
*Karan*
Aracımın hemen arkasına park eden arabanın kime ait olduğunu, tıpkı kaçmama daha fazla izin vermeyeceğini bildiğim gibi biliyordum. Boyga, arabasından indi ve etrafa hızlıca bir göz attıktan sonra yanıma geldi. Kapıyı kilitli tutup onu dışarıda tutmaktan fazlasıyla zevk alırdım ama bu muhit sakindi ve işimi sorunsuz bitirmek istiyorsam dikkat çekmemeliydim.
“Söyleyeceğin her şeyi telefonda da söyleyebilirdin,” dedim yan koltuğa oturduğunda. O koltuğun artık Devin’e ait olduğunu düşünmeyi seviyordum. Kokusu saniyeler içerisinde arabamın içine siniyordu ve neredeyse bir saat süren yolculuğumuz boyunca zevkle o kokuyu soluyordum. Şimdiye kadar sadece bir günü bu şekilde geçirmiş olmamıza rağmen bu kadar hızlı bağlanmam acınasıydı ama umurumda değildi. Dün akşam ona söylediklerimde ciddiydim. Onu bırakmaya niyetim yoktu. Bunu hak edip etmememde sikimde değildi.
“Sanki dinliyormuşsun gibi... Sana kimin için çalıştığını hatırlatmam mı lazım? Ne bok yediğini sanıyorsun, Karan? O iş bitti.”
“İşi bir tarafıma takıyor gibi mi duruyorum? Ayrıca siktir git, Boyga. İşin bittiği falan yok. Eymen’i takip etmemi istedin ama işler bir noktada boka sardı. Sen bile onu kimin öldürdüğünü bilmediğini söylüyorsun ve birtakım adamlar kadının evini basıyor. Sana oradan bu iş bitmiş gibi mi geliyor? Benimle taşak mı geçiyorsun?”
Boyga’yla neredeyse aynı boydaydık. Seneler boyunca sıkı çalışmasının eseri olan vücudu da benim kadar yapılıydı. Sadece benden en az on yaş büyük olduğundan emindim. Ona sorsam asla söylemezdi tabii ama saçlarının aralarındaki beyazlar onu ele veriyordu. İyi ihtimalle kırklarının ortasında olmalıydı. Yüzünde en ufak bir yara izi yoktu. Sakal ve bıyık asla bırakmazdı. Saçlarını her zaman kısa tutardı. O hâlâ bir askerdi. Bazı şeyler kesinlikle geride bırakılmıyordu.
“Seni ilgilendiren bir iş kalmadı. Gerekli araştırmaları yapıyorum ve neler olduğunu elbet çözeceğim. Senin de artık kendi evine dönmen lazım.”
“Devin’i bırakmayacağım.”
“Seni bu işe almamın sebebinin yumuşak kalbin olduğunu mu sanıyorsun? Kendine gel, Karan. Bu hafta çöpünü topla ve yoluna devam et.”
Takip ettiğim evden bakışlarımı uzaklaştırıp Boyga’ya odaklandım. Sinirliydi ve kendince haklıydı. Yine de kararımı değiştirmeyecektim.
“Sana yolladığım dosyalardaki herhangi bir adamı izlediğini görmedim. Bak,” dedim sokağı göstererek. “Bomboş. Saygın’ı, İsmet’i hatta o siktiğimin polislerini izlememiz lazım. Hangisinin harekete geçtiğini bilmiyoruz. Ne kadarını bildiklerini bilmiyoruz.”
“İşime karışma.”
“Eymen’i izlemeni kim istedi?”
“Seni ilgilendirseydi söylerdim.”
Yakasına yapışmama ramak kalmıştı.
“Artık beni ilgilendirdiğini kabul etsen iyi edersin. Devin güvende olana kadar bu işin peşini bırakmayacağım. Bana bildiklerini anlatırsan sorunu daha kısa sürede çözeriz.”
“Evine dön, Karan.”
Bir kez daha, “Devin’i bırakmayacağım,” dedim her bir heceyi vurgulayarak. “Hoşuna gitsin ya da gitmesin. Benden istediğin işleri yapmaya devam ediyorum. Seni ilgilendiren tek şey bu.”
“Erdem’i bana sormadan yanına aldın. Onun da benim çalışanım olduğunu hatırlatmam mı lazım?”
“Erdem’i sana ben getirdim. O çocuk benim, sen de bunu gayet iyi biliyorsun. Çok sıkışırsan maaşlarımızdan kes, olsun bitsin.”
“Siktir git! Konunun bu olmadığını biliyorsun. Kendini riske atıyorsun. Yaptığımız işi riske atıyorsun. Hiçbir işimizle bağ kurmamızın sebebi var. Temizliği kendimizin yapmamızın bir sebebi var. Vur, kaç. Bu kadar basit olmak zorunda. Seni onun yanında gördükleri zaman ne olacak? Araştırmaya başlayacaklar. Peki, ne bulacaklar Karan? Elektrik mühendisi Karan Balaban. Çalıştığın şirket bir paravan. Eve giriş çıkış saatlerin düzensiz. Yeterince derin kazan herhangi biri bir şeylerin doğru olmadığını sezebilir.”
“O zaman daha gerçekçi bir senaryo yaz. Bu senin sorunun.”
“Ailesi yok. Hiçbir bağı yok. Bu adam nereden çıktı? Bir sürü soruyu beraberinde getirecek. Sana yeni bir kimlik yaratmamızın sebebi gidip de normal bir hayat yaşayabilmen için değil. Varlığını insanların gözüne sokman için değil. Sence seni araştırırlarsa Devin’in o zaman daha mı az tehlikede olacağını sanıyorsun?”
Dişlerimi sıktım. Suratına yumruk atmamak için kendimi zor tutuyordum.
“Onu koruyacağıma söz verdim. Eymen’in katilini bul, sorun çözülsün.”
“Sonra onu bırakacak mısın?”
Sessizliğim onun için yeterli bir cevaptı.
“Senin ağzına sıçayım, Karan,” dedi öfkeyle. “En güvendiğim adamlarımdan birisin sen. Nasıl böyle bir bokun içine batabilirsin? Ne olacağını sanıyorsun? Evlenip mutlu bir yuva kuracağını mı? Çok geç olmadan kendine gelsen iyi edersin. Buradan bir çıkış yok. Çıksan da nereye gideceksin? Kafandaki hayaletlerle nasıl yaşayacaksın? Gerçekten mühendis olup ev mi geçindireceksin, yoksa Devin’i de bu işe dahil edip her gün nasıl ölümle burun buruna yaşadığını mı göstereceksin? Sen bir katilsin,” dedi neredeyse haykırarak. “Madem bu kadına değer veriyorsun, bir katille yaşamasına müsaade mi edeceksin?” Kafasını iki yana sallayıp birkaç küfür daha sayarken yüzüne bakmadım. Öfkemin sınırlarındaydım ve Boyga’ya kanımdan bir insan kadar değer veriyordum. O benim kurtarıcımdı ama biraz daha konuşmaya devam ederse canını yakacaktım.
“İn arabamdan,” dedim sakinliğimi korumaya çalışırken.
“Umarım çok geç olmadan yaptığın hayatı fark edersin,” dedikten sonra arabamdan indi. Siktiğimin bunağı. Sanki farkında değildim ama bu yaptığım en güzel, en doğru hata olabilirdi.
Yedi ay, on altı gün ve saatler...
Boyga bana Eymen’in dosyasını attığında dikkatimi çeken ilk şey evlendikleri gün çekilmiş olan fotoğraf olmuştu. Eymen’in evden çıkarken çekilmiş olan bir fotoğrafının hemen arkasında duruyordu.
Gözlerine bakmış ve bir daha başka bir şeye bakmak istemediğimi fark etmiştim. Bu arzu öyle aniden belirmişti ki kaçacak zamanım dahi olmamıştı. Fotoğrafta uzun, siyah saçları muntazam bir şekilde toplanmıştı. Tek bir tel bile serbest değildi ki artık saçlarının nasıl başlarına buyruk olduklarını bildiğim için bu düzgün görüntüsü şimdi daha çok sinirimi bozuyordu. Gelinliğinin kolları bileklerine kadar uzanıyor ve onlarca olduğunu bildiğim güzelim benlerini saklıyordu ama yakası oldukça genişti, omuzlarını açıkta bırakıyordu. Boynu bir kuğu gibi zarif ve uzun görünüyordu. Narin. Kırılgan. Parmaklarımla tamamen sarabileceğim kadar küçük. Artık biliyordum. Neredeyse sarabiliyordum. Nabzını avuçlarımın içinde hissedebiliyordum ve bu his, beni delirtiyordu.
Fotoğrafta ikisi de gülümsüyordu. Dışarıdan bakan biri mutlu olduklarına kolayca inanabilirdi ama ben Eymen’in ne kadar yavşak biri olduğunu fotoğrafına baktığım ilk anda anlamıştım. Bakışları aşktan sarhoş olmuş bir adama değil, hesapçı, sinsi bir pisliğe aitti. Diğer fotoğraflarda bu düşüncelerimi kanıtlar nitelikteydi. Bahar, Serpil, Gözde ve diğerleri... Ama en kötüsü Bahar’la olan ilişkisiydi. Devin’den de öncesine dayanıyordu ve resmen o kadınla ikinci bir evlilik hayatı yaşıyordu. Devin bunu nasıl olup da yakalayamamıştı?
Eymen’i o anda bulup canını yakmak istemiştim. Hâlâ istiyordum. Ölümünün benim elimden olmasından büyük bir zevk alırdım.
O günün ilerleyen saatlerinde ilk keşfimi yapmak için evlerine gitmiştim. İçeride olmadıklarından emin olduktan sonra evlerini gezmiş ve Eymen’in orada önemli bir şey bırakmayacak kadar akıllı davrandığını öğrenmiştim ama en kötüsü, Devin’in kokusuyla tanışmıştım.
Yasemin.
Ve o anda bu kokuya âşık olmuştum.
Devin’i takip etmeyi planladığımı söyleyemezdim. Her şey gün be gün kendinden gelişmişti. Önce programını dinlemiş ve onun zihninin nasıl çalıştığını öğrenmeye başlamıştım. Devin, zeki bir kadındı. Zeki, komik, güzel ve düşünceliydi. Sonra onu fırsatını bulduğum her an izlemiştim. Eymen’in yanında olsun ya da olmasın. Aylar boyunca Devin’in her haline tanık olduktan sonra Eymen’i ortadan nasıl kaldıracağımı düşünmeye başlamıştım. O şerefsiz, Devin’i hak etmiyordu.
Ben ediyor muydum?
Bunun cevabı çok netti. Etmiyordum.
Umurumda mıydı?
Artık değildi.
Eymen ölmüştü. İstediğimi bir şekilde elde etmiştim ama şimdi Devin’in tamamen güvende olması için ardında bıraktığı pisliği temizleyecektim. Sonra ne yapacağımı bilmiyordum. Boyga haklıydı. Bir katille ömür geçirmesine izin verebilir miydim?
Telefonum Erdem’den gelen bir mesajla titredi. Devin’in apartmandan çıkarken çekilmiş bir fotoğrafı ekranımı kapladı. Saçlarını dağınık bir topuzla toplamış, montunun yakasını çenesi içinde kalacak kadar yukarı çekmişti. Bakışları telaşlı, duruşu tedirgindi. Çünkü kuralları çiğnediğini biliyordu.
Yüzüne ve görünmese de orada olduğunu bildiğim, kaşının kenarındaki benine doğru baktım. Sıcak, kahverengi gözlerine ve düzgün burnuna. Artık tadını bildiğim ve nefes aldığım her an sadece o tadı almak istediğim dolgun dudaklarına.
Kendime bunca zaman boyunca engel olmaya çalışsam da bu kadına aşıktım ve onu bırakamayacaktım.
***
Erdem, Devin’in eve döndüğünü haber verdikten sonra rahat bir nefes aldım. Alışverişe gitmişti. Bir şişe viski ve bir paket sigara. Moda’daki evin balkonuna çıkıp arada sırada sigara içtiğini görmüştüm ama güvenli eve geldiğimizden beri bir kez olsun kullanmamıştı. Şimdi, onu tetikleyen neydi? Benimle olan yakınlaşması mı onu rahatsız ediyordu? Yoksa hâlâ ölen kocasının ona hissettirdiği duygularla mı baş edemiyordu? Ona yardım edebilmek, onu rahatlatabilmek istiyordum. Bana güvenmesini istiyordum. Hayır. Buna ihtiyacım vardı. Onu koruyacağıma söz vermiştim. Ancak yine de bunun zaman alacağını biliyordum. Bu zamanı ona vermeye hazırdım.
Lanet olsun.
En son ne zaman bir şeyi bu kadar çok istemiştim?
Ona dokunmuştum. Yüzünün neredeyse her yerini öpmüş bunu yaparken onunla bütünleşen yasemin kokusunu derin derin solumuştum. Avucumun altında nabzını hissetmiş, kırılgan boynunu parmaklarımla sımsıkı kavrayıp, korumaya söz verdiğim canını ellerimin arasında tutmuştum. Hayatını istiyordum. Hayatını bana emanet edecek kadar kendini bana teslim etmesini istiyordum.
Neden?
Çarpık zihnim cevapları umursamıyordu.
Erdem’e onun bir daha evden çıkmasına izin vermemesini söyledikten sonra Saygın Şimşek’in evini izlemeye devam ettim. Boyga bana yardım etse her şey çok daha kolay olurdu ama kameralara erişmeme engel oluyordu.
Saygın’ın kardeşiyle görüşüp görüşmediğini keşfetmeye çalışıyordum. Eğer birlikte iş yapıyorlarsa Eymen’i ortadan kaldırmak için herkesten daha çok nedene sahip olmuş olurlardı.
Saygın yıllardır narkotikte çalışırken kardeşi Suat, kanıtlanamasa da en büyük toz ticaretinin başındaki Bünyamin’in adamlarından biriydi. Operasyonların patlamasının sebebi Saygın’ın para hırsı mıydı, yoksa kardeşini korumaya mı çalışıyordu?
Oyumu ilkinden yana kullanıyordum. Aldığı maaş yaşadıkları bu evi karşılardı ama karısının harcamaları kesinlikle sınırların üzerinde kalıyordu. Eve gelen masaj terapistleri, cumartesi öğlenleri daha çok varlıklı insanların takıldığı Luva’da yapılan kız kıza geç kahvaltılar, eve her hafta yığan sayısız kargo paketleri... Hakkını yememek gerekirdi. Leyla Şimşek, Luva’nın haricinde etrafta görünüp göze batmıyordu. Hatta alışverişleri için kız kardeşinin kartını kullanıyordu. Muhtemelen kardeşine elden para ulaştırıyordu ama henüz bunu kanıtlayacak veri elimde yoktu.
Saygın, evdeki hiçbir elektronik cihazda işiyle alakalı veri bulundurmayacak kadar akıllıydı, bu işlerin nasıl yürüdüğünü biliyordu. Karısının da kendisinin de telefonları ve bilgisayarları temizdi ama bir şeyler olmak zorundaydı. Eve girmem gerekiyordu.
Erdem’e geç döneceğimi haber verdikten sonra beklemeye devam ettim. Leyla, kocasını kandırmıyorsa yarım saat sonra arkadaşlarıyla sinemaya gitmek için evden çıkacaktı. Saygın’ın bu fırsatı değerlendirip eve gelmeyeceğine güveniyordum. Elektriği kestikten sonra on beş dakikaya ihtiyacım vardı. Üç odalı, tek girişli bir evi aramam için bu süre fazlasıyla yeterliydi.
Alarm şirketi Saygın’ı arayacak bağlantının kesildiğini söyleyecekti. O da önce karısını sonra da muhtemelen bir komşusunu arayacaktı. Ya da yakınlardaki bir ekip aracını gönderirdi.
Hızlı olmak zorundaydım.
Leyla Şimşek apartmandan çıkmadan önce kapıya bir taksi yanaştı. Dakikalar içerisinde uzaklaştılar. Arabamdan inmeden Boyga’yı aradım.
“Kameraları halletmen lazım,” dedim planlı hareket ediyormuşuz gibi. “Tabii alarm sistemini de.”
“Ne yaptığını zannediyorsun, Karan? Dur. Sakın!”
“İki dakikan var.”
Telefonu kapatıp söylediğim gibi iki dakikanın geçmesini bekledim. Yoksa her halükârda gidip o elektriği kesecek, kameraları daha sonra temizlemesi için pis işi yine ona bırakacaktım. Kendi başını derde sokmak istemeyeceği için kıçımı toplamak zorunda kalırdı.
Süre dolmadan mesaj attığında rahatlayarak harekete geçtim. Hava soğuktu ama bunu yeterince hissedemeyecek kadar gergindim. Bölgedeki birkaç sokağın elektriğinin bağlı olduğu trafoya yürürken izlenmediğimden emin oldum. Sanal gözlerden saklanmak Boyga sayesinde kolaydı ama kanlı canlı insanların dikkatini çekmek işleri zorlaştırırdı.
Kamera ve alarm sistemi çalışmayınca trafonun ana güç kaynağını koruyan kapağı açmak çocuk oyuncağıydı. Cebimdeki penseyi çıkarıp zinciri kırdım. Kapağı araladığım gibi burnuma ağır metal kokusu doldu. Penseyi kaldırıp minik el fenerini çıkardım. Panelin içi karanlıktı. İnce, sarı ışığın aydınlatmaya yettiği kadarıyla içine göz gezdirip devre kesicinin kolunu buldum. Tutup aşağı indirmeden önce feneri kapadım ve metal panele hafifçe yaslandım. Ağır ağır aşağı indirirken başta hafif bir direnç gösterdi ama sonra bir klik sesiyle yerine oturdu. İşte, bu kadar! Trafodan gelen uğultu sustu ve her yer karanlığa gömüldü.
Sorunun çözülmesi için BEDAŞ’ın gelip düzeltmesi gerekecekti. Onlar gelene kadar işimi bitirip gitmem gerekiyordu.
Apartmana ve evlerine girmem beklediğimden de kolay oldu. İnsanların balkona çıkıp etrafı kolaçan edeceklerini biliyordum, bu yüzden koşar adımlarla hareket ettim. Her şey fazlasıyla normal görünüyordu. Elektrik kesintisi, muhtemelen dünyanın en normal şeylerinden biriydi.
Ayağımda galoşlar elimde eldivenlerle evi didik didik aradıktan on dakika sonra sinirim tepemdeydi çünkü elimde yararlı olabilecek, Leyla Şimşek’in oldukça masraflı bir kadın olduğundan başka bir bok yoktu.
Devin’i güvende tutmaya çalışırken Suat’ı izleyemezdim. Elimdeki imkanlar giderek azalıyordu.
Sıçayım böyle işin içine.
Arabama döner dönmez Boyga’yı aradım. Ben sokağın bir ucundan kapalı farlarla sessizce uzaklaşırken, diğer ucundan sokağa giren polis arabasının ışıklarını gördüm. Elektrik kesileli on yedi dakika olmuştu.
“Ne bok yediğini sanıyorsun sen!” diye bağırdı telefonu açar açmaz.
“Trafoya kedi kaçmış,” dedim gülerek.
“Karan!” diye bağırdı bu kez. “Ağzına sıçtırtma. Narkotikte çalışan bir adamın evine benden izin almadan giremezsin!”
“Girdim bile. Uzatma, hadi. Sus da bir beni dinle.”
Suratıma kapayınca güldüm çünkü ben aramadan onun arayacağını biliyordum. İki dakika sonra dönünce, “Böyle dramalar için sence de fazla yaşlı değil misin?” dedim sırıtarak.
“Suat’ı izleyen adamlarım var,” demeden önce birkaç küfür sıraladı. “Karısının har vurup harman savurduğunu bilmek için evlerine girmene gerek yoktu. Bir boklar karıştırdığını zaten biliyorum.”
“Eymen’i ortadan kaldırmak için yeterli sebebi var gibi görünüyor.”
“Hepsinin var, Karan. İnan bana o şerefsizin ipinin çok daha önce çekilmiş olması gerekirdi.”
“Bana bildiklerini gönder,” diye ısrar ettim ama beni dinlemedi.
“Evine dön. Sana söz veriyorum Devin’in güvende olmasını sağlayacağım.”
Neden böyle bir söz veriyordu?
“Devin’i umursamadığını sanıyordum,” dedim temkinle.
“Sen umursuyorsun.”
“Bir şeyler biliyorsun.”
“Kafanda kuruyorsun. Sana bu işe gereğinden fazla bulaştığını söyledim. Beni tekrarlatıp durma. Gerekli ayarlamaları yapar sana haber veririm. Vedanı edip eve dönmeye hazır ol.”
Boyga’nın tam olarak ne bildiğini bilmiyordum ama benden birkaç adım önde olduğu kesindi.
“Siktir git,” dedikten sonra suratına kapattım.
Daha önce Devin’i bırakmak istemiyordum. Şimdiyse onu asla bırakmayacağımdan emindim.
***
Eve döndüğümde kendimi yorgun hissediyordum. Onca saatlik beklemenin sonucunda elim boş kalmıştı ve bu da sinirlerimi bozuyordu. Çözülmemiş sorunlar daha fazla sorun yaratmaktan başka bir boka yaramazdı.
Salonun açık kapılarının yanındaki koltukta, elindeki su bardağına koyduğu viskiyle oturan Devin’i gördüğümde onun da ruh halinin iyi olmadığını anladım.
Saçlarını açmıştı. Sırtının ortasına, omuzlarına ve yüzüne düşen tutamlar dağınık bir karmaşa halindeydi. Siyah kazağının kollarını sıvamış, göğsüne doğru çektiği dizlerine bir kolunu dolamıştı. Bardak o elinden hafifçe sarkıyordu.
Adını bilmediğim, biraz hüzünlü, dingin bir müzik telefonunun hoparlöründen salona yayılıyordu. Onun hakkında bildiğim birçok şeyden biri de buydu. Müziğe olan bağımlılığı. En son ne zaman keyif için müzik dinlediğimi hatırlamıyordum. Muhtemelen on yıl öncesinde kalmıştı. Devin’in yaşında olduğum, patlamadan çok öncesinde kalan zamanlarda zihnimi müziğin ritmine kaptırdığımı anımsıyordum. Oysa Devin, hissettiği her duyguya göre bir müzik seçiyordu. Telefonunda belki kırktan fazla liste vardı, bir de bundan para kazanabiliyordu.
“Katılmak ister misin? Yoksa orada durup beni dikizlemeye devam mı edeceksin?” Yüzüme bakmadan söylediği sözlere karşılık ona doğru yürürken, kafasını hafifçe bana doğru çevirdi. “Gerçi sen uzaktan izlemeye alışkınsın, değil mi? İşin bu.” Alaycı bir gülümseme dudaklarına yerleşti. “Tabii birilerini öldürmediğin zamanlarda,” dedi. “Söylesene bu akşam hangisini yaptın? Birilerini gizlice izledin mi yoksa onları öldürdün mü?”
Bu konuşan alkol değildi. Aylar boyunca onu izlemiştim ve bir kere bile sarhoş olduğunu görmemiştim. Bunun için fazla kontrollüydü. Sinirliydi ve kavga arıyordu. Ne diyebilirdim ki? Söylediği her kelime doğruydu.
“İkisi de değil,” dedikten sonra balkonun açık kapısına yaslandım. Tam karşısında duruyordum. Makyajdan arınmış yüzünün çarpıcı güzelliği karşısında nefesim kesilirken, “Birinin evine girip araştırma yaptım,” dedim. Neden dürüst davrandığımı bilmiyordum. “Öncesinde trafoya ulaşıp birkaç sokağın elektriğini kestim.”
Bakışları gözlerime ulaştı. Şaşkınlıkla açılmıştı. “Vay canına,” diye mırıldandı. “Sen ciddisin.”
Nasıl tutacağımdan emin olamadığım bir söz verdim. “Seni tehlikeye atmadığı sürece sana karşı dürüst olacağıma söz veriyorum,” dedim sanki dünyanın en kolay şeyiymiş gibi. “Duydukların hoşuna gitmese bile seni olmayan bir gerçeğe inandırmaya çalışmayacağım.”
Saniyeler geçti ama gözlerini bir an olsun benimkilerden ayırmadı. Kirpikleri neredeyse kaşlarına değiyordu. Alkolün etkisiyle büyüyen göz bebekleri, rengini olduğundan daha koyu gösteriyordu. İçimdeki karanlığı yansıtıyor, ona kapılmamamı imkânsız hale getiriyordu. Tek istediğim arkasına geçip onu narin bedenini kollarıma almak, sırtını göğsüme yaslayıp kokusunu solumaktı. Ona gününün nasıl geçtiğini sormak istiyordum. Bugün neler düşündüğünü, nelere üzüldüğünü ve nelere sevindiğini... Hangi müzikleri dinlediğini ve neden o müzikleri seçtiğini.
Bunların yerine, “Sigara içmene sebep olan ben miyim?” diye sordum. Duyacağım cevapla bile bile kendi canımı yakmaya mı çalışıyordum?
Neredeyse fısıldayarak, “Her şey,” diye cevap verdi. “Hayatımla ne bok yiyeceğime dair hiçbir fikrim yok. Tüm bunlar bir ihtimal çözülse bile sonrasında ne yapacağımı bilmiyorum.”
“Devam edeceksin.”
“Sen öyle yapıyorsun, değil mi? Birini gözünü bile kırpmadan öldürdükten sonra evine dönüp huzurlu uykuna dalıyorsun. Sahiden, Karan, bunu nasıl yapıyorsun?”
Beni, yaptığım seçimleri, verdiğim kararları ve işimi asla kabul edemeyecek olsa da aylarca onu uzaktan izledikten sonra artık beni tanıyor olmasının verdiği bir huzuru yaşamama engel olamıyordum. Adımı biliyordu. Bana bakıyor, beni görüyordu. Ona dokunmuş, onu öpmüştüm. Ve şu anda onu bir daha öpmek istiyordum. Bir daha. Bir daha.
Bacaklarımın arasında hissettiğim ağırlıkla gözlerimi yumdum. Onu istiyordum. Sikimi onun içine daldırmak, ulaşabileceğim son noktaya kadar kendimi derinlerine itmek istiyordum.
Siktir!
Sinirli sözlerinin ve bakışlarının karşısında sertleşmiştim. Siktir. Siktir. Beni alt üst ediyordu.
“Dün bu konuyu konuştuğumuzu sanıyordum,” derken vücudumu dışarıya doğru çevirdim. Şu anda görmesini isteyeceğim son şey onun için sertleşen sikimdi.
“Kötü adamları öldürmek yaptığını haklı mı çıkarıyor?” Ayaklarını yere indirip orta sehpaya bıraktığı şişeye uzandı. Bardağı yarısına kadar doldurduktan sonra paketten bir sigara çıkardı. Yaktıktan sonra küllüğü de alıp ayağa kalktı ve yanıma geldi. “Çekilir misin?” Ona yer açmak için bir adım yana kaydım ama uzaklaşmadım. Varlığını hissederken bile isteye neden bu sıcak histen uzaklaşacaktım ki?
Küllüğü balkon kapısının devamı olan pencerenin önündeki çıkıntıya koydu. Sigarayı dudaklarına götürdü. İçine derin bir nefes çekerken gözleri göremediği uzak bir noktaya odaklandı. Sigaranın ucu yanarak parladı, beyaz duman etrafımıza yayıldı. Omuzları hissettiği bu minicik rahatlamayla gevşedi.
Elindeki bardağa uzanıp dudaklarının değdiği noktadan bir yudum aldım. Sıcak sıvı boğazımı yaktı. İçmeyeli ne kadar olmuştu? Tıpkı müzik gibi içkinin ve sigaranın verdiği kısa süreli zevki tatmayalı ne kadar olmuştu?
Bardağı ona uzatırken gözlerimiz bir kez daha buluştu.
“Gözlerin o bardağın içindeki sıvı gibi, bunu biliyor muydun? Yeterince temiz olmayan bir kehribar taşı ya da buzsuz bir viski gibi...”
Sigarasını uzatınca zarif, uzun parmaklarının arasından aldım ve tıpkı onun gibi içime derin bir nefes çektim. Boyga beni bulduğundan beri içtiğim ilk sigaraydı bu ve tuhaf bir şekilde bu anı Devin’le paylaşmak iyileştirici hissettiriyordu.
“Senin gözlerinse benim içimdeki karanlık gibi, ptičica.”
Kafasını salladı. “Haklı olabilirsin,” dedi gözlerime bakmaktan başka yapacak hiçbir şeyi yokmuş gibi. “Bir süredir içimde o karanlığı taşıyorum. Sana kızıyorum ama anlıyorum da... Yeterince güçlü olsaydım senin yaptığını yapabilir miydim, diye düşündüm bugün. Başkalarını korumak için, dünyayı az da olsa temizleyebilmek için elimi kirletebilir miydim?”
Sigarasını ona uzatırken güldüm. Ona dokunmaya daha fazla karşı koyamadım. Alnına düşen saçları geriye iterek yanağını okşadım. Dudaklarının kenarını...
“İstersen yapamayacağın hiçbir şey olmadığına eminim,” dediğimde parmaklarımın altındaki dudakları şaşkınlıkla aralandı. Onun ellerini kirletmesini asla istemezdim. Teninin altına işleyecek böylesine yoğun bir karanlığı taşımayacak kadar saf ve temizdi. Yine de Devin gibi güçlü bir kadının istediği her şeyi başarabileceğine de inanıyordum. Şartlar gerektirirse, değişir ve kolayca dönüşürdü. Ama bunun olmaması için yanında olacaktım. Onun için savaşır, onun için öldürürdüm.
Kendimi durduramadan uzanıp onu öptüm. Bu hayatım boyunca hissettiğim en güzel duyguydu ve bunu sonsuza dek hissetmek için yapamayacağım hiçbir şey yoktu.
***
Karan'ın bakış açısından yazmayı çok seviyorum. Gerçi oldum olası erkek karakterlerimin ağzından yazmayı daha çok seviyorum. Onlar genelde bizler için kapalı birer kutu gibi oldukları için de olabilir ama hem zihinlerinin içinde hem de kalplerinde olabilmek ve bunu ortaya dökebilmek çok hoşuma gidiyor.
Umarım siz de okurken benim kadar keyif alıyorsunuzdur. <3
Bu bölümle beraber ilişkilerin dinamiği ciddi anlamda değişiyor ve bir sonraki bölüm bizi oldukça yoğun anlar bekliyor.
Yorumlarınızı bekliyorum.
Boyga'yı nasıl buldunuz? O da bizim için günü gelince daha da önemli biri haline gelebilir. :D
12. bölümde görüşürüz. :*
***
İnstagram için;
zeynepisiklar / zeynepinkitapligi_ sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Kitaplık hesabımda daha aktifim ve profildeki linklerden whatsapp kanalına katılabilirsiniz, alıntılar paylaşıyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |