18. Bölüm

15.BÖLÜM

Zeynep Işıklar
zeynepisiklar

Bölüm başlarına uyarı koymam sanırım daha sağlıklı olacak.

Not: Bu bölümün çoğunluğu +18 sahnelerden oluşmaktadır.

*Devin*

Hayatımın en iyi orgazmını yaşamıştım. Bunu itiraf etmek beni kötü biri yapar mıydı bilmiyordum ama Karan’la yaşadığım her şey, şu ana kadarki deneyimlerimden yüzlerce kat daha güzeldi. Havai fişekleri görüyordum. Ya da gökkuşaklarını. Kanatlı atları, gece göğünden kayan yıldızları... Vücudum onun dokunuşuyla uğulduyor, kalp atışlarım bilmediği bir müziğe eşlik ediyordu.

Henüz daha öpüşmemiştik bile. Beni yatağına yatırdığı gibi üzerime çıkmış ve dudaklarını daha önce kimsenin ulaşamadığı yerlerde gezdirmişti. İnsan anatomisine aşinaydım ama bir dizin arkasının zevk veren bir nokta olduğunu kim bilebilirdi? Beni yalamıştı. Dizimin arkasından! Dilinin ıslaklığını ve sıcaklığını hissettiğim anda bitmiştim. Karnım kasılmış, tüylerim ürpermiş ve heyecandan boğazım kurumuştu. Ve diliyle yaptığı o hareketler...

Kıyaslama yapmak istemiyordum, yine de Karan’ın sanki açlıktan ölüyormuş gibi beni yediğinin ve tükettiğinin farkındaydım. Daha önce kimsenin yemeği olmadığım konusunda da yemin edebilirdim.

Parmakları benim asla ulaşamayacağım yerlere uzanmış, resmen kadınlığımın iç duvarlarını sevmişti. Aldığım zevkle sarhoş olmuş durumdaydım. Boşaldıktan sonra ne yapacağımı bilemezken beni öpmeye devam etmişti. Bu, beklenmedikti ve çok güzeldi. Henüz ona doymamıştım. Doymamayı bırak daha onu keşfetmeye başlamamıştım bile.

Ancak ondan soyunmasını istediğimde donup kalmasını beklemiyordum. Ağzı göğsümdeydi. Diliyle göğsümün yumuşak dokusunu eziyor, dişleriyle hafif acı dalgaları yollayıp benimle oyun oynuyordu. Ama teklifimi duyduğu anda donup kalmıştı.

“Sorun ne?” diye sordum. Ellerimi yüzüne götürdüm ve bana bakması için yüzünü kaldırdım. Avucuma batan kısa sakallarının verdiği güzel hisle gözlerini görmek için bekledim. Üst dudağının sol kenarındaki yara izinde parmağımı gezdirdiğimde gözlerini kırpıştırdı ama gözlerime tam olarak bakmadı.

“Seni rahatsız ediyor mu?” diye sorduğunda ne demek istediğini anlamadım. Ağırlığını bir eline verip diğer eliyle sağ elimi kavradı ve parmaklarımı yeniden yara izinin üzerine getirdi.

“Yara izin mi?” Kafasını salladığında gülümsedim. “Ciddi misin sen?” Her ne kadar üzerimde koca bir dev gibi yükselmesi kendimi korunaklı ve güvende hissettirse de doğrulmaya çalıştım. Onu hâlâ deli gibi istiyordum ve sonuçlarıyla yüzleşmeden önce istediğimi almaya kararlıydım. Buna ihtiyacım vardı. Birinin bana gerçekten ilgi duyduğunu hissetmeye, arzulanabilir olduğumu görmeye ve kendimi zevkin kollarına bırakmaya ihtiyacım vardı. Ama her şeyden öte, her nasılsa ona ihtiyacım vardı.

Bu farkındalıkla kalbim tekledi. Bir an için atmayı bıraktı ama cevabımı bekleyen kuşkuyla dolu bakışlarının altında kendimi toparlamaya çalıştım.

“Bu yara izinin sana fena halde yakıştığını kabul etmek zorundayım, Karan,” dedim. “Yani... yaydığın tüm bu belalı auraya çok yakışıyor. Adının anlamı karanlık, biliyor muydun? İsimlerin anlamlarını öğrenmek gibi bir hobim var. Her neyse,” dedim gözlerindeki bakışın değişimini izlerken. “Demek istediğim adın sana yakışıyor ve bu iz de karanlığını daha çekici kılıyor.” Ona dokunmayı bırakıp kendi yüzümü örttüğümde elimi yakalayıp yeniden kendi yanağına koydu.

“Dokunmaya devam et,” dedi kısaca.

“Bu beni sığ biri mi yapar? Yanlış anlama... Öyle belalı tipleri çekici bulmam normalde aslında ama...”

“Beni çekici mi buluyorsun?”

Benimle dalga geçiyor olmalıydı. Gözlerine yeniden baktığımda oradaki muzip parıltıları görmek canlandırıcıydı. Viski istiyordum. Bir kadeh. Onun gözlerine bakıp o ilk yudumu almak istiyordum.

“Gözlerine bakınca canım viski içmek istiyor. Peki, bu normal mi? Sana her baktığımda içmek istersem sonunda alkolik olur muyum?”

Beni öptü. Susturmak istemesine şaşırmamalıydım çünkü saçmaladığımı biliyordum. Hissettiklerim beni korkutuyor ve ruh halimi dengesizleştiriyordu. Yara izini dudaklarımın arasına alıp dilimi üzerinde gezdirdiğimde homurdandı. Bu hoşuna gidiyordu. Onu öperken sırıttım ve ellerimi bir kez daha kaslı gövdesinde gezdirmeye başladım.

“Çıkar,” dedim bir kez daha. Tamamen çıplaktım. Her yerimi görmüş ve tadıma bakmıştı. Kendimi hiç olmadığım kadar güçlü ve güzel hissediyordum. Aynısını ona da verebilmek istiyordum. Ellerimin altında dağılmasını ve tadına bakmayı arzuluyordum. Kaslarını, dövmelerini ve onu o yapan her bir parçayı keşfetmem gerekiyordu.

Bacaklarımın arasında dizleri üzerinde doğrulduğunda onu daha iyi görebilmek için kendimi yatak başlığına doğru kaydırdım. Yastığını alıp sırtımı ona dayarken çıplağım daha çok göze çarpıyordu. Bana bakışı ne kadar açıkta olduğumun bir yansımasıydı. Gözleri hâlâ uçları sert olan göğüslerimde oyalandı. Dik, sıkı ve onun vereceği tüm zevklere muhtaçlardı. Ağırlaştıklarını hissedebiliyordum. Karan’ın büyük avuçlarının içine güzelce oturacaklarını, beni tam da ona göreymişim gibi kavrayacağını biliyordum.

Bacaklarımın arasındaki ıslak yeniden oluşmaya başladığında gözleri sanki bunu fark etmiş gibi aşağı doğru ilerledi. İstemsizce bacak bacak üstüne atarak kendimi kapamaya çalıştığımda eli bileğimi kavrayıp hareketimi engelledi. Konuşmadı, sadece kafasını iki yana salladı ve ben de ona uyum sağladım. Utangaçlığımın ve özgüvensizliklerimin bu anın büyüsünü bozmasına izin vermeyecektim.

Daha önce çıplaklık hiç bu kadar özgürleştirici hissettirmemişti.

Bakışlarının altında tüylerim ürperdi. Islak saçlarım omuzlarıma ve sırtıma doğru yayılmıştı. Kaloriferler yüksek ısıda yanmıyor olsalardı ve kanım hâlâ ona duyduğum arzuyla vücudumda sıcacık akmıyor olsaydı üşüyebilirdim.

Tıpkı onun beni izlediği gibi Karan’ın her bir parçasını seyredebilmek için komodine uzanıp ışığı açmaya karar verdim ama bu seferde hızla uzanıp elimi yakaladı.

“Sonra,” dedi.

“Ama seni görmek istiyorum.”

“Göreceksin ama ışıkların altında değil.”

Bir şeyler dönüyordu. Salak değildim. Benden saklamak istediği bir şey vardı. Onu rahatsız eden, beni rahatsız edeceğini düşündüğü ve donup kalmasını sağlayan bir şey... Dudağındaki yara izini sorduğuna göre vücudunun da yaralarla kaplı olduğunu varsaymak yanlış olmazdı. Peki, neden bunu umursayacağımı düşünüyordu? Yaptığı işi ve Burçin’in ağzından kaçırdığı bilgiyle bir zamanlar asker olduğunu düşünecek olursam onun bazı yaralara sahip olması kaçınılmazdı.

“Benden saklamaya çalıştığın her neyse umurumda bile değil, Karan.”

“Bunu bilemezsin.”

“O zaman sana kanıtlamama izin ver,” dedim. “Işığı açayım ve bana kendini göster. Bu sırada da sadece gözlerime bak. Eminim içlerindeki gerçeği yakalayabilirsin.”

Yutkunduğunu duydum. Yüzümde gezinen bakışları kararsız, iki yanında duran elleri sertti. Aldığı derin nefesle göğsü ve karnı şişti. Onu görmek istiyordum. Çıplak tenini ellerimin altında hissetmeyi ve vücudunun sıcaklığıyla sarmalanmayı istiyordum.

“Hadi,” diye ısrar ettim ve sonunda karar verdiği anı gördüm. Benim yerime kendi uzanıp sağımda kalan komodindeki ışığı açtı. Sarı, loş ışık odayı yeterince aydınlatsa da kesinlikle spot ışıklarının altında değildi. Elmacık kemikleri, ışığın yarattığı gölgeyle derinleşti.

Tişörtünün yakasını tutup kafasının üzerinden geçirerek çıkardığında bakışlarım büyük bir merak ve açlıkla önce karnını buldu. Belirgin kaslarının üzerine yerleşen dalgalar ve yin yang dövmesi kusursuzdu. Çok güzeldi. Sanat eseri gibiydi. Ona yaklaştım. Kendimi aynı onun gibi dizlerimin üzerine kaldırdım ve topuklarımın üzerine ağırlığımı bıraktım.

Ve gördüm.

Yara izlerini.

Vücudunu bir harita gibi saran kimi yerde hafif pembe kimi yerde daha soluk olan kabarık çıkıntıları net bir şekilde görebiliyordum.

Dalgaların arasındaydı. Balıkların altında. Alevlerin içinde. Kaburgasındaki silahın hatlarında. Göğsünün altında duran kanatsız meleğin detaylarında. Meleğin tam altına işlenmiş yazı tanıdık geldi ve bu kelimelerin o gün sabah dinlediği şarkıya ait olduğunu fark ettim.

Jutros mi je ruža procvjetala

Ružu gledam pa sam zaplakala

Ružo moja mladost sam ti dala,

Savojom sam te suzom zaljevala

Anlamını Karan’dan bir kez daha duymak istedim. Şüphesiz bu melek, annesini simgeliyordu, tıpkı şarkı sözlerinin de Karan’a onu hatırlattığı gibi.

Gözlerim sonunda güller ve dikenlerine ulaştı. O kadar güzeldi ki düşünmeden uzanıp parmaklarımı üzerinde gezdirmeye başladım. İçine çektiği sert nefesi duymazdan geldim. O bana, gözlerime bakabilirdi ama ben henüz bakışlarımı vücudundaki yaşanmışlıklardan ve seçimlerinden ayırmaya hazır değildim.

Boynuna uzanan dikenleri ve yaprakları sevdim. Oradan geniş omuzlarına geçip iki kolunun üst kısmına yaptırdığı kabile dövmelerini inceledim. Sol kolunda yara izi ve bu desenden başka dövme yoktu ama sağ kolu da gövdesi kadar yaralıydı. Parmaklarım fay hattını takip ediyormuş gibi üzerlerinden geçiyor, kimi yerin daha kabarık kimi yerin daha ince bir dokuya sahip olduğunu keşfediyordu. Patlayan bir bomba ve kanlar neyi simgeliyordu? Vücudunu bu hale getiren bu muydu? Bir bomba? Bir patlama? Neler yaşamıştı?

Ve o anda kalbim onun için ağrımaya başladı. Vücudunun katlamak zorunda kaldığı acıları tahmin etmek zor değildi ama ruhu? Ruhu bu patlamadan sağ çıkabilmiş miydi?

“Çok güzelsin,” dedim kendimi tutamadan ve bir anda kollarımı kavrayıp beni durdurdu. Sırtım bir kez daha yatakla buluştuğunda yüzü üzerimde yükseldi.

“Benimle dalga geçme. Her şey olur ama bu hayır. Bunu yapma. Yalan söyleme.”

Kollarım iki yanımda sabitlenmiş olmasaydı ona uzanır ve tenine zevkle dokunmaya devam ederdim.

“Gözlerime bakmadın mı? Görmüyor musun? Yalan söylemiyorum, Karan.”

Ela gözleri, benim ölü bir toprağı andıran koyu kahverengi gözlerime ışık oluyordu. Yara izlerinden rahatsız olmasını aklım almıyordu. Her ne olduysa başına gelmişti ve bunun üzerinde hiçbir gücü yoktu. O kurtulmuştu. Savaşmıştı. Kazanmıştı. Ve birçok açıdan doğru olsun olmasın kendine bir yol seçmişti. O gördüğüm en güzel adamdı. Güçlüydü ve benim gözümde yenilmezdi.

“Bu kadar şanslı olamam,” dedi kafasını iki yana sallarken. “Hayatım boyunca hiç şanslı olmadım.”

“İnan bana, ben de kendim için aynı şeyi düşünüyorum. Özellikle ölü kocamın başıma açtığı işlerden sonra ama... işte, buradayız.”

Eğildi. Burnunu saçlarımın dibinde gezdirip şakağımdan çeneme doğru ilerledi ve sonunda dudakları bir kez daha dudaklarımı buldu. Dilini zevkle ağzımın içine kabul ettim. Onu emdim, dilimi diline sürttüm. Tüm duygularımı mümkünmüş gibi bu öpücüğün içine akıttım.

Sana saygı duyuyorum, dedim dudaklarımla. Seni anlıyorum. Seni görüyorum. Sen bir savaşçısın, dedim sonra. Yaralarından utanma. Onları seviyorum.

“Bırak beni.” Daha fazla dayanamıyordum. Kendini ne kadar zamandır saklıyordu? Onu görmek, onunla tıpkı arzuladığım gibi ilgilenmek istiyordum. “Daha işim bitmedi.”

Başta tereddüt etse de saniyeler içinde ellerimi bıraktı. Benim ona dokunmamdan başka herhangi bir şeye odaklanmakta zorlanıyormuş gibi öpücüğü yavaşladı. Dokunuşları keskinliğini yitirdi. Gözleri kapalıydı ve sanki acı çekiyormuş gibi görünüyordu.

Onu üzerimden itip doğruldum.

“Sıra sende,” dedim sahip olmadığım bir özgüvenle. Daha önce kimsenin karşısında böyle durmamış, kontrolü elime geçirmemiş ya da bir erkeğin bedenini keşfetme arzusuyla yanıp tutuşmamıştım. Merakım had safhadaydı ve ben, bu gece bu merakımı giderecektim. “Uzan.”

Acı çektiğinden neredeyse emindim. Gözlerini sımsıkı yumdu. Kaşları çatık, yara izli dudağı her zamankinden daha gergindi. Çenesi birbirine kenetlenmiş, aldığı nefesler düzensizleşmişti.

“Bana güven.”

Bunu ondan neden istediğimi bile bilmiyordum. Kendim ona güvenmeye başladığım için olabilir miydi? Aramızda her ne varsa hepsinin karşılıklı olmasını istiyordum. Daha önce hiç böylesine yoğun bir şey deneyimlememiştim ve her ne hissediyorsam aynısını Karan’ın da hissetmesi için delice bir istek duyuyordum.

Bana ne oluyordu? Ne yapıyordum? Bilmiyordum.

“Devin...” diye sızlansa da omuzları yenilgiyle düştü ve yatağa, az önce yattığım yere uzandı. Havlu iyice kaymıştı, onu çekip yere attım ve Karan’ın bacaklarının yanında durup onu izlemeye başladım. Yatağın büyük çoğunluğunu kaplıyordu. Geniş göğsü, belirgin kasları, iri kolları ve bana hem şehvetle hem de merakla bakan gözleriyle karşı konulamaz görünüyordu.

Karan bir tanrıydı. Cehennemden çıkmış gibi görünen bir kraldı. Yara izleriyle kaplı bir savaşçıydı. Ve bundan sonra ne olacaksa olsun bu akşam benimdi.

Pantolonunu çıkarmadan önce yukarı uzanıp onu öptüm. Dokunuşuma alışması için onu öperken ellerimi bir kez daha omuzlarına yerleştirdim. Homurdanarak belimi kavradı ama hareketlerimi kısıtlamadı. Sadece beni orada, öylece tutmaya devam etti. Ona fazla geldiği bir nokta olursa beni bir köşeye atmaya hazırlanıyordu sanki.

“İstemediğin zaman dur de,” dediğimde küfretti. Kendini zayıf hissettiğini görebiliyordum. Belki de hiçbir zaman şu anki kadar savunmasız olmamıştı.

“Sana asla dur demeyeceğim.”

“O zaman beni tutma, Karan. Bana dokun.”

Çenesini öperek boynuna doğru ilerledim. Dudaklarımı dikenlerin ve gül yapraklarının üzerinde gezdirdim. Dilim bozuk derisinin üzerinde gezerken resmen tısladı. Belimi tutuşu sıkılaştı ama sonra derin bir nefes alıp beni bıraktı ve ondan istediğim gibi ellerini çıplaklığımın üzerinde gezdirmeye başladı. O sırtımı okşarken, ben dövmelerle kaplanmış yara izlerini öpüyor ve her birine dokunuyordum.

Hafif tüylerle kaplı göğsüne burnumu sürttüm ve sadece ona ait olabilecek kokusunu içime çektim. Çok tuhaftı. Sanki bana özel üretilmiş bir koku gibiydi. Her bir nefeste bir sonrakini istiyor, kokusunu içime çektikçe onu daha çok bana ait kılmayı arzuluyordum.

“Bu bir işkence,” diye fısıldadı. Elleri kıçıma uzanıp sıkıca kavradı ve beni üzerine çekmeye çalıştı.

“Şimdi değil,” dedim. Önce onu tamamen soyacaktım. Her yerinin tadına bakacak ve ancak ondan sonra üzerine çıkacaktım. Aletini kavrayıp ıslaklığımı üzerine yayacak ve onu sadece bu gece için bile olsa ait olduğu yere koyacaktım.

Bir kez daha açıklığımda, vajinamın ıslak dudaklarında gezinen parmakları dikkatimi dağıttı. Kıçımı yoğurdu, sırtımı nazikçe okşadı, parmaklarını sataşır gibi bacaklarımın arasında gezdirdi. Ara ara vücudunda gezinen dudaklarımla yukarı çıkıyor, sert ve vahşi bir öpücükle dudaklarını esir alıyordum. O saniyelerde saçlarımı sıkıca kavrıyor, çekiştiriyor, beni kendine hapsetmekten daha çok istediği bir şey yokmuş gibi davranıyordu. Ve sonra keşfime devam ediyordum.

Bu işkenceyi nereye kadar sürdürürsem sürdüreyim bana karşı çıkmayacağını anladığımda pes ettim ve pantolonunun düğmesine uzandım. İnleyerek kalçasını sıktı, dokunuşuma doğru hafifçe yükseldi.

Gözlerimi gözlerinden ayırmadan düğmesini çözüp fermuarını indirdim. Göz bebekleri o kadar büyüdü ki ışıltılar saçan kehribar rengi incecik bir halka olarak kaldı. İşte, şimdi gerçekten fantastik bir dünyadan fırlamış ve kucağıma düşmüş gibi görünüyordu. Onu tam da bu anda öyle çok istedim ki bacaklarımı birbirine bastırarak bir sonraki adımıma odaklandım.

Pantolonunu çıkarabilmem için kalçasını havaya kaldırdığında boxerını da tutarak ikisini birden aşağı çektim. Ah... Siktir!

İki farklı şeyin şaşkınlığıyla ona baktım.

Birincisi, Karan kocamandı. Böyle devasa bir adamın daha azına sahip olacağını düşünmek delilik olurdu ama bu gördüğümde o delilikle eş değerdi. Kalın ve uzundu, penisinin ucu hafifçe eğikti. Gördüğüm en seksi uzuv olabilirdi. Ucu kızarmış, zevk suyuyla hafifçe ıslanmıştı ve parlıyordu. Yutkunurken çıkardığım sesle utansam da ona dokunduğum anda Karan’ın yüksek sesli inlemesiyle ödüllendirildim. Pantolonu dizlerinde kalmıştı ve benim onu tamamen çıkaracak kadar sabrım yoktu.

İkincisi, bacağını saran yılan dövmesiydi. Yılanın kafasının bel oyuntusunda bittiğini fark etmemiştim. Sol yanında kalıyordu ve diğer her şeyi incelerken o gözümden kaçmıştı. Ama şimdi tamamen ortadaydı. Uyluğunun içinden kalın gövdesi kalçasına doğru dönüyordu. Diğer tüm dövmeleri gibi bu da siyahtı ve aşırı derecede tehlikeli duruyordu.

Ben onu izledikçe Karan sabretmekte zorlanmaya başladı. Ona ve benim için olan arzusunun kanıtına bakışlarımı çevirmeden önce parmaklarımı dövmesinin üzerinde gezdirdim.

“Hepsi inanılmaz...” diye mırıldandım.

Daha önce herhangi bir erkeğin sikini ağzımın içinde hayal edip, bu düşünceyle ıslanıp, zevkten kıvranmamıştım. Onu tatmak istiyordum. Onu ağzımda istiyordum.

“Devin... Güzelim... Lütfen,” diye sızlandı. Elleriyle yüzüme ve onun kasıklarına dökülen saçlarımı toplayıp, bir avucunun içine sıkıştırdı. Hafifçe çekiştirirken, “Bunu yapmak zorunda değilsin... ama ben... böyle duramam,” dedi. Sanki bunu yapmam için beni zorlaması gerekirmiş gibi...

“Karan,” derken sesim arzudan boğuklaşmıştı. “Emin ol beni zorlamana ihtiyacım yok.”

Bacaklarının üzerine çıktım. Çıplaklığım kalın, kaslı ve zehirli yılanla sarılmış bacağının üzerindeyken, penisini en altından kavradım. Parmaklarım onu sarmaya yetmedi. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Onun içimde olması düşüncesiyle kadınlığımın duvarları kasıldı. Kendimi bacağına sürterken, uzanıp onu ağzımın içine hapsetmeden önce dibinden ucuna kadar yaladım. Tükürüğümle iyice ıslanması için bunu tekrarlarken Karan, küfürler savurmaya başladı.

“Ağzın ptičica...” derken kalçası elimin altında ileri geri hareket etmeye başladı. “Al beni. Sikimi ağzına al ve bana göster.”

Benimle böyle konuşmasına bayılıyordum. Tereddütsüz ve açıkça. Ne istediğini biliyor, bunu talep etmekten çekinmiyordu. Ağzından çıkan her kaba ve açık söz kanımın kaynamasına neden oluyordu. Kendimi seksi hissediyordum.

Demek böyle bir şeydi... Gerçekten arzulanır olmak, seksin her saniyesini kabullenmek, o özgürlük ve heyecan... Yanıyordum. Vücudum baştan ayağa korlarla kaplıydı ve Karan’ın her dokunuşu ve her sözüyle yeniden alevleniyordu.

Tıpkı istediği gibi onu ağzıma aldım. Tabii ki sığmadı. Geri çekilip bir daha denedim ve bir daha. Gidebildiğim kadar ileriye gittiğimde artık boğazıma değiyordu ve hâlâ penisinin en alt kısmını kavrayabiliyordum.

Karan’ın inlemeleri hareketlerimin ritmi oldu, bana rehberlik etti. Yanaklarımı içime çekerek onu emerken avucumun içindeki taş gibi sertliğinde ellerimi aşağı yukarı hareket ettim. Boğazıma her çarpışında gözlerim sulanıyordu ama yetmiyordu. Kokusu, tadı ve sesi bağımlılık yapıcıydı.

Bacaklarımın arasına bacağını bastırdı. “Sürtün,” dedi. “Beni emerken bana sürtün ve sikimi ağzına almanın seni ne kadar azdırdığını göster bana.”

Bu adam ve ağzı... İnanılmazdı. Vajinam zevkle zonkluyordu. Ona sürtünmenin asla yetmeyeceği bir noktadaydım ama önce onu boşaltmak istiyordum.

Elimi daha hızlı hareket ettirmeye başladım. Kavrayışımı sıkılaştırdım ve onu emerken arada sırada dişlerimi kullanarak ona sataştım.

“Evet,” dedi boğuk bir sesle. “Dişlerini sürt güzelim. Dilini sertçe bastır... aynen öyle.” Saçlarımı kavrayışı sıkılaştı ve bir an sonra kontrolü eline aldı. Kafamı sertçe kendine çekerken, kalçasını aynı anda ileri doğru itiyordu. “Çok güzelsin, ptičica. Beni ağzına öyle güzel alıyorsun ki...” Her darbesinde penisinin ucu boğazıma yaslanıyor, beni öğürtecek kadar ileriye gidiyordu. Önünden hiçbir engel olmadan ilerleyen ve kat ettiği yolla giderek büyüyen, ölümcül hale gelen devasa bir tsunami gibiydi.

Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken bakışlarımı ona çevirdim. Dağıldığı o anı izlemek istiyordum. Gözlerimiz o delilik anında birbirini buldu ve orada, içlerinde gördüğüm şey kalbimi durdurdu.

O hayranlık, o arzu ve...

Biliyordum. Karan, beni bırakmayacaktı. O anda onun bir avcı benim de onun uzunca bir süredir ağına düşürmek için sabırla beklediği avı olduğumu anladım.

“Ağzını menimle dolduracağım, Devin. Hazır mısın? Hepsini yuttuğunu izlemek istiyorum.”

Karan ağzıma sığamayacak kadar beni doldurmuşken yutkunmak zordu ama bunu başardım. Elimi taşaklarına götürüp onu kavradım ve avucumun içinde okşamaya başladım. Sanırım bu iki adım onu uçurumun kenarına sürüklemeye yetti.

“Siktir!” diye bağırdı. “Yut, Devin. Ah... Siktir!”

Boğazımdan aşağı aktı, aktı, aktı. Sanki sonu yok gibiydi. Onu tamamen yutmaya çalışırken görüşüm bulandı. Eli saçlarımı bırakmış çoktan boğazıma sarılmıştı. Sanki her bir yutkunuşum tadını hem dışarıdan hem de içeriden almak istiyormuş gibiydi.

“Harikasın, güzelim. Mükemmelsin.”

Sanırım son damlasını da yuttuğumda geri çekildi. Ağzımın kenarından sızan menisini dudaklarıma yayarken gözleri gerçekten iki siyah küreden ibaretti. Bu hali beni korkutmalıydı belki ama kendimi tamamlanmış ve tuhaf bir şekilde bir şeyi başarmış gibi hissediyordum.

Karan’ı, kendini muhtemelen herkesten saklayan bu adamı, ele geçirmiştim. Duvarlarını yıkmış ve kendini bana göstermesi için ona meydan okumuştum. Bir Tanrıyı dize mi getirmiştim? Kendimi yenilmez hissediyordum.

Beni kendine çekip dudaklarıma yaydığı meniyi yaladığında tutuşunun altında titredim. Dilini ağzımın içine itti. İkimizin tadı birbirine karışırken ikimizden de boğuk, tatmin olmuş, vahşi inlemeler döküldü. Bacağına sürtünmekten yanan vajinam şimdi kasıklarının üzerindeydi ve hâlâ tatmin olma isteğiyle zonkluyordu.

Ancak komodinin üzerinde duran telefonu titremeye başladı.

Karan’ın saniyeler içerisindeki değişimine tanık olmak şaşırtıcıydı. Anında yattığı yerden doğruldu. Beni de beraberinde kaldırıp alnıma bir öpücük kondurdu ve telefonuna uzandı.

Aramayı cevapladığında karşı taraftan Erdem’in sesini duydum. Ne iş yaptıklarını az çok anlamaya başlamış olsam bile hâlâ bilmediğim onlarca, belki de yüzlerce şey vardı. Ve şu anda bunları öğrenmek isteyip istemediğimi bile bilmiyordum.

Kalkmak için hareketlendim. Yere attığım havluya uzanırken bileğimi tutarak beni durdurdu ve kucağına çekti. Tamamen çıplakken, yine tamamen çıplak olan bir adamın tek bacağında yanlamasına oturmak tuhaftı. Yarım kalmışlığın verdiği hisle ağırlığını koruyan memelerimi kapatmak, bacağına yayılmaya devam eden ıslaklığımı engellemek gibi anlamsız istekler duyuyordum.

Sağ eli belimi okşarken kafasını göğsümün üstüne koydu ve Erdem’le o şekilde konuşmaya devam etti. Tuzaklardan bahsediyorlardı. Erdem iki kişiden bahsettiğinde Karan geleceğini söyledi.

Görüşmeyi sonlandırdıktan sonra telefonunu bıraktı ve yüzümü kavradı. Dudaklarımı derin, tutkulu ama aynı zamanda şefkatli bir öpücükle esir aldı. Az önceki vahşilikten eser yoktu ama o kadar güzeldi ki boğazımın düğümlendiğini hissederek vücudumu iyice ona yasladım. Daha önce hiç bu kadar değer gördüğümü hissetmemiştim.

“Gitmek zorundayım,” dedi geri çekilirken. Dudağımın kenarını, çenemi, yanağımı ve en sonda boynumu öperken.

“Eymen’le mi ilgili?”

Beni sarıp sarmalayan vücudu altımda bir kaya gibi sertleşti. Az önceki haline dönene kadar birkaç nefeslik süre geçti. Bu sırada bir elimle ensesindeki saçlarıyla oynuyor diğeriyle de kolundaki kabile dövmesinin desenlerinin üzerinden geçiyordum.

“Kulağa saçma gelecek. Ya da tam bir pislikmişim gibi ama onun adını senin ağzından duymak istemiyorum.” İç çekti. Burnunu boynumda gezdirirken köprücük kemiğimi dişledi. İnleyerek kafasını kendime bastırdım. “Özellikle de çıplakken, az önce ağzına akıttığım tüm menimi yutmuşken ve ıslaklığın hâlâ bacağımı yıkarken, duymak istediğim son şey onun adı.”

Dediği gibi kulağa saçma geldiğini söylemek isterdim ama gerçek, bunun tam tersiydi. Onu anlıyordum. Özellikle az önce paylaştığımız şeyin sıradan bir şehvetten daha farklı, özel ve yoğun olduğunu bilirken.

“Ne yapacağını bilmek istiyorum,” dedim. Eymen’in adını anmak uzunca bir süredir ağzımda acı bir tat bırakıyordu.

Başlarda intikam istediğimi düşünüyordum. Beni aldatmış olması ona yapılanları haklı çıkarmazdı. Sonra adım attığı tüm karanlık kapıları öğrenmeye başladım ki bu ona karşı olan, hâlâ duran bir avuç pozitif duygumu da silip atmaya başladı. Eymen, kötü biriydi. Birçok insanı aldattığı yetmezmiş gibi sokağa kötü insanların salınmasını sağlamıştı. Elinde bir güç vardı ve bunu kötüye kullanmıştı. Onu seven insanlar vardı ve değerini bilmemiş, muhtemelen umursamamıştı. Neyin hırsına bürünmüştü, onu bu yola kim itmişti, kendisi mi istemişti, bunu artık bilemezdim ama Eymen kendi seçimlerini yapmış ve bu seçimlerinin kurbanı olmuştu.

Karan’la geçirdiğim her saniye, bildiğim, inandığım, bugüne kadar sığındığım tüm doğrularımın çizgisinin bulanıklaşmasına neden oluyordu. Karan, bir katildi ama elinde tuttuğu bu güçle, içini kaplayan bu karanlıkla, iyi bir şeyler yapmayı seçiyordu. Her şeyden önce değer veriyordu.

“Düşüncelerinin gittiği noktadan hoşlanmayacağıma dair bir his var içimde,” dedi. Bu sefer yüzümü tutarken beni öpmedi. Gözlerini gözlerime dikip baktı. Ne aradığını biliyordum. Eymen’e karşı hissettiğim herhangi bir duygunun izini sürüyordu ama şu an içim tamamen onunla doluydu. Ne hissediyorsam, tüm bu hislerin hepsinin kaynağı oydu.

“Korkuyorum,” dedim. Uzanıp yanağını kavradım. Dokunuşuma doğru eğildiğinde elimi geri çektim ve ayağa kalktım. “Aramızda olan bu şey her neyse, yıldırım hızıyla üzerimize düşmüş gibi. Sanki başka hiçbir seçeneğimiz yokmuş gibi.” Yerden havluyu alıp üzerime doladım. Kendimi daha güvende hissedeceğimi düşünürken yanıldım. Havlu aramızda olmasını içten içe istemediğim bir bariyer sağlıyordu. Ama kendime gelmek zorundaydım. Hissettiklerimin ne kadarının gerçek olduğunu nereden bilebilirdim?

Ayağa kalkarken benim aksime kendini saklamadı. Penisi hâlâ yarı sertti ve bu haliyle bile korkutucu görünüyordu. Şimdi, komodinde yanan ışığa daha yakın durduğu için bacağındaki yaraları da daha rahat seçebiliyordum. Büyük ve sert bir şey kemiklerine kadar saplanmış gibi derisi belli ki derince yarılmıştı. Yara izi hafif kırmızı ve genişti. Yılanla beraber hareket ediyordu ama yine de dövme tüm izi kapamıyordu.

Onu bir daha böyle görüp göremeyeceğimi bilmiyordum. O yüzden kendime izin verdim ve bana sunduğu her bir parçasını seyrettim. Karşıma çıkabilecek en korkutucu ama yeryüzünde yaşayan en seksi yaratıktı benim için.

“Bana vermeyi kabul ettiğin bir şeyi öylece geri alamazsın,” dedi bakışlarımı umursamadan. Bir adımla bana biraz daha yaklaştı. Kokusu burun deliklerimden içeri sızarken kendimi insandan çok büyük ölçüde hayvan gibi hissederek gözlerimi yumdum. Özümüzde öyle değil miydik gerçekten? Hepimiz dürtülerimizi kontrol etmekle yükümlü birer hayvandık.

“Bir şey vermedim,” dedim.

Gülüşü karanlıktı. “Bana ne kadar çok şey verdiğini tahmin bile edemezsin ve bunun farkında bile değilsin, öyle mi?” Uzanıp yüzümü iki eliyle kavradı. “Kork, ptičica,” diye fısıldadı. “Kapana kısılmış hisset. Kaçmak, uzaklaşmak iste. Hatta bunu başar. Seni yine bulurum.” Dudakları şakağımda gezinirken, “Kork çünkü haklısın, başka seçeneğimiz yok,” dedi.

 

***

Birbirlerini tanımaya ve keşfetmeye başladıkları bu süreçleri çok seviyorum. Belki biraz yavaş gidiyormuşuz gibi gelebilir size ama onlara hak ettikleri zamanı vermek istiyorum.

Nasıldı?

Yorumlarınızı yazın!

Bundan sonraki bölümlerde biraz da Karan'ın hayatının içine gireceğiz. Bakalım sizleri neler bekliyor?! <3

 

Bölüm : 21.02.2025 18:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...