

Bölüm: 5
17.07.2005
Yazarın Anlatımıyla
Evde kahkaha sesleri yankılanırken Peyda gözlerini devirdi. “Bu kadarda komik değil ama. Tamam, yeter, gülmeyin!”
Baha, Aktan ve Yılmaz birkaç günlüğüne şehir dışına çıkmıştı. İlsu’nun fikriyle, onlar gelene kadar üçü -İlsu, Peyda ve Cemre- bir arada kalacaktı. Bugün ikinci günlerinin akşamıydı. Yemek yiyor, ayrıca sohbet ediyorlardı.
İlsu ve Cemre yavaş yavaş sakinleşirken Peyda telefonuna gelen bildirime baktı. Baha ona mesaj atmıştı. Şu an cevap vermek istemiyordu; bu yüzden telefonunu tekrar kapatıp yemeğine odaklandı.
“Baha değil mi,” diye sordu İlsu. “Niye cevaplamıyorsun? Merak etmiştir belki.”
Peyda omuz silkti. “Şu an arkadaşlarımla yemek yiyorum ve fazlasıyla meşgulüm.”
“Bir şey mi oldu,” diye sordu Cemre. Baha ve Peyda’nın ne kadar yakın olduklarını biliyordu ve Peyda’nın az önceki tepkisine epey şaşırmıştı.
“İlla bir şey olması gerekmiyor.”
Cemre hafifçe başını sallayıp çatalını salataya uzattı. “Ben Yılmaz’ın mesajına bakmasam olay çıkarır.” İlsu ve Peyda’nın ona şaşkınlıkla baktığını görünce açıklama yaptı. “Yılmaz, nasıl desem… Hiç romantik değil. Çok odun! Bende o kadar romantik değilim ama o benden daha beter. Bazen onu hiç anlamıyorum.”
İlsu lafa girdi. “Öyleyse neden evlendiniz ki?”
“Onu seviyorum. Sadece bazen sorunlar yaşayabiliyoruz tabii ki.”
Peyda öne doğru eğildi. Yüzünde bir sırıtış belirmişti. “Sana birkaç şey önermemizi ister misin?”
“Olur, ama ne?”
Peyda kısa bir süre İlsu’ya baktıktan sonra tekrardan Cemre’ye döndü. “Bak şimdi,” diye lafa başladı. “Şöyle güzel bir akşam yemeği yediğinizi düşün. Sofrayı güzelce hazırlarsın, süslersin falan. Yemeği yediğiniz esnada Yılmaz’ın gözlerinin içine bak…”
Cemre lafını böldü. “Sen hep öyle mi yapıyordun?”
İlsu kahkaha atmaya başladığında bu sefer Peyda’da ona eşlik etti. İkisi kahkahalarla gülerken Cemre ofladı. “Tamam, hadi devam et.”
Peyda derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştı fakat gülmemek İlsu’ya bakarken oldukça zordu. Eline bir bardak su alıp içmeye başladığında İlsu devam etti. “Bak şimdi, sen Yılmaz’la göz teması kurarken romantik şeyler söylemelisin. Yılmaz ne kadar odundur bilmiyorum ama bunlar genelde işe yarayan şeyler.” İlsu, Peyda ile bakıştı. “Sonra gözlerinin içine bakarken ‘gözlerinin derinliklerinde kaybolmak istiyorum’ falan de.”
Peyda kahkaha atmaya başladığında İlsu gülmekten nefes alamıyordu. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Cemre de gülüyordu fakat onların ki kadar çok değildi. Telefonunu eline alıp birkaç tuşa bastığında, İlsu ve Peyda gülerek onu izliyordu. Telefonu kulağına yasladığında diğerleri merakla izliyordu.
“Alo?”
Cemre hafifçe İlsu ve Peyda’ya baktı. Ardından karşı taraftan ses gelince devam etti. “Nasılsın canım?”
İlsu başını Peyda’nın omzuna yaslayıp gülmemek için kendini zor tuttu. Kahkaha atmak üzereydi ve şu an hiç sırası değildi. Peyda başını ovuşturup kıkırdıyordu. Cemre, onları gördükçe gülecekmiş gibi oluyordu fakat kendini tutmak için elinden geleni yapıyordu.
“Bende iyiyim çok şükür. Kızlarla yemek yiyorduk, seni özledim. Aramak istedim şimdi.”
Yılmaz kaşlarını çatarak Baha ve Aktan’a baktı. Aktan ona “hayırdır” der gibi bir bakış atınca telefonu sessize aldı. “Size az önce anlattığım mesele birader. Cemre aradı şimdi. ‘seni özledim’ falan demeye başladı. Ne diyeceğimi şaşırıyorum.”
Baha telefonu kafasıyla işaret etti. “Hoparlöre al, biz yardımcı oluruz sana.”
“Eyvallah ya.”
Yılmaz telefonu hoparlöre alıp sesini geri açtı. “Bende seni özledim. Araman iyi oldu.”
Cemre hafifçe gülümseyip göz ucuyla arkadaşlarına baktı. Peyda fısıldadı. “Hoparlörü açsana.” Cemre başını sallayıp hoparlörü açtı. Ardından dirseğini masaya yaslayıp devam etti. “Gözlerinin derinliklerinde kaybolmak istiyorum.”
Peyda kahkahasını tutamayacağını anlayıp hızla odanın diğer ucuna koştuğunda, İlsu gülmeye başlamıştı. Telefonda bu duyulsun istemezdi ama elinden bir şey gelmemişti. Kahkahası kesintisiz devam ederken birden sandalyeye çok hızlı yaslandı ve sandalye geriye doğru düştü. Ne olduğunu anlamayıp çığlık attığında Peyda daha çok gülmeye başladı. Bu sefer Cemre’de gülmüştü.
“İlsu’nun sesi mi o? Ne oluyor? İyi mi İlsu?”
Telefondan Aktan’ın sesi gelince Peyda şaşkınlıkla dudaklarını araladı. Onlarında hoparlörde konuştuğunu anlamıştı. İlsu düşen sandalyeden kalkamaya çalışırken Cemre cevapladı. “İlsu sadece sandalyeden düştü ve iyi gibi durumu. Ve şunu söylemeliyim, benimle hoparlörde konuştuğuna inanamıyorum Yılmaz!”
Yılmaz’ın bir şeyler mırıldandığını duymuşlardı ama ne olduğunu anlayamamışlardı. “Ya deme öyle, deme. Hem sende hoparlörde konuşuyorsun; o kadar güldüler.”
“Onlar başka bir şeye gülmüş olamazlar mı?”
Birkaç mırıldanma daha duydular. “Özür dilerim. Gözlerimin derinliklerinde kaybolmak istiyordun en son…”
Cemre sinirle bağırmaya başladı. “Kaybolmak falan istemiyorum! Ne yapacağım ben senin gözlerini. Geçen dediğim tatil için söyledim ben onu, yoksa bana ne senin gözlerinden!”
“Kaybolmazsan kaybolma be!”
Cemre telefonu Yılmaz’ın yüzüne kapatıp bir köşeye sertçe koydu. Masadaki suyundan içerken İlsu ve Peyda çoktan eski yerlerine oturmuştu. İlsu elini belinden çekemiyordu. Beli baya ağrımıştı ve durmadan ovuşturuyordu. Peyda’nın gözleri ikisinin arasında git gel yapıyordu. Ne yapacağını bilememişti. İlsu, kendi telefonundan bildirim sesi gelince göz ucuyla baktı. Mesaj Aktan’dandı.
“İyi misin..?”
Günümüz
Asel Miray Algın
“Evet arkadaşlar, toparlanabilirsiniz.”
Matematik öğretmenimizin sesiyle eşyalarımı hızla çantama koymaya başladım. İlk gün böyle geçtiyse; gerçekten diğer günleri hayal bile edemiyordum. Dersler çok yavaş geçmişti. Belki de doğru düzgün bir şey işlemediğimiz içindi bu. Umarım ki bu böyle devam etmezdi; aksi takdirde çok çekilmez olurdu.
Sırtıma çantamı takıp ilerlediğimde, birden birisi hızla kapüşonumu başıma taktı. Bu ani hareketle birkaç adım sendelediğimde sinirle arkama baktım. Bunu yapan elbette Pamir’di. Derin nefesler aldığımda sinirlenmemeye çalışıyordum. Bu çocuk bana kafayı epey takmıştı. Pamir’le baya işimiz vardı.
“Ne yaptığını sanıyorsun Allah aşkına?”
Sırıtarak ayakkabısını benim ayakkabıma doğru uzattı. Kaşlarımı çatıp ne yapacağına baktığımda, ayakkabısı bağcığımın üzerine bastı ve yere sürterek yavaşça düğümü çözdü. Cidden beni sinir etmeye çalışıyordu. Anlamadığım neden bunu yaptığıydı. Ben ona ne yapmıştım ki? İlla birileriyle uğraşacaktı ve kurbanı olarak da beni seçmişti. Bu koleje karşı beklentim baya yüksekti ve bunu Pamir gibi öğrenciler iyice bozuyordu.
Ayakkabımın çözülen bağcığını umursamadan, ayağımı kaldırıp Pamir’in dizine doğru bir tekme attım. Normalde bu tarz şeyler pek yapmazdım ama Pamir öyle biriydi ki kendimi bundan alıkoyamamıştım. Birkaç kişiden uğultu yükseldiğinde onlara baktım. Bizi gülerek izliyorlardı. Başımı tekrar önüme çevirdiğimde Arel kolunu Pamir’in omzuna atmıştı ve doğrudan bana bakıyordu.
Kaşlarım istemsizce çatılınca “efendim,” dedim. Ses tonum baya tersleyici bir şekildeydi.
“Hiç,” deyip omuz silktiğinde başımı hafifçe salladım. Daha fazla bu ortamda bulunmak istemiyordum; bu nedenle arkamı dönüp hızlı adımlarla sınıftan çıktım. Adımlarım merdiven basamaklarında ilerlerken karşıda arkadaşlarıyla konuşan Aref’i gördüm. Yine de şu an hiçbir şekilde durmak falan istemiyordum. Basamaklar en sonunda bittiğinde okuldan nasıl çıktığımı anlayamamıştım bile. Öğrencilerin çoğu şu an benim gibi okuldan çıkıyordu. Çözülmüş olan bağcığımı umursamadan cebimden kulaklığımı çıkardım. Telefonuma bağladıktan hemen sonra, müzik dinleyerek eve doğru yürümeye başladım.
Yarın nasıl olurdu hiçbir fikrim yoktu; sınıfımdaki öğrenciler sinirlerimi bozmaya başlıyor gibiydi.
Üniversite sınavımız bu seneydi ve kendimi buna hiç hazır hissetmiyordum.
Sorunlarımı, rahatsız olduğum şeyleri veya streslerimi şimdi saysam sonu gelmezdi. Bunlarında biteceği ümidine tutunuyordum.
Eve geldiğimde saat çoktan dört buçuğu bulmuştu. Aref, hemen benden birkaç dakika sonra eve gelmişti. Eve geldiğim gibi hemen çantamdan kurtulmuş ve banyoya girmiştim. Banyo beni fazlasıyla rahatlatan şeyler arasındaydı. Kısa bir süre yıkandıktan sonra banyodan çıkmıştım ve hep beraber sofraya oturmuştuk.
Çoktan hava kararmıştı ve salonda yemek yiyorduk. Salatadan biraz ağzıma attığımda annemin bana seslendiğini yeni fark etmiştim.
“Asel, senin günün nasıl geçti kızım?”
Başımı hafifçe kaldırıp bana seslenen anneme baktım. Az önce Aref’in günü hakkında konuşmuşlardı. Tabii ben o sırada tamamen yemeğe odaklanmıştım ve onları dinlememiştim. Aklım başka yerlerdeydi. Çatalımı tabağıma koyup derin bir nefes aldım. “İyi geçti.”
Annem kaşlarını çattı. Bir şeyler olduğunu anlamış gibiydi. “Anlatsana biraz.”
“Arkadaş edindim. Çiğdem diye bir kıza var, sıra arkadaşım hatta; onunla tanıştım. Birkaç öğretmenle de tanıştık. Hocalarda gayet iyiydi.”
“Başka?”
“Başka ne?”
“Arel ile aynı sınıftaydınız…” annemin sözünü hızla kestim. “Evet, aynı sınıftaydık. O da oldukça iyi görünüyordu.”
“Asel, uzatma ama. Anlat, ne oldu?”
Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Sınıfa pek alışamadım. Kolej ama herkes çok şımarık. Bazı şeyleri çok saçmalıyorlar.” Biraz durduğumda annem ve Aref’in beni dikkatle dinlediğini gördüm. Devam etsem mi bilemiyordum. Pamir’den bahsetmeyi pek istemiyordum. “Neyse ya, olur değil mi böyle şeyler? Zamanla alışırım sınıfa, onlarda bana alışır.”
Annem devam edeceği esnada hızla ayaklandım. Normalde böyle yapmazdım ama gerçekten bu konu hakkında konuşmak istemiyordum. “Ben biraz hava almak istiyorum.”
Annem ilk başta duraksadı, sonra ise mecburen başını salladı. “Çok geç saate kalma sakın. Meraklandırma beni.”
Hafifçe gülümseyip salondan çıktım. Vestiyerden çantamı ve ceketimi alıp ayakkabımı giydikten hemen sonra dışarıya çıktım. Hava kararmıştı, ay çoktan gökyüzünde yerini almıştı. Bulutlu bir gecede olduğumuz için yıldızlar gözükmüyordu. Ben her zaman ayı seven kişilerden olmuştum. Bana göre geceler en çok mutsuzların yakın arkadaşıydı. Ya da ay… Ne zaman kötü hissetsem, canım yansa ya da ağlasam ayı izlerdim. Ay her zaman yanımda olurdu çünkü. Yanımda kimse yoksa eğer, ay olurdu. Gökyüzüne baktığımda gözlerimin ilk aradığı şey hep ay olurdu. Bulutlu bir gecede yıldızları göremezsiniz, tıpkı şu anda da olduğu gibi. Evet, varlığını bilmenizde belki size yetebilir fakat hiçbir zaman insan gerçekten hiçbir şeyi olmadan kalmak istemez. Yanında gerçekten biri olsun ister, bir şey olsun ister. Hüznünü paylaşmak, içini dökmek ister… Ben de bu yüzden hep ayı sevmişimdir. Geceleri, benimle o paylaşır. Bense onu seyrederim.
Parka çoktan varmıştım. Bu park evimize oldukça yakındı ve çocukken bile hep bu parka gelirdim. Kaldırımda yürüdüğüm sırada parka göz attım. Benim dışımda şu an hiç kimse yoktu. Yavaş yavaş salıncağa yürüdüm ve üzerine oturdum. Hafiften sallanmaya başladığımda, birkaç ses duymamla başımı hemen sesin geldiği yöne çevirdim. Bir köpek bana doğru geliyordu.
Niye geliyordu?
Kendi kendime sorduğum bu saçma soruyla yüzümü buruşturdum. Salıncağı durdurduktan sonra bakışlarım köpeğin üzerinde sabit kaldı. Oldukça iri yarı bir köpekti ve bu epey bir gerilmeme sebep olmuştu. Durmak yerine bana yaklaşmaya devam ettiğinde, salıncaktan kalkıp birkaç adım geriledim. Köpekten o kadar çok korktuğum söylenemezdi ama bu köpek beni iyice germişti. Köpek başını benden ayırmadan havlamaya başladı.
Şimdi ne olacak..?
Köpeklere söylenilen şu meşhur “hoşt” kelimesini söyledim. Köpek gerilemek bir yana dursun, kıpırdamamıştı bile; aksine bana biraz daha yaklaşmıştı. Gözlerim dolmaya başlayınca her şeyi denemeye razı bir halde etrafa bakındım. Bağırırsam işler daha da kötü olabilirdi. Ayrıca etrafta yardımıma gelebilecek kimse gözükmüyordu. Yerden taş alıyormuş gibi yapmak için eğildiğimde köpek hırlamaya başladı ve hızla tekrardan doğruldum. Aklıma başka hiçbir şey gelmiyordu. Köpeği korkutamıyordum ve her an bana saldırabilirdi. Birden bire ani bir kararla gaza gelip köpeğe doğru tükürdüm. Köpek bir iki adım geri gittiğinde kulakları hafifçe eğilmişti. Ardından bir kez daha tükürdüğümde yavaşça uzaklaştı.
Dudaklarım aralanıp, ağzım açık kaldığında tamamen şaşırmış bir vaziyetteydim. Köpek, sırf ben tükürdüğüm için gitmiş olamazdı, değil mi?
Salıncağa oturmaktan vazgeçip banka doğru döndüğümde, Arel’in parka doğru geldiğini gördüm. Gözleri beni bulunca parkta başka birisi var mı diye bakındı, bunu çok rahat bir şekilde anlayabiliyordum. Ardından yanıma vardığında hâlâ nefes nefeseydim. Gözlerimi ondan bir an olsun ayırmıyordum. O da aynı şekilde beni izliyordu.
“Sen iyi misin?”
Yine lunaparkta olduğu gibi “çok iyiyim” kafasına giresim vardı fakat bu sefer sakin olmak istiyordum. “Köpek saldırıyordu az önce.”
Arel, bunu beklemiyormuş gibi bana baktı. “İyisin değil mi? Biri mi yardım etti? Nasıl kurtuldun?”
“Ben kendi halimde takılıyordum açıkçası. Sonra birden arkamda bir tane köpek belirdi, hırladı falan. Korkutmaya çalıştım ama olmadı.” Tükürme işini nasıl diyeceğimi bilemiyordum. Onu bende kendimden beklemiyordum fakat bir anlık olan bir şeydi ve bu beni kurtarmıştı. “Sonra şey oldu,” dediğimde dikkatle beni dinliyordu. “Neden yaptığım konusunda hiçbir fikrim yok. Sakın beni linçleme. Köpeğe doğru tükürdüm ve birden bire uzaklaştı. Evet, çok garipti ama gitti işte.”
Arel ciddi olup olmadığımı anlamak için bir süre yüzüme baktıktan sonra birden gülmeye başladı. Kaşlarımı çattığımda hâlâ gülüyordu. “Desene, köpeğin gururu incinmiş!”
Bir an boş bulunup, Arel’in cümlesine güldüğümde gülüşümü izledi. Bunu fark edip yavaşça gülüşümü yüzümden sildim. Başını yere eğdikten sonra bankı işaret etti ve beraber banka oturduk.
“Ee,” dedi Arel. “Okulu nasıl buldun?”
“Okul güzel,” diyerek parkı incelemeye başladım. “Sadece sınıfta birkaç gereksiz tip var o kadar. Şımarık tipler işte anlarsın ya.”
“Kimmiş onlar?”
“O sınıfta bu dördüncü yılın olacak ve bana mı soruyorsun bu soruyu,” dediğimde bakışlarımı Arel’e çevirdim. “Biliyor musun, sende eskisi gibi değilsin ve evet; tabii ki de eskisi gibi olmanı bekleyemem. Herkes çok değişti nasıl olsa.”
Bu sefer Arel bakışlarını parka çevirdi fakat ben hâlâ ona bakıyordum. “Ben herkes değilim.”
“Herkes olamayacak kadar değişmişsin.”
“Öyle mi dersin?”
“Evet,” dedim. “Ama tabii artık o 11 yaşındaki çocuk değilsin. Büyüdün, tıpkı diğer herkes gibi.”
“Beni herkesle aynı cümlede kullanmasan olmaz mı Asel,” dediğinde sesi biraz sinirli çıkmıştı. Sırf “herkes” kelimesini kullandığım için miydi tüm bunlar, anlayamamıştım. Ortamın iyice gerilmemesi için hafifçe başımı salladım.
Uzun süren sessizliğin ardından, artık rahatsızlık duymaya başladığım için ayağa kalktım. Bu ani hareketimle Arel’in bakışları hızla bana döndü. “Ben eve gidiyorum, geç oldu.”
“Eşlik etmemi ister misin?”
Arel’in sorusuyla kaşlarım havalandı. Okuldaki tavırlarından sonra böyle söylemesi bana oldukça garip geliyordu. Başımı iki yana salladığımda derin bir nefes aldı.
“Görüşürüz Asel.”
“Görüşürüz Arel.”
Yüzü dümdüz bir şekildeyken, başını gökyüzüne kaldırıp göğü seyretmeye başladı. Ona son kez baktıktan sonra önüme dönüp eve doğru yürümeye başladım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |