
*Karan*
Hayal görüp görmediğimden, aklımı sonunda iyice kaybedip de asla sahip olamayacağım şeyleri düşlemediğimden emin olmak için aynada kendime bakarken sakinleşmeye çalışıyordum.
Buradaydım, gerçektim. Devin, gerçekti.
Devin’i odamda, neredeyse çırılçıplak, kokularımız birbirine karışmışken ve ağzımda hâlâ tadı varken bırakmak yaptığım en zor şeylerden biriydi. Eğer gerçekten önemli bir işim olmasaydı o odadan beni kimse çıkaramazdı.
Dokunuşlarıyla tamamen uyarılmış durumdaydım. Parmaklarının geçtiği her noktada resmen bir yangın vardı. Kimse... o yaraları dikip beni yeniden bir bütün haline getiren doktordan ve komada geçirdiğim sürelerde o yaralara merhem süren hemşirelerden başka kimse onlara dokunmamıştı. Dövmelerimi sahiplenirken bile tenime değen eldivenli bir el ve mürekkeple kaplı, kanımı akıtan bir iğneden başka hiçbir şey bana temas etmemişti.
Vücudumu kaplayan tüm izlerin hissiz olduklarını sanıyordum. Oysa şimdi hissediyordum. Her bir hücrem ellerinin yeniden üzerimde gezinmesi için çığlık atıyordu. Devin, ihtiyacımın büyüklüğünü asla fark etmediğim bir noktadayken beni kendine esir etmiş, bana dokunmuştu. Bana güvenini, kabullenişini ve şefkatini sunmuştu. Bu duyguların neye benzediğini unutmuştum. Şimdiyse her birine bağımlıydım. Buradan çıkıp onu yeniden kucağıma almak ve ikimiz de tükenene kadar bana dokunması için yalvarmak istiyordum.
Dakikalar önce ağzının içindeydim. Siktir! Bu hayatımda yaşadığım en azdırıcı, en delirtici şeydi. Kalın dudakları sikimin etrafını güzelce sarmıştı ve onu öyle güzel emmişti ki boşalmamak için sahip olduğum bütün gücü kullanmak zorunda kalmıştım. Tattığı en lezzetli dondurmaymışım gibi beni yalarken kalbim göğsümden çıkacak gibi atmıştı. Ve beni boğazının derinliklerine kabul ettiğindeyse bitmiştim. Zorlandığı için gözyaşları yanaklarından aşağı usulca akmıştı. Yine de durmamış, gidebildiği son noktaya kadar gidip, en sonunda da kontrolü bana bırakmıştı. Kendi zevkim için onu kullanmama izin vermişti. Bunun ne kadar önemli ve değerli olduğunu biliyor muydu?
Ona çoktan âşık olmamış olsaydım, bana yaşattığı bu dakikalardan sonra kesinlikle kalbimi söküp avuçlarına bırakmış olurdum.
Lavabonun kenarlarını kavrayıp kafamı toplamak için nefesimi düzenlemeye çalıştım. Ardından ellerimle yüzümü yıkadım, dişimi fırçaladım ama duşa girmedim. Üzerimden yaseminle karışmış, tatlı şampuanının kokusunun çıkmasına henüz hazır değildim. Giyinmek için odama geçeceğim zaman onun çoktan kendini odasına kapadığını gördüm. İstediği alanı ona verecektim ama bunu çok kısa bir süre için yapacaktım.
İçeriden ruh haline uygun bir müzik listesi açtığını duyabiliyordum. Devin, müzikle yatıp müzikle kalkıyordu. Kimisini araştırma için dinlediği belliydi. Hızlı hızlı geçiyor, damak tadına uyan bir şeyler yakalayana kadar durmuyordu. Bazen de aynı şarkıyı defalarca dinliyordu. O zamanlarda ben de onunla dinliyor, o farkında olmasa da Devin’in zihninin ve ruhunun içinde onunla birlikte seyahat ediyordum. Ona dokunmasam bile onu hissediyordum.
Devin’i kendisinden bile iyi tanıyordum ama onun bunu kabullenmesi için daha çok zamana ve bizim için daha uygun olacak bir yere ihtiyacımız vardı. Zorunluluk yüzünden içinde bulunduğu dört duvardan fazlası lazımdı, benim evim gibi. Kafese kapatılmış gibi hissettiğinden emindim ve küçük kuşum haklıydı, onu kendi hazırladığım bir kafesin içine kapatmıştım ve kapısını açmaya deli gibi korkuyordum.
Sorun kaçabilecek olması değildi, kolayca yakalardım. Ona karşı dürüst davranıyordum. Devin’i bırakma gibi bir olasılığım yoktu. Sorun kaçabilecek olması değil, bunu isteyecek olmasıydı. Bana bu kadar çok şey verdikten sonra benden uzaklaşmayı arzulamasından, kalbinin değil mantığının onu benden kaçması için kandırmasından korkuyordum.
İstediği kadar geçen zamanı küçümseyebilirdi. Hissettiği duyguları üç beş güne sığdıramayabilirdi. Alışkın olmadığı bu yoğunlukla başa çıkmakta zorlanıp inkâr etmeyi seçebilirdi. Ne olursa olsun, yürüdüğü tüm yollar onu bana getirmişti.
***
“Hayatının en hızlı koşusunu yapsan iyi edersin,” dedim Erdem’e. Hava buz gibiydi ve Erdem, evi en uzak noktadan gören bir konumda yerini almıştı. Apartmana girecek, eşkâlini tanımadığımız insanları görebilir, evin alarmı o veya bu şekilde çalarsa hızlıca harekete geçebilirdi. Devin’e yetişebilirdi ama onu biraz sıkıştırmakta bir zarar görmüyordum.
“Bir sokak bile yok aramızda. Bir!”
“Umurumda değil. Kapısında da yatıyor olsan koşacaksın, Erdem.”
Ofladığını ve kafasını direksiyona vurduğunu duyabiliyordum.
“Abim gibisin, biliyorsun. O yüzden aşırılıklarına tahammül edebiliyorum ama abartıyorsun.”
“Güvende olmasına ihtiyacım var,” dedim kısaca.
Bundan daha geçerli ne gibi bir sebep olabilirdi? Onun zarar görebileceği düşüncesi kanımı donduruyordu. Bir kez bu duyguyu yaşamıştım.
Eymen’in vurulduğu haberi geldiğinde başka bir iş için uzaktaydım ve o itin Devin’in burnunun dibinde vurulduğunu öğrendiğimde içimi daha önce hissetmediğim bir öfke kaplamıştı. Ya ona bir şey olsaydı? Nişanı alan kişi ya yeterince iyi olmasaydı?
Kurşunlardan birinin Eymen’in sol koluna saplandığını ve azıcık daha sola kaysa Devin’e isabet edebileceğini biliyordum. Bu bilgi kalbimi karatıyor, zihnimi, karşıma çıkacak herkesi ezip geçme isteğiyle dolduruyordu.
“Güvende, patron. Merak etme.”
“Ben patron değilim.”
“Sen gidersen ben de giderim. Benim patronum sensin.”
Boyga duysa ağzına sıçar, onu en boktan işe verirdi.
“Gitmek istesen bin kere giderdin. Yaptığın boktan memnunsun.”
“Birilerini öldürmeyi seviyorum, evet ama bu bir ihtiyaç değil. Onları parmaklarımın altında yatan teknolojiyle süründürmeyi, banka hesaplarını boşaltmayı, tüm sırlarını açığa çıkarıp doğdukları güne pişman etmeyi tercih ederim. Ölmeyi hak edenleri de Gölge halleder.”
Erdem, gösterdiğinin aksine, içinde gerçek bir psikopatın duyarsızlığını taşıyordu. Birilerini gerçekten sevdiğini hayal edemiyordum. Değer yargıları vardı ve muhtemelen herkesi belli bir puanla sıraya koyuyordu. Üstlerde yer aldığımı bildiğim için bunu sorun etmiyordum. Erdem, sık sık gülen, insanlarla iyi anlaşan, çoğunlukla gamsız görünen, genç bir çocuktu. Bu onun ustalıkla yüzüne yerleştirdiği maskesiydi. Boyga’nın seçtiği kimse normal değildi ama Erdem, muhtemelen yaşadıklarını ve bunun üzerindeki etkisini en göstermeyeniydi.
Onu bulduğumda on sekiz yaşına yeni girmişti. Neredeyse ölene kadar dövülmüş ve son nefesini vermesi için karanlık bir sokağa terk edilmişti. O anda başından neler geçtiğini bilmiyordum ama gözlerinin içine baktığımda kaybolmuş birini değil, savaşmaya devam eden, öfkeyle yanan birini görmüştüm. Erdem’i yanıma almak anlık verilmiş bir karardı. Boyga’ya sormamıştım. Kimliğimi açık etmenin tehlikesini düşünmemiştim. Seçtiği adıyla Erdem’in bizimle çalışacağını hayal dahi etmemiştim. Ama o iyileştikten ve yaralarını güzelce sardıktan birkaç ay sonra benden silahımı istemişti. Ben kimdim de ona karşı gelecektim?
O geceyi hayatım boyunca unutmayacaktım. Erdem’in de unutmadığından emindim. Çünkü her şey bittiğinde kanıtları yok edebilmek için evi yakmak zorunda kalmıştık. Boyga bile sesini çıkarmamıştı.
“Bir yere gitmiyorum,” dedim.
Boyga beni bulana kadar kafamın içinde, o patlamada sıkışıp kalmış olabilirdim ama artık yaptığım şeye inanıyordum. Ve bu işi herkesin yapamayacağını biliyordum.
“Bence kesin bir karar vermeden önce Devin’e sorman lazım.”
“Neyi soracağım ona?”
“Attığı her adımın arkasında yığınla ceset bırakan biriyle olmak istiyor mu diye sordun mu?”
“Kapa çeneni, senden tavsiye alacak değilim.”
“Belki geçmişini sorun etmez ama hayatını tetikte geçirmeyi kaç kişi kabul eder? El kaldıranları görelim!”
“Sus Erdem, sıçtırtma ağzına.”
“Biliyor musun, bence ben, bu konuyu Devin’le konuşayım. Radyo için bu sohbet başlığını değerlendirmek ister belki.”
Bu çocuk bana bir gün ciddi ciddi sinir krizi geçirtecekti.
“Bir saat içinde oradayım, Erdem. Kafanı direksiyona kendi ellerimle geçireceğim.”
Telefonu kapatmadan önce kahkaha atıyordu.
Bir an durup, Erdem’in sözlerinin beni ele geçirmesi için bekledim ama olmadı. Görünüşe göre beni Devin’den ayrı tutacak hiçbir güç ya da düşünce yoktu.
Adımlarımı hızlandırıp sanayideki depoya doğru yürüdüm. Zaman zaman kullandığımız yerlerden biriydi. Boyga’nın kurduğu paravan bir firma adına kayıtlı olan bu kuru gıda deposu bazı işlerimizi halletmek için uygundu.
Yan yana olan dört mülk de Boyga’ya aitti. Diğer üçünü çok da sık kullanmayacaklarını bildiği farklı firmalara ve kişilere kiralamıştı. Hiçbirinin ucu bize dokunmadığı gibi anlamsız bir boşluk yaratmadığımız için dikkat de çekmiyorduk.
Deponun kepengini kaldırdım. Etrafa göz atma gereksinimi duymadan kapısını açıp karanlığa doğru bir adım attım. İçeriye sinen havasızlığın ve tozun kokusunu solurken, nereye gideceğimi bildiğim için üst üste dizilmiş kolilerin arasından arka tarafa doğru ilerledim. Alt kata inen merdivenlerin başında durduğumda aşağıdan belli belirsiz sesler geldi. Çelik profilin üzerindeki adımlarım sessizdi, beni duymadıklarından neredeyse emindim. Demek ki kendilerini kurtarmaya çalışıyorlardı. Salaklar. Eğer Erdem işini düzgün yaptıysa ki bundan hiç şüphem yoktu, kendilerini kurtarmaları imkansızdı.
Aşağıya indikten sonra tavandaki tek ışık kaynağını açtım ve merdivenin hemen altında kalan kapıyı açıp iki büyük çuval gibi küçücük alana sıkıştırılmış adamlarla yüz yüze geldim.
“Rahatsızlık için kusura bakmayın,” dedim sakince. Önce birini tutup sürükleyerek dışarı çıkardım. Diğeri kaçmak için bacaklarıyla kendini ilerletmeyi denerken, kafamı salladım. “Acele etme, seni de çıkaracağım.”
İkisi de yeri kaplayan, Erdem’in serdiği muşambanın üzerlerindeki yerlerini aldıklarında sudan çıkmış balık gibi çırpınmaya başladılar. Muşambanın ne işe yaracağını muhtemelen anlamışlardı. Bu adamlar Aydemir Budak için çalışan, gözden çıkarabilir iki şerefsizdi.
“Söyleyin bakalım, önce hanginiz konuşmak ister?”
Devin’in evine adam yollayan Aydemir’di. Bu iki salağın birkaç gün sonra öldürdüğüm o üç adamı aramaya gelmeleri aptallıktan başka bir şey değildi.
“Eymen’i Aydemir mi öldürttü?”
İkisi de buradan sağ çıkamayacaklarını bildikleri için çırpınmaya devam ediyorlardı. Tek sorun sonlarının ne kadar acı verici olup olmayacaklarını bilmemeleriydi.
Cebimdeki kılıftan bıçağımı çıkarıp uzun saçlı, kirli sakallı olanın başında durdum. Diğeri daha gençti, korkudan altına sıçmadan önce bu adama yaptıklarımla kolayca dökülebilirdi.
Bıçağı bacağındaki kasa saplamadan önce saçlarını kavradım ve yüzüme bakması için kafasını kaldırdım. Bantlı ve tıkalı ağzıyla attığı çığlık deponun boş duvarlarında hafifçe yankılandı. Pantolonunu dolduran tek ıslaklık kesinlikle kan değildi ve sidik kokusundan ciddi anlamda nefret ediyordum. Neyse ki buna alışkındım. Aldığım nefesleri kontrol altında tutarak, “Bana cevap verecek misin?” diye sordum.
Kafasını deli gibi aşağı yukarı salladığında ağzındaki bandı sertçe çektim. İçine tıkıştırılmış kumaş parçasını zorlukla tükürdü.
“Bilmiyorum,” diye bağırdı. “Yemin ederim bilmiyorum!”
Bıçağı sapladığım yerde hafifçe çevirdiğimde bu sefer çığlığı daha yüksek bir perdeden duyuldu.
“Tekrar dene,” dedim.
“Biz... bizi sadece...” Ağlamaya başladığında şaşırmadım. Birçoğu ağlardı. En sert görünümlü olanlar bile. Onu öldürecektim. Bunun tek sebebi Aydemir için çalışıyor olması değildi. Devin’e tehdit oluşturması bile değildi. Nedim, para vererek gittiği hayat kadınlarına acı çektirmeyi seven, onları döven ve parmak kadar çükünün eksikliğini ancak bu şekilde giderebilen, döl israfından başka bir şey değildi. Onu, bu yüzden öldürecektim.
“Sadece ne?”
“Bizim çocukları bulmamız gerekiyordu, o kadar,” dedi tek bir solukta. “Ye- yemin ederim. Bırak beni.”
“Onları neden o eve gönderdi?”
“Birinin susturulması... ge... gerek-k-kiyormuş,” dedi kekeleyerek.
Devin’in bir şeyler bildiğini biliyorlar mıydı?
“Neden?”
“Bi-bi...bilmiyorum.”
Onu bırakıp yanındaki ufaklığa geçtim. Onun ölümü sadece yaptığı yanlış seçimler yüzünden olacaktı ve bu zerre kadar umurumda değildi.
Bıçağı Nedim’in bacağından çıkarıp çocuğa doğru kaldırdığımda korkuyla irkilerek benden geriye doğru sürünmeye başladı. Elleri ve ayakları bağlı olduğu için bunda pek de başarılı değildi. Bandın ardından konuşmaya çalışıyordu. Ona yardımcı olarak, bandı çıkardım.
“Söyle bakalım,” dedim bıçağı karın boşluğuna yaslarken. Nedim’in kanının üzerine damladığını görüyor, bıçağın sivri uçununun tenini deldiğini hissediyordu.
“Dosya,” dedi hevesle. “Ya da video. Bilgisayar, usb gibi şeyler arayacaklardı.”
“Susturulması gereken...”
“Kadın bir şeyler biliyor olabilirmiş.”
“Emin değil miydi?”
Suratı düştü. “Bilmiyorum,” derken biraz daha geriye çekilmeye başladı. “Abilere sadece bulun ve susturun,” dedi.
Aydemir’den de kurtulmam gerekecekti. Plan yapmaya başlarken, çocuğa teşekkür ettim.
“Size iyi yolculuklar,” dedikten sonra silahımı çıkarıp ikisini de kalplerinden vurdum. Kafaya sıkılan bir mermi daha hızlı ve kesin sonuç verse de daha kanlı oluyordu ve zaman zaman et parçaları etrafa sıçrayabiliyordu. Birer el daha ateş edip, temizlik ekibini kendi çıkarlarım doğrultusunda kullandığım için Boyga’nın bana kızmayacağını umarak onlara mesaj attım.
***
Biraz Karan'ın öbür yüzünü görelim istedim. Düşüncelerinizi merak ediyorum. <3
Sizce soğukkanlı bir katil mi? Bu karanlık yanının haklı sebepleri sizin için yeterli mi? Yazın bana.
Haftaya görüşürüz. :*
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |