21. Bölüm

18.BÖLÜM

Zeynep Işıklar
zeynepisiklar

*Karan*

Kulaklığımdan Pars’ın sesi yükseldi. “Geriye kaldı dört kişi,” dedi.

Silahın dürbününe yaklaşıp binayı terk eden iki kişiyi daha izledim. İlki yarım saat önce çıkmıştı.

Saatlerdir altı kızın tutulduğu, Kurtköy’deki bir apartmanı izliyorduk. Apartmanın giriş katı berber dükkanıydı. İçeride yalnızca bir adam vardı. Muhtemelen gözcüleri oydu ama bize engel olması mümkün değildi. Pars, akşamları kalabalık olduğunu söylediğimiz için güneş henüz tepedeyken harekete geçmek zorunda kalmıştık.

İçerideki kızlardan birinin babası Boyga’ya ulaşmıştı. Neredeyse bir aydır kayıptı ve polisler elle tutulur bir ipucu bile elde edememişti. Adam büyük bir inşaat şirketinin sahibiydi ve ondan para koparmak isteyen birileriyle ciddi anlamda ters düşmüştü. Ne yapmış olursa olsun bu şerefsizlerin masum bir kadına dokunmalarını haklı çıkaramazdı. Bırak kaçırmayı, kızı genel ev gibi kullandıkları bir yere getirmişlerdi.

Pars’ın son birkaç haftadır burayı bulmaya çalıştığını öğrenmiştim ve bugün de o kızları, siktiğimin binasından çıkaracaktık. Hangisinin ne kadar zamandır zorla alıkonulduğunu bilmediğimiz gibi bunca zaman neler yaşadıklarını da bilebilmemiz mümkün değildi. Aklıma gelen şeyler kanımın donmasına neden oluyordu.

Bu durumda daha önce de bulunmuştuk. Beş senedir sayısız operasyon düzenlemiş, yüzlerce kızı kurtarmıştık. Neler yaşadıklarını ilk elden görmüştüm ve insanların kötülüklerinin sınırları olmadığını çok geçmeden öğrenmiştim. Kötüydüler. Hayal etmeye cesaret edemeyeceğimiz kadar kötüydüler. Birçoğunun hakkından gelmiştik ama sonu yoktu. Hidra gibi kafalarını kestikçe çoğalıyor, bitmek tükenmek bilmiyorlardı.

Bu yüzden arkamı dönüp gidemezdim.

Birer birer binadan ayrılan her bir iti yakalayıp kafalarına sıkmak istiyordum ama şu anki önceliğimiz bu değildi. Gündüz gözüyle hareket etmemiz işi yeterince zorlaştırırken bir de sokağı kan gölüne çevirirsek buradan gizlice çıkmamız mümkün olmazdı.

“Üst kattaki ikisinin görüşü yok.”

“Adamlardan birini çıkarmak üzereyiz,” dedi Boyga. Operasyona uzaktan katılıyordu. “Az sonra heyecan verici bir telefon alacak. Girmediği araba çekilişini kazandı.”

Aç gözlü insanların ortak özelliklerinden biri, içinde bulundukları durumu kolay kolay sorgulamamalarıydı. Biz de şu anda buna güveniyorduk çünkü bu işi sessizce halletmek istiyorsak en az dikkat çekeceğimiz yol, adamların kendi kendilerine binayı terk etmelerini sağlamaktı. Sadece onlara ait bir binada kılık değiştirerek, elimizi kolumuzu sallayarak içeriye giremezdik.

On dakika geçmeden içeriden biri daha çıktı. Yüzünde güller açıyordu.

Boyga, “Çocuklarını götürdüğü alışveriş merkezine doğru yola çıktı. Karısının onun adına bir çekilişe katıldığından emin,” dedi gülerek. Bu ufak kahkaha neşeden uzaktı. En az benim kadar öfkeli olduğundan emindim.

“Beş dakika sonra harekete geçiyoruz.”

Pars’ın komutundan bir süre sonra sokağın başından kırklı yaşlarında biri yürümeye başladı. Onunla daha önce çalışmamıştım ama uzunca bir süredir Boyga’nın yanında olduğunu biliyordum. Eski mahkumlardandı. Suçu kanıtlanamasa da içeri atılmıştı ve Boyga her nedense onu kurtarmayı seçmişti. Uzun boylu, oldukça formda, saçları hafifçe kırlaşmış, kirli sakallı, eli yüzü düzgün bir adamdı. Üzerindeki eski kotu, botları ve montuyla berbere girdiğinde dikkat çekmeyecek kadar sıradan görünüyordu. Şahin, kendini sıradan gösteriyordu.

Şahin’in kapıyı açıp içeri girdiğini görünce, “İçeride,” dedim.

“Hazırız,” dedi Pars. Şahin’in adamla ayak üstü sohbet ettiğini gördüm. Pencerelerden uzağa doğru onunla ilerledi.

Saniyeler sonra kulaklığını aktif edip, “Temiz,” dedi. “Burada başka kimse yok.”

“Girin,” dedim.

Daha önce çalışmadığım iki kişi Pars’a eşlik ediyordu. Şahin’in aksine giydikleri simsiyah kıyafetler fazlasıyla dikkat çekiciydi ancak saniyeler içerisinde Selin’le Doğukan, Pars’ın gölgesi gibi hareket ederek apartmanın içinde gözden kayboldular.

Çok geçmeden, “Birinci kat boş,” diyen Selin’in sesi kulaklığımı doldurdu.

“İkinci kat ikinci kapı,” diye seslendi Doğukan. Bir süre sonra iki kıza ulaştılar. “Hedef burada değil.”

Selin, “Kızlardan birinin durumu iyi değil,” dedi. “Diğerinin dediğine göre burada en uzun süredir kalan oymuş. Susuz kalmış, su veriyorum ama başka şeylere de ihtiyacı olacak.”

“Yukarı çıkıyorum,” dedi Pars.

“Selin, iki kızla aşağıda kal,” dedim. “Onları apartmanda gezdirmeyin.”

“Tamam, bekliyoruz.”

Pars ve Doğukan yukarı kata çıkarlarken etrafı kolaçan etmeye devam ettim. Şahin, berber dükkanında hazırda bekliyordu. Birileri gelip yukarı çıkacak olursa onları içeri çekecekti. Bana gerek kalmamasını umuyordum çünkü o andan itibaren dikkat çekmemek bir yalan olurdu. Kafasında bir kurşunla hızla yere yığılan bedenleri saklayamazdınız.

“Hedefi bize adresini verdikleri hastaneye götüreceğiz. Diğerleri için sağlık ekibi ayarladım. Acıbadem’e götürüyorsunuz.”

Boyga’nın ne dediğini anlamam birkaç saniye sürdü.

“Benimle dalga mı geçiyorsun?” diye sordum sinirle. “Kimse Acıbadem’e gitmeyecek.”

“En yakın sağlık ekibi orada ve ev hazır.”

“Hayır.”

“Sana soru sormadım,” dedikten sonra kendi tarafının sesini kapadı.

Orospu çocuğu. Bunu bilerek yapıyordu. Elinin altında hazır bulunan sadece bir tane sağlık ekibi olması neredeyse imkansızdı ve Acıbadem’e yakın olmalarıysa tamamen yalandı. Bana istediği kadar süre versin, amacı beni Devin’den bir an önce uzaklaştırmaktı ama düşünmediği bir şey vardı. Devin’i zaten o evden çıkarmak istiyordum. Onu kendi evime götürecektim ama Boyga, işi bu kadar ilerletebileceğime muhtemelen inanmıyordu. Eh, yanılıyordu. Yaşlı piç.

Buradaki tek sorun Devin’in o kadınları gördüğünde ne tepki vereceğiydi. Onu işin içine sokmak asla istemiyordum ama gerçekleri de ondan sonsuza dek saklayamazdım. Bu gerçekler benim dünyama aitti ve onu da bana ait kılmak istiyorsam ne yaptığımı anlaması ve kabul etmesi gerekecekti.

“İki kişi sokağı dönüyor,” dedim. “Hazır ol, Şahin.”

Pencerenin ardında dikkat çekmeyeceği bir noktada beklerken iki adam da berberi yürüyüp geçti.

“Temiz.”

“Hedefi buldum,” dedi Pars. “Durumu iyi ama diğerleri çok iyi değil.”

“Acele edin,” dedi Boyga. “Araç hazır, apartmanın önüne yollayacağım.”

Ne kadar acele edersek edelim kızları ikna etmek kolay olmadı. Doğukan ve Selin yer değiştirirlerken birçok ağlama ve kaçma teşebbüsünün ardından Selin onları ikna etmeyi başardı ama gereğinden fazla zaman kaybetmiştik.

“İçeride kalın,” dedim. “Koyu yeşil BMW park ediyor.”

“Bekliyoruz,” dedi Pars. “Aracı gönder, Gölge.”

Onlar apartmandan çıkmadan BMW’den inen adam berbere doğru yürüdü ve ne yazık ki yalnız değildi. Montlarının arkasındaki çıkıntıdan dolu oldukları da belliydi.

“Bir metre kaldı. Silahlılar. Biri senin Şahin, biri benim,” dedim. “Hazır olun, çocuklar. Hemen gidiyoruz.”

Berberin kapısı açıldığı gibi Şahin birini içeri çekti. Diğerinin kafasına nişan aldım ve saniye tereddüt etmeden silahı ateşledim. Çıkan ses azdı ama adam yere yığıldığı gibi etrafını bir kan gölü kaplamaya başladı. Şahin’in diğeriyle ufak bir boğuşma yaşadığını gördüm ama halletti.

“Tamam, koşun. Hadi, hadi, hadi.”

Pars ve diğerleri kızlarla dışarı çıkıp o anda sokağa hızla giren beyaz transite doğru koştular. Kızların durumu hiç iyi görünmüyordu. Sikik herifler. Burada kalıp, gelen giden herkesin ağzına sıçmak istiyordum.

“Tamamız,” dedi Pars araca bindiği gibi. Hemen kalkıp silahı toparladım, çantayı sırtıma astım ve apartmandan aşağı koşar adımlarla indim.

“Beş dakikaya arkanızdayım.”

Şahin’i de alıp yola çıkmam beş dakika bile sürmedi. Şimdi sırada durumu Devin’e anlatmak vardı. Ondan istediğim gibi bir müzik listesi hazırlamış mıydı? Keşke bu akşam için ona söz vermeseydim. Hazırlandığını ve beklenti içerisinde olduğunu düşününce gerildim. Devin’i hayal kırıklığına uğratmadan onunla bir ilişki kurabilmem mümkün müydü? Çünkü tüm bu boklukların bir bitiş tarihi yoktu.

***

*Devin*

Karan, benden müzik listesi yapmamı istemişti.

Müzik listesi yapmak benim için bir çeşit terapi gibiydi. Uygulamaya girip de ruh halinize göre seçtiğiniz listelerden tam olarak elli iki tanesini ben yapmıştım. Tabii ki hepsi popüler olmamıştı ama özellikle bir tanesinin on milyon görüntülenmeye ulaştığını görünce heyecandan delirmiştim. Bunu karşılığında telif haklarına rağmen 6 bin dolar kazanmıştım. Eymen’in bundan haberi bile yoktu ve neden söylemediğimi bilmiyordum. Sanırım beni küçümsemesinden korkmuştum.

Hâlâ o listeleri hazırlıyor ve yüklüyordum. İzlenmeler bir daha on milyona ulaşmamış olsa da çoğu listemden az çok bir gelir elde ediyordum. Radyo için zaten aktif kalmaya çalışıyordum ama müzik listesi hazırlamak benim için işten çok ihtiyaç gibiydi. Müziksiz nefes alabileceğimi sanmıyordum. Bundan para kazanmaksa hayır demeyeceğim tatlı bir bonustu.

Bir kez daha kendime engel olamadım ve Eymen’in bu hobime verdiği tepkileri hatırladım. Yüksek sesli müzik sevmediğini öğrenmem kısa sürmüştü ama evde özgürce müzik dinleyemeyeceğimi hiç düşünmemiştim. Bir keresinde bana kulaklığımı takmamı ve mümkünse bir daha çıkarmamamı söylemişti. Sürekli değişen müzikler kafasını şişiriyor, dikkatini dağıtıyordu. Çalışmadığı zamanlarda bile... Eğer aynı anda evdeysek ve Eymen çalışıyorsa mutlak bir sessizlik istiyordu. Ona hangi noktada hak verdiğimi ve söylediklerini harfiyen uygulamaya başladığımı anımsayamıyordum. Odama çekilmiş, söylediği gibi kulaklığımı takmış ve kendi evimden bile soyutlanmıştım. Kapana kısılmış hissetsem de ona karşı çıkmamıştım.

Şimdi de farklı bir tutsaklığın içerisindeydim ama olması gerektiği kadar rahatsız değildim. Bu benim hakkımda ne anlatıyordu?

Karan, diye düşündüm. Farklılık ondaydı. Beni kısıtlasa da bunu beni korumak için yaptığını biliyordum. Ayrıca bana, beni gerçekten önemsiyormuş gibi bakıyordu. Müziğimi önemsemişti. Listelerimi nereden biliyordu bilmiyordum ama onları fark ettiği yetmezmiş gibi benden bir yenisini talep etmişti. Ve bu benim kalbimin yumuşamasına neden oluyordu. Bunu yapamazdım. Çok erkendi ve kesinlikle çok yanlış bir zamandı. Hatta bu yumuşama muhtemelen olabilecek en yanlış kişiye karşıydı.

Sinirlenip laptopumu çıkardım ve önüme çıkan ilk listeyi açtım. Karan’ın istediğine karşı gelemeyeceğimi biliyordum ama önce yarınki program için hazırlık yapmalıydım. Laçin’i aradım.

Daha ilk çalışta açıp, “Aramanı bekliyordum,” dedi “Eğer öğlene kadar aramasaydın daha fazla kendimi tutamazdım.”

Deha arkadan, “Alarm kurmuştu!” diye bağırdı.

Güldüm. “Haklısın. Bu kadar geç kaldığım için üzgünüm. Her şey biraz...”

“Karışık. Evet, farkındayız. Yarın seninle Erdem de gelecek mi? Çünkü Deha burada onu görmek için ölüyor.”

“Onu unutsun,” dedim kesin bir tonla. “Olmaz. Birbirlerine uygun değiller.”

Biraz hışırtı oldu, telefonun el değiştirdiğini anladım.

“Ne demek olmaz? Neden?”

“Erdem birkaç gün sonra benimle işi bitince muhtemelen kayıplara karışacak. Üzülmeni istemiyorum.”

“Ona âşık olmuşum gibi konuşma. Etkilendiğim birilerini bulmakta ne kadar zorlandığımı biliyorsun. O... Yani Erdem... Bilmiyorum, Devin ama böyle bir şeye ihtiyacım var.”

Ailemi, arkadaşlarımı ve kendimi korumak için girdiğim bu sürecin içerisinde kendi karmaşamdan başka bir tanesine daha ihtiyacım yoktu. Erdem’in tatlı görünüşüne aldanmamam gerektiğini zaten biliyordum. Bunu kendisi itiraf etmişti. Ama onlara nasıl engel olabilirdim?

“İhtiyacın olanı Erdem’in karşılayacağını hiç sanmıyorum.”

“Bırak da buna ben karar vereyim.”

“Ben karışmıyorum,” dedim sonunda. Başka ne yapabileceğimi bilmiyordum.

“Destekleyeceğini düşünmüştüm,” derken sesi yaşadığı hayal kırıklığını yansıtıyordu. Ona cevap veremeden Laçin telefonu geri aldı.

“Bize karşı dürüst olmadığın için bunlar oluyor.”

“Sana söyledim, Eymen’i kimin öldürdüğünü bulana kadar dikkatli olmak zorundayım.”

“Polislerin bu işi üstlenmesi gerekmiyor mu? Hâlâ bir haber yok mu?”

“Yok.”

Varsa da bana değil Eymen’in ailesine haber verdikleri kesindi. Onlardan tek bir telefon almadığıma inanamıyordum. İnsan bir zamanlar gelinleri olan, kızım dedikleri birini nasıl merak etmezlerdi? Ayrıca Bahar’ı öğrendiklerinden de emindim. Az da olsa vicdan yapıp benimle konuşamazlar mıydı?

“Tamam, neyse... Canını daha fazla sıkmak istemiyorum. İşe dönelim.”

“Doğru insanla mı, doğru zamanda mı, buradan ilerleyelim.”

“Yılbaşı için bir şey düşündün mü? Çünkü ben biraz daha Jingle Bell Rock veya Jingle Bells dinlersem kafama sıkacağım. Mustafa Bey, yeni yıl ruhunu doğru yaşatmak istediği için gün içerisinde en az iki kere bu şarkıları çalmamızı istedi. Böyle saçma bir şey hayatımda duymadım ama ben kimim ki ona karşı çıkayım!”

Her sene aynı muhabbet dönüyordu ve Laçin, yılbaşı teması ve müziklerinden gerçek anlamda nefret ettiği için her sene sinir krizi geçiyordu.

“Merak etme,” diye onu rahatlatmaya çalıştım. “Araya birkaç nostaljik şarkı sokarız ama fazlasına gerek yok. Günümüz Aşkları tema dışı bir program. Belki son hafta yeni yılda başlayan aşklarla ilgili bir konuşma yapılabilir.”

Rahatlamış bir nefes vererek, “Tamam,” dedi.

“Liste yapacağım, sen de aklında olanları at. Akşam olmadan Deha’ya mail atarım.”

“Geçen seferki gibi kriz geçirmeyeceksin, değil mi?”

“Kriz geçirmedim.”

“Kendini kaybettin.”

“Hayır, sadece sinirlerim bozuktu.”

“Tamam, sen nasıl ifade etmek istersen öyle olsun. Peki, sinirlerin yine bozulacak mı?”

“Hayır, canım. Sinirlerim bozulmayacak. Bu sefer konunun benimle de alakası yok. Zaten daha önce soruları yazmıştım, bir üstünden geçerim, doğaçlama devam ederiz.”

“Anlaştık.”

Laçin’le telefonu kapadıktan sonra annemi de aradım ve onun içini rahatlattıktan sonra yarınki program için ondan istek bir şarkı aldım. Annem kendi seçtiği şarkıları çalmama bayılıyordu. Sanki bir mekâna gidip de istek parçasını peçeteye yazdırmış ve onlarca peçeteden onunki seçilmiş gibi heyecana kapılıyordu. Bu sefer Johnny Nash-I Can See Clearly Now şarkısını istemişti. Şarkıyı ben de çok severdim. Yetmişlerin popüler müzikleri arasındaydı ki bence ben müzik zevkimi zaten annemden almıştım.

Annemle telefonu kapattıktan sonra karnım guruldamaya başladığında mutfağa gittim. Buzdolabında beni bekleyen ton balıklı salata ve çorbayı görünce içimi tarif edemediğim bir sıcaklık kapladı. Bir hafta olmuştu ve Karan’ın her şeyi düşünmesi beni hâlâ şaşırtıyordu.

Acaba şu anda ne yapıyordu? Tehlikede miydi? Tıpkı beni izlediği gibi başka birini mi izliyordu? Eymen’in katilini mi arıyordu, yoksa başka bir işin izini mi sürüyordu?

Karan’a dair daha çok şey öğrenmek istediğimi fark edince karnım beklentiyle kasıldı. Doğru olmadığını bilsem bile ne duygularımı ne de düşüncelerimi bastıramıyordum. Onu bugün olduğu kişi haline getiren neler yaşamış olabileceğini deli gibi merak ediyordum. O yara izlerine nasıl sahip olmuştu? Şu anda içinde olduğu işe nasıl bulaşmıştı? Bir suçlu muydu, kahraman mı?

Karan’dan ve son aylarda yaşadığım her şeyden koşarak kaçmak istesem de içten içe Karan’ın hayatına daha fazla dahil olmak istediğimi de biliyordum. Ama bu gerçekçi bir istek olmaktan çok uzaktı. Onun deneyimlediği şeylerle başa çıkabilecek gücüm olduğunu hiç sanmıyordum.

Evimin girişinde yatan üç cesedi düşündüğümde hâlâ midem bulanıyor, korkudan kalp atışlarım hızlanıyordu. Kan, kırık bir boyun, çarpık duran bacaklar, o koku... Bunlar benim için çok fazlaydı. Haklı sebepleri olsa bile nasıl bir insan bir diğerinin canını böylesine kolayca alabilirdi? Ya da ben kolay olduğunu düşünüyordum. Ona sormuştum. Birini öldürdükten sonra nasıl huzurla uyumaya devam ettiğini sormuştum ve sonra kendimi kollarına atmıştım. Ayakta beni parmaklarıyla becermesine izin vermiştim.

İştahım kaçınca kalan yemekleri kaldırıp bulaşıkları topladım. Oyalanmayı bırakıp laptopun başına geçtim ve tüm bu düşüncelerime rağmen Karan’ın istediği listeyi yapmaya başladım. Seçeceğim şarkıların sıradan olmasına özen gösterdim. Ona karşı herhangi bir gönderme içermediğinden emin olmalıydım.

Akşam yağmur yağacağını söylemişti ama pencerelerden dışarı bakınca gökyüzünde doğru düzgün bulut bile göremedim. Yine de hava önceki günlere göre ılınmıştı. Yağmurlu günlerde dinlemeyi sevdiğim müziklerden bir liste yapabilirdim. Zararsız ve yeterli olurdu, değil mi?

It’s Raining, It’s Pouring-Anson Seabra

I Lost Myself-MUNN

Landfill-Daughter

Stay Alive-Jose Gonzalez

Oats In The Water-Ben Howard

Carry On-Novo Amor

Şarkıları eklerken dinliyordum ve bir süre sonra istemsizce onu yanımda hayal etmeye başladım. Güçlü ve pürüzlü parmaklarıyla yüzüme dokunduğunu, saçlarımı yüzümden geriye ittiğini ve tek eliyle boğazımı sıkıca kavradığını... Beni kendine çekerken karşı koyamıyormuş gibi kokumu derince içine çektiğini ve bir sonraki nefesinde beni öpmezse kendini kaybedecekmiş gibi göründüğünü hayal etmek hiç zor olmadı.

Karan’ın kendini tuttuğunu biliyordum. Her dokunuşunun ardında bir direniş saklıydı. Arzusunu dizginliyor, odama geldiği akşam söylediği gibi hazır olmamı bekliyordu. Sesini yeniden duydum. Senin için dünyayı yakarım, ptičica. Nasıl olup da böyle bir cümle kurmaya cesaret edebiliyordu? Bu bir söz değil miydi? Bana nasıl söz verebiliyordu? O ve ben... biz hiçbir şeydik.

Kapının açıldığını duyduğumda kucağımda laptopla kanepede oturuyordum. İçim geçmişti, neredeyse uyumak üzereydim ve o zaman güneşin neredeyse battığını ve havanın bulutlanmaya başladığını gördüm.

Laptopu orta sehpaya bırakıp ayağa kalktım ve saniyeler içerisinde eve dolan seslere adapte olmakta zorlandım. Neler oluyordu?

 

***

Nasıldı?

Karan'ın arka planda yaptığı işlere dahil olmayı sevdiniz mi? Böyle çok sahne olur mu bilmiyorum çünkü seri boyunca Erdem, Pars hatta Boyga açısından da okuyacağımız için olayları onların hikayelerine de yedirmek istiyorum. Aynı zaman dilimde geçmeyecek hep tabii ama bakalım benim ne yapacağım belli olmaz. :D

Yorumlarınızı bekliyorum.

Devin'in nasıl bir tepki vereceğini düşünüyorsunuz?

Bir sonraki bölümde bizi az da olsa üzen anlar olacak. Yazarken kalbim sızladı. :(

Haftaya görüşürüz. :*

 

Bölüm : 14.03.2025 21:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...