
Bölüm: 11
17.08.2007
Yazarın Anlatımıyla
Hava yağmurlu ve gök gürültülüydü. İlsu Algın, kızını zorla uyutmuştu ve içten içe bir süre uyanmamasını diliyordu. Peyda’nın aksine o bir hataya düşmemiş, çocuğunu beşikte hiç sallamamıştı. İleride başına gelebilecek zorlukları tahmin edebiliyordu.
Gözlerini beşiğinde uyuyan bebeğinden ayıramıyordu. Bir anne olduğunu hatırlamak onu sürekli gülümsetiyordu. Sessize aldığı telefonunun ekranı aydınlandığında bakışlarını oraya çevirdi. Peyda Efken’den mesaj gelmişti ve bunun yanı sıra birkaç dakika önce kocası Aktan’ın onu aramış olduğunu gördü. Kızına bir kez daha baktıktan sonra ayaklandı ve bulunduğu odadan dışarı çıktı. Salona uğramadan önce kocasını aradı.
“Alo,” derken sesinde dışarıdaki gök gürültüsünün aksine derin bir huzur vardı. Sırtını odanın karşısındaki duvara yaslayıp bakışlarını pencereden dışarıya çevirdi.
Birkaç saniyenin ardından karşı taraftan da ses geldi. İlsu bu süreyi adlandıramadı. “Alo.”
“Aramışsın. Asel’i uyutuyordum, görmedim. Müsaitsin değil mi?”
“Şu an pek müsait değilim aslında. Nasılsınız diye sormak için aramıştım.”
Nasılsınız.
İlsu derin bir nefes aldı. Dudaklarını aralayacağı sırada arkadan gelen sesleri duydu. Tüm dikkati şu an telefonundan gelen seslere yönelmişti. “Ne yapıyorsun?”
Birkaç adım sesi duyuldu. Muhtemelen Aktan hareket halindeydi. “Çalışıyorum.”
“Yalnız mısın,” diye sorarken İlsu hafifçe doğruldu. Bir şeyler olduğundan, Aktan’ın yalnızca çalışmadığından emindi.
“Evet,” diye bir cevap verdiğinde Aktan’ın ses tonu değişti. Sesi öncekine nazaran biraz daha kalınlaşmıştı. “Bir şey mi oldu?”
“Arkadan gelen sesler neyin nesiydi?” İlsu doğrudan sorma kararı almıştı.
“Ne sesi?”
“Aktan, bildiğin sesler geldi işte. Söylesene, ne oluyor?”
“Bir şey olduğu yok, İlsu.” Aktan biraz duraksadı. Devam ettiğinde ses tonu biraz daha sakindi. Karısına karşı ılımlı yaklaşmaya çalışıyordu. “Neden şüphe ediyorsun? Çalışıyordum, duyduğun sesler bununla ilgili olabilir.”
Tam o sırada gelen bir gülme sesi, Aktan’ı yalanlamaya yemin etmiş gibiydi. Bir ses daha duyulduktan sonra Aktan bu sefer duraksamadan açıklamasını yaptı. “Baha geldi.”
Bu seferde telefonda Baha’nın sesi duyuldu. Aktan’a nazaran sesi biraz daha uzaktan geliyordu. “Yenge, selam!”
“Merhaba, Baha,” derken İlsu’nun kafası epey karışıktı.
“Peyda’yla yaklaşık bir saat önce konuşmuştuk. Hâlâ yanında mı?”
“Evet, salonda o.”
“Peyda ve Arel sana emanet,” dediği sırada Aktan da Baha’ya yönelik konuştu. “İlsu ve Asel de Peyda’ya emanet.”
İlsu bu konuşmayı bir an önce sonlandırmak istediğine karar verdi. Yaslandığı duvardan ayrılıp doğrulduğunda “görüşürüz o zaman. Dikkat edin kendinize,” diye mırıldandı.
“Görüşürüz, İlsü,” derken Aktan’ın sesi fazla şefkatliydi. İlsu bir an ona haksızlık edip etmediği konusunda ikileme düştü. “Seni seviyorum.”
İçi sadece iki kelimeyle sıcacık olmuştu. “Ben de seni seviyorum.”
Telefonu kapattıklarında İlsu derin bir nefes aldı. Nefesini verirken gözleri Asel’in uyuyor olduğu odaya kaydı. Kapıyı hafifçe aralayıp onu kontrol etmeye karşı olan ihtiyacını giderdi. Bu, onun her gün defalarca kez tekrar ettiği bir rutin haline gelmişti.
Asel beşiğinde uyuyordu, İlsu’nun bıraktığı gibiydi. Kısa bir süre onu izledikten sonra odanın kapısını kapatıp salona doğru ilerledi. Bir yandan telefonundan Peyda’nın attığı mesajı açıyordu.
“Uyumadı mı?”
“Siz gittiğinizde Arel uyandı birde bu arada.”
İlsu, telefonunu cebine koyarken nihayet salona girmişti. İlsu’nun adımlarını duyan Peyda ise başını, koltuğa yatırdığı Arel’den kaldırıp arkadaşına çevirdi. Arel ile oynadığı oyuna küçük bir ara vermişti. “Oo,” derken harfleri gereğinden fazla uzattı. “Siz buraya gelir miydiniz?”
Gülerek Peyda ve Arel’in oturduğu koltuğun diğer ucuna oturdu İlsu. “Asel biraz zor uyudu. Birde Aktan’la konuştuk. Baha da yanındaymış, seni sordu bana.”
Peyda başını hafifçe sallayıp oğluna döndü. Arel’in hemen yanında emzik vardı fakat Arel emziği kabul etmiyordu. Yine de Peyda emziği yanında taşımaya devam ediyordu. Arel emziğe çok alışsın istemezdi fakat yine de ara sıra onu emzikle görmek onun açısından hiç fena olmazdı.
“Bir gün büyüyeceksin,” derken Arel’in yüzünü bir kez daha ezberlemek istermişçesine izledi. “Ama böyle sen karşımdayken, yanımdayken…” Derin bir nefes aldı. “Kucağımdayken zaman dursun diyeceğim.”
“Asel avucunu parmağıma sardı, sonra nefesi zamanla yavaşladı. Biliyor musun, o kadar farklı bir his ki… Benden bir parça o.”
Peyda, oğlundan gözlerini ayırmadı, gülümsemeden edemedi. “Asel de senin gibi olacak biliyor musun? İnsanların bir bakışıyla içini yakacak ve sonra da bir gülüşüyle her şeyi unutturacak. Sabah telaş, akşam sükûnet gibi olacak. Önce kalplerin ritmini karıştıracak, sonra tek dokunuşla düzene sokacak.”
İlsu’nun da bakışları Arel’in üzerinde gezindi. “Sessiz ama gözleriyle her şeyi anlatıyor sanki.”
“Sen bir de büyüyünce onu gör teyzesi,” derken Peyda Arel’in burnunu canını acıtmak istemeyerek hafifçe tuttu ve iki yana sallayarak sıktı. Arel’in dudaklarından bir gülücük çıktığında Peyda elini geri çekti ve Arel’de elinin tersini burnunda gezdirmeye başladı. “Bazen gözümün içine bakıyor,” diye İlsu’nun az önce kurduğu cümleye değindi Peyda.“İçimi okuyor gibi. Susuyor ama sanki her şeyi biliyor.”
“Sessiz çocuklar en derin bakanlar olurmuş. Arel de onlardan.”
Arel, kendi yaşıtlarının aksine pek ağlamazdı. Sakin gibi görünürdü fakat bulunduğu ortama da kolay adaptasyon sağlayamazdı. Sıklıkla gülerdi ama sadece içinde bir şeyleri uyandıranlara gülerdi. Mesela annesine, babasına… Bazense İlsu teyzesine ve Aktan amcasına.
Kimi zaman ise Asel Miray Algın’a.
“Büyünce nasıl olacaklar acaba?”
“Beraber büyüyecekleri kesin,” derken Peyda içten içe geleceğin hayalini kurdu. Beraber oynayacakları zamanları, ders çalışacaklarını, birbirlerine her daim destek olacaklarını ve beraber büyüyeceklerini… Tüm bunların hayali bile güzel geldi ona o an.
“Kim bilir birbirlerine karşı duyacakları sevgi nasıl olur? Yakın olurlar mı?” İlsu’ya tüm bunlar olağan dışı geliyordu. En yakın arkadaşıyla kendisinin bir bebekleri olmuştu ve onların da yakın olabilecekleri düşüncesi ona inanılmaz geliyordu.
“Göreceğiz.”
O an derin bir sessizlik oldu. Odada sadece Peyda, İlsu ve Arel’in nefes sesleri duyuluyordu.
“Bana sorarsan kalplerini şimdiden birbirlerine örüyorlar,” dedi Peyda. Arel’i dayanamayarak kucağına aldı. “Birbirlerine yetecek kadar sevmeyi öğrensinler, yeter.”
“Aynen öyle,” diye mırıldandı İlsu. “Günün birinde ‘anne’ diyecekler. Ve biz o gün yeniden doğacağız.”
Günümüz
Asel Miray Algın
Dün annemle beraber direkt hastaneye gitmiştik ve sonuç olarak bana önerileri birkaç günlüğüne istirahat etmem olmuştu. Elimde sadece iki ilaç vardı ve bunlardan birisi karın ağrıma, diğeri ise mide bulantım içindi.
Okul formamın yakasını düzeltirken aynadan kısa bir süre kendimi izledim. Yüzüm sahiden de çok solgun görünüyordu fakat bu bugün okula gitmeme engel olmamalıydı. Çantamı almadan önce odamdan çıkıp mutfağa ilerledim. Bir şeyler atıştırdıktan sonra ilaçlarımı içip okula gitmem en iyisi olacaktı.
Mutfağa girdiğimde annemin tezgâhın önünde bir şeyler yaptığını seçebilmiştim fakat bunun ne olduğunu sırtından dolayı göremiyordum. Çok takılmadan masanın yanındaki sandalyelerden birinde oturan Aref’in yanına yerleştim. Onun da bakışları doğrudan bana döndü.
“Umarım okula gitmeyeceksindir ve bu kıyafetleri hasta olduğunu unutup giymişsindir.”
Aref’in cümlesiyle beraber annem işini bırakıp doğrudan bana döndü. Aref, iyi halt yemişti. “Asel, güzelim, niye formanı giydin? Git, değiştir onu. Biraz daha rahat ve kalın şeyler giyin. Havalar zaten yavaş yavaş soğumaya da başladı.”
Yanağımın içini ısırırken gözlerimi ikisinden de kaçırdım. Şimdi başımı önüme eğmiştim ve henüz boş olan tabağımı izliyordum. “Bugün okula gitmek istiyorum aslında. Boşuna devamsızlık yapmak istemiyorum.”
“Ne devamsızlığı Allah aşkına ya,” diye lafa atladı Aref. “Rapor almıştır annem sana.”
“Daha ciddi durumlarda devamsızlık yaparım. Ayrıca devamsızlığımın lazım olduğu günlerde ileride illaki olur, bunu bilemeyiz. Boşa gitsin istemiyorum sadece.”
Aref sandalyesinden kalkmadan kendini geriye doğru itekledi ve bu da sadece sandalyenin ön kısmının havaya kalkmasına neden oldu. Hafifçe ayaklarıyla kendine destek vererek öne ve geriye olmak üzere sallanmaya başladı. “Çok saçma kararlar alıyorsun açıkçası. Evde durmak varken niye okula gidesin ki?”
Bakışlarımı kaldırdığım sırada annem söze girdi ve bu da ona bakmamı sağladı. “Seni hasta olsan da okula gönderirdim, Aref,” dediğinde Aref’e ters bakışlarını gönderiyordu. Aref’e göz ucuyla baktığımda sırıttığını gördüm. Annem bu sefer bana yönelik konuştu. “Ayrıca şu an belki kötü hissetmiyor olabilirsin fakat okulda da hissetmeyeceğinin garantisini bana verebilir misin? Dün de okula gitmeden önce gayet iyiydin. Sonrasında okula seni almaya geldiğimde ağlamaklıydın. Her an her şey olabilir, kızım.”
Doğruyu söylüyordu lakin ben…
“Bu yüzden Miray bugün okula gitmiyor,” derken Aref, son kelimedeki harfleri olabildiğince uzattı. Sinirlerimi bozuyordu.
Yalnızca birkaç dakika sonra kahvaltımız hazırdı ve hepimiz sofradaydık. Annem çok güzel bir sofra hazırlamıştı. Gözlerim masanın üzerinde gezinirken telefonumdan gelen bildirimle bakışlarımı ekrana çevirdim. Bu sırada annem çaylarımızı dolduruyordu.
Mesaj Arel’dendi.
Son birkaç günde bana karşı tavırları ve ilgisi hayli değişmişti. Beni şaşırttığı zamanlar sıklıkla oluyordu. Aslında şöyle bir düşünce ilk zamanlarda da bana karşı dengesiz davranışları çoğunlukla oluyordu. Nedenini bilmiyordum fakat onunla ilgili şeyleri merak ediyordum. Herkese –kendime dahi- itiraf edemediğim, kabullenemediğim şeyler vardı ve Arel bu şeylere dâhildi. Onunla olan ortak geçmişimiz sonucu her ne olursa olsun ilgi alanımdaydı.
“Günaydın, nasılsın?”
“Umarım mesajımı hemen görmezsin. Bu saatte uyanık olmamanı diliyorum.”
Kolumda hissettiğim temasla birlikte irkilerek yan tarafıma döndüğümde, Aref’in telefonuma eğilip mesajları okumaya çalıştığını gördüm. Şaşkınlıktan gözlerim irileşmişti. “Ne yapıyorsun, Aref?”
“Kim yazdı? Sadece günaydın kısmını okuyabildim.”
“Sana ne kimin yazdığından?”
Aref gözlerini devirdiğinde ağzına ne ara aldığını bilmediğim domateslerden birini attı. Umursamaz görünmeye çalışıyordu. “Sorun değil. Zaten kimin yazdığını görmüştüm.”
“Öyle mi? Kim yazmış bana?”
Anneme göz ucuyla baktıktan sonra bakışlarını bana çevirdi. “Bana da nasıl olduğunu sormak için yazdı fakat kısa bir süreliğine görüldü attım. Kahvaltı yaptıktan sonra cevap vermeyi düşünüyorum fakat bundan da emin değilim. Bakacağız duruma göre işte.”
Arel ona da mı yazmıştı? Ya da ona Arel mi yazmıştı? “Kim,” diye sordum merakla. Başkası da yazmış olabilirdi.
“Miran.”
Annem az önce doldurmuş olduğu çaydan bir yudum aldıktan sonra hızlıca bardağını masaya koydu. “Arel mi yazdı size?”
“Efken işte anne ya. Yazıyor sürekli.”
Annemden önce lafa atladım. “Sürekli mi yazıyor?”
“Arel mi yazıyor?”
Aref ardı ardına sıraladığımız sorulardan henüz yeni başladığımız halde bıkmış olacak ki suratı tahammül edemez bir hâl aldı. Kaşlarıyla anneme beni işaret etti. “Ne sormak istiyorsan bak şu kızına sor. Arel bana ilk defa geçen yazdı zaten ve o da Miray içindi.”
Annem ciddi bir ifadeyle Aref’e başını sallayıp bana döndü. Yutkunmadan edemedim. “Arel sana mı yazıyor?”
“Ne var ki bunda,” diye sorarken gerilmeden edemedim. Evet, Peyda teyzem Arel’in soğukluğundan sıklıkla bahsederdi fakat okuldaki yüzü ve bana karşı ayrı olarak gösterdiği yüzü her şeyden farklıydı. Her yerde apayrı davranıyordu ve gerçeğini ayırt etmek zordu. Henüz ben bile emin olamamıştım.
“Merak ettim, kızım. Söylesene.”
Gerginlikten mi yoksa sahiden mi bilmem fakat o an karnıma gittikçe artan bir ağrı girmişti. Kusacak gibi hissettiğimde kimseye bir şey söyleyemeden hızlıca sandalyemden kalktım ve mutfaktan koşarak çıktım. Koridorda banyoya doğru koşarken arkamdan annemlerin sesini duyabiliyordum fakat söylediklerine dikkat veremiyordum.
Elimi hızlıca ağzıma bastırdım fakat bu gereksiz bir çabaydı. Neyse ki banyoya çoktan varmıştım ve hızlıca klozetin kapalı olan kapağını kaldırıp üzerine eğildim. Gerçekten de kusuyordum.
Açık olan banyonun kapısından ilk Aref’in geldiğini seslerinden anladım. Saçlarımı tuttuğunda kaçıncı kez olduğunu bilmesem de bir kez daha öğürdüm. Aref’in nasıl bir midesi olduğuna her seferinde şaşırmadan edemiyordum. Yerinde olsam biri kusacak olursa onun yanına ben de kusmaya başlardım.
Son bir kez daha öğürdüğümde bunun devamı gelmedi. O kadar bitkin hissediyordum ki başımı kaldıracak halim bile yoktu. Az önceki enerjim şu an tamamıyla beni terk etmiş, üstüme büyük bir yorgunluk bırakmıştı.
“Sen bir de okula mı gitmek istiyordun?”
Annemin sesini duyduğumda herhangi bir cevap veremedim. Bakış hizama giren peçeteyi görmemle başımı hafifçe elin sahibine çevirdim. Aref hafifçe tebessüm edip peçeteyi dudaklarıma doğru uzattı ve hiç iğrenmeden siliverdi. Ardından peçeteyi çöp kovasına atıp doğrulmama yardım etti ve lavaboya kadar beni yürüttü. Bu sırada da annem bizi izliyordu.
Yüzümü yıkayıp aynadan kendime baktığımda, aklıma kahvaltıya oturmadan önce hazırlanıp aynada kendime baktığım an geldi. O zaman içten içte iyi hissettiğimi düşünüyor olsam da, şu an ne kadar da kötü bir hâlde olduğumun farkındaydım.
Aref, annemle beni acilen bir işinin olduğunu söyleyip banyoda yalnız bıraktığında, avuç içlerimi yasladığım lavabodan ayırdım. Annem kolumu nazikçe tuttu. “İyi misin?”
Başımı hafifçe salladım. “Biraz uyusam iyi olacak ama sanırım. Birden yorgun düştüm.”
“Bir şeyler ye de öyle uyu.” Başıyla hafifçe kapıyı işaret edip devam etti. “İlaçlarını da içmen lazım. Okula gitmek istiyorsan önce iyileşmen lazım ve iyileşmek için de güzelce dinlenmelisin.”
“Biraz uyuyayım, sonra yerim.”
Annemin yüzü, itiraz kabul etmeyen bir şekle bulandı. Kolumu tutup beni mutfağa çekiştirirken karşılık vermeyi ihmal etmedi. “Önce bir şeyler yiyip ilaçlarını iç. Sonra uyursun.”
Mutfağa annemin zoruyla girdiğimde masaya kısaca bir göz gezdirdim. İçimden ciddi manada herhangi bir şey yapmak gelmiyordu. İştahım varsa bile kustuktan sonra tamamen o da kaçmıştı. Henüz bir şeyler yemek istemiyor, sadece doğrudan uyumak istiyordum. Bu yüzden masada duran telefonumu elime alıp kapıya doğru ilerledim ve gözlerini benden bir an olsun ayırmayan anneme çok kısa bir süreliğine baktım. “İştahım gerçekten yok. Uyandığımda söz, ne istersen yerim. Şimdi sadece biraz uyumak istiyorum. “
Bir süre kararsız bir şekilde bana baksa da, sonuç olarak başını sallamaktan başka bir şey yapmadı. Anneme hafifçe gülümseyip kapının eşiğinden geçtim ve koridorda yürürken içten içe bir an önce odama varmayı diledim. Odama girmek üzereyken Aref’in bana seslendiğini duydum.
“Güzelce dinlen, Miray.” Bakışlarım ona döndü. Bu sırada hızlıca birkaç adım atıp yanıma geldi ve yüzündeki hafif tebessümle dudaklarını anlıma bastırdı. “Okula gideceğim şimdi. Ayrıca Miran’la konuştuk, seni merak ediyor. Bilmen gerekir diye düşündüm.”
Onun yüzündeki tebessüm, benim yüzüme de bulaştı. Bu sefer de ben dudaklarımı onun yanağına bastırdım. Geri çekildiğimde ikimiz de hâlâ gülümsüyorduk. “Teşekkür ederim. Güzelce dinleneceğim ve sen de dikkat et kendine.” Derin bir nefes aldım. “Ayrıca dua et hastalığım bulaşıcı olmasın.”
Dilini damağına vurup ses çıkmasına neden oldu. “En fazla hastalıktan yataklara düşüp ayağa kalkamaz olurum ve okula mecburen gidemem.”
“Ben olsam o kadar emin olmazdım.”
Aref geriye doğru adım atmaya başladı fakat gözü hâlâ benim üzerimdeydi. Kaşlarını kaldırıp indirirken, tüm dişlerini sergileyerek sırıttı. “Sen öyle san. Annemin dediklerine bakma, kıyamaz o bana.”
“Orasını bilemem artık,” derken, onun önüne dönüp merdivenlerden inişini izledim. Bakış açımdan tamamen ayrıldığında odama girdim ve kendimi yatağıma bıraktım. Okul formamı daha sonra değiştirecektim. Şu an her ne kadar rahat hissedemeyecek olsam da ayağa kalkmak istemiyordum. Fazlasıyla üşeniyordum.
Telefonumdan bildirim sesi geldiğinde sadece birkaç saniyeliğine tavanı izlemeye devam ettim. En sonunda bakışlarım ağır ağır yanımdaki telefonuma kaydı. Bu sırada telefonumun ekranı yeni kararmıştı. Sağ elimi, sol tarafıma doğru uzatıp telefonu elime aldım ve cenin pozisyonuna girdim.
Hava durumuyla ilgili bir bildirim gelmişti. Bugün havanın kaç derece olacağı yazıyordu ve yanında da sağanak yağışlı olacağı belirtilmişti.
Aniden aklıma Arel gelince hızlıca sohbete girdim. Ona görüldü atmış gibi olmuştum fakat Aref onunla konuştuğu için nedenimi zaten biliyor olabilirdi. Yazdığı iki mesajı da baştan okuyup yanıtladım.
“Günaydın.”
“İyiyim, sen nasılsın?”
“Kusura bakma, görüldü atmış gibi oldum biraz…”
Mesajı gönderdiğimde çift tik olmuştu fakat henüz gördüğüne dair bir işaret çıkmamıştı. Zaten hemen görmesini de beklemiyordum. Yine de içten içe çok geç görmemesini diliyordum. Birazdan uyuyacaktım ve uyuduğumda cevap verirse elimden bir şey gelmeyecekti.
Tam da bu sırada ekrana gelen çağrı bildirimiyle gözlerim arayan kişinin isminde gezindi. Erdal arıyordu.
Aramayı hiç duraksamadan yanıtladım. Sesim, şu anda solgun görünen tenimin aksine heyecanlı çıkmıştı. Erdal’ı özlemiştim. “Erdal,” diye atılmamın sebebi de buydu belki de.
“Asel,” derken gülümsediğini hissettim. “Nasılsın? Nasıl gidiyor?”
Ona sebepsiz bir şekilde hasta olduğumu söylemek ya da belli etmek istemedim. “İyiyim. Sen nasılsın?”
“Ben de iyiyim. Ders saatin kaçta bilemedim fakat fırsatını bulmuşken seni arayıp şansımı denemek istedim.”
Gözlerim istemsizce çalışma masamın üstünde duran duvar saatine kaydı. Okula gitmiş olsaydım henüz derse on yedi dakika kalmış olacaktı. “Dersim dokuzda başlıyor. Bunun dışında bugün okula da pek gitmek istemedim.” Ortaya küçük bir yalan attım. “Anneme bugün biraz yardımcı olacağım.”
Çok kısa bir süre yalnızca gittiğim okul hakkında konuştuk. Daha sonra konu kendiliğinden değişti. “Seninle boş yapmayı da epey özlemiştim. İyi geldi.”
Ona katıldım. “Zaten ben de henüz hiçbir şey yapmıyordum. Boş boş tavanı izliyorum.”
“O tavanda ne var hâlâ anlamadım. Ne zaman konuşsak ya duvarı ya da tavanı izliyorsun.”
“Diğer eşyalarımın hakkını yeme,” derken güldüm. “Sadece seninle konuşurken onları detaylı bir şekilde inceleme fırsatım oluyor. Geçen yine seninle konuşurken kalemliğimdeki kalemlerden birkaçının eksik olduğunu fark ettim. Arada sohbetin sarmasa da konuşmak iyi oluyor anlayacağın.”
“Yalnız ayıp ediyorsun, Asel. Benimle konuşmaya çalışan nice insan var. Bil isterim.”
“İnsanlar seninle konuşmaya çalışır, sen ise benimle konuşmaya çalışırsın.” Küçük bir kıkırtı duydum. Onun gülmesi beni de mutlu etmişti. “Anlatabiliyor muyum?”
“Pek değil ama bununla idare edeceğiz artık.” Derin bir nefes aldı ve kapı açıp kapatma sesi geldi. Ardından bir yere bir şeyi fırlattı ve çıkan ses yankılandı. Muhtemelen ayakkabısını giyecekti. Aklıma aniden bir soru takıldı. “Sen de mi okula gitmedin?”
“Evet,” derken sesi öncekilere nazaran uzaktan geliyordu. “Benim de birkaç işim var. Bugün onları halletmem gerekiyor.” Kısa bir süre ikimizde sessiz kaldık. Bu sırada telefonuma bildirim düşmüştü fakat ne olduğuna bakmayıp telefon kulağımdayken tavanı izlemeye devam ettim.
“Dışarı çıktım şimdi. Oradasın değil mi?”
“Evet,” diye mırıldandım.
“Dün ne oldu biliyor musun? Evde tek başımaydım ve fazlasıyla da yorgundum. Basit bir şeyler yapmayı düşünerekten pilav yapmaya karar verdim.” Erdal yaşadığı olayı anlatmaya devam ederken arka plandan araba sesleri geliyordu. “Pilava tuz yerine şeker koymuşum.”
“Ciddi misin? Gözün o kadar mı bozuk, Erdal? Şeker ve tuzu görünüşlerinden de mi ayırt edemedin?”
“Mutfak ilgi alanım değil ama.”
“Bunu bir zahmet normal bir insan bile bilsin yani.”
“Sonuç olarak tatlı bir pilav çıkardım ortaya,” dedi. Ciddiyetine anlam veremedim fakat alaycı tavrımdan da ödün vermedim.
“Patentini al bari, boşa gitmesin.” Güldüğünde gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatıp açtım. “Kapatıyorum o zaman. Tavan bana trip atıyor, onu ihmal ettim.”
“Selam söyle.”
“Söylerim. Görüşürüz, Erdal.”
Çağrıyı sonlandırmadan önce son bir cümle kurdu. “Görüşürüz, güzelim.”
Telefonumu kulağımdan uzaklaştırdığımda aramanın sonlandığını belli eden sesi duydum. Az önceki bildirime bir bildirim daha eklendi ve telefonumun ekranına baktım. Erdal yazmıştı ve diğer bildirim ise Arel’e aitti. İlk olarak Erdal’ın mesajını okudum.
“Önce sen kapat, diyecektim.”
Gülümseyerek mesajını beğendikten sonra Arel’in mesajına göz gezdirdim.
“Araba kullanıyordum, hemen bakamadım.”
“Aref, durumundan bahsetti. Mide bulantın devam ediyormuş, kusmuşsun. Okula gelmeye kalkıştığından da bahsetti. Doktorun sana önerdiği şeylerden dışarı çıkma. İstirahat etmen gerektiği bariz bir gerçek ve boşuna kendini zorlama. İyileştiğinde dilediğini yapabilirsin zaten, Asel.”
Mesajlarını okuduğumda yazdıklarını hiçbir şekilde beklemediğimi fark ettim. Az önce modum yükselmiş olsa da şu an tekrardan düşmüştü. Evet, Arel bu yazdıklarıyla beni düşündüğünü belli etmişti fakat bu kötü hissetmeme engel olamamıştı. Ne cevap vereceğimi bilemeyerek parmaklarımı klavyenin üzerinde gezdirdim. Sürekli yazıp yazıp siliyordum.
“Düşündüğün için teşekkür ederim. Dersiniz başlamak üzere, iyi dersler.”
Mesajı gönderdiğimde sıkıntı içerisindeydim ve gönderdiğim mesajın aniden görülmesi ise afallamama sebep olmuştu. Saate baktığımda derse yalnızca altı dakikanın kaldığını gördüm. Arel hızlıca yazmaya başladı.
“Yanlış bir şey söylediysem özür dilerim.”
Hiçbir şey yazmadan ekrana bakmaya devam ettim ve yazıyor olduğu bir diğer mesajı bekledim.
“İyileşmeni ve iyi olmanı istiyorum sadece. Nasıl İlsu teyzem ve Aref iyiliğini düşünüyorsa, Çiğdem nasıl olduğunu merak ediyorsa; ben de o şekildeyim işte.”
Parmaklarım bir kez daha klavyenin üzerinde gezindi. Ben ona bir cevap yazar yazmaz hemen ardından o da bir cevap verdi.
“Boş ver, sorun değil.”
“Boş vermek mi? Seni mi?”
Mesajını üst üste birkaç kez okumadan edemedim. Arel, geçmişte de olduğu gibi şimdi de içimde bir yerlere dokunabiliyordu. Yazdığı mesaja karşılık ne diyebileceğimi bilmiyordum. Kaçışı, konuyu değiştirmekte buldum.
“Sınıf ne durumda? Yerime kim oturdu?”
“İsim versem kim olduğunu anlayabilecek misin?”
Doğru söylüyordu aslında. Bir mesaj daha yazdı.
“Çiğdem’in çantası var şu an. İstersen gidip yerine oturabilirim. ;)”
Dilediği yere oturabilirdi. Sıra meselesini sadece konuyu değiştirmek için açmıştım. Yine de yapıp yapmayacağı hakkında ikileme düşmüştüm. Giderse eğer Çiğdem’in yanına mı oturacaktı? Gerçi o Pamir’in yanından ayrılmazdı ki.
Yeni bir cevap yazdım ve o da yanıt vermeyi ihmal etmedi.
“Olan Çiğdem’e olur.”
“Çiğdem’le çok iyi anlaşırız biz.”
“Orasını bilemem artık. Ben aranıza biraz geç katıldım sonuçta.”
“Eh, doğru. Ama şöyle bir düşününce de sonuç olarak artık aramızdasın. Hiç olmayadabilirdin ve biz seninle şu an mesajlaşmıyor da olabilirdik.”
Gözlerim saate kaydı ve dersin her an başlayabileceğini fark ettim. Tekrardan ekrana baktığımda Arel’in ek olarak bir şey yazmaya yeltenmediğini gördüm. Onun yerine ben yazmaya başladım.
“Hoca geldi mi bilmiyorum fakat gelmediyse bile gelmek üzere olmalı.”
“Bu yüzden iyi dersler, Arel.”
“Ve beni düşündüğün için de içten bir şekilde teşekkür ederim. Açıkçası ileride samimiyetimiz nasıl olur bilmiyorum fakat seninle geçmişteki gibi bir Arel ve Asel olmayı çok isterim. Sebebini sorgulama, sadece seninle geçirdiğimiz her türlü zaman diliminde ben eskileri çok özlediğimi fark ettim.”
Mesajı gönderdikten sonra derin bir nefes aldım. Bu kadar açık olmam hata mıydı yoksa doğru olanı mı yapmıştım bilmiyordum fakat ben genellikle çoğu zaman açık sözlü bir insan olarak hareket etmiştim. Şu an için ise tek yapabileceğim içten içe doğru olanı yapmış olmayı dilemekti.
Arel, saniyeler içerisinde mesajlarımı yanıtladı ve tercihimde yanılmadığımı bana sözleriyle ispatladı.
“Benim de dile getirmek istediğim pek çok şey var Asel fakat bunları söylemeden önce bir şeylerden emin olmam gerekiyor. ‘Beni bilirsin, küçükken de bir şeyleri söylemekten çekinen tarafım vardı’ diyeceğim ama ben sana o tarafımı hiç göstermedim. Senin yanında zaten birçok şeyden oldukça emindim.”
“Ben de seninle ‘Arel ve Asel’ olmayı çok isterim.”
“Sen de bunun sebebini sorgulama.”
“Gitmem gerekiyor. Sen de istersen eğer sonra konuşuruz.”
“Görüşürüz, Asel.”
Mesajlarına herhangi bir yanıt vermedim, veremedim. Ona sadece kısaca görüşürüz diyebildim fakat mesajlarını defalarca kez okumadan da edemedim. Zaten bir süre sonra uyuya kalmıştım ve sadece o noktada mesajlarından gözlerimi ayırabilmiştim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |