
*Karan*
Benim güzel kalpli, küçük kuşum.
Ne tepki vereceğinden emin değildim. Nasıl olabilirdim? Yüzüme baka baka bana birden fazla kez katil demişti. İşimin tehlikeli, ahlaki sınırların ötesinde, hatta yüzde yüz suç içerdiğini biliyordu. Daha bu sabah, işten izin almaya çalışıp benden uzağa gidebileceğini söylemişti. Bırak bunu isteyebileceğimi, ona izin vereceğimi düşünmesi bile saçmalıktan ibaretti.
Söylediğim her kelimede ciddiydim. Artık onu bırakmam mümkün değildi. Bundan sonra sadece onun da bu gerçeği kabul etmesi için uğraşacaktım.
Evin içinde dört dönmesini izlerken onunla duyduğum gurur göğsümü kabarttı. Bunu başarabilirdik. Dünyama uyum sağlayabilirdi. Beni anlayabilirdi ve biz olabilirdik. Yoksa kendimi mi kandırıyordum?
Kızlardan ikisinin banyo yapmasına yardım ettikten sonra onlara kendi kıyafetlerinden vermiş, kendi odasına yerleşmelerini sağlamış, hepsinin karnını doyurmuştu. Onlara telefonundan müzik açtığını ve odalarından çıkmadan önce ikisinin de alınlarından tıpkı bir anne gibi öptüğünü gördüğümde boğazımda uzun zamandır hissetmediğim bir yanma oluşmuştu. Devin, henüz yirmi dört yaşındaydı ama bugün sergilediği olgunluk onun kalbinin de zihninin de yaşının çok ötesinde olduğunu gösteriyordu.
Ardından diğer iki kızla ilgilenmek için harekete geçmişti. Yemek yemek için ara vermemiş, en ufak bir şikâyette bulunmamıştı. Hatta ekibin geri kalanı gidene kadar onlarla da ilgilenmiş, bugün aldığım altılı bira paketini açıp her birine bir şişe vermişti.
Pars, otuz iki dişini birden gösteren büyük bir sırıtmayla ona bakmış, daha ileri gidip Devin’i yanağından öpmüştü. Devin’in kıpkırmızı kesildiğini görmek damarlarımdaki kanın akışını hızlandırmıştı. Pars’ın ağzına sıçacaktım. Beni kışkırtmak için bile bile benim kadınıma dudaklarını sürmüştü. Onu sinirden kıvrandıracaktım ve bunu nasıl yapacağımı çok iyi biliyordum. Atacağım bir yumruk, onun sadece bu durumdan daha çok eğlenmesine neden olurdu. Oysa Burçin’i işin içine dahil edersem onu kolayca süründürebilirdim.
Birine kalbini açtığın zaman, herkesin kolayca kullanabileceği büyük bir zaafı açığa çıkarmış oluyordun. Ekibe katıldığım günden beri Pars’ın zaafı gözler önündeydi ve bunu saklama gereksinimi bile duymuyordu. Şimdi de benim kocaman bir zaafım vardı ve onu nasıl saklayacağıma dair hiçbir fikrim yoktu.
Ekip gittikten sonra kızlarla evde bir başımıza kaldık. Yarın sabah içlerinden ikisi evlerine döneceklerdi. Aileleri onlar için her şeyi yapmaya hazırdı. Birinin kimsesi yoktu ve eminim Boyga, onunla en doğru şekilde ilgilenirdi. Hale’nin iyileşmesi biraz daha uzun sürecekti ve bu süre zarfında onunla ve geriye kalan diğer kızla ilgilenmesi için Boyga eve iki kişiyi gönderecekti.
Yarın bu evden çıkacaktık. Devin’i kendi evime götürecektim.
“Bu akşam planladığımız gibi geçmediği için üzgünüm,” dedim Devin’i mutfakta kahve yaparken yakaladığımda.
Bana bakıp kafasını iki yana salladı. “Böyle bir şey için üzülme. Bir şeyler yapabildiğim için seviniyorum.”
“Sabah olmasına dört buçuk saat kaldı. Yarın işe gideceksin. Biraz uyuman lazım.”
Kahveyi kupaya doldurduktan hemen sonra sıcak olmasına aldırmadan bir yudum aldı.
“Uykuya değil bir sigaraya ihtiyacım var. Aslında viskiyi açmak istedim ama bir bardak bile beni anında bayıltır.”
Sigara paketini koyduğu dolabın kapağını açıp paketten bir tane çıkardım ve ona uzattım. Çakmak da yanında duruyordu.
“Gel, balkona geçelim.”
Saatlerdir durmaksızın yağmur yağıyordu. Ona verdiğim geceyi geçiremeyecek olsak da biraz rahatlamasına yardımcı olabilirdim.
“Müzik ister misin?” diye sorduğumda bana şaşırarak baktı.
“Listelerimi nereden biliyorsun?”
“Banka hesaplarınızı takip ediyordum. Aldığın ödemeyi görünce araştırdım ve listelerini buldum.”
Şaşırarak yüzüme baktı. “Ciddi misin?”
“Evet.” Ona karşı elimden geldiğince dürüst olacağımı söylemiştim. “Sana hiçbir konuda yalan söylemek istemiyorum.”
“Benim hakkımda bilmediğin bir şey var mı? Çünkü Eymen’in aptalca bulduğu bu listelerden para kazandığımdan haberi yoktu. Oysa sen her şeyi biliyor gibi görünüyorsun.”
Eymen’in adını duymamın beni rahatsız etmeyeceği bir dönem gelecek miydi? Çünkü o şerefsizi hâlâ kendi ellerimle öldürmek istiyordum. Elindeki hazinenin farkına varamayıp onu tehlikeye atan döl israfından başka bir bok değildi. Temiz birkaç kurşundan daha kötüsünü hak ediyordu. Özellikle Devin’in sevdiği bir şeyi aşağıladığı için onu ellerimle boğabilirdim.
“Eymen kendi burnunun ucundan ötesini göremeyen, hırsla yıkanan, şerefsizin tekiydi.” Sözlerimin onu irkilttiğini gördüm ve sözlerimden anında pişman oldum. Hayır. Söylediklerimde ciddiydim ama Devin bunları duymak zorunda değildi. “Özür dilerim,” dedim.
“Hayır, dileme.” Balkon kapısını açtığı gibi yağmurun sesi ve kokusu içeriyi doldurdu. Derin bir nefes alarak pervazın bir yanına yaslandım. Bana ait olduğunu hissettiğim tarafıydı ve o anda Devin’in benim evimi gördüğünde ne hissedeceğini merak ettim. Ağaç görmeyi seviyordu, o yüzden seveceğini düşündüm. Evim, uzun senelerdir benim sığınağımdı ve oraya kimseyi davet etmezdim. Patlamadan sonra Pelin’in yanımda geçirdiği birkaç günü saymazsak eğer oraya hiçbir kadın girmemişti.
Devin’in kahvesini bana uzattığını görünce dumanı tüten kupayı elinden aldım. Onunla ilgili sevdiğim bir diğer şey de buydu, paylaşıyordu ve bu anlar benim için o kadar değerliydi ki ona ne hissettiğimi kelimelerle ifade edemezdim. Devin’in sigarasını yakmasını izlerken, dudaklarının değdiği noktadan onun tadını alarak kahveden bir yudum aldım.
“Eymen’in şerefsizin teki olduğunu bir süre önce kabul ettim. Sadece bunu kabul etmek zor geliyor çünkü kendi eksikliğimi görüyorum. Ona karşı ne kadar kör olduğumu ve beni aslında mutlu hissetmediğim bir evliliğin içine hapsetmesine izin verdiğimi görüyorum ve bu sinirlerimi bozuyor.”
“Birini sevdiğin ve ona inanmak istediğin için kendine kızamazsın.”
Sigarasının dumanını dışarıya doğru üfledi, karanlığın içinde beyaz ince bir çizgi halinde yayılıp yağmurda kaybolup gitti. Bana uzatınca kabul ettim; diyorum ya onun paylaştığı her şeyi kabul ederdim. Sigaradan bir nefes alıp ona geri uzattığımda bana gözlerine yerleşen belirgin bir alevle baktığını gördüm. Kanım ısındı, akışı hızlandı ve sadece ona duyduğum arzuyla vücudum uyandı.
Siktir.
Bu yeniyetme hallerim canımı sıkıyordu. Tıpkı o günkü gibi parmaklarımı bacaklarının arasına götürsem arzusunun kanıtını bulur muydum? Tek düşünebildiğim nefes aldığım her an onu kendime ait kılmaktı.
“Şimdi ne yapacağız?” diye sorarak konuyu değiştirdiğinde kendime gelmek için kahveden bir yudum daha aldım.
“Yarın işten çıktığında seni alacağım ve benim evime gideceğiz.”
Bu ilgisini çekince pervazdan uzaklaşıp bana doğru döndü.
“Senin evine mi?”
“Evet, burada kalmaya devam edemeyiz. Yarından itibaren kızlarla ilgilenecek insanlar gelecek. Senin güvenliğini tehlikeye atamam.”
“Sanırım hayır deme şansım yok?”
“Hayır mı demek istiyorsun?” Soru ağzımda acı bir tat bıraktı. Gerekirse onu zorlardım ama kendi isteğiyle gelmesini istiyordum. Bir gece önce yaşadıklarımızın onun için de önemli olduğunu bilmek istiyordum. Hissettiklerimizi bir şans vermeye değer görmesini istiyordum.
Dün gece ben... kendimi hayatım boyunca olmadığım kadar çıplak hissetmiştim. Onun karşısında üzerime geçirebileceğim en ufak bir maske, kılıf, kıyafet, kendimi saklayabileceğim en ufak bir şey yoktu ve o beni, o halimle kabul etmişti. Ellerine baktım. İnce, uzun, zarif, bordo renkli bir ojeyle renklendirdiği parmaklarına. Tenimdeki dokunuşlarını aniden gelen bir açlıkla arzuladım. Hemen burada tüm kıyafetlerimden sıyrılıp, dizlerimin üzerine çöküp kendimi ona sunmak istiyordum.
“İstemiyorum ve bence asıl sorun da bu.” Sigarasını söndürdükten sonra kahveye uzandı. Kupayı elimden alıp geriye kalan birkaç yudumu kafasına dikti ve arkasındaki sehpaya bıraktı. Sonra da bana uzanıp kollarını boynuma doladı. Ellerinden biri saçlarımın arasında kayboldu, diğeri omzumdan sırtıma doğru hareket ederken parmak uçlarında yükselerek dudaklarını dudaklarıma yasladı.
Bir kez daha siktir.
Bu kadının cesaretine hayrandım. Belini kavrayıp vücudunu kendime yaslarken alt dudağını emerek ağzımın içine aldım ve dilimi üzerinde gezdirdim. Onu öpmek yeniden doğmak gibiydi. Beni geçmişime bağlayan her şeyden kolayca sıyrılıyor ve sadece bugüne, bu ana demir atabiliyordum.
Ellerimi kalçasında gezdirip dizlerine kadar indim ve onu kucağıma aldım. Bacaklarını belime dolarken hafifçe inleyerek kendini sikime bastırdı. Ağzının içine homurdanıp dudağını dişledim. Devin kucağımdayken koltuğa oturmak, yağmurun sesinin eşliğinde ve kokusu onun yasemin kokusunu arttırırken, beni kendi zevki için kullanmasına izin vermek çok isterdim ama ev kalabalıktı. Yine de o koltuğa oturdum, ellerimle erişebildiğim birçok noktasına dokundum ama ileri gitmedim. Dudaklarımız bir hızlandı bir yavaşladı, bir şefkatle bir açlıkla hareket etti. Kendini bana bastırıp kalçasını yumuşak hareketlerle salladı. Elleri saçlarımın arasına giriyor, tırnakları kafa derimi çiziyor, ağzı doymak bilmiyormuş gibi benimkilerin üzerinde hevesle geziniyordu. Ona bayılıyordum.
Aylarca izlediğim bu muhteşem kadının şu anda kucağımda olduğuna hem inanamıyor hem de ne yapıp ne edip bugünün gerçekleşmesi için elimden geleni yapacağımı biliyordum. Bu düşüncem belki sağlıklı değildi ama kimin umurundaydı... Gözümün onu gördüğü o ilk andan beri Devin benimdi.
“Yarın,” diye bir söz verdim altdudağını serbest bırakırken. Sağ elimle yanağını kavradım, gözlerine bakmak için kafasını geriye ittim. Başparmağımı dudakları üzerinde gezdirirken kahverengi gözlerinin siyaha dönüşmesini zevkle izledim. Elimi boynuna doğru indirip onu sıkıca kavradım. Uyguladığım azıcık baskıyla gözbebekleri irileşti. “Yarın o tatlı, sırılsıklam amını sikeceğim, Devin,” dedim. İçine çekmeye çalıştığı sert nefes boğazında takılı kaldı. Ağzı nefis bir O şeklini aldı. Uzanıp dudağının kenarını yalayıp çenesini ısırdığımda amını sikime sertçe bastırdı. Üzerimizdeki katlara rağmen sıcaklığını hissedebiliyordum. O kadar güzeldi ki…
“Lütfen,” diye sızlandı. “Karan...”
Onun içinde olduğum zaman etrafımızda kimse olmayacaktı. Çığlıklarını saklamaya hiç niyetim yoktu, onları özgürce duymak istiyordum. Onu sertçe sikerken, kendimi hayatım boyunca hiç olmadığım kadar bir kadının derinliklerinde kaybederken ve bu kadın Devinken kendimi tutamayacağımı biliyordum.
“Aylarca seni izledim, Devin,” diye itiraf ettim. “Evine girdiğim o güne kadar tam olarak, yedi ay on bir gün boyunca seni uzaktan izledim.” Boğazındaki baskıyı kaldırdım, boynunu nazikçe okşarken kaşlarının şaşkınlıkla havaya kalkmasını izledim. Avuçlarımda sertçe yutkunduğunu hissettim.
“Yedi ay mı?” diye fısıldadı. “B-bu... çok...”
“Fazla mı?” Güldüm. “İnan bana bundan daha uzun sürede izlemeye devam ederdim.”
Onu bıraktım. Ne yapacağını, duyduğu şeyi sindirip sindiremeyeceğini görmek için bekledim. Korkabilir, kaçmak isteyebilir, içine düştüğü duruma lanet edebilirdi. Ama onu bırakmayacağımı kabul etmesi gerekiyordu.
“Kapana kısılmış gibi mi hissediyorsun, ptičica?” diye sordum o gözlerimi araştırırken. “Sana başka seçeneğimiz olmadığını söylemiştim. Söylediklerimde ciddiydim.”
***
*Devin*
Dürüst olmak gerekirse bugün gördüklerimden sonra Karan’ın yaptığı şeyden ilk günkü kadar rahatsızlık duymuyordum. Evimdeki o adamları acımasızca öldürmesi bir anlık verilmiş bir kararın sonucu değildi. O psikopat bir katil değildi. Kana susamışlıkla hareket etmiyordu ki, o kızlara bunu yapan adamlar için istediği kadar kana susayabilir, öfkesinin onu ele geçirmesine izin verebilirdi. O kızların yaşadıkları insanlık dışıydı ve evet, o adamların yaptıklarının sonuçlarıyla en korkunç şekillerde yüzleşmelerini istemiştim, hâlâ istiyordum.
Sistemin işleyişi kötülüklerle savaşmaya yetmiyordu, değil mi?
Birilerinin, çok daha güçlü birilerinin öne çıkması, ellerini taşın altına sokması ve bir şeyler yapması gerekiyordu. Karan da bu insanlardan biriydi. Cesurdu, gerekeni yapıyordu, çarpık da olsa bir adalet sağlıyordu. Kızların gözlerindeki rahatlamayı görmüştüm. Ya Karan ve ekibi onları bulamasaydı? Daha ne kadar o cehennem çukurunda hayatta kalma savaşı vereceklerdi? Ruhları, hatta narin, savunmasız, küçücük bedenleri bu savaşın üstesinden nasıl gelecekti?
Karan’ın gördüğüm anda beni etkisi altına alan, güzel ve büyüleyici gözlerine baktım.
Yedi ay, on bir gün.
Bu çok ciddi bir süreydi. İşi Eymen’i izlemek de olsa onun bir gözü bunca süre boyunca benim üzerimdeydi. Ne görmüştü? Nelere tanık olmuştu? Bir kadının kocasıyla olan yaşantısını gizlice izlerken nasıl olup da o kadına kendini kaptırabilmişti? Öyleydi, değil mi? Kaptırmıştı, başka ne olabilirdi? Bana karşı tam olarak ne hissettiğini nasıl bilebilirdim? Saplantı, merak, ulaşamadığına karşı duyduğun çekim. Âşık olduğunu düşünecek kadar aklımı kaybetmemiştim. Yine de güçlü bir şey olmalıydı, yoksa kim kimi uzaktan aylarca izlerdi? Bende gördüğü ve izlemeye devam etmesine sebep olan şey neydi?
Korktuğumu sanıyordu. Gülmek istedim. Korkmam gerekirdi ama içimde bu duyguya dair en ufak bir parça yoktu. Aksine, kendimi hiç olmadığım kadar korunmuş ve güvende hissediyordum. Deliriyor muydum?
İçinde bulunduğumuz durumun başımıza geldiğini düşünmüştüm ama tüm bu yaşananlar olmasaydı bile Karan’ın kaderin ağlarıyla mücadele edeceğine inanıyordum. Kendi için var olmayan bir yol yaratabilecek güce sahip biri varsa, bu kişi kesinlikle oydu. Ve bir şekilde, gerçekten kaçışımın olmadığını bilmekse rahatlamamı sağlıyordu. İplerin kontrolünü başka birinin eline vermek...
Uzanıp yanağını avucumun içine aldığımda gözleri önce şaşkınlıkla irileşti, sonra yavaşça ağırlığını avucuma bırakarak gözlerini yumdu.
“Kim bilir o yedi ay içinde nelere tanık oldun.”
“Sana. Senin her haline.”
“Ve?”
“Her halin beni büyüledi.”
Gülümsememe engel olamadım. Eğilerek onu öptüm. Bu paylaştığımız en yumuşak öpücüktü; sıcak, huzurlu, güven veren, masum bir öpücüktü. Nedensizce boğazımın düğümlendiğini hissederek geri çekildim.
“Kapana kısılmış hissetmiyorum ama elimde olanlarla ne yapacağımı da bilmiyorum,” dedim. Gözleri sıvı kehribar gibiydi. Bana bakarken ısınıyor, çeşitli duygularla koyulaşıp açılıyor ve parlıyorlardı. “Söylediğin gibi beni bırakmayacağına inanmıyorum.” Konuşmak isteyince parmaklarımı dudaklarının üzerine koydum. Yara izinin dokusunda parmaklarımı gezdirdim. “Beni bırakmayacağına güvenmiyorum değil. Tam tersi, sırf gurur yapıp bunu görevin ilan edip beni sonsuza kadar koruyabilirmişsin gibi hissediyorum.” Elimi çekip göğsüne koydum, kalbinin üzerine. Ritmini hissetmenin verdiği sakinleştirici hisse tutundum. “Kapana kısılmış hissetmiyorum çünkü bunu senden gerçekten talep edersem beni bırakacağına inanıyorum. Özgürlüğümü elimden almayacağına.”
İtiraz eder gibi kafasını iki yana sallarken, “Hayır,” dedi. “Yanılıyorsun, Devin. İnan bana ben de öyle sanıyordum ama artık bunun doğru olmadığını biliyorum. Seni bırakmayacağım, ne olursa olsun.” Gözleri gözlerimi tararken uzanıp saçlarımı yüzümden çekti. “Tıpkı o kızları özgürlüğüne kavuşturacağımız gibi senin için de aynısını yapabilirdim. Eymen’in katilini bulana kadar buradan uzakta, güvende olacağın bir yere seni gönderebilirdim ama istemedim, Devin. Benden uzaklaşman düşüncesine tahammül dahi edemedim. Edemiyorum. Bunun için kuralları çiğnedim, zevkle bunu yapmaya devam ederim. Söz konusu sen olduğunda mantıklı düşüncelerin bir tanesini bile sikimde değil, onları dinlemiyorum. Seni gördüğüm andan beri, ki bu ilk önce bir fotoğrafındı, senden uzak durmayı düşünemiyorum.”
O çok... ciddiydi. Tüylerimin heyecan ve itiraf etmek istemesem de biraz korkuyla ürperdiğini hissettim. Karan’ın bana zarar vermeyeceğini biliyordum ama bu zamana kadarki nazik tavrının altında yatan kişiyi gerçekten tanımadığımı da şimdi fark ediyordum. Sonuçta birilerini öldürebilecek kapasitede biriydi, değil mi? İstediğim kadar öfkeyle dolayım, bunu yapabilecek güçte ve zihinde biri olduğumu hiç sanmıyordum. Karan’ın bu ilgili, şefkatle dolu maskesini kaldırıp atarsam arkasında ne bulacaktım? Beni iradem dışında yanında tutar mıydı sahiden?
Her bir ifademi yırtıcı bir kuş gibi inceleyen Karan’ın gözlerine baktım. İçime salmaya çalıştığı korkuyu yeterince umursamadığımı hissettim. Bir şekilde... beni yanında tutması fikrinden rahatsızlık duymuyordum. Bu beni nasıl biri yapıyordu?
“Hangi fotoğrafımdı?”
Av peşinde olan Karan bir an öncesinde ciddiyetle beni inceliyordu, bir an sonra ise kahkaha attı. Sesi o kadar güzeldi ki zihnimde o anı sonsuza dek yaşayabilmek için gözlerimi kapattım. Hareket ettiğini, yüzümü kavrayıp kendine çektiğini hissedince gözlerimi araladım.
“Sen.” Şakağımı öptü. “Gördüğüm.” Alnımın ortasını. “En.” Aralamaya çalıştığım gözümü. “Mükemmel.” Burnumun ucunu. “Şeysin.” Ve iki dudağımın birleştiği kıvrımı.
Hemen kafamı ona doğru eğip dudaklarına uzandım ve benden uzaklaşmasına fırsat tanımadan onu öptüm. Ellerinin altında, kucağında, dudaklarının tadında, vücudunun yaydığı ısıda ve nefis kokusunda eridiğimi ve ona karıştığımı hissediyordum.
“Tadını seviyorum,” diye mırıldandım dudaklarına doğru. “Bana dokunan ellerinin iri olmasını ve beni bu kadar kolayca kavramanı seviyorum.” Homurdanarak öpücüğü derinletirdi. Dili ağzımın içinde gezinip dilime sataşırken, ellerini kalçama indirdi ve tıpkı sevdiğim şekilde sıkıca kavradı. “Aynen böyle işte.”
“Devin... beni zorluyorsun.”
Bunu hissedebiliyordum. Bacaklarımın arasında bir kez daha büyüyen sikine kendimi bastırırken, “Yeterince sessiz olabilirim,” diye onu ikna etmeye çalıştım.
“Siktir,” diye küfretti. Dudaklarımı dişlerken, “Yap,” dedi. “Bana sürtünerek boşal, ptičica.”
Kalçamı üzerinde hareket ettirmeye başladı. Onun yönlendirmesine uyum sağlamak çok kolaydı ama hayır, benim istediğim hızlıca ulaştığım bir tatmin duygusu değildi. Karan’ın kendini tutamadığı ve benim kadar kendini kaybettiği o anı yaşamak istiyordum.
Dudaklarından uzaklaşıp yanağını, çenesini ve sonunda boynunu öperek burnumu oradaki çukura yasladım. Tanrım. Aşırı lezzetli kokuyordu.
“Yarın,” dedim onu taklit ederek.
Vücudunun hafif bir kahkahayla sarsıldığını hissettim.
“İnanılmazsın,” dedi.
“İnan bana ben de kendime ve seninle olduğum bu cesur kadına inanmakta zorlanıyorum.”
Sırf gözlerimi görmek için saçlarımı kavrayıp başımı geriye çekti. Hareketi o kadar tahrik ediciydi ki üzerinde kıvranmaktan kendimi alamadım.
“Siktir,” dedi bir kez daha. “Dur, Devin.”
“Saçlarımı böyle tutan sensin,” dedim sinirle. Utandığımı itiraf etmektense ölürdüm daha iyi. Tutuşundan uzaklaşmak istediğimde daha sıkı kavradı.
“Böyle mi?”
“Karan...”
“Seni kontrol etmem hoşuna gidiyor, değil mi?” diye mırıldandı karanlık bir ses tonuyla. “Boğazını kavrayıp her an nefesini kesebilecek olmam... Saçlarını kavrayıp o güzel ağzını sikimle doldurmak için seni sabit tutmam...”
Bacaklarıma doğru akan ıslaklığı hissederek gözlerimi yumdum. Kendimi toparlamam gerekiyordu. Saniyeler önce doruğa ulaşmaktan vazgeçen bendim.
“Dur.”
“Ben de sana dur demiştim.”
Dilini boynumda gezdirdi ve ardından köprücük kemiğimi dişledi.
“Sen her zaman cesurdun, güzelim,” dedi boynuma doğru. Oraya minik bir öpücük kondurdu ve geri çekildi. Bir kez daha göz gözeydik. Gözbebekleri irileşmiş, sarısını neredeyse yok etmişti. “Bu sonradan insanın içine yerleşecek bir duygu değil. Sen zaten buydun,” derken ona inandığımdan emin olmak istiyormuş gibi beni inceledi. “Sadece kullanmak için ihtiyacın olmamıştı. Bugün harikaydın. Sadece seni izledim, o kızlarla nasıl ilgilendiğini gördüm. Cesur, kararlı, şefkatli ve güçlüydün. Seninle gurur duydum.”
Kelimelerinin beni sıcacık bir battaniyeymiş gibi sarmasına izin verdim.
“Onlar benden çok daha cesur ve güçlü.”
“Öyle olmak zorundalar, yoksa onları bekleyen hayata karşı hazırlıklı olamazlar.”
Aramızdaki enerji Karan’ın sözlerinin ağırlığıyla değişti.
“Kollarını ve bacaklarını bana dola,” dedikten sonra onu dinlememi bekledi ve ayağa kalktı. “Uyku zamanı. Yarın çalışacaksın.”
“Ve sonra beni evine götüreceksin.”
“Evet.”
Hangimiz bu konuda daha heyecanlıydık, bilmiyordum.
***
Benim için özel olan bölümlerden biriydi ama bundan sonra sıklıkla böyle olacak gibi geliyor. Onlar duygularını ve kendilerini serbest bıraktıkça paylaştıkları şey çok daha fazla anlam kazanıyor.
Umarım benim kadar bölümden keyif almışsınızdır. <3
Devin kendini bırakmakta Karan kadar başarılı değil ama Devin için sadece bir hafta olduğunu unutmayın. Çok şey yaşamış olsalar da... :D
Haftaya yeni bölümde görüşürüz. Öpüyorum ve yorumlarınızı bekliyorum. :*
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |