
Bölüm: 8
05.11.2010
Yazarın Anlatımıyla
Peyda, bulundukları odanın kapısını kapatıp elindeki kahvelerden birini İlsu’ya doğru uzattı. Onlar için bu yine sıradan bir gündü. Oldukça zor bir gün…
“Ben hâlâ Aref uyanınca onun sesini duyamayız diye korkuyorum. Çocuğu yan odada da olsa tek bırakmak hiç içime sinmiyor. Kapıyı açarsak da Arel ve Asel rahat durmayacaktır. O kadar stresli bir durum ki…”
Peyda, İlsu’nun yaklaşık yarım saattir durmadan söylediği şeyleri yeniden dinliyordu. O da bir anneydi ve İlsu’yu çok iyi anlıyordu.
Yine her zamanki gibi buluşmuşlardı. İlsu, Aref’i uyuttuktan sonra hemen yan taraflarında olan Arel’in odasına yatırmıştı. İçi pek rahat etmiyor, sürekli oğlunu kontrol etmeye gidiyordu. Aref yanlarında olsun isterdi ancak oğlunun gürültüden uyumayacağını ve durmadan ağlayacağını o da çok iyi biliyordu. Ayrıca Asel ve Arel, Aref’in uyumasına pek müsaade etmeyebilirdi. Zaten odanın kapısını kapatma sebeplerinden biri de buydu. Asel ve Arel henüz 3 yaşındaydı ve tam yaramazlık zamanlarına giriyorlardı. Aref’e bilmeden zarar verebilir, onu uyandırabilirlerdi. Bunun yanı sıra evi dağıtıp Peyda’nın başına iş çıkaradabilirlerdi. Bu Peyda’yı yorabilir, İlsu’nun da olanlardan utanmasına neden olabilirdi. Neyse ki gerekli önlemleri almaya çalışıyorlardı ve Peyda yakın arkadaşına anlayışla yaklaşıyordu.
Peyda, arkadaşına gülümsedi. “Son yarım saattir yaptığın gibi düzenli olarak kontrol ederiz. Canını çok sıkma ve hadi kahveni iç artık,” diyerek gözleriyle İlsu’nun kahvesini işaret etti.
İlsu, kahvesini dudaklarına yaklaştırırken Asel onun bacağını dürttü. Bakışları kızına kayınca kahvesini hemen sehpanın üzerine koydu. Bir bacağını sehpayla kızının arasına koyup onu olabildiğince uzak tutmaya çalıştı. Bir yerlerini yaksınlar istemiyordu ya da Peyda’nın başına yeni bir şey daha çıkarmak istemiyordu.
Asel, küçük ellerinden birisiyle annesine tutundu ve öbür elini de koltuğa yasladı. O da Arel gibi yeni yeni konuşmaya başlamıştı. Yeri gelince dediklerini diğer insanlar pek anlamasa da, annesi her hareketinden bir şeyler çıkartabiliyordu.
“Anne,” diyerek İlsu’nun ona baktığından emin olan Asel, koltuğa tutunduğu eliyle karşılarında ki bir diğer koltuğu işaret etti. İlsu ve Peyda işaret ettiği yere birkaç saniye baktıktan sonra tekrar Asel’e döndü. Aynı anda Peyda’nın içini bir sıkıntı kaplamıştı. “Ayel oyaya gitti. Ben de istiyoyum ama beni almıyoy.”
Peyda hızlıca ayaklanıp koltuğun oraya doğru ilerledi. Arel bir yerlere saklanmaktan son zamanlarda çok zevk alıyordu ve bu Peyda’nın işini oldukça zorlaştırıyordu. Her gün onu evde durmadan arıyordu. İşin kötüsü Arel de bunun farkında olduğu için hiçbir ses çıkarmayıp annesinin onu bulmasını bekliyordu. Peyda bazen onu dolabın içinde gülümseyerek beklerken, yatağın altına bir şekilde girip uyurken ya da bunlara benzer birçok şekilde dururken buluyordu.
Koltuğun arkasını daha net görebilmek için eğildiğinde Arel’in gülme sesi bulundukları odanın her tarafına yayıldı. Peyda derin bir nefes alırken, İlsu onun her gün neler çektiğini düşünmeden edemedi. Peyda kollarını Arel’e doğru uzattı. “Arel, gel buraya.”
Arel’den “I ıh”a benzer bir ses çıktığında Peyda diretti. “Hadi ama oğlum. Bak Asel seninle oynamak için geldi, sen saklanıyorsun ve o da üzülüyor. Ağlasın mı, Asel?”
“Ayyasın.”
İlsu, Peyda’ya yardımcı olmak için Asel’i kucağına alıp ayaklandı. Ses tonunu Arel’in de duyabilmesi için olabildiğince yükseltti. “İyi o zaman biz eve gidelim. Arel, Asel’le oynamak istemiyorsa burada daha fazla kalmayalım.” Asel eve gitmek istemiyordu ve ağlama moduna geçmek üzereydi. İlsu, kızının kulağına eğildi. “Gitmeyeceğiz annem, üzülme.”
Koltuğun arkasından sesler geldiğinde Peyda zaferle gülümsedi. Onun gülümsediğini gören İlsu da istemsizce sırıtmaya başlamıştı. Arel, Peyda’yı es geçerek başını Asel’i görme ümidiyle çevirdi. Yüzü asılmıştı ve Asel’i görmeye ihtiyacı var gibiydi. Asel’i İlsu’nun kucağında görünce, ayağa kalkarak İlsu teyzesinin yanına doğru koştu ve bacağına tutundu. “Bebek gitmesin.”
İlsu, Asel’i az öncekinden daha sıkı tutup bacağını tutan Arel’e baktı. “Ama sen saklanıyorsun. Asel’de sen saklanınca üzülüyor, bu yüzden onu eve götüreceğim. Başkalarıyla oyun oynar en azından ve mutlu olur.”
Arel başını iki yana salladı, kapıya doğru koşup kollarını iki yana açtı. Amacı kapıdan çıkmalarını engellemekten başka bir şey değildi. “Oynayacayız, lütfen gitmesin.”
“Tamam o zaman,” deyip Asel’e döndü. “Güzelce oynayın tamam mı?”
Asel iki elini ağzına götürüp gülünce, İlsu onu yere bıraktı. İkisi bir süre daha oyalanabilirdi. İlsu, Peyda ile göz göze geldiğinde aklına gelen ilk şeyi söyledi. “Aref’e bakıp geliyorum.”
Günümüz
Asel Miray Algın
Bugün okula ilk gelenlerden biri bizzat bendim. Çiğdem’le buluşalı haftalar olmuştu. Günler hep aynı geçiyor, rutinim hep aynı kalıyordu. Son haftalarda üstümde bir durgunluk vardı ve bunu bir türlü aşamıyordum. Annemle neredeyse hiçbir şey paylaşamıyordum. Bunun sebebi daha çok onu da etkilemek istemememdendi. Annemin aksine her şeyi Aref’e söylüyordum. Bazen çıkış noktam tam olarak Aref oluyordu. Aref beni anlayabiliyordu ve iyi hissetmem için elinden geleni yapıyordu. Ona yük olmak istemiyordum fakat yeri gelince o beni sıkıştırıp konuşturmaya çalıştırıyordu.
Soruyu bilmem kaçıncı defa okuyordum lakin kafamı tam olarak veremiyordum. Dün geç saatlere kadar uyanık kalmıştım ve şu an bunun eziyetini çekiyordum. Ders çalışmak bende tamamen bir takıntı haline gelmişti. Bir şeye sinirlendiğimde ya da kötü hissettiğimde kendimi derslerimin başında buluveriyordum. Şimdi de yine aynısı olmuştu fakat tek bir sorunumuz vardı: okuduklarımı anlayamıyordum.
Sorunun altını elimdeki uçlu kalemimle çize çize okunmaz hale getirmiştim. Git gide daha da sinirleniyordum ve yetmezmiş gibi birde streslenmeye başlıyordum. Kalemi test kitabımın üzerine fırlattığımda kafamı kollarımın arasına gömdüm. Bugün birilerine patlamazsam şükür namazı bile kılabilirdim.
“Sürpriz,” diye bağıran bir ses duyduğumda bu sesin sahibini tanımamak mümkün değildi. Günlerdir hiç sıkılıp usanmadan benimle ilgilenen kişi, yine ve yine keyfimi yerine getirmeye çalışıyordu. “Beni özlemişsindir dedim.”
Önümde duran kitabı içindeki kalemi umursamadan kapattım. “Ne kadar özledim, tahmin bile edemezsin.”
Aref sınıfın kapısını arkasından kapatarak içeriye girdi. Onun adımları bulunduğum yere gelirken parmaklarımı çıtlatmaya başladım. Sıranın etrafında dolanıp hemen yanıma oturdu ve dirseğini sıraya yaslayıp yanağını avucunun içerisine aldı. Gözleri benim üzerimdeydi. “Ee, nasıl gidiyor?”
“Baya iyi,” derken son kez parmaklarımı çıtlattım. “Erken gelmek iyi oluyor aslında, çalışmak için güzel bir fırsat. Evde sağ solla uğraşmam gerekiyor, pek zaman bulamıyorum, biliyorsun.”
“Zaman bulamamış halin evdeki halinse ben baya tembelim.”
“Evet, öylesin.”
“Susar mısın,” diyerek beni terslemeye çalıştı. İki eli de alnındaydı ve gözleri de kapalıydı.
“Tamam, susuyorum,” dediğimde başı bana doğru döndü. Benden büyük olsaydı eminim ki beni tam şu an dövmekle tehdit ederdi. Fakat ağlamak istiyorsa ağlayabilirdi çünkü o daha veletti.
“Şaka yaptım.”
Dudaklarımı birbirlerine bastırdım.
“Miray, gerçekten şakaydı.”
Hiçbir cevap vermedim.
“Hadi ama ya! Komik mi sanıyorsun kendini,” diye sorduğunda hiç beklemeden kendisi cevap verdi. “Eğer öyle sanıyorsan yanılıyorsun çünkü hiç de komik değilsin.”
Hafifçe başımı salladım.
“Bak bu yaptığım en büyük şakaydı işte. Hatta bu saatten sonra söz başka şaka yapmayacağım. Şakalar en çok sana yakışır zaten Miray çünkü gördüğüm en komik insan sensin.”
“Evet, biliyorum.”
Aref genişçe gülümseyince istemsiz olarak ben de gülümsedim. Hiç beklemeden kolunu omzuma attı ve kulağıma doğru yaklaştı. “Nasılsın bakalım?”
“Eh işte ya,” derken dudaklarımı birbirine bastırıp hızla açtım. Bu da ses çıkarmama neden oldu. “Sen nasılsın?”
Yaptığımın birebir aynısı yaptı. “İyiyim ve sen de iyi ol.” Kısa bir süre öylece durduk. Aref’i bilemezdim ama benim aklımdan hiçbir şey geçmiyordu. Sadece kafamı gömüp birkaç gündür yaptığım gibi öylece uyumak istiyordum. “Sınıfımın yerini biliyorsun. Bugün hep orada olacağım. Daima yanındayım Miray, bunu hiç unutma. Bir şey olursa, kırgın hissedersen ya da biriyle konuşmak istersen ben yanında olacağım. İlk aklına gelen kişi ben olayım.”
Bazen en çok bu kelimelere ihtiyaç duyarsınız…
Teşekkür ederim, Aref.
Başımı salladığım esnada sınıfa birkaç kişi girmeye başlamıştı. Bu da demek oluyordu ki ders saatine oldukça yaklaşmıştık. Aref, göz ucuyla onlara baktıktan sonra ayaklandı ve yanağımdan bir makas alıp gülümsedi. “İyi dersler, Miray.”
“İyi dersler, Aref.”
***
Hocanın sesini her ne kadar duyuyor olsam da, bilincim açık sayılmazdı. Sadece işitiyordum fakat istesem de bu halde anlayamıyordum. Bulunduğum pozisyon da beni iyice rahatsız etmeye başlamıştı. Başımı kolumdan kaldırmadan öbür tarafa çevirdiğimde, bugünkü beşinci uyuyuşumdu. Derslerde ister istemez uyuya kalıyordum. Konulardan geri kaldığımda yoktu çünkü eve gidince çok sıkı bir şekilde çalışmış oluyordum. Şu an dördüncü dersteydik ve kesinlikle teneffüse girmeyi istemiyordum. İlk dersten bu yana durmadan uyandırılmış, neden böyle uyuduğum sorgulanmıştı. Çiğdem’in siteminden bahsetmiyorum bile.
Hocanın adım seslerinin yaklaştığını hem duyabiliyor, hem de hissedebiliyordum. Bulunduğumuz sıranın hemen yanında durduğunu da aynı şekilde hissetmiştim. Sadece birkaç saniyenin ardından bu cinnet kadının sesini işittim. “Arkadaşının rahatsızlığı mı var? Ne bu böyle, iki dersimde de kalkamadı.”
İstifimi hiç bozmadan gözlerim kapalı bir şekilde durmaya devam ediyordum. Pamir bile beni sinir etse de kaldıramamıştı. Bu kadın mı kaldıracaktı?
“Evet hocam,” diyen Çiğdem’in sesini birkaç saniye içerisinde duydum. “Bu aralar durumu pek iyi sayılmaz.”
“Sınava girecek olan ben değilim. Arkadaşın da bu dersten muaf değil.”
Şeytan diyor ki, vur bir tane!
Pardon, o öğretmenimizdi, unutmuşum.
Filiz hocanın adımları uzaklaşınca, başımı hiç kaldırmadan Çiğdem’e doğru çevirdim. Gözlerimi araladığımda hissetmiş gibi onun da bakışları beni buldu. Sırıtmadan edemedim. O da bu tavrım karşısında göz devirince gülümsemem iyice genişledi ve başımı tekrardan kollarımın arasına gömdüm.
***
Durmadan dürtülüyordum ve bu artık sinir bozucu olmaya başlıyordu. Benim uykum onları ilgilendirmiyordu fakat onların davranışları bunun tam zıttıydı. Başımı hiç kaldırmadan ve beni dürten kişinin kim olduğunu bile bilmeden bağırdım. “Ne var lan, ne var!”
Sonunda üstümdeki o el uzaklaşmıştı. Sonunda!
“Aslında bu kadar çok dürtmeyecektim ama öldün sandım,” diyen Arel’in sesini duyunca başımı kaldırıp çenemi kollarıma yasladım. Yüzü beklediğimin aksine endişeli duruyordu. Cidden öldüm sanmış olamazdı, değil mi? “İyi misin, Asel? Hiç deyip geçme yine. Öyle olmadığını biliyorum fakat söylemiyorsun da.”
“Bir şey olmadığı için olmasın?”
Arel oflayıp ellerini sıranın üzerinde birleştirdi. Yüzünün hareketlerinden dişlerini sıktığını anlayabiliyordum. Gözlerimi ondan ayırıp, yaptığının aynısını yaptığımda dişlerim sızladı ve elimi yanağıma götürdüm. Ani hareketimle Arel’in bakışları hızla bana döndü. “Ne oldu? İyi misin?”
Elimi yanağımdan çekmeden ona kötü kötü baktım. “Bir git ya! Hepsi senin yüzünden oluyor.”
İnanamazmış gibi bana baktı. “Ben ne yaptım? Sıkıldıkça beni tersliyorsun. Bu agresifliğin neden, ben anlayamıyorum.”
“Bir nedeni yok. Durup dururken benimle uğraşan sizsiniz.”
“Ne yaptığımı söylesen hak vereceğim.”
Onu duymazdan gelip başımı tekrar kollarımın arasına gömdüm. Haklıydı, boşuna onu terslemiştim. Sadece kimseyle konuşmak istemiyordum. Muhtemelen o da bunun farkındaydı. Ona yaptığım yanlıştı fakat tüm bunlar elimde olan bir şey değildi.
“Sabah kahvaltı yaptın mı?” Hayır, yapmamıştım. Uyandığım gibi hazırlanıp okula gelmiştim ve soru çözmeye başlamıştım. Sonrasında ise uyanık olduğum vakitler oldukça sınırlıydı. Belki Arel sormasa kahvaltı yapıp yapmadığımı fark etmezdim bile. “Gel, bir şeyler yiyelim hadi.”
Başımı kaldırmadan düz bir ses tonuyla seslendim. “Sen ye, ben aç değilim.”
“Sen uzun bir süre aç kalamazsın, Asel. Evde bir şey yedin mi bilmiyorum ama dün de bir şeyler yemedin. Daha fazla itiraz falan istemiyorum. Kalk hadi, yoksa seni zorla kaldırmak zorunda kalacağım.”
Benim hakkımda bir şeyleri hatırlıyor oluşu oldukça hoşuma gidiyordu. Uzun bir süre elbette aç duramazdım. Ramazan ayında bile oruç tutarken oldukça zorlanıyordum. Şimdi ise birkaç gündür çok düzensiz besleniyordum. Bir şey söylemeden ayaklandığımda Arel de hiç gecikmeden ayaklandı. Bir iki adım kenara çekildiğinde sıranın arasından çıkmam için bana yol verdiğini anladım. Benim için açtığı alandan hızla çıktım ve beraber kantin bölümüne doğru yürümeye başladık.
Arel’in adımları benim aksime biraz daha yavaştı. Ben ne kadar hızlı gitmek istiyorsam, Arel bir o kadar yavaş ilerliyordu. Bunun sebebini bilmiyordum fakat sorgulama niyetinde de değildim. Merdivenlerden beraber aşağıya inerken elleri ceplerindeydi ve gözleri etrafta dolanıyordu. Birini mi arıyor, diye düşündüm fakat arasa böyle aramazdı. Ben de onu hâlâ iyi tanıyordum.
En nihayetinde kantine varmıştık. Kantin sırasına girmek için ilerleyecektim ki, Arel’in omzuma olan temasıyla hareket edemedim. Sağ elini omzuma doğru atmıştı ve bana doğru eğiliyordu. Afallayarak yüzüne baktığımda kaşlarını çattı ve bir an aklına bir şey gelmiş gibi hafifçe gülmeye başladı. Aynı anda yüzümün alev aldığını ve yanaklarımın kızardığını hissettim. Hayır ya, Arel’e karşı durduk yere rezil olmuştum!
“Unut çabuk bunu,” diye ona fısıldadım. Kantinin içerisindeki bu gürültüden dolayı beni duymuş muydu emin değildim fakat bunu yüksek sesle de söyleyemezdim. “Kimse bize bakmıyor değil mi?”
Arel gülmeyi çoktan bırakmıştı. Sadece yüzünde hafif bir gülümseme kalmıştı. “Unutabilir miyim bilmiyorum, yanlış anlayacağını hiç düşünmemiştim.”
“Ne yapacaktın ki,” diye sorduğumda resmen daha da rezil olmaya çalışıyordum. Bu anı çabucak unutmam lazımdı.
“Kulağına doğru eğilip bir yere oturmanı söyleyecektim.”
Arel’in elini hızla omzumdan çekip hızlı adımlarla ondan uzaklaşmaya başladım. Gözüme boş bir masa kestirmiştim. Sandalyeyi çekip oturacağım esnada Arel’in bulunduğu yere doğru baktım ve bana güldüğünü gördüm.
Diline düşmesem çok iyi olacaktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |