlardı ve ben burada onlar yüzünden ölüp ölüp diriliyordum. Ayrıca son birkaç dakikadır midem de çok bulanıyordu ve bunun önüne nasıl geçeceğimi bilmiyordum. Sanırım gerçekten de Çiğdem’i dinleyecektim.
“Çiğdem,” diye mırıldandığımda bakışları ders kitabından bana döndü. “Karnım çok ağrıyor. Midem de bulanıyor, ağlayacağım.”
Kalemini kitabının üzerine bırakırken üzerime doğru eğildi. “Diyorum ya sana eve git diye. Hocaya söyle de eve git. Gerekirse anneni ararsın.”
“Sende ne meraklısın beni eve göndermeye.”
Yavaşça omuzlarını silkti. “Bizim de işimize gelir, ders kaynar işte.”
Başımı sıradan kaldırıp doğruldum. Ellerimi hâlâ karnımdan çekmemiştim. “Ayağa kalkıp hocaya soramam ama. Kusarım gibi geliyor şu an.”
“Ciddi misin? Çok mu kötüsün?”
Sinirle kaşlarımı çattım. “Çiğdem, ben iki saattir keyfimden mi isyan ediyorum sana?” Derin bir nefes alıp verdim. “Bulantım azalırsa hocaya söyleyeyim.”
“Ben söylerim istersen,” diye fısıldadığında başımı salladım. Gözlerim bu sırada istemsizce kapanıp açılıyordu. Çiğdem, parmağını havaya kaldırdığında, direğimi masaya yaslayıp elimi alnıma bastırdım. Sağ elim hâlâ karnımın üzerinde duruyordu.
Hocanın sesini zor işitiyordum. Bana izin verdiğinde Çiğdem ceketimi askılıktan almak için ayaklandı ve bu sırada hoca yanıma geldi. “Anneni arayayım mı, Asel? Çok kötü gözüküyorsun.”
Ben başımı salladığımda hoca masasına telefonunu almak için yönelmişti. Bu sırada Çiğdem yanıma geldi ve eşyalarımı toplayıp çantama yerleştirmeye başladı. “Geçmiş olsun ya,” derken sesi üzgün geliyordu. “Ben şaka yapıyordum. Bu kadar kötü olabileceğini düşünemedim.”
“Sorun değil,” diye seslendiğimde sınıftaki fısıltıları işittim. Kimin ne konuştuğunu ben seçemeden tekrar hoca yanıma döndü. “Annenin numarasını söyleyebilir misin?”
Başımı sallayıp numarasını söylediğimde hoca masasının oraya ilerleyip aramanın cevaplanmasını bekledi. Bu sırada gözlerim dolmuştu. Canım çok acıyordu.
Aramanın cevaplandığını düşünüyordum çünkü aralarında bir konuşma gerçekleşmeye başlamıştı bile. Onlar konuşurken Çiğdem bu seferde bana ceketimi giydirmeye başladı. Elinden geldiğince bana yardımcı olmaya çalışıyordu. Kollarımı siyah ceketimin içerisinden geçirdiğimizde hoca aramayı sonlandırdı ve bana doğru yöneldi. “Annen bu civarlardaymış zaten. Hemen gelebileceğini söyledi. Bir arkadaşın sana yardımcı olsun, aşağı in.”
Çiğdem ayaklanmak için hareket ettiği sırada arka sıralardan başka bir ses geldi ve bakışlarım oraya kaydı. Arel ayağa kalkmıştı ve bize doğru geliyordu. Gelirken kısa bir süre bana baktıktan sonra hocaya döndü. “Ben aşağı inmesinde yardımcı olabilirim. Annesini de tanıyorum ayrıca.”
Hoca başını salladıktan sonra masasına doğru ilerledi. Arel’e oldukça güveniyor gibi hissetmiştim. Sonuçta ben gelmeden önce de Arel ile beraberdi.
Çantamı sırtıma takacağım sırada Arel bana izin vermeyip çantamı elimden aldı ve sağ omzuna taktı. Ondan bu davranışı kimse beklemiyor olmalıydı ki sınıftaki sesler epey arttı. Ben ise bunu şu an düşünebilecek bir halde olmadığım için sıradan destek alarak ayağa kalktım. Mide bulantım birkaç dakika öncesine nazaran azalmıştı ve tek sevinebileceğim şey bu olabilirdi. Ayakta dururken karın ağrım yüzünden doğrulmam zor oluyordu fakat maalesef ki azıcık da olsun dik durmalıydım.
Belki de Arel’den destek alabilirdim…
Keşke bana eşlik edecek kişi Çiğdem olsaydı. Arel’in tepkilerini öngöremiyordum.
Sıradan zorlanarak çıktığımda Arel bakışlarını biraz olsun benden ayırmamıştı. Yanında yerimi aldığımda gözlerimin dolmaması için kendimi çok zor tutuyordum. Sınıftan çıktığımızda dahi bu çabam sürmüştü. Arel, sınıfın kapısını arkamızdan kapattığında adım atmak yerine bana döndü. “Ne zamandır böylesin? Beden dersinde de ağrın falan var mıydı?” Bir an afallayıp cevap vermediğimde yeni bir soru ekledi. “Miden mi bulanıyor, başın mı dönüyor?”
Bir yerden destek almak isteyip etrafıma bakındığımda Arel bir şekilde anlayıp kolunu bana uzattı. “Tut kolumu.”
Bana uzattığı koluna kısa bir süre baktıktan sonra dediğini yapıp tuttum. Onun gözleri kolunu tutan elime bakarken ben ise tuttuğum koluna bakıyordum. Ağrım yüzünden hafifçe öne eğildiğimde sorularını cevapladım. “Matematik dersine girdikten sonra birden bire böyle oldu.” Başımı kaldırıp yüzüne baktım. O da bana baktı. “Karın ağrısı ve mide bulantısı.”
Arel, dudaklarını aralayıp bir şey söyleyecekken daha sonra vazgeçmiş gibi geri kapattı. Ne olduğunu merak etsem de sormadım.
Ardından merdivenlere doğru bir adım attığında ben de ona eşlik ettim. Fazla yavaş ilerliyorduk. Muhtemelen benim için bu kadar yavaş gidiyordu. Açıkçası bu oldukça iyiydi çünkü hızlı gidebileceğimi düşünmüyordum.
Sessizce bir kat aşağı inip, ikinci kata geçtiğimizde gözlerim doldu. Bir an önce eve gitmek istiyordum. Sol elimi karnıma bastırdığımda Arel’in bakışlarını üzerimde hissettim fakat başımı ona çevirmeden basamaklardan inmeye devam ettim.
“Neden ilk ağrıdığında eve gitmedin?”
“Geçer sandım,” derken sesim titredi ve gözlerimden bir damla yaş aktı.
“Bir daha böyle olursa, saklama olur mu?” Basamakları bitirdiğimizde son bir katımız kalmıştı. Aşağıya inen merdivenlere doğru ilerlediğimizde Arel devam etti. “Yani,” derken çok kısa bir süre duraksadı. “Bana değilse bile birine söyle. Ama bana söylersen daha çabuk çözülür.”
Hiçbir cevap vermeyip yürümeye devam ettim. Konuşabilecek gibi hissetmiyordum. Arel de başka bir şey söylemedi. Sessizce tüm merdivenlerden indik.
Okuldan çıktığımızda koluna daha sıkı tutundum. Neyse ki dert ediyorsa bile bunu bana yansıtmıyordu. Gözlerim bahçede gezinirken Arel sağ eliyle bir yeri işaret etti. “İlsu teyzem orada.”
Gösterdiği yere baktığımda annem arabanın içinden çıkmak için kemerini çıkarıyordu. Bu sırada bizde o tarafa doğru ilerlemeye başladık ve varmadan önce Arel kulağıma fısıldadı. “Eve gidince iyice dinlen, Asel. Kendini iyi hissetmeye başladığında bana mesaj at.” Bitireceğini sandım fakat devam etti. “Arasan da olur, hatta daha iyi olur. Sesini duyarım.”
Arel’in sözlerine şaşırmadan edemedim. Öncesine nazaran şu an bana karşı fazla açık konuşuyordu. Bakışlarımı ona çevirdiğimde yüzündeki ifadeyi okuyamadım fakat cümlesini karşılıksız da bırakmak istemedim. “Teşekkür ederim, Arel. Düşündüğün için yani,” derken spor salonundaki olaya vurgu yaptım. Ardından arabaya varmadan hemen önce ekledim. “Ararım.”
Arel’in yüzünde çok kısa bir süre tebessüm oluştuktan sonra çantamı omzundan alıp elinde tuttu. Bu esnada Arel’in kolunu bırakıp anneme tutundum. Annem telaşla bir şeyler sordu fakat benim cevaplamama gerek kalmadan Arel hepsini cevapladı ve en sonunda arabaya bindik. Annem ve Arel arabanın dışında bir şeyler konuşmuşlardı fakat onları duyamamıştım. Zaten kendi nefes seslerim artık daha baskın gelmeye başlamıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |