22. Bölüm

19.BÖLÜM

Zeynep Işıklar
zeynepisiklar

Novo Amor – State Lines ikinci kısmın şarkısı olsun, eğer isterseniz. <3

 

*Devin*

Kapıdan içeri girecek olan karmaşaya hazır olmam mümkün değildi. Salonun girişinde durup karşımda gördüğüm şeyi algılamaya çalışırken Karan’ın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum ama ona karşılık veremeyecek kadar şaşkındım.

Evin daracık antresinde tam olarak beş genç kız vardı. İçlerinden birinin durumu oldukça kötü olmalıydı ki tıpkı Karan gibi simsiyah giyinmiş bir adamın kucağında, baygın vaziyette duruyordu. Karan’ın o adama, “Kızı koridordaki sağda kalan ilk odaya götür,” dediğini duydum. Bakışlarım ona kaymadan önce hâlâ beni izlediğini biliyordum. Benden bir tepki beklediği açıktı. Çıldırmama, kendimi kaybetmeme, ona bağırmama, muhtemelen uçlarda bir tavır sergilememe hazırmış gibi görünüyordu. Hiçbirini yapmadım çünkü neler olduğunu henüz anlayabilmiş değildim.

Kızlardan birinin ayağında ayakkabı bile yoktu ve ayağındaki yaralar aramızdaki mesafeye rağmen rahatlıkla seçilebiliyordu. Üstlerindeki kıyafetler, zayıf ve narin vücutlarında fazlasıyla bol duruyor, haftalardır ne kendileri ne de beş para etmez kıyafetleri yıkanmamış gibi görünüyordu. Saçları başları darmadağınıktı ve ikisinin yüzünde bozulmuş makyaj kalıntıları vardı. Onlar... küçüktü. Nefesimin göğsümde sıkıştığını hissederek istemsizce elimi kalbime götürdüm.

Bu kızlar cehennemden çıkmışlardı. Bundan daha iyi bir açıklama bulamazdım.

Duruşlarındaki gerginliğin yanı sıra gözlerindeki panik açıkça kendini belli ediyordu ama bir şey daha vardı. Orada olmasını ummadığım bir şey. İçlerindeki belli belirsiz ufak ışıltı, rahatladıklarını, sanki en kötüsünü arkalarında bıraktıklarını bildiklerini gösteriyordu.

Onları izleyişim sanki dakikalar boyu sürmüş gibi gelse de saniyeler bile geçmemişti. Karan’ın arkasında duran biri kadın diğeri erkek olan ekip arkadaşları kızları salona doğru götürmeye başlamıştı. Erkek olan neredeyse Karan kadar korkutucu görünüyordu. Teninin görünen her kısmı dövmelerle kaplıydı. Boynunu kaplayan iri, tüylü kanatlar kulaklarının arkasına doğru uzanıyordu. Ellerinin üzeri ve parmakları da dövmelerden simsiyah görünüyordu. Saçlarını üçe vurmuştu ve platin küpeler takıyordu. Filmlerdeki çete üyelerine benziyordu ki aslında düşününce bir bakıma öylelerdi.

Kadın ise aralarında en sıradan görünüşe sahipti. Kahverengi saçlarını sıkı bir at kuyruğu ile toplamıştı. Kahverengi bakışları diğerlerine nazaran daha yumuşaktı ama onun da gergin olduğu duruşundan belliydi.

Yanımdan geçerlerken dövmeli adam bana bakıp hafifçe sırıttı ve göz kırptı. Vay canına... Şu ana kadar tanıdığım tüm katillerin kendilerine has ve bence anormal bir çekiciliği vardı. Buna Erdem’i hatta Burçin’i de dahil ediyordum. Ona tepki veremeden yanımdan geçip gitti. Kadın bana sadece kafasını sallayarak selam verdi. Ne yapacağımı bilemeyince gözlerim Karan’ı aradı. Beni izlemeye devam ediyordu.

“Pars, zararsızdır, merak etme,” dedi. “En azından senin için.”

“Karşılaştığımız ilk gün, kendin için de bana benzer bir söz verdiğini hatırlıyorum,” diye mırıldandım.

“Sözümü tutuyorum ve tutmaya devam edeceğim, Devin. Benim yanımda hep güvende olacaksın.”

Omzuna asılı ince, uzun çantasını yere bıraktı. İçinde büyükçe bir silah olduğuna kalıbımı basardım. Bu bilginin beni rahatsız edeceği anı bekledim ama o an gelmedi.

Karan, iki adımla yanıma yaklaştı. Beni kolları arasına aldığında sanki dünyanın en normal hareketiymiş ve bu hareketi binlerce defa yapmışız gibi hissederek kollarımı beline doladım. Başımı göğsüne koyduğumda dudaklarını saçlarımın üzerine yasladı.

“Sana haber vermeye zamanım olmadı,” dedi sakince. “Özür dilerim.”

“Bana haber versen de kendimi bu görüntüye hazırlamam mümkün olmazdı,” diye itiraf ettim.

Bana sıkıca sarılıp geri çekildi ama hâlâ hafif baharatlı ve limonlu kokusunu soluyabileceğim kadar yakındı. Kokusuna alıştığımı ve beni rahatlattığını fark ettim.

“Az sonra bir doktor gelecek. Kızları kontrol etmesi lazım. Toparlanana kadar burada kalacaklar.”

Kafamı sallayarak onu onaylarken arkama dönüp salona baktım. “Onlara ne oldu?”

“Bir apartmanda zorla tutuluyorlardı.”

Sebebini bilsem bile, “Ne için?” diye sordum. Duymaya ihtiyacım olduğunu hissediyordum.

“Vücutlarını satarak para kazanmak için.”

Yaşadığım dünyaya yabancı değildim. Toz pembe gözlüklerle etrafıma baktığım söylenemezdi. Gerçeklerin farkındaydım ama buna bu denli yakından tanık olmak içimde gömülü olduğunu bilmediğim bir tuşa bastı. Hayat herkese adil davranmıyordu. Kimisi kendi seçimleriyle kimisi mecbur kalarak nefes almaya devam edebilmek ve belki de ailesine yardım edebilmek için bedenini kullanıyordu ama bu... İstekleri dışında genç kızları alıkoymuş olmaları...

“Onları tutan adamlara ne oldu?”

Hepsinin acı çektiğini duymak istiyordum. Bu, beni kötü bir insan mı yapardı? Ahlak ve vicdan sınırlarım bulanıklaşıyor muydu?

“Henüz hiçbir şey,” derken dişleri birbirine kenetlendi. O ana kadar bastırdığı öfkesini hissederek irkildim. Bakışları karardı ve o da benim gibi bakışlarını salona çevirdi. Biri geniş koltukta uzanıyordu. Kendini korumak istercesine top gibi kıvrılmış olsa da sırtını çevresindeki insanlara dönemeyecek kadar güvensizdi. Diğerleri etrafındaki boş alanlarda oturuyorlardı. Karan’ın Pars dediği adam balkon pervazına yaslanmış, telefonla konuşuyordu. Kadın ise yere diz çökmüş sessizce kızlarla konuşuyordu. “Orada ne kadar süredir tutulduklarını bilmiyoruz ama hepsi kaçırılmış. Ailelerini bulmaya çalışacağız.”

“Polis?”

“Polisi sikeyim.”

Ona uzanmak ve yaptığı şey için teşekkür etmek istesem de bir şey beni hareket etmekten alıkoydu.

Kendime gelmeye çalışarak, “Neye ihtiyacınız var?” diye sordum. “Yemek yapabilirim. En azından tost ve kahvaltılık gibi. Aç görünüyorlar. Çorba da yapabilirim. Banyo yapmalarına yardımcı olabilirim ama sanırım önce doktorun görmesi gerekir. Bir de üzerlerine uyacak kıyafetler ayarlamak lazım. Yanımda fazla bir şey yok ama...”

Hangi ara yüzümü kavradığını ve beni kendine çektiğini anlamadım. Ona uzanabilmek için parmak uçlarımda yükselirken, soluksuz bir öpücükle beni susturdu. Ellerim bileklerini kavradı, kendimi coşkulu ve öfkeyle dolu öpücüğüne teslim ettim. İhtiyacı olan ne varsa almasını ve bu ihtiyacı yalnızca ben karşılayabilmeyi istiyordum.

Kapı çaldığında güçlü vücudu beni dünyanın geri kalanından koruyabilirmiş gibi ona yaslanmış, arkamda olup bitenlerden kısacık birkaç saniye için uzaklaşmıştım.

“Doktor geldi,” dedi Karan benden bir kez daha uzaklaşırken. “Yiyecek bir şeyler güzel olur, ptičica, teşekkür ederim.”

Karan, doktoru içeri almak için kapıya giderken ben de mutfağa gittim. Evde olan tost ekmeklerinin kalanıyla birkaç tane tost yaparken, düşüncelerim karman çormandı. Karan’ın hazırlayıp bıraktığı çorbayla dolu tencere yarısına kadar doluydu. Onu ısıttım. İki sürahiye su doldurdum ve salondakileri rahatsız etmemeye çalışarak her şeyi masaya taşıdım. Herkesin bir arada olduğu bir aile yemeği olmayacağı kesindi ama ihtiyacı olanın hemen ulaşabilmesini istiyordum.

Doktor gelir gelmez odaya götürülen kızın yanına alınmıştı. Oradaki işini bitirdikten sonra beni mutfaktan çıkarken görünce, “Oraya biraz su götürsen yeter,” dedi. “Verdiğim ilaçlarla önümüzdeki birkaç saat daha uyur ama gece aç uyanacaktır. Hafif bir şeyler hazırlarsanız kendini yormadan yiyebilir.”

Hemen büyük bir bardağa su doldurup daha önce girmediğim odaya gittim. Odada iki tane tek kişilik yatak, bir tane üç kapaklı dolap ve iki tane komodin vardı. Yerdeki koyu gri halı kalın ve tüylüydü. Halı, adım seslerimi yumuşatırken yatağa yaklaştım. Onu taşıyan çocuk yatağın ayak ucunda ayakta durmuş, bir hayaleti izler gibi genç kıza bakıyordu. Karan’dan genç dursa da sakalsız yüzüne rağmen Erdem’den biraz daha büyük görünüyordu. Boyu Erdem’den uzundu ve oldukça yapılıydı. Saçları Pars kadar olmasa da kısaydı ve tişörtünün yuvarlak yakasından görünen bir dövmenin deseni ensesini kaplıyordu.

Onların kim olduklarını bilmiyordum. Bağlı oldukları bir ekip belli ki vardı ve muhtemelen gizliydi. Ama ekibe bu insanları kim alıyorsa hepsinin belalı göründüğünden emin olmak istemiş gibiydi ya da dövmeli.

“Doktor su getirmemi söyledi,” dedim. “Baş ucuna bırakıyorum.”

Çocuk irkilerek girdiği transtan çıktı. Bana şaşkın gözlerle bakıp yeniden kıza döndü. “Benim buradaki işim bitti,” dedikten sonra yanımdan geçip odadan kaçar gibi hızla çıktı.

Suyu komodine bırakıp kıza yaklaştım. Sarı saçları kirden koyulaşmış ve keçeleşmişti. Yatağın üzerinde bir saman yığını gibi duruyordu. Göz altları o kadar mordu ki sağlıksızlığını ilk bakışta ele veriyordu. Çenesinin altındaki iri, koyu yeşil görüntü midemi bulandırdı. Bunun bir yumruk ya da oldukça sert bir tokada ait olduğu belliydi. İyileşmeye başlamış olsa da oradaydı. Günler sonra izi tamamen kaybolacaktı ama bu küçük kızın ruhunda eminim ki izi kalacaktı. Üzerine büyük gelen gri tişörtün kollarından biri yukarı doğru sıyrılmıştı ve doktor koluna serum takmıştı. Teni öyle beyazdı ki damarlarının her biri açıkça seçiliyordu. Bileğindeki kızarıklıklar da... Bir ipe ait olmalılardı.

Görüşüm bulandı. Midem ağzıma gelirken elimle ağzımı kapatıp burnumdan nefes almaya çalıştım.

Ona ne yapmışlardı? Nasıl insanlar gencecik bir kıza böyle bir şey yapabilirdi? On sekiz yaşında var mıydı? Kabul etmek istemesem de bundan çok ama çok daha küçük görünüyordu.

Düşüncelerimi yüksek sesle mi dile getirmiştim yoksa zihnim çığlık mı atıyordu, bilmiyordum. Karan, “On beş yaşında,” dediğinde kendimi tutamadım ama ağzımdan boğuk bir inilti kaçtı.

Karan’ın güven veren eli omzuma yerleşince ona dönüp kafamı göğsüne gömdüm. Gözyaşlarım tişörtünü ıslatmaya başladığında, “Sekiz ay önce kaçırılmış,” diye devam etti. “Ailesi defalarca kayıp ihbarında bulunmuş ama polisler onu bulmayı anlaşıldığı üzere başaramamış. Haberlere taşımışlar ama sonuçsuz kalmış. Adı Hale. Ailesine ulaşmak üzereyiz. Kendine gelir gelmez şehirden gidecekler.”

Ona yeni bir hayat vereceklerdi. Nasıl olup da bunu yapabilecek güce sahiplerdi? Bana MIT için çalışmadığını söylemişti. Polis de değildi. Çok ama çok daha karanlık bir şeyin parçası olduğunu düşününce tüylerim diken diken oldu. Karan kimdi? Ve ne kadar güçlüydü?

“Diğerleri?” diye sordum, boğuk bir sesle.

“En büyükleri on dokuz yaşında. İki senedir o adamlarla beraber. Diğerleri daha küçük ve daha kısa süredir oradalar.”

Hale’yi ilaçla uyutmuş olmalarına rağmen kimsenin duymaması için hıçkırıklarımı tutmaya çalışarak yüzümü Karan’ın göğsüne sakladım. Daha doğru düzgün hiçbir şey duymamış ve görmemiştim ama yine de dayanamıyordum. Bugün öğrendiklerimle yaşamayı nasıl başaracaktım? Peki, ya o kızlar? Kurtarılmışlardı ama aldıkları yaralarla nasıl yaşamaya devam edebileceklerdi?

“Yardıma ihtiyaçları var. Ailelerine döndüler diye bir anda iyileşemezler ki...”

“İstedikleri ve ihtiyaçları olan her türlü desteği alacaklar. Merak etme, ptičica.

“Nasıl?” diye sordum. “Bunu nasıl yapıyorsunuz? Siz kimsiniz?”

Sırtımı okşayan elinin baskısı arttı. Dudakları saçlarımın üzerinde gezerken beni cevapsız bıraktı.

“Bana anlatacak mısın?” diye direttim.

“Bugün değil,” dedi yalnızca.

Ona yaptığı iş hakkında onlarca soru sormak istesem de konuşmaya gücüm yoktu. Ona sarıldım, kokusunun ve sırtımı okşayan elinin beni rahatlatmasına izin verdim.

Ve gecenin ilk gök gürültüsünün sesi odayı doldurdu.

***

Yapacak bir sürü iş vardı ve ben de elimden geleni yapabilmek için harekete geçtim. Önceliğim kızların adını öğrenmek oldu. Onları ismiyle onurlandırmam gerektiğini biliyordum, herhangi biri değillerdi. Hepsi birer savaşçıydı ve ben kazanmaları için onlarla aynı cephede savaşmaya kararlıydım.

Hale’yi odada uyumaya devam etmesi için yalnız bıraktıktan sonra salona döndüm ve kızları teker teker banyoya götürdüm. Aralarında en dinç duran en büyükleri Begüm’dü. Ben sadece beş yaş küçüktü, on dokuz yaşındaydı. Onun yaşında edindiğim dertlerimi düşününce karnıma bir ağrı giriyordu. Benim yaşadığım hayattan daha azını hak etmiyordu. Üniversitede olmalı, zararsız flörtlerle kendini keşfetmeli, arkadaşlarıyla zaman geçirip derslerinden şikâyet etmeliydi.

Oysa o korkunç şeyler yaşamak zorunda kalmıştı ve şimdi tüm yaşadıkları gözlerindeki ışıltıyı söküp almıştı. Sessizdi, her şeyin diğerlerinden daha çok farkındaymış gibi görünüyordu. Gözleri hepimizi dikkatle tarıyor, muhtemelen olası senaryoları kafasında değerlendiriyordu. Evin kapısını açıp ona artık özgür olduğunu haykırmak, onu hak ettiği huzura kavuşturmak istiyordum ama yapılacak en doğru şeyin bu olmadığını biliyordum. Eminim Karan onun için doğru şeyi yapacaktı.

“Sana yardım etmemi ister misin?” diye sordum banyonun kapısında durduğumuzda.

Benimle aynı boydaydı, esmer teni, kömür gibi gözleri ve siyah saçlarıyla çok güzel bir kızdı. Bu yüzden mi onu kaçırmışlardı? Güzel olması suç muydu? Ve o şerefsizler onun güzelliğini kullanmış ona zarar vermişlerdi. Boynundaki kimi eski ve kimi taze olan izler ilk bakışta göze çarpıyordu. Tıpkı ovuşturup durduğu bileklerindeki gibi.

Uzun birkaç saniyenin ardından, “Yalnız kalmak istemiyorum,” diye itiraf etti. O anda kendimi salmak, yere çöküp onu da kendime çekerek hüngür hüngür ağlamak istedim. Ama bunu yapamazdım.

“Sen geç, hemen geliyorum. Sana temiz kıyafetler getireceğim.”

Odama dönüp sadece onun için değil, diğer kızlar için de kıyafet aradım. Yanımda çok bir şey yoktu. Özellikle iç çamaşırlarımı isteyeceklerini hiç sanmıyordum. Karan beni dolabın önünde dikilirken buldu.

“Kullanmadığımız odada birkaç parça yedek kıyafet var. İdare etmeye yeter. Açılmamış çamaşırlar da vardır.”

Bu bilgiyle şaşırarak ona döndüm.

“Bu evin Airbnb gibi olmadığını anlamam gerekirdi sanırım.”

“Adına ne koyarsan koy. İhtiyacı olanlar için tutulmuş birkaç evden biri.”

“Bu gibi şeyleri çok sık mı yaşıyorsunuz?”

“İsteyeceğinden daha çok,” diye dürüst bir cevap verdi. Son bir iki gündür bana karşı daha açık olmaya karar vermiş gibi görünüyordu.

“Bir yandan o kızları kurtarmak gibi işlerle uğraşırken diğer yandan Eymen’i neden izlediğini anlayamıyorum. Bu iş neleri kapsıyor? Patronun mu Eymen’in izlenmesini istemişti?” Aklımda bir anda gelen korkunç düşünceyle kanım dondu. “Bana Eymen’in de böyle işlere bulaştığını söyleme,” dedim korkuyla.

Yanıma gelip dolabın kapağını sıkıca kavradığım elimi tuttu. Parmaklarımı ahşap yüzeyden ayırıp üzerlerini yumuşak bir şekilde öptü.

“Eymen birçok boktan şey yapmış olabilir ama hayır, Devin. Bu onlardan biri değildi.”

Omuzlarım hissettiğim rahatlamayla çöktü.

“Tamam,” dedim kafamı sallayarak. “Bu iyi. Tamam.” Dolaptan çıkarıp yatağa bıraktıklarımı almak için ondan uzaklaştım. “İç çamaşırı iyi olur. Belki hırka gibi onları sıcak tutacak birkaç şey. Fazladan battaniye var mı? Koltukta da kullanmak isteyebilirler.”

“Bir şeyler bulabileceğimden eminim,” dedikten sonra eğildi. Önce gölgesi sonra kendisi vücudumu kaplarken başımın üzerini öptü. Onun benden çok daha uzun ve heybetli olması karşısında kendimi bir kez daha küçücük hissettim ve ona bir kez daha sığınmamak için kendimi zorlukla durdurdum. Oysa az önceki gibi kollarına sığınmak ve başımı göğsüne yaslamaktan daha çok istediğim bir şey yoktu.

“Begüm’ün yanına dönmem lazım.”

“Git,” dedi ve beni bıraktı. Kokusunu burnumda taşıyarak yanından uzaklaştım. “Az sonra banyonun kapısına ihtiyacın olan birkaç şeyi bırakacağım.”

Begüm’ün yanına döndüğümde onu bıraktığım gibi buldum. Üzerindeki eski ve leş gibi kıyafetlerini çıkarmayı denememişti bile. Lavabonun üzerinde asılı aynadan uzakta durmaya özen göstermişti. Duşakabine boş gözlerle bakıyordu.

“Soyunmana yardım edeyim mi?”

“Lütfen.”

Uzun kollu soluk mavi tişörtü çıkardığımda altında başka bir şey olmamasına neden bu kadar çok şaşırdım, bilmiyordum. Vücudunun aldığı hasarı görmemek mümkün değildi ama elimden geldiğince onu incelememeye ve rahatsız etmemeye çalışarak altındaki bol kotu da çıkarmasına yardım ettim. Tıpkı üstü gibi altında da başka bir şey yoktu ve Begüm benden utandığını gösterecek en ufak bir harekette dahi bulunmadı.

“Onların yaptıklarından sonra senin gözlerin ya da dokunuşların bana hiçbir şey hissettiremez,” dedi biraz sert bir sesle. Bana kızmıyordu, güçlü durmaya çalışıyordu.

Gözlerimin dolduğunu hissedince yanağımın içini ısırdım.

“Karşımda cesaretle oluşmuş güçlü bir duvardan başka bir şey görmüyorum,” dedim. “Bu beden sadece senin çünkü onu ayakta tutan senin ruhun, senin nefesin. Ben kimim ki bir bakış ya da dokunuşla seni etkileyebileyim?”

İkimiz de birbirimizin gözlerinin içine bakarken bir anlığına nefesimizi tuttuk... Sonra bir şey oldu. Adını koymayı başaramayacağım bir şey. Güçlü bir şey. Tıpkı onun gibi.

Boğazından bir hıçkırık yükseldi ve darbelerle renklenmiş, açlıkla sınanmış narin bedenini kollarıma bıraktı. O ağladıkça sanki ben kanadım. O ağladıkça sanki yaralarını ben sahiplendim. Tüm bu acının altında öfkemin alevlenmesine izin verdim. Bu kızların tek bir gözyaşı için dünya yansa yeter miydi, bilemedim.

 

***

Benim kalbimi kıran bir bölümdü. Yazarken fazlasıyla boğazım düğümlendi ve o kızlar için gerçekten üzüldüm. Nerelerde neler yaşandığını tahmin edebilmemiz mümkün değil ve içten içe Karan gibi insanların olduğuna inanmak isteyen bir yanım var sanırım.

Umarım benim sevdiğim kadar bu bölümü siz de sevmişsinizdir. Yorumlarınızı bekliyorum.

Haftaya görüşürüz. <3

 

Bölüm : 21.03.2025 20:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...