
*Karan*
Devin’i eve bıraktıktan sonra Boyga’dan gelen görüşme talebi yüzünden Burçin’le beraber buluşma noktalarından birine geçtik. Burçin yol boyunca beni sıkıştırıp sürekli ağzımdan laf almaya çalışsa da onun huyunu biliyordum, pes etmedim. Düşüncelerinde hapsolmadığı sevmediği için başkalarının hayatlarına burun sokmayı severdi. Haksız değildi. Boktan şeyler yaşamıştı ve bir tabu gibi Pars’tan başka kimse onunla bu konularda açık açık konuşmazdı.
Pars’ı düşüncelerimle çekmişim gibi aylar sonra ilk defa karşımda gördüm. Saçları her zamanki gibi üçe vuruluydu. Sakal ya da bıyık bırakmıyordu. Sinekkaydı tıraşı, kamuflaj pantolonu ve postallarıyla tam bir asker gibi görünüyordu. Üzerine giydiği mont, orada olduğunu bildiğim tüm dövmelerini kapasa da ellerindekiler görülüyordu. Bir tane yüzük küçük parmağına takılıydı ki onu tanıdığımdan beri o yüzük oradaydı. Bir erkekten ziyade bir kadına aitmiş gibi görünen zarif, sarmal bir deseni ve ortasında da kırmızı, muhtemelen yakut bir taş vardı. Bana bakınca selam vermek için kafasını salladı.
Tuzla tersane yakınlarında, salaş bir çaycıda buluşmak için tuhaf bir dörtlü olsak da burada, bu saatlerde kimse bize dikkat etmezdi.
“Kafana bir bere falan takta zevksiz moda anlayışına maruz kalmayalım, geyikçik,” dedi Pars. Burçin’in aksine Pars, onun gerçek adı değildi. Adının ne olduğunu bilmiyordum, sormamıştım, umurumda olduğunu da söyleyemezdim. Birbirimizle dost olalım diye bu ekibin içerisinde yer almıyorduk. Hayatın hepimizin ağzına bir şekilde sıçtığından emindim, o kadar.
“Sen de daha az protein tozu iç de var olan bir avuç beyin hücren temel motor becerilerini yerine getirebilmek için sağlam kalsın.”
Pars güçlü bir kahkahayla gülünce Burçin’in yüzündeki ifadenin yumuşadığı anı kaçırmadım. Sonuçta çevremize dikkat etmek işimizin bir parçasıydı ve bu ikisinin arasında her ne oluyorsa ekip arkadaşlığıyla alakası bile yoktu.
Pars’ın ona dokunmak ister gibi adım atmasından da anlaşılacağı üzere başka durumlar vardı ama Burçin hemen bu hareketi yakalayıp Boyga’ya doğru yürüdü. Karnına bir dirsek atıp, “N’aber yaşlı kurt?” dedi gülerek.
Boyga onu görmezden geliyormuş gibi görünse de dudaklarının hafifçe kıpırdandığını hepimiz gördük. Aralarındaki ilişki patron çalışan ilişkisinden öteydi. Geçmişte neler yaşandıysa, Boyga onu kanatları altına almıştı ve sanırım içten içe sahip olmadığı kızı gibi görüyordu.
Ekipte yalnızca erkekler yoktu ama kadınların azınlıkta olduğu bir gerçekti ve bildiğim kadarıyla sahaya silahlarıyla inenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Burçin de bunlardan biriydi ve işinde muhtemelen iyiydi. Genel olarak hiçbirimiz bir diğerinin neler yaptığını bilmezdik.
“Hepinizi bir yere kapatıp en azından bir sene oradan çıkarmamam lazım. Dediğim hiçbir şeyi dinlemiyorsunuz!”
“O niye burada?” diye sordu Burçin, Pars’ı işaret ederek.
“İnan bana, ben de bilmiyorum.”
Pars sırıtmakla yetindi. Alçak, boyası dökülmüş ahşap masaların etrafına dizili taburelerden birine otururken Burçin’i de tutup yanına çekti. Konteynırdaki adama eliyle hepimizi işaret edip çay istedikten sonra, “Sizi özledim, çocuklar,” dedi. Birimizi özlediğinden emindim ve o kişi ben değildim.
“Ne için çağırdıysan konuşalım ve ayrılalım.”
Bir an önce Devin’in yanına dönmek istiyordum. Babasının yanından mutlu ayrılmamıştı. Burçin, neler konuştuklarını az çok anlatmıştı ve Devin’i en çok etkileyen şeyin ailesine yalan söylemek zorunda kalması olduğunu biliyordum. Ona engel olan bendim. Güvende olduğunu bilene kadar da bunu yapmaya devam edecektim.
“Bana sormadan Burçin’i işin içine dahil edemezsin. Sınırını aşıyorsun. Hepinizi ayrı tutmamın bir sebebi var. Hepiniz ne kadar önemli olduğunuzun farkında değil gibisiniz. İstanbul’da bir orduyu yönettiğimi falan sanıyorsanız yanılıyorsunuz.”
Belki bir ordusu yoktu ama bin kişilik bir taburu yönetiyor olduğundan şüpheleniyordum. Kim bilir nereye konuşlandırdığı, teknolojiden anlayan dehaları olması lazımdı. Ayrıca tüm işi şimdiye kadar gördüğüm sekiz, on kişiye yaptırdığını düşünecek kadar saf değildim. Sadece en kirli işleri bize veriyor olabilirdi.
“Kaç kişiyiz? Bir tanışma partisi versen ölür müsün? Aynı işi yapan insanlar olarak bir araya gelmenin ne kadar zor olduğunu bilmiyor musun? Bir iki kadeh bir şey içip birini öldürmenin insana nasıl zevk verdiğinden bahsedebiliriz.”
Boyga sertçe, “Kapa çeneni, Burçin,” dedi. Pars sırıtıyordu, bense bezmiş durumdaydım. Birilerini öldürmekten rahatsız olmuyordum. Özellikle o insanların nasıl büyük orospu çocukları olduklarını bildiğim için umursamıyordum bile. Ama Burçin deliydi. O cidden iyi değildi.
“Devin güvende olana kadar durmayacağımı söylemiştim.”
“Siktir git, kendi işini kendin hallet o zaman. Beni, ekibi ve tüm işleyişi tehlikeye atıp trafolarda gezdiğin yetmiyormuş gibi Burçin’i ve Erdem’i kendi işine dahil ediyorsun. Hiçbirinizi doğru düzgün aynı işe vermiyorum bile. Bu bağ kuracağınız bir takım sporu değil. Biriniz batarsa diğerini de yanında götürmesine izin veremem. Senelerdir kıçımdan ter akıta akıta işi büyüttüm, siz geri zekalıların bunu iki günde bok etmesine izin vermektense hepinizin ipini çekerim daha iyi.”
“Bana yardım etsen, bunların hiçbiri olmazdı,” dedim sinirle. “Benden her ne sikim saklıyorsan, işin uzamasının sebebi de o. Eymen’i kim öldürdü, Gölge?”
Pars kalkıp çayları almaya karar verdi. Bu salaş işletmenin sahibinin Boyga’yı tanıdığını düşünüyordum ama sohbetimize katılmasına gerek yoktu. Burçin, tersane kokusu kokladığı en iyi şeymiş gibi derin bir nefes çekerek taburesinde gerindi. Montunun önü soğuk havaya rağmen açıktı.
Boyga beni görmezden gelip Burçin’e döndü. “Bir daha Karan’dan emir alıp hareket etmeyeceksin, yoksa külahları değişiriz. Seni öyle sıkıcı bir işe veririm ki sıkıntıdan ağlarsın, Burçin. Anladın mı?”
“Karan’dan emir almıyorum. Benden istediği şeyi duyunca meraklandım ve merakımı gidermek için harekete geçmek zorundaydım. Bizim askeri kim dize getirdi, görmem lazımdı.”
“Gerçekten çeneni kapaman lazım,” dedim sinirle.
“Beni anladın mı?” diye sordu Boyga bir kez daha.
“Anladım patron. En büyük sensin.” Elinde çaylarla dönen Pars’a göz kırptı. “Söz veriyorum, uslu duracağım.”
Ah, lanet olsun! Bu işkence bir an önce bitmek zorundaydı.
“Neden buradayım?” dedim Boyga’ya.
“Sana bir ay süre veriyorum.” Telefonunun ekranını açtıktan saniyeler sonra benimki titredi. “Sana Devin’in bilgisayarında bulabileceğin bilgilerin detaylarını yolladım. Polis raporları da var. Araştırmanı yap. Kimin onu öldürdüğünü bulmaya çalış. Baktın olmuyor, gidiyorsun. İstersen son bir iyilikle size ismini vereceğim polislerle görüşmesini sağlarsın. Gerisini onlar halleder.”
Dosyada neler olduğuna bakmak için bir acelem yoktu. Boyga’dan gerçek anlamda bir yardım alamayacağımı bildiğim için ayaklandım.
Ben kalkınca, “Bir ay,” dedi yeniden.
Pars bana bir kez daha kafa selamı verdi. Burçin kıçımı tokatladığında sinirle çenemi sıktım. Dengesiz, dedim kendi kendime. Kim bilir neler yaşadıktan sonra kendini bu ekipte bulmuştu.
“Eline hâkim olmazsan...”
“Ne yaparsın?” diye soru Pars. Sağ elinin parmakları sol elinin küçük parmağındaki yüzükle oynuyordu.
“Siktirin gidin.”
Onları orada bırakıp arabama döndüm. Devin’i görmek, ona dokunmak, iyi olduğunu hissetmek istiyordum. Boyga ne derse desin, bir ay sonra onu bırakmayacaktım. Benden alacağı tek şey güvenli evi olabilirdi ki zaten Devin’i kendi evime götürmeye çoktan karar vermiştim.
***
Devin’in babası Tarık Sakman’ın sorgu raporunu gördüğümde şaşırdım. Polis onunla neden konuşmak istemişti?
Konuşma metinlerini okurken babasının söylediği bir cümle dikkatimi çekince duraksadım.
Babası Bahar’ı nereden biliyordu? Ve bilip de bunu kızından neden saklamıştı?
***
Eve çıkmadan önce Boyga’nın bana gönderdiği dosyaya göz gezdirdiğim için pişmandım. Öğrendiğim bu gerçeği Devin’den saklamak beni rahatsız etse de neler döndüğünü öğrenmeden kucağına bir bomba daha bırakmak istemiyordum.
Kapıyı açtığım gibi alarm sinyal verdi.
Aferin, küçük kuşuma. Alarmı kurmuştu. Şifreyi girip kapattıktan sonra montumu ve ayakkabılarımı çıkardım. Mutfağa ve salona göz atıp onu göremeyince odasına doğru yürüdüm ama banyonun kapısının kapalı ve ışığının açık olduğunu görünce nerede olduğunu anladım. Kapının duvarla birleştiği yerdeki hatırı sayılır açıklıktan kullandığı şampuanın kokusu yayılıyordu. Çiçek gibi, lezzetli...
Onun duşta ve çıplak olduğunu bilmek kan akışımı hızlandırdı. Sikim anında tepki verip seğirdi ve sertleşti. Siktir! Şimdiye kadar onu düşünerek iki kere kendime dokunmuş ve boşalmıştım bile. Ve bir sefer de onun bana sürtünmesiyle kendimi kaybetmiştim! Balkonun önünde olanlar hâlâ aklımdan çıkmıyordu. Her an, her saniye parmaklarımı saran sıcaklığını, avucuma akan ıslaklığını düşünüyor, kendime ona duyduğum açlıkla işkence ediyordum. Bu yaptığımdan belki utanmam gerekirdi ama hissettiğim arzuya karşı koyabilmem mümkün değildi.
Şimdi soyunup yanına gitsem ne tepki verirdi? Sıcak suyla ısınmış ve ıslak vücudunu kollarıma alsam, elimi teninin her köşesinde gezdirsem sonra da aynı şeyi dudaklarımla tekrarlasam... Tıpkı söz verdiğim gibi bacaklarının arasından akan ıslaklığın tadına baksam, dilimle amının derinliklerine dalıp onu çığlık atana kadar ağzımla becersem... Bana izin verir miydi?
Siktir!
O kadar sertleşmiştim ki canım yanıyordu. Ve tüm bu hayalin içine en önemli detayı eklemeyi unutmuştum. Vücudumun her yanını kaplayan yaraları gördüğünde vereceği tepkiyi düşünmemiştim. Bana dokunmak isterse parmaklarının altında hissedeceği bozuk tenin onu nasıl rahatsız edeceğini ve muhtemelen gördüğü anda bana zaten asla dokunmak istemeyeceğini düşünmek istememiştim.
Beni üstsüz gördüğü ilk sefer odam yeterince aydınlık değildi. Gözlerinin merakla dövmelerimi takip edişini izlerken nefesimi tutmuş ve o dövmelerin ardındakini görmesini beklemiştim ama o an nasılsa hiç gelmemişti. Beni tanımadan, onunla zaman geçirmeye fırsat bulamadan, benden tiksinip kaçmasından o kadar korkmuştum ki uzun adımlarla yanına gidip kapıyı yüzüne çarpmamak için kendimi zor tutmuştum. Onun yerine kendimi sakin kalmaya zorlayarak tişörtümü üzerime geçirmiştim.
Patlamadan beri kimsenin beni üstsüz görmesine izin vermemiştim. Hayır, bu doğru değildi. Dövmelerimi yapan iki kişi ve bir de anlık bir hatayla karşısında soyunduğum o kadın vardı.
Dövmelerimden birini yapan kişi birlikten bir arkadaşımdı. Şimdi nerede olduğunu bilmiyordum ama Kayseri’den önce Ankara’ya sonra da İstanbul’a sevk edildiğimde peşimden gelmişti. Otobüsten sağ kurtulanlardan biriydi. Beni yalnız bırakmak istemediği için mi yanımdaydı yoksa kendi yalnız kalmaya korktuğu için miydi bilmiyordum. Ona hayır ya da git demeye gücüm yetmemişti. Yaralarım iyileşmeye başladıktan sonra ondan bana ilk dövmemi yapmasını istemiştim. Kalbimin altındaki melek ve şarkı sözü, kolumdaki kabile deseni, patlayan bir bombadan akan kanlar, Yağız’ın künye numarası, babamın senelerdir kullanmadığı piponun benzeri -ki bu dövme yapılırken babam hâlâ yaşıyordu, kaburgamdaki silah, sırtımdaki kuşlar Mehmet’in eseriydi. Bir kere başlayınca durmak istememiştim. Sanki yanımda olma amacını tamamlamış gibi dövmelerin hepsi tamamlandığı gün gitmişti. İstesem onu bulabileceğimi biliyordum ama istemiyordum. O günlere geri dönmek, asla unutamayacağım şeylerle sürekli yüzleşmek bana sadece acı veriyordu.
Aynaya baktığımda başıma gelenlerin yarattığı karmaşayı değil, kendi seçtiğim karmaşayı görmek istemiştim. Boyga beni ekibe aldıktan bir süre sonra da Burçin’le tanışmıştım ve bana, ‘Seni dövmeme izin vermelisin, bu konuda benden iyisini bulamazsın,’ demişti, haklıydı. Kendi ruhundaki ve muhtemelen bedenindeki yaralar o kadar çoktu ki benimkileri gördüğünde gözünü dahi kırpmamıştı. Yarattığı dalgalar, alevler, balıklarım, güller ve dikenleri, bacağımı saran, uyluğumdan yukarı çıkıp kalça kemiğimi geçip bel boşluğumda biten zehirli yılan. Hepsi çok güzeldi.
Yine de Pelin’den sonra ilk defa bir kadının karşısına çıktığımda dövmeler sanki görünmez olmuştu. Kadın bana bakmış ve kafasını iki yana salladıktan sonra otel odasını terk etmişti. Bir daha kimsenin karşısında soyunmamıştım. Asla.
Şimdiyse bir yanım Devin’in karşısına özgürce çıkmayı istiyordu. Beni kabul et, diye haykırmak istiyordum. Beni gör ve beni kabul et.
Senin için çok mu yaralıyım?
Değilsem bile yaraların ardındaki adamı kabul etmesini beklemek de delilikti. Ben bir katildim. Ondan bir katili sevmesini nasıl isteyebilirdim?
Devin’in banyodan çıktığını duyduğumda yeni bir heyecan dalgasıyla sarsıldım. Kokusu yanı başımdaymış gibi etrafımı sardı ve bana seslendiğini duydum.
“Karan? Evde misin?”
Odamın ışığı kapalıydı. Evin içinden en ufak bir ses gelmiyordu. Burada olduğumu nereden biliyordu? Tıpkı benim onu hissettiğim gibi artık o da varlığımı hissediyor muydu?
“Evet,” diye cevapladım onu. “Az önce geldim.”
Odamın kapısının önünde oyalandığını gördüm. İçeri mi gelmek istiyordu? Kapıya doğru yürüyüp onu netçe görebilecek kadar açtım. Ona fazlasıyla büyük gelen bir havluya sarınmış, saçlarını daha küçük bir havluyla toplamıştı. Banyodan gelen ışık, teninin sıcak sudan kızardığını açıkça gösteriyordu. Kollarını, omuzlarını ve göğsünü kaplayan benleri her birinin üzerinde parmaklarımı gezdirmem için beni çağırıyorlardı. Dudakları sanki az önce öpülmüş gibi şişmişti. Kendi dudaklarını mı ısırmıştı? Gözlerimiz buluşunca orada bir sürü duyguyu bir anda gördüm. Arzu, utanç, heyecan, korku, merak, beklenti...
Bir farkındalıkla aydınlandım. “Söyle bana, ptičica, kendine mi dokundun?”
Şokla aldığı sert nefes sorumu cevaplıyordu. Küçük kuşum banyoda kendini tatmin etmişti. Benim yerime kendi parmaklarını kullanmış, o daracık amının içine ulaşıp kendini doruğa ulaştırmıştı.
“Karan...” diye fısıldadı. Bana doğru adım attığında onu kucakladım ve tereddüt etmeden yatağıma taşıdım.
Evet, ondan bir katili sevmesini isteyebilirdim. Bu dünyayı çoğu insanın hayal etmeye korktuğu pisliklerden temizlediğim için kendimden utanmıyor ya da yaptıklarımdan pişmanlık duymuyordum. Ve bunların hepsini Devin’in de görebilmesini sağlayacaktım. Ona dünyamı ve onun için neler yapabileceğimi gösterecektim. Bana karşı koyduğu her seferinde karşısında duracak, kaçmasına izin vermeyecektim.
“Sana bir sonraki sefer ağzıma boşalacağını söylemiştim. Neden benden seni boşaltmamı istemedin, Devin?”
Onu bıraktığım yerde doğrulmaya çalıştığında bacaklarını tutarak havaya kaldırdım ve geri yatmasını sağladım.
“Uzan,” dedim sırıtarak. “Az sonra seni, bana vereceğin son damlaya kadar içeceğim. Söz vermiştim.”
İnleyerek kendini yatağa bıraktığında başındaki havlu açıldı ve gece kadar kara saçları koyu renk çarşaflarımın üzerine yayıldı. Vücuduna doladığı havluyu çekmeden önce ikimize de işkence ederek onu bir süre izledim. Yatakta, dizlerimin üzerinde durup ellerimi açıkta kalan bacaklarının üzerinde gezdirdim. Tüyleri ürperirken teni kabardı, inleyerek bacaklarını açtı. Çoktan benim için ıslanmış olmalıydı. İlkel bir şekilde alışkın olduğum yasemin kokusunun yanı sıra uyarılmışlığının kokusunu alabiliyordum.
“Ne düşündün, Devin? Parmaklarını o sıcak, küçük amının içine sokarken neyi hayal ettin?”
Nefes alışverişi hızlanırken, sözlerimin onu hem utandırdığını hem de etkilediğini görebiliyordum. “Seni,” diye sızlandı. “Senin parmaklarını ve...”
“Ve?”
Uyluklarından yukarı çıkıp kalçasında durdum ve izlediğim yoldan geri döndüm. Sağ ayağını kaldırıp üzerine bir öpücük kondurdum. Dilimle bir yol çizip bileğini ısırdım. Ondan çıkan nefis bir sesle ödüllendirildim. Dudaklarımla dizine kadar ilerleyip dizinin arkasındaki hassas deriyi yaladım. Minik bir çığlıkla kalçası yataktan havalandı.
“Ne diyordun, güzelim? Benim parmaklarımı hayal ettin ve?”
“Seni içimde hissettiğimi,” derken mümkünmüş gibi daha çok kızardı.
Bacağındaki benlerin üzerinden geçerken bir gün vücudunu saran tüm benleri ezberleyeceğime dair kendime söz verdim. Hepsinin yerini bilecek, hepsine dokunmuş olacaktım ve buna bugünden itibaren başlayacaktım.
Sağ bacağını bırakıp diğerini aldım ve aynı hareketleri tekrarladım. Ayağını sıkıca avucumun içinde kavrarken dilimi teninde gezdirdim. Dişlerimi sürttüm ve o hassas noktayı emdim.
“Sikimi mi hayal ettin, ptičica? Senin için nasıl sertleştiğimi ve kendimi içine nasıl daldırdığımı?”
Onun arzuyla kıvranan vücudunu izlemekten asla bıkmayacaktım. Benim için çıkardığı tüm sesler, ruhumun müziğiydi. İnledi. Küfretti. Kalçalarını iterken gözleri gözlerimi buldu ve ben, ona âşık oldum. Bir kez daha.
İşkenceye bir son vererek üzerindeki havluyu çözdüm ve yatağın iki yanına yayılmasına izin verdim. Çıplaklığını izlerken o kadar sertleşmiştim ki pantolonumun yarattığı baskı acı veriyordu.
Dik göğüsleri ona dokunmam için yalvarıyor, şişip sertleşmiş uçları pespembe parlıyordu. Ağzımı sulandırıyordu.
İncecik belini kavradım. Onu izlemeye başladığımdan beri zayıflamıştı. İlk işim onu eski sağlığına kavuşturmak olacaktı. Devin sıska bir kadın değildi. Avucumu güzelce dolduracağını bildiğim nefis bir kıçı, dolgun göğüsleri vardı. Şimdi kaburgaları elime geliyordu ve o şerefsizi sırf bunun için mezarından çıkarıp, diriltip yeniden öldürmek istiyordum. Bu sefer tetiği çeken ben olurdum.
“Öyle güzelsin ki...”
“Bir şey yap,” dedi. “Lütfen...”
Devin, gördüğüm en güzel yaratıktı. Sadece aklımı alan görünüşüyle değil, onun kalbini ve ruhunu da görüyordum. Çoğu insan sandıklarının aksine açık bir kitap gibiydi ve gözlerine bir kez olsun bakmak içlerindeki gerçeğin kolayca ortaya dökülmesini sağlıyordu. Devin’e bir kez bakmam yetmişti. O sahip olamasam bile son nefesime kadar koruyacağım en değerli şeydi. Kalbimin karanlığını aydınlatan ışıktı. Bir insan ışığından nasıl vazgeçebilirdi? O sıcaklıkla ruhunu yıkadıktan sonra nasıl yeniden karanlığın soğukluğunu kucaklamaya devam edebilirdi?
“Seni bırakamam, Devin,” diye itiraf ettim. “Benden bunu istesen de yapamam.”
Cevap vermesini beklemedim. İtirazlarını duymaya hazır değildim.
Bacaklarını iki yana açıp omuzlarıma kaldırdım ve kafamı büyük bir hevesle açıklığına gömdüm. Tıpkı vücudunun geri kalanı gibi amı da arzuyla kızarmış, güzelce şişmişti. Sıcacık ıslaklığı dudaklarına yayılmıştı, parlıyordu.
Oradaki ben üçgenini görünce gülümsedim. Tanrım! Bu kadın mükemmeldi.
Dilimi o üçgenin üzerinde gezdirdim ve yarığına doğru ilerledim. Kokusu ciğerlerime dolarken Devin’in elleri kısa saçlarımı kavradı. Kendini bana daha çok bastırırken inledi. “Evet,” dedi. “Ah... bu çok güzel.”
O çok güzeldi. Tadı hayatım boyunca tattığım en lezzetli şeydi. Sıcaktı, ıslaktı ve ağzıma akıyordu. Şişmiş yarığını iki parmağımla ayırıp dilimi içine daldırdığımda, “Siktir!” diye bağırdı.
Masaj yaparak onu okşadım. Dilimi ulaşabildiğim her noktada gezdirdim. Bacaklarının omzumun üzerinde kasılmasının, inlemelerinin ve giderek ıslanan amının verdiği zevkte kendimi kaybettim.
“Böyle güzel mi?” diye sordum. “Parmaklarımı da ister misin?”
“Evet, Karan. Evet, parmaklarını da istiyorum.”
Ona ne isterse verecektim. Her ne isterse. Onu bırakmamdan başka.
Dilimi klitorisinde gezdirirken içine tek seferde iki parmağımı ittim. Kasları parmaklarımı sıkıca kavradığında inleyerek onu daha sert yaladım. Klitorisini dişlerimle kıstırıp hafifçe ısırdıktan sonra ondan nefis bir çığlık daha kazandım. Tırnakları kafa derime battı ve ben, buna bayıldım. Onu emdim ve parmaklarımla amının derinliklerini keşfetmeye devam ettim. O kadar yumuşak ve sıcaktı ki kendimi içine gömmemek için sarf ettiğim çabayla kaslarım sızlıyordu.
“Çok yakınım.”
“Hissediyorum, ptičica. Ver onu bana.”
Üçüncü parmağımı da ekleyip içinde hızlı hareketlerle gidip gelirken avucum dudaklarına çarpıyordu. Çıkan tüm sesler, dinlemekten asla bıkmayacağım enfes bir orkestra gibiydi. Aramızda bir şey vardı. Onu gördüğüm ilk andan beri hissettiğim, insanın hayatında belki ancak bir kere deneyimleyebileceği eşsiz bir şey. Artık o da bu duyguyu hissediyor muydu? Bana ait olduğunu görebiliyor muydu?
Elim aldığı zevkle sırılsıklam olmuştu. Bacaklarından akıyor, altındaki havluya resmen damlıyordu. O küçük zevk tepeciğini ısırdıktan sonra dilimle baskı uyguladım, parmaklarımı içine iyice gömüp kıvırdım ve Devin, yüksek sesli bir inlemeyle kendini bıraktı. Titremeleri kalp atışlarıma eşti. Bacakları sarsılıyor, sıcak ve şişmiş kasları parmaklarımı adeta emiyordu.
Parmaklarım yerine içinde ben olmalıydım. Sikimi nasıl güzel saracağını, zevkten kasılırken, sikimi emer gibi içine nasıl çekeceğini hayal edince bile hissettiğim arzuyla titriyordum.
“Harikasın, Devin,” dedim. “Ağzıma ve parmaklarıma ne de güzel geldin.”
“Sen delisin,” diye mırıldandı. Parmaklarını saçlarımdan ayırmakta zorlanıyor gibiydi. Bacaklarını omuzlarımdan indirdikten sonra uyluklarına birer öpücük bırakıp dudaklarımla karnına doğru ilerledim. Ellerimi kalçasının kıvrımlarından göğüslerinin şişkinliğine doğru ilerletirken, ağzımı göğüslerinden birinin üzerine kapadım.
“Hmm...” Mırıldanışımın teninde yarattığı titreşimle vücudu sarsıldı. Bacaklarını belime dolayıp amını patlamak üzere olan pantolonumun önüne bastırdı. Elleri kollarımdan omuzlarıma doğru çıktıktan sonra sırtımda gezinmeye başladı.
Belime geldiğinde durdu ve “Soyun,” dedi. “Seni keşfetmeme izin ver.”
Bu sözlerin her şeyi alevlendiren ve soluksuzca devam etmesini sağlayan o sözler olmasını çok isterdim ama dişlerimin arasında meme ucu varken donup kalışıma engel olamadım.
Onun beni keşfetmesine nasıl izin verecektim?
Korkuyordum ve en son ne zaman gerçekten korktuğumu dahi hatırlamıyordum.
***
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |