
Bölüm: 7
08.08.2015
Yazarın Anlatımıyla
“Ebe, ebe, ebe!”
Asel, Aref’in onun beline vurmasıyla hafif sendeledi ve hızla Aref’e doğru döndü. “Ben bunu saymıyorum! Annemleri dinliyordum, daha hazırlanmamıştım bile.”
“Ya sen hep hile yapıyorsun ama!”
Asel başını iki yana salladı. “Hayır, yapmıyorum. Ebe falan değilim, baştan başlayalım.”
Aref kollarını göğsünde kavuşturup Aktan ve Baha’nın yanına gittiğinde, Asel ofladı. Hemen arkalarında duran Arel çimlerin üstüne oturunca, Asel onun varlığını hatırlayıp yönünü ona doğru çevirdi. Arel sol elini yere vurunca Asel oturması gerektiğini anladı. Küçük adımlarla yanına gidip o da çimlerin üzerine oturdu. Başını Arel’in dizine yaslayıp uzandığında, Arel gülümsedi ve Asel’in saçlarını okşamaya başladı.
“Arel, sence ben çok mu hile yapıyorum?”
Arel duraksadıktan hemen sonra cevap verdi. “Birazcık.”
“Hile mi yapıyorum ben? Gerçekten mi?”
“Çok yapmıyorsun.”
Asel doğrulduğunda Arel hafif irkildi. Asel’in ani hareketi onu ürkütmüştü ve ona küsmesinden korkuyordu. Bazenleri tartışabiliyorlardı fakat küslükleri oldukça kısa sürüyordu. Yine de Arel böyle bir günde tartışmak dahi istemezdi. Hep beraber ailecek piknik yapmaya karar vermişlerdi ve günün zehir olmasını istemiyordu. Asel dudaklarını aralayıp bir şey söyleyecekken, bundan hemen vazgeçti. Az sonra tartışabilecekleri tabii ki de onun da aklına gelmişti ve o da bunu istemiyordu. Söyleyecek başka bir şey düşündü. “Yemek ne zaman hazır olur acaba?”
Arel, beklediği gibi bir şey duymadığı için memnuniyetle gülümsedi. Bakışlarını ebeveynlerine çevirdiğinde tahminini dile getirdi. “Bence birazdan hazır olur. Sofrayı kurmalarına yardım edelim mi?”
Asel hafifçe başını salladı. Arel ayağa kalkıp elini Asel’e doğru uzattığında, Asel tutmakta gecikmedi. Birbirlerinin elini bırakmadan ailelerinin yanına doğru ilerlediler. Aref, elindeki tavuğu babasının dizine oturmuş iştahla yiyordu. İlsu ve Peyda, hazırladıkları salataları tabaklara dağıtıyordu. Aktan ve Baha ise mangalla ilgileniyordu. İşleri bitmiş sayılırdı, sadece son olarak biberleri közlüyorlardı. Aref ağzına aldığı tavuğu çiğnerken ablasını ve Arel’i fark etti. Tavuğu yuttuktan sonra ablasının ona bakmasını bekledi ve birkaç saniyenin ardından göz göze geldiklerinde, aklına gelen şeyi yaptı. Bakışlarını Asel’den ayırmadan ağır bir şekilde tavuğuna eğildi ve ısırıp ağzına bir parça aldı. Başını tekrar kaldırdığında yavaşça çiğnemeye devam etti. Asel ise buna gıcık olup “ıy” dermiş gibi ağzını oynattı ve Aref’e dilini çıkardı. Aref de aynı hareketi ablasına yaptıktan hemen sonra başını Aktan’ın kıyafetine gömdü.
“Aref! Oğlum, üstüm kirlenecek; ağzın pis olmuştu senin,” deyip Aref’in yüzünü kendinden hafifçe uzaklaştırdı Aktan. Gömleğindeki lekeyi görünce, derin bir nefes alıp Baha’ya doğru baktı. Baha hafifçe sırıtıyordu. Çok vakit kaybetmeden Arel’e doğru seslendi ve Arel ona bakınca devam etti. “Oğlum, annenlerden ıslak mendil ister misin? Aktan amcanın üstü kirlendi.”
Arel başını salladıktan hemen sonra, Asel’in elini bırakıp annesinin yanına koştu. Arel annesinden ıslak mendil isterken Asel’de Baha amcasının yanına ilerledi. Baha hâlâ Aktan’a gülüyordu. Bunlar tabii ki de yaşanabilecek şeylerdi fakat Aktan ailesiyle çok zaman geçirmediği için tüm bunları nadiren yaşıyordu. Ailesini seviyordu, onlara zarar gelsin istemezdi. Sadece zamanı oldukça kısıtlıydı. Baha ise Aktan’ın aksine, zamanı olmasa bile ailesiyle vakit geçirmek için elinden geleni yapıyordu. Oğlu Arel’e, oldukça düşkündü.
Asel, Baha amcasına arkasından sarıldı. Baha bunu kimin yaptığını merak edip başını çevirdiğinde, gördüğü yüzle gülümsedi. “Babanı gördün değil mi, Asel?”
“Evet,” dedi Asel. “Aref gene yapmış yapacağını.”
Arel koşa koşa yanlarına geldiğinde elindeki mendili Aktan’a doğru uzattı. Mendili alan Aktan, üstünü silmeye çalışsa bile bunu pek beceremedi. Gününü mecburen bu lekeyle geçirecekti. Aref’in yüzüne baktığında ağlamak üzere olduğunu gördü ve alnına ufak bir öpücük kondurdu.
Arel onları kısa bir süre izledikten sonra bakışları tekrardan Asel’i buldu. Asel, Baha amcasından çoktan ayrılmıştı ve o da öylece durmuş kardeşini ve babasını izliyordu. Arel, Asel’in yanına doğru ilerlemeye başladı. Gözleri birbirlerini bulduğunda Arel gülümsedi. Elini Asel’e doğru uzatıp tutmak üzereyken, Asel hızla kollarını göğsünde birleştirdi. Bu Arel’i tamamen afallatmıştı.
“Asel… Ne oldu?” Asel yüzünü başka bir tarafa doğru çevirdiğinde, Arel ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Neden birden bire Asel’in böyle bir davranış sergilediğini anlayamıyordu.”Yüzüme bakar mısın? Ne olduğunu söyle de bileyim.”
Asel’in yüzü tekrardan Arel’e döndü. Bir süre bakıştıktan sonra, Arel’in anlamadığını gören Asel sözü devraldı. “Az önce elimi sen bıraktın.”
“İyi ama babam mendil getirmemi istemişti, ben ne yapabilirdim?”
Asel kollarını serbest bıraktı. “Beraber de gidebilirdik ama! Sen direkt bıraktın. Madem bırakmaya çok meraklısın, tutma o zaman!”
Arel’in omuzları aşağıya doğru çöktü. Böyle olacağını bilseydi asla onun elini bırakmazdı. Asel’in buna alınabileceğini düşünmemişti. “Ben bırakmaya değil, tutmaya meraklıyım, Asel.”
“Madem tutmaya çok meraklısın, bırakma o zaman.”
Arel, Asel’e elini uzattı. “Bırakmam,” dedi usulca. “Tabii sen de tutarsan.”
“Asel! Arel! Gelin artık, yemek yiyeceğiz!”
Asel onlara seslenen Peyda teyzesine baktı, ardından Arel’in ona uzattığı eline. Bakışları yukarı tırmanınca Arel’in ona umutla bakan gözlerini gördü. Yutkunarak arkasına döndü ve sofranın oraya doğru koşmaya başladı. Birkaç adım atmıştı sadece. Bu birkaç adımda dahi, arkasındaki gülümsemesini sevdiği çocuğun nasıl kırılacağını biliyordu. Hızla arkasına döndüğünde elini yavaşça indiren ve ona darbe almış gibi bakan Arel’i gördü. Bu sefer de onun yanına doğru koştu.
“Arel,” diye bağırdı koşarken. Yanına vardığında Arel’in yanağına, az önce babasının Aref’i öptüğü gibi hafif bir öpücük kondurdu. Ardından elini tutup çekiştirmeye başladı. “Gelsene hadi!”
Arel’in bakışları bir süre Asel’in elinde oyalandı. Sonra yüzüne baktı. “Neden az önce tutmayıp gittin ki?”
“Şimdi tutmak için.”
Arel, Asel’in elini sıktı. İkisi de birbirlerinin elini tutuyordu artık. “Annemler daha fazla sinirlenmeden bir an önce gidelim bence. Yemekten sonra onlarla oyun da oynarız.”
Asel başını salladıktan sonra tekrardan Arel’in elini çekiştirdi. Birkaç adım sendelediklerinde, bu sefer de Arel Asel’i çekiştirdi ve koşmaya başladılar.
Günümüz
Asel Miray Algın
Çantalarımızı sırtımıza aldıktan hemen sonra okulun zili çalmıştı bile. Film biteli yarım saat olmuştu. Bizi sınıflarımıza yönlendirdikten sonra tamamen boş bıraktılar ve bizde bu boşluğu Çiğdem’le beraber konuşarak geçirdik. Beraber takılmayı filmden hemen önce planlamıştık. Bu yarım saatte de neler yapabileceğimizi konuşmuş, hemen ardından da film hakkında sohbet etmiştik.
Merdivenlerden inerken önümde üç arkadaşıyla beraber yürüyen Aref’i görmemle adımlarımı hızlandırdım. Çiğdem’e kısa bir bakış attığımda hafifçe başını salladı. Anlayıp anlamadığını bilmiyordum ama yine de bence anlamamıştı. Tekrar Aref’e döndüğümde beni sonunda fark etti. “Miray,” diye seslendikten sonra yanındaki arkadaşlarına döndü. Aramızdaki mesafe oldukça azdı ve bu mesafeden oldukça rahat bir şekilde onları duyabiliyordum. “Siz önden gidin.”
Arkadaşları önden gitmek yerine önce bana doğru döndü. Aref’e birkaç saniye daha baktıklarında, en nihayetinde hedeflerinde yine ben vardım. “Aref,” diye mırıldandı arkadaşlarından birisi. Aref ve onun sağındaki çocuğun yanı sıra bu çocuk kahverengi gözlüydü. Aref göz rengini babamdan, bense annemden almıştım. Benim gözlerim yeşildi ve Aref ise mavi gözlüydü. “Bu, kız arkadaşın mı yoksa?”
Bir an şok içinde bunu söyleyen çocuğa baktığımda Aref gülmeye başladı. “Bize biraz müsaade edin.”
Aynı çocuk gülerek bana elini uzattığında, anı sorgulamaya başladım. Kardeşimle beni resmen sevgili sanıyorlardı! “Yengemiz oluyorsun o zaman,” dediği sırada daha fazla sessiz kalamadım. “Yengeniz falan değilim, bilip bilmeden konuşmayın. Sana herhangi biri sevgili olup olmadığımızı söyledi mi acaba? O kadar ergence bir şey ki,” derken Aref’e döndüm. “Duydun mu, yengeymiş!” Bakışlarım tekrar bana yenge diyen çocuğu buldu. “Ben Aref’in ablasıyım. Bundan sonra da bana ‘abla’ diyeceksin.”
“Sakin olur musun acaba? Bir an boş bulundum sadece, kusura bakma.”
Aref, şakaklarını ovuşturduktan sonra arkadaşlarına döndü. “Size önden gidin dememiş miydim ben? Hadi müsaade edin artık, yeter!” Arkadaşları uzaklaşmaya başlayınca Aref’le göz göze geldik. Yüzündeki gerginlik toz olup uçarken, genişçe gülümsedi.
“Ne var Aref?”
“Hiç,” diyerek omuz silkti. “Sen ne diyecektin?”
Doğru ya! Tamamen unutmuşum.
Arkama bakıp Çiğdem’in nerede olduğunu kontrol etme ihtiyacı duydum. Aref’in arkadaşları yüzünden asıl meselemi tamamen unutmuş, Çiğdem’i bekletmiştim. Düşündüğümün aksine Çiğdem, camın önündeki kalorifere yaslanmış vaziyetteydi ve telefonuyla ilgileniyordu. Tekrardan Aref’e döndüm. “Seni görmüşken haber vermek istedim. Ben bugün bir arkadaşımla takılacağım, yani eve geç gelebilirim. Anneme de haber vereceğim ama seni görmüşken söylemek istedim.”
“Ne kadar geç?”
“Çok uzun süreceğini sanmam. Akşam yemeğini sizinle yiyor olurum.” Aref başını salladığında devam ettim. “Görüşürüz o zaman. Bekletme o mükemmel arkadaşlarını.”
“Aradığımda telefonunu aç, sessize alma sakın.” Başımı salladım. “Mükemmel arkadaşlarımın yanına gideyim ben de.”
Güldüğümde o da güldü ve vedalaştıktan hemen sonra Çiğdem’in yanına doğru ilerledim. Neye bakıyordu bilmiyorum ama telefonu hâlâ elindeydi. Yüzü o kadar ciddi bir ifadeyle telefonuna bakıyordu ki, neye baktığını merak etmeden edemedim. “Beklettiğim için kusura bakma,” diye seslendim yanına varmak üzereyken. “İyi misin bu arada?”
Çiğdem, telefonunu cebine koyup bedenini kaloriferden ayırdı. Çantası omzundan kaymıştı ve bunu fark edip düzeltmeye koyuldu. “Evet, iyiyim. İşini hallettiysen çıkalım mı artık?”
“Hallettim, gidelim.”
***
Elimde sadece birkaç dakikadır duran, aynı kıyafetin iki bedenini de Çiğdem’e uzattım. “Bunları da dene. Az öncekinden çok daha güzeller ve saçlarının rengine de oldukça yakışırlar.”
Çiğdem benden birkaç adım uzaktaydı. Elindeki siyah elbiseyi heyecanla bana gösterdi. “Ya dur bir Asel! Bu sana çok yakışmaz mı sence de?”
Elbisenin görünüşü gerçekten oldukça hoştu. Kare yaka kesimine sahipti ve yaka kısmı beyaz, geri kalan kısmı ise siyahtı. Omuz kısımlarında büyük beyaz bir kurdele detayı vardı. Elbisenin bel bölgesi sıkı gözüküyordu ve alt kısmı kloş etek şeklinde genişleyerek zarif bir görüntü sunuyordu. Boyu muhtemelen dizimize gelecek şekildeydi ya da en fazla diz üstüydü.
“Ee, nasıl?”
Çiğdem’in sorusuyla elbiseden bakışlarımı ayırabildim. “Güzel görünüyor.”
“Güzel ne kelime,” diyerek birkaç adımda hızlıca yanıma geldi. Ona göstermek için elimde tuttuğum kıyafetleri alıp, yerine siyah elbiseyi koydu. “Muhteşem. Çabuk dene de bir görelim. Ben de diğer kabinde bu verdiklerini deneyeyim.”
Başımı salladığımda Çiğdem’le kabinlerin oraya doğru ilerledik. İlk kabine o girip gülümsediğinde, ben de bir diğer kabine girdim.
Elbisenin omuz kısımlarını düzelttikten sonra aynada bir süre kendime baktım. Elbise bedenime tam oturmuştu ve gerçekten çok güzel görünüyordu. İstemsizce kendi etrafımda döndüm, daha sonra ise son kez aynaya bakıp kabinin kapısını açtım. Çiğdem, kabinimin hemen karşısında iki kişiyle konuşuyordu. Ortalama 45-50 yaşlarında gözüküyorlardı. Kapının sesiyle herkesin bakışları beni buldu. Teyzelerden biri ilk bana, sonra da Çiğdem’e döndü. “Arkadaşın olan kız mı?”
Çiğdem, teyzeye başını sallayıp bana baktı. Elimi tutup, beni kendi etrafımda döndürdüğünde hayranlıkla gülümsüyordu. Onun hareketleri beni de gülümsetmeye yetmişti. “Ben dedim çok güzel diye. İstediğin her yerde giyebilirsin, çok yakıştı.”
Teyzelerden biri başını sallayıp gülümsediğinde, öbürü “maşallah” demeye başladı. Bu seferde ben Çiğdem’in elini tutup kendimden biraz uzaklaştırdım ve kıyafetini inceledim. “Sen de çok güzel olmuşsun. Bunu ve öbür elbiseyi al bence.”
Çiğdem başını sallayınca kıyafetlerimizi değiştirmek üzere tekrardan kabine girdik. Kasada giysilerin ücretlerini verdikten sonra da kahve içmeye gidecektik.
***
“Çok teşekkür ederiz, kolay gelsin.”
Çiğdem, kahvelerimizi getiren genç garsona teşekkür ettikten sonra bana döndü. “Buraya daha önce hiç gelmiş miydin?”
Düşünmeme gerek bile yoktu çünkü ben buraya tekrardan yeni yeni taşınmıştım. Yıllar önce de böyle bir yerin olmadığını hesaba katarsak doğal olarak buraya hiç gelmemiştim. Başımı iki yana salladıktan sonra kahvemden küçük bir yudum alıp sorusunu yanıtladım. “Buraya yeni taşındığımı unuttun sanırım.”
Çiğdem de kahvesinden bir yudum aldığında, başını yan tarafına doğru çevirip kaldırımda yürüyen insanları izlemeye koyuldu. Kahvelerimizi içeride değil, dışarıda içmek istemiştik; bu yüzden rüzgâr sayesinde ferahlamamızın yanı sıra dışarıyı daha net görebiliyorduk. “Babamla buraya çok sık geliyorum. Güzel bir yer, seninle de gelmek istedim.”
Ben babamla neredeyse hiçbir şey yapmıyorum.
Yapmıyordum.
“Baban nasıl biri? Ya da ailen?”
Çiğdem derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. Hareketinin aynısını yaptığımda yüzüne ciddiyet bulaşmıştı. “Babam,” diye başladı sözlerine. “Baba olmayı gerçekten beceriyor. Demek istediğim herkes iyi bir baba olamaz ama benim babam onların aksine gerçekten iyi biri. Anneme gelecek olursak,” diye duraksadığında bir süre yüzümü izledi. Bir karara varmaya çalıştığı çok net anlaşılıyordu ve bu kararın benimle bir ilgisi olup olmadığını da az çok tahmin edebiliyordum. “Sana güvenmek istiyorum Asel. Güvenebilir miyim?”
Başımı sallayıp onu onayladım.
“Annem ben doğduktan birkaç yıl sonra babamdan boşanmış. Bir çocuk istemiyormuş ve bana hamile olduğunu öğrendiğinde kürtaj yaptırmak istemiş. Babam ise, onun aksine hep bir baba olmak istiyormuş. Bir çocuğu olsun istiyormuş. İlk adımlarına şahit olmak, ilk anlarında yanında olmak, çocuğunun ağzından bir ‘baba’ kelimesini duymak istiyormuş. Annem beni her ne kadar istemese de babam için fikrinden vazgeçmiş. Ama bu da bizi terk edip gitmek içinmiş işte. Ben doğduğumda bir süre bizimle kalmış. Daha sonra babamı bir mektupla terk etmiş ve aylar sonra dönüp boşanmak için geldiğini söylemiş.”
Anlattıkları şeyler o kadar kötüydü ki… Anne sevgisinden küçük bir çocuk mahrum kalmıştı. Birinin yüzüne “anne” dediyse bile, bu kişi asla onun öz annesi olmamıştı. Annesi ona masal anlatmamıştı. Anne yemeklerini tatmamıştı. Annesiyle beraber pasta yapmamış, ortalığı batırdı diye tatlı bir azar bile işitmemişti. Çiğdem, annesiz büyümüştü.
“O kadının adını babam bana hiçbir zaman söylemedi. Annesiz büyüdüm fakat babam onun aksine hep yanımdaydı. Bana annelik yapmamış olabilir, yine de bazen insan bir annesi olduğuna inanmak istiyor işte… Babamla ayrı yaşıyoruz. Ne yaşamış olursam olayım, depresif bir kişiliğim olsun asla istemedi ve ben de kendimi asla öyle düşünemiyorum. Kendi evimde istediğimi yapabiliyorum, bir ara gelirsin sen de.” Hüzünle başımı salladığımda devam etti. “Senin ailen nasıl peki?”
Ben de onun aksine anne sevgisini çok iyi tatmıştım. Fakat babamı her ne kadar çok sevsem de, onunla istediğim kadar vakit geçirememiştim.
“Babam öldü.”
“Ne?”
Derin bir nefes alıp duruşumu dikleştirdim. Gözlerim yine istemsizce dolmaya başlamıştı. Zaten ne zaman konusu açılsa böyle oluyordu. “Babam,” diye mırıldandım. “Benim yüzümden öldü.”
Çiğdem, tek seferde ayaklanıp sandalyesini yanıma çekti. Başım öne eğik olduğu için ancak bu kadarını seçebiliyordum. Bana doğru eğilip elimi tuttuğunda, gözyaşlarım çoktan akmaya başlamıştı. “Eğer kötü hissetmeyeceksen bana her şeyi anlatabilirsin, Asel. Ne yaşandı ya da neyden bahsediyorsun, bunları henüz bilmiyorum fakat her ne olursa olsun yanında olacağımın garantisini verebilirim.”
“Babam çok işkolik birisiydi, işe gittiğinde bazen eve gelmediği bile oluyordu. Onunla geçirdiğimiz zamanlar oldukça kısıtlıydı. O ölmeden önce…” Ağzımdan küçük bir hıçkırık kaçtı. “Oldukça tuhaf davranıyordu ve işlerinin yolunda gitmediğini bize de söylüyordu. Birkaç gün sonrasında da işleri için evden bir süre uzakta olacağını söyledi. Ben o gitmeden önce bir şeyler yapmak istedim. Belki de bencilceydi fakat ailemizde doğum günü en yakın olan kişi bendim ve doğum günümü erken de olsa onunla kutlamak istedim, Çiğdem. Keşke böyle bir isteğim olmasaydı ya, keşke! Ortam falan her şey hazırdı fakat babam yoktu. Onu arayıp o kadar çok baskı yaptım ki… Doğum günümü kutlamak için geleyim derken öldü. Trafik kazasıyla.”
Başımı en sonunda kaldırdığımda Çiğdem’in de gözleri dolu bir vaziyetteydi. Ardından elimi bıraktığında, ben daha ne olduğunu anlayamadan kollarını boynuma sıkıca sardı. Öylesine bir sarılmadan çok destek vermek, yanımda olduğunu belli etmek için sarılmış gibiydi. Titreyen ellerimi kaldırıp, yavaşça ona doladığımda gerçekten yanımda olduğunu hissettim. Hem de o kadar çok hissettim ki… İki yaralı çocuk birbirlerine sarılıyordu ve belki de bu iki çocuk, bunca zamandır kendilerine benzeyen birilerini arıyordu.
“Biliyor musun, Asel? Sınıfa geldiğin ilk gün, seninle yakın olacağımızı gerçekten hissetmiştim.”
Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip gülümsedim. “Eğlenip takılmak için geldik ama şu halimize bir bak.”
Çiğdem de gülümsediğinde dikkatimizi dağıtan şey, ardı ardına çalınan korna sesiydi. İkimiz de bir süredir olan bu sesin farkına yeni varmıştık. Bakışlarımız aynı anda yola döndüğünde, arabasının içinden bize doğru bakan Pamir ile göz göze geldik. Eliyle “gelin” işareti yaptığında kararı tamamen Çiğdem’e bırakmıştım. O ne isterse onu yapacaktım. Bana baktığında düşünüyor gibiydi. “Kahveler soğudu zaten. İçte kalkalım.”
Bardağımın içinde çok az kahve kalmıştı. Onu da içtiğimde poşetlerimi aldım ve Çiğdem’le beraber ayaklandık. Ücreti kahvelerimizi alırken ödediğimiz için tekrar kasaya dönmek zorunda değildik, bu yüzden çıkmamız çok kısa sürdü. Arka kapıyı açıp binmemle, Çiğdem de yanıma oturdu ve benim açmış olduğum kapıyı kapattı. Pamir bize doğru döndüğünde Çiğdem selam verdi.
“Geçerken sizi gördüm ve çağırmak istedim. Umarım bölmemişimdir?”
Çiğdem omuz silkti. “Zaten kalkmak üzere gibi bir şeydik,” dediğinde ben de onaylarcasına başımı salladım. Pamir memnuniyette gülümsediğinde önüne döndü ve arabayı çalıştırdı. Dikiz aynasından yüzü gözüktüğü için bir süre bakışlarımı oradan ayırmadım. Onun da bakışları dikiz aynasına kayınca göz göze geldik. “Evinin yerini söylesene, ilk seni bırakacağım. Çiğdem’le bizim evlerimiz yakın.”
“Arel’in evini biliyorsundur muhtemelen,” dediğimde başını salladı. “O taraflardayım ben de. Gittiğinde tarif ederim.”
“Tamamdır.”
Yaklaşık birkaç dakikadır hepimiz sessizdik. Pamir’in ne düşündüğüyle ilgili hiçbir fikrim yoktu fakat Çiğdem’i ise az çok tahmin edebiliyordum. Muhtemelen o da benim gibi konuştuğumuz şeyleri düşünüyor olmalıydı. Birine içimi dökmek gerçekten çok iyi gelmişti ve her an tekrardan ağlayabilirdim. Ağlarsam eğer sebebi tek bir şey olmazdı. Çiğdem için ağlayabilirdim mesela. Ya da babam için, biri bana sarılıp yanımda olduğu için…
Çalan telefon sesiyle, düşüncelerimin hepsi bir çırpıda yok oldu. Birinin –ki bu muhtemelen Pamir’in- telefonu arabaya bağlıydı ve şu an birisi arıyordu. Pamir, direksiyon hakimiyetini sürdürürken elini telefonuna doğru uzattı ve ekranda yazan ismi okudu. “Arel arıyor. Telefon arabaya bağlı olduğu için bu şekilde konuşsam sizin için bir sorun olur mu?”
“Hayır, tabii ki de,” diye seslendi Çiğdem. “Açsana, yazık, daha fazla bekletme çocuğu.”
Pamir kaşlarını çatıp Çiğdem’e dönerken, ben başımı cama yaslamış, onları izliyordum. “Yazık mı?”
“Bak hâlâ bekletiyorsun. Senin gibi arkadaş olmaz olsun, Pamir Baler.”
“Bak kızım!”
“Lan açsana şu lanet telefonu!”
Pamir ağzını oynatarak bir şeyler mırıldandı. Ardından en sonunda aramayı cevaplamayı akıl edebildi. Telefonunu hemen yanındaki koltukta duran ceketinin üzerine koyduğunda Arel’in sesi kulaklarımıza ulaştı. “Alo? Meşgul müsün?”
“Hayır ama geç cevaplayabildim, kusura bakma.”
Bunun üzerine Çiğdem, Pamir ve Arel daha yeni konuşmaya başlamış olmasına rağmen dayanamamış gibi “oo,” diye bağırdı. “Pamir Bey ne de nezaketliymiş böyle. Bunca zamandır adamı çok yanlış tanımışız, birden böyle onu kusura bakma derken görünce gözlerim yaşardı.”
Pamir’in bakışları dikiz aynasından Çiğdem’i buldu. Şu an varlığımı belki de unutmuş bile olabilirlerdi çünkü o derece de birbirleriyle ilgileniyorlardı. “Düzgün davranan taraf olsan sana da nazik olunur fakat düzgün davranmak ve seni bir arada görmek mümkün mü sence, Çiğdem?”
Çiğdem’i savunmak istiyordum. “Pamir sözlerini bari düzgün seç. Ben okula geldiğimde hiç yanlış bir davranışım olmamasına rağmen benimle uğraşıp durdun. Nezaket ve seni bir arada görmek daha zor bence.”
Benim cümlemin ardından tartışmaya devam edecektik fakat telefonda bizi dinleyen Arel’in sorusuyla resmen kavga sonlandı. “Siz beraber misiniz?”
“Evet, maalesef,” diyen Pamir’e Çiğdem kısa bir bakış attı. “Geçerken tesadüfen onları görünce eve bırakmak istedim. Şu an Asel için sizin oraya yaklaşıyoruz bu arada.”
Telefonun ucundan kısa bir süre cevap gelmedi. Bir an telefon mu kapandı diye düşündüm fakat Arel sessizliğini fark etmiş olacak ki çok geçmeden cevap verdi. “Peki o zaman. Bu arada seni aslında bir mevzu için aradım. Ne alakaları var bilmiyorum ama babam Kutay’la anlaşma yapması gerektiğini söyledi.”
“Bizim Kutay mı?”
“Evet, bizim Kutay. Birkaç belge imzalaması gerekiyormuş. Babamın Kutay dediğini duyunca onunla görüşmek için ben gitmek istedim ama babamı öyle zor ikna ettim ki tahmin bile edemezsin. Ha birde, telefon numarası babamda varmış ama yazdığı kâğıdı kaybetmiş ve onun numarası bir süredir bende de yok. Sen de var mı numarası?”
Pamir, Arel görmese de başını salladı. “Var bende. Biraz bekle atacağım.”
“Tamam, sağ ol. Görüşürüz bu arada, dikkatli gidin.”
“Sen de sağ ol, görüşürüz.”
Arel’in aramayı sonlandırdığına dair ses duyduğumuzda aklımdan ilk geçen şeyler Kutay ve şu imzalaması gereken belgeler oldu. Mesele bizi ilgilendirmiyordu fakat merakıma da engel olamıyordum.
“Arel’in evinin olduğu civara yaklaştık. Gerisini senin tarif etmen gerekiyor, Asel.”
Pamir’in sesiyle ilk dikiz aynasından bana bakan gözlerine, ardından yanımdaki camdan dışarıya baktım. Evimi az önce geçmiştik. “Evim geride kalmış bu arada. Hemen arkadaki evlerden birinde oturuyorum. Arabayı geriye doğru sürmen gerekiyor.”
Pamir başını sallayıp derin bir nefes aldı ve araba evimin hizasına gelince onu durdurdum. Poşetlerimi sağ elime aldıktan sonra Çiğdem’e döndüm. “Okulda görüşürüz, Çiğdem. Güzel bir gündü. Her şey için teşekkür ederim.”
“Ben teşekkür ederim. Görüşürüz.”
Arabadan inmeden önce son olarak Pamir’e baktım. “Sana da teşekkür ederim, zahmet oldu biraz.”
“Aynen öyle. Neyse, dikkat et kendine.”
“Sen de,” diye seslenirken arabanın kapısını açıp aşağı indim. Kapıyı kapatmadan önce bana gülümseyen Çiğdem’e karşılık verdim ve sonunda demir kapının önündeydim. Kapıyı açıp içeri girdiğimde, Pamir de arabasını sürmeye başlamıştı.
***
Eve geleli yaklaşık 2 saat olmuştu. Anneme aldıklarımı gösterdikten sonra onlarla akşam yemeğini yemiş, biraz takılmış ve ardından bulaşıkları yıkama görevini üstlenmiştim. Bugünkü Çiğdem’le olan konuşmamızdan dolayı aklımdan babam hiçbir şekilde çıkmıyordu ve bu kendimi berbat hissetmeme neden oluyordu.
Masamda oturmuş kafamı dağıtmak için test çözüyordum ancak bu mümkün değildi. Bacaklarımı kendime doğru çekip sarıldım ve başımı dizlerime gömdüm. Gözyaşlarım yine akmaya başlamıştı. Suçluluk duygusu beni hiç bırakmayacak gibiydi.
“Anne… Miray…”
Aref’in sesi aklımdan çıkmıyordu. Gözlerinin doluşu ve dudaklarının titreyişi… Ne yapacağını bilememesi…
“Babamın telefonundan aradılar. Babam… Kaza geçirmiş. Trafik kazası…”
Hıçkırarak ağlamaya başladığımda, elimi ağzıma doğru götürüp kendimi susturmaya çalıştım ama bu mümkün değildi. Babamın ölümünü aşmak mümkün değildi. Özellikle de o benim yüzümden ölmüşken ağlamamak hiç mümkün değildi. Sesim artmaya başladığında, elimi ters çevirip ısırmaya başladım. Annemlerin beni duymasını ve buraya gelmesini istemiyordum.
Canım acımaya başlasa da, bir süre elimi ısırmaya devam ettim.
Dayanamıyordum.
Olmuyordu…
Elimi ağzımdan uzaklaştırıp masadan bir hışımla kalktım ve kendimi yatağın yanına doğru attım. Belimi yatağa yasladığımda üstüme büyük bir halsizlik çökmüştü. Ellerim saçlarımı çekiştirmeye başlamıştı. Zihnimdeki düşünceleri susturabilmek için durmadan başıma vurmaya başlamıştım.
Dayanamıyordum.
Susmuyorlardı…
En sonunda tamamen halsiz düşmüştüm ve gözlerim kapanmaya başlamıştı. Bugün için son kez babamın yüzünü anımsadım. Zaten sonrası ise karanlıktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |