24. Bölüm

21.BÖLÜM

Zeynep Işıklar
zeynepisiklar

*Devin*

Erdem’le radyo binasına girip üst kata çıkarken sessizdik. Evde, arkamda bıraktığım durumu sindirebilmiş değildim. Begüm’ün ailesi olmadığını öğrenmiştim ve bunu kabullenmekte zorlanıyordum. Karan ona iyi bir hayat sunacaklarını söylemişti. Buradan uzaklaşacak, arkasına korkuyla bakmak zorunda olmadığı, kendini güvende hissedeceği bir yerde bundan sonraki hayatına başlayacaktı. Ancak bunu yalnız yapacaktı ve bu gerçek beni rahatsız ediyordu. Çalışacak bir işi ve uzunca bir süre çalışmadan da geçinebileceği parası olması yaralarını sarmaya yetmezdi, bundan emindim.

On altı yaşında olan Leyla’nın ve on yedi yaşında olan Ayşe’nin ailesi kızlarıyla buluşmak için heyecanlıydılar. Karan öyle söylemişti. Ben programa başladığımda onlar aileleriyle kavuşmak için yola çıkmış olacaklardı. Yine on altı yaşında olan Zümrüt’ün ailesine ise ulaşmaya çalışıyorlardı. Neden bulamadıklarını bilmiyordum ama Zümrüt, Begüm ve Hale bir süre daha o evde kalacaklardı. Belki Karan onları ziyaret etmeme izin verirdi çünkü bu sabah evden çıkmadan önce eşyalarımızı toplamaya başlamıştı. Artık o evde kalmayacağımız kesindi. Ayrıca Karan eski evime gidip kalan kıyafetlerimin hepsini toplayacağını da söylemişti. Bunu istememiş, birkaç parça kıyafetin yeterli olacağını söylemiştim.

Öyle ya da böyle her şey sonuçlandığında o eve girmek ve gelecek ile yüzleşmek zorunda kalacaktım. Evi satacaktım, orası kesindi. Sonrasında ise… Eh, bilmiyordum. Sadece o günün gelmesini artık iple çekmiyordum. Karan’la aramızda her ne oluyorsa her gün değişiyordu ve ben artık kendime yalan söylemekte zorlanıyordum. Dün akşam bir kez daha bir şeyler değişmişti. Ona uzanan ellerim hiç olmadığı kadar istekli ve kendinden emindi. Başkalarını cehennem çukurlarından çıkarmak için kendini ortaya koyan bir adama karşı şu anda olduğundan daha azını hissetmeyi nasıl başarabilirdim?

Beni bırakmak istemiyordu. En azından iddiası bu yöndeydi. Peki. Öyle olsun. Buna hazır olup olmadığımı bilmiyordum ama bir süreliğine tüm bu düşüncelerden uzaklaşmak istiyordum.

“Dün harika bir iş çıkarmışsın,” dedi Erdem asansörden inmeden önce.

“Karan mı söyledi?”

“Hayır, Pars ortak konuşma sırasında senden övgüyle bahsetti. Onlara bira vermişsin, bu bile onun deyimiyle seni işini bilen bir kadın yapıyormuş.”

Kahkahamı tutamadım. “Pars oldukça korkutucu görünüyor. Beni öpünce aklımı kaybedeceğimi sandım.”

Şaşırma sırası ondaydı. “Seni öptü mü? Hem de Karan’ın önünde?”

“Yanağımdan. Tamamen masum bir öpücüktü.”

Gülerken kafasını iki yana salladı. “Emin ol, bunu bilerek yaptı. Karan’ın delireceğini biliyordu.”

“Saçmalama. Karan gördü ve hiçbir şey demedi.”

“Eminim o sakin maskesinin ardında intikam almanın en acı verici yolunu düşünüyordur.”

“Pars onun arkadaşı değil mi? En fazla ne yapabilir ki? Ayrıca dediğim gibi anca bir saniye süren, yanağıma kondurduğu ufacık bir öpücüktü. Zararsızdı.”

Yine de aşırı utanmıştım. Pars etkileyici bir adamdı. Etrafına yaydığı o tehlikeli hava onu bir şekilde daha çekici kılıyordu. Bir de üstüne gülümsemişti... Çoktan kendimi Karan’a kaptırmamış olsaydım, onun o viski gözleri aklımı başımdan almamış olsaydı bir çıttan daha fazla etkilenebilirdim.

“Ah...” derken kahkaha attı. “Kızarıyorsun, Devin. Bu resmen ölüm fermanı.”

“Kapa çeneni. Kızarmıyorum.”

“Kesin o anda da kızarmışsındır! Of! Keşke orada olsaydım.”

“Sus,” dedim sinirle. “Geldik. Konuyu kapat.”

Ellerini teslim oluyormuş gibi havaya kaldırdı. “Anlaştık.”

Bizim kata ulaşıp asansörden indiğimizde Laçin de koridordaydı. Beni görür görmez hızlı adımlarla yanıma gelip kollarını omzuma doladı.

“Artık seni hiç görmüyormuşum gibi hissediyorum. Önceden hafta içi de sık sık gelirdin,” dedi sızlanarak.

“Biliyorum, biliyorum, canım. Ben de seni özledim. Yakında eski düzenimize döneceğiz.”

Beni bırakıp bakışlarını Erdem’e çevirdi. “Emin misin?” diye sordu bana hiç inanmadığını belli ederek.

“Öyle olmasını umuyorum,” dedim.

“Hoş geldin, Erdem. Seni bekleyen biri var,” dedi Laçin sırıtarak.

Erdem en çekici gülümsemelerinden birini gösterdi. “O zaman gidelim,” dedi hevesle. Ensesine bir tane patlatmak istiyordum, sadece hâlâ Erdem’i nereye koyacağımı bilmiyordum. Soğukkanlı bir katil miydi, yoksa ufak tefek işlerle mi ilgileniyordu? Ona dokunursam canımı yakar mıydı? Ya da beni kara listesine mi alırdı? Bana kimsenin göründüğü gibi olmadığını söyleyen o olduğuna göre, bu sessiz görüntüsünün ardında amansız, psikopat bir katil olabilirdi. Onu elinde bıçakla ve o bıçaktan kan damlarken yüzünde bir gülümsemeyle kurbanına baktığını hayal ettim. Tüylerim ürperdi.

“Ne düşünüyorsun bilmiyorum ama abarttığından yüzde seksen eminim.”

“Yüzde yirmilik pay ne için?” diye sordum merakla.

“Korkulu ifadene bakılırsa karanlık düşünceler içerisindesin ve ben karanlığı severim.” Bana göz kırpıp koridorda çoktan önümüzde olan Laçin’i takip etti.

Vay canına. Yani... Siktir.

Erdem’in Deha’dan uzak durması için bana kendi düşüncelerimden daha fazla sebep veremeyeceğini düşünmüştüm; görünen o ki yanılıyordum. İkisi bir araya gelmemeliydi. Deha’yı çok seviyordum, o gerçekten gördüğüm en düzgün, en iyi kalpli insanlardan biriydi ve kesinlikle kalbinin, karanlığı sevdiğini iddia eden biri tarafından kırılmasını hak etmiyordu.

“Ondan uzak durman gerekiyor,” dedim adımlarımı onun hızına uydurarak.

“Bırak da buna biz karar verelim.”

“Yapma bunu, Erdem. Sonu yok, biliyorsun.”

“Hayır, bilmiyorum. Ve çok ama çok uzun seneler boyunca kendimi ve hissettiğim duyguları saklayarak yaşadım. Bir daha bunu yapmayacağım.”

Odaya girdiğimizde ona cevap verecek zaman bulamadım. Gözleri Erdem’i bulduğu gibi parlamaya başlayan Deha’yı gördüğüm zaman ne yaparsam yapayım bunun önüne geçemeyeceğimi fark ettim. Eğer aralarına girersem Deha’yı kaybedebilirdim.

“Hoş geldiniz,” dedi Deha yumuşak ve utangaç bir gülümsemeyle.

Erdem durmadı. Deha’nın yanına kadar emin adımlarla yürüdü ve karşısına geçtiğinde uzanıp yanağından öptü. “Hoş buldum,” dedi geri çekilip yüzüne baktığında. Dudağının kenarını dişlediğini görünce iniltimi bastıramadım. Lanet olsun. Bile bile aşırı bir hızla hareket ediyordu. Deha’yı etkisi altına aldığı anı gördüm, zavallı teni kızardı.

“Çok iyi durmuyorlar mı?” diye sordu Laçin yanımdan.

“Ne yazık ki,” diye mırıldandım.

“Erotik bir pornoya tanık olacakmışız gibi hissediyorum. Hiç izlemedim. Sen izledin mi? İki erkeği? Yani... şunlara baksana. Sanırım eve gittiğim zaman ilk işim gay pornosu açmak olacak.”

Karnım kasıldı. Etkileyici olduğunu inkâr edemezdim ama asla yüksek sesle kabul etmeyecektim.

“Hayır, izlemedim. Ve kesinlikle ilgilenmiyorum,” dedim Erdem’in bir parmağını Deha’nın ademelmasında gezdirmesini izlerken. Ne? Nasıl bir anda bu noktaya gelebiliyorlardı? Ben neden bu kadar cesur davranamıyordum? Gerçi dün gece adım atmıştım. Kendimi Karan’a bastırdığımı ve daha fazlasını istediğimi hatırlarken kanım ısındı.

“Yalancı,” diye fısıldadı Laçin, sonra aralarına girmek için yanımdan uzaklaştı. İkisiyle kolayca sohbet ederken onları uzaktan izledim ve bu gibi güzel anların hiç bozulmamasını diledim. Her ne kadar itiraz etsem de aldığımız her bir nefesin değerini dün daha iyi anlamıştım.

 

***

 

“107.2 Radyo Mavi’yi dinliyorsunuz. Ben Devin ve bugün Laçin’le beraber Günümüz Aşkları’nda flört uygulamaları hakkında konuşacağız. Eminim herkes en azından bir kez o uygulamalardan birine kaydolmuştur.”

“İndirmediğim bir tanesi bile kalmadı,” dedi Laçin. Ona gülümsedim. Doğaçlama sohbetlerimiz en sevdiklerimdendi.

“Üniversitede sadece bir kere içlerinden birini indirdiğimi ve yalnızca bir randevuya çıktığımı itiraf ediyorum,” dediğimde Laçin ufak bir kahkaha attı. “Bana göre olmadığını anlamam için yeterliydi. Ben kahve içeceğim insanı önceden görmek isterim.”

“Fotoğraflar bunun için var,” dedi Laçin.

“Ve birçoğunun yanıltıcı olduğunu biliyoruz,” diye devam ettim. “Size soruyoruz, sevgili dinleyiciler. Günümüzün aşk bulma yöntemleri değişti. Peki bu iyi mi, kötü mü? Bir uygulama üzerinden en son buluştuğunuz kişilerle neler yaşadınız?”

Program beklediğimden çok daha hızlı aktı. İnsanların uygulamalar hakkında söyleyeceği onlarca şeyi vardı ve telefonumuz uzun zamandır olmadığı kadar çok çaldı. Mustafa Bey’in camekanın arkasından bizi izlediğini ve başparmağını kaldırıp neşeyle gülümsediğini görünce ona el salladım. Onu en son Eymen’i kaybettikten sonra babamların evine geldiğinde görmüştüm.

Deha o sırada sosyal medya üzerinden mail ya da mesajla bize ulaşıp adını vermeden ve konuşmadan hikayesini anlatanları inceliyordu ve bir tanesine kahkaha atınca dikkatimizi çekti.

“Sanırım güzel bir hikâye geliyor, arkadaşlar,” dedi Laçin.

“Gönder bize, Deha,” dedim. Onun adını program esnasında ne zaman ansam bana yarı kızgın suratla bakıyordu ama umurumda değildi. Çok çalışıyordu ve işinde iyiydi. İzin verse onu masadaki üçüncü kişi yapmak istiyordum, o ise kendini hazır hissetmediğini söylüyordu. “Ama önce, G-Eazy&Halsey – Him&I dinliyoruz.”

Deha’nın güldüğü hikâye gerçekten komikti. Müzik bitene kadar onu okuyup sahte isimler ekledim ve Laçin’le programı bitirmeden önceki son sohbeti başlattım.

“Ben az önce ne yaşadım böyle, diyeceğiniz bir hikâye geliyor,” dedi Laçin.

Sırıttım. Cidden öyleydi. “Hikayemizin kahramanı, diyelim ki adı Aslı. Flört uygulamalarından birinde bir beyefendiyle eşleşiyor. Beyefendi diyorum çünkü kendini kesinlikle öyle göstermiş. Adamın profili rüya gibi: Kitapkurdu, hayvansever, meditasyon yapıyor, vegan yemek tarifleri deniyor. Tabii Aslı da hemen etkileniyor ve sohbet etmeye başlıyor.”

“E tabii,” dedi Laçin. “İnsanın beklentisi yükseliyor böyle bir profille ama beni vegan tarif olayında kaybettiğini söylemem lazım. Üzgünüm etçil bir insanım.”

Laçin’e gülüp devam ettim. “Ben bu konuda aradayım ama konumuz bu değil. Neyse, birkaç hafta sohbet ettikten sonra buluşmaya karar veriyorlar. Aslı buluşma yerine gidiyor, adam biraz geç kalıyor ama ‘Pardon trafik vardı’ gibi bir bahaneyle durumu toparlıyor.”

“Burada bir ama daha gelecek gibi hissediyorum.”

“Aynen öyle! Derken masanın karşısında bir sandalye daha çekiliyor ve oraya biri daha oturuyor.”

“Kim?” diye bağırdı Laçin. Kahkahamı zor bastırdım.

“Eski karısı,” dedim ilk okuduğumdaki şoku yansıtarak.

“Ne? Ne işi varmış eski karısının orada?”

“Meğer eski karısıyla çok yakın arkadaşlarmış ve onun fikirlerine çok önem veriyormuş. Onun onayı olmadan da bir ilişkiye başlamak istemiyormuş,” dedim sesimdeki kınamayla. Hikâyeyi anlatmaya ve sonuna kadar gülerek eğlenmeye devam ettik.

Sohbetimiz birkaç cümle sonra son buldu ve o son ana kadar aramalar aynı hızda devam etti. Belli ki insanlar yaralı ve bolca tecrübeyle doluydu. Bittiğinde çok eğlendiğim bir program olduğunu fark ettim. Bu işi en başta yapmak istememe neden olan enerji bugünkü gibi geçenlerdi.

“Harikaydınız!” dedi Mustafa Bey odaya dalarak. “İnstagram’da bu hikâyeyi hemen yayına aldık ve izlenmeler büyük bir hızla artmaya başladı bile.” İnstagram’daki profilim tamamen göstermelikti. Takipçisi radyo yayını sebebiyle çok olsa da yayın haricinde asla aktif değildim. Eymen özel hayatımın sosyal medyada olmasına şiddetle karşı olmasaydı bile kendimi paylaşmayı seven biri değildim. Ancak işim için gerekliydi ve bu da aramızdaki en büyük sorunlardan biriydi.

Mustafa Bey bana sıkıca sarılıp Laçin’in sırtını sıvazladı. Hâlâ yayınla ilgilenen Deha’ya başıyla selam verip Erdem’i sordu. “Kaç gündür soracağım, bu çocuk kim? Ne stajı?”

Ona yalan söyleyemezdim, o yüzden Laçinlere söylediğim yarı yalanı ona da attım. “Babam böyle olmasını istedi. Biliyorsunuz işte, katil bulunana kadar, yalnız kalmamdan rahatsızlık duyuyor.”

Mustafa Bey’in suratı hemen ciddileşti ve kararlılıkla başını salladı.

“Tarık en doğrusunu yapmış. Ne kadar isterse kalabilir.”

“Teşekkür ederim, Mustafa amca,” dedim. Bu gibi anlarda o benim patronum değil, babamın çok yakın bir arkadaşı oluyordu ve sadece böyle zamanlarda onu bir amca gibi görüp düşünebiliyordum.

“Vaktin varsa bir kahve içelim,” dediğinde Erdem’e baktım. Bu binadan çıkmama izin vermeyeceğine emindim. “Ofisinde içsek nasıl olur? Çok zamanım yok.”

“Tamam,” diye kabul ettikten sonra herkese selam verip odadan çıktı.

“Yarın görüşürüz,” dedim bizimkilere.

“Yarın için ne düşündüyseniz unutun,” dedi Deha kulaklığını çıkarıp. “Mesaj bombardımanına uğradık. Daha önce neden düşünemediğinizi bilmiyorum ama şimdiye kadar en dikkat çeken konuşmanız bu oldu.”

Laçin’le beşlik çakıp birbirimize sırıttık.

“Demek ki zamanı şimdi gelmiş. Tamam,” dedim Deha’ya. “Yarın da böyle devam ederiz.” Erdem’e döndüm. “Mustafa Bey’le bir kahve içeceğim sonra gideriz.”

Deha’nın yanından geçerken Erdem’le ellerinin birbirine değdiğini görünce ikinci bir inlemeyi bastırdım. Bu çok hızlıydı. Çok.

“Eline sahip çıkamıyor musun sen?” diye fısıldadım sinirle.

“Hayır. Onların kendi akılları var.”

“Bu kadar sinir bozucu olduğunu bilmiyordum.”

Tüm dişlerini gözler önüne seren bir gülümsemeyle bana bakınca, kendi dudaklarımın da hafifçe titreştiğini hissettim. “Beni güldürme.”

“Karan’a âşık olmana rağmen benim gülümsememden etkilendiğine göre Deha’yı karşı koyamadığı için suçlayamazsın, değil mi?”

Hangi kısmına cevap vereceğimi bilemedim. Âşık olmak mı? Gülümsemesinden etkilenmek mi? Pislik.

“Ona âşık değilim ve senin gülümsemenden falan etkilenmedim.”

“Hı-hı. Neyse, ne diyordum? Karan’ın bu gecikmeden haberi var mı? Ona sormamız lazım.”

“Patronumla içeceğim kahve için ondan izin alacak değilim. Normalde iki sokak aşağıdaki kafeye giderdik ama onun yerine burada kaldım. Benden daha fazlasını bekleyemez.”

“Bekler ve bunu sen de biliyorsun. Ona mesaj at.”

Erdem’in sevimli suratına öfkeyle bakıp çantamdan telefonumu çıkardım. Karan’la şimdiye kadar hiç mesajlaşmamıştık. Kaydettiği numarasını seçip ona patronumla kahve içtikten sonra Erdem’le yola çıkacağımı yazdım. Sadece saniyeler içerisinde hayır cevabı geldi ama bunu Erdem’e göstermedim. Birazdan Erdem’i arayacağını biliyordum, o yüzden hızlı davranmam gerekiyordu.

“Haber verdim, mutlu musun?” diye sorduktan sonra Laçin’le Deha’ya el sallayıp odadan çıktım.

Karan arayınca da meşgule attım. Beni korumak istediğini söylemişti ama bu yaptığı korumak değil, kontrol etmekti. Ve ben buna izin verecek değildim. Avucunu yalardı.

 

***

 

Mustafa Bey’in kafası dalgındı. Sebebini başta anlamadım ancak, “Bu haftadan sonra izne çıkmanı istiyorum,” dediğinde neler döndüğünü fark ettim.

“Bunu sizden babam mı istedi?” diye sordum. “Burada tehlike altında olacağıma mı inanıyorsunuz? Yanımda bir korumayla geziyorum!”

Sol kaşını havaya kaldırıp arkamda kalan oda kapısına baktı, sanki kapının ardını görebiliyormuş gibi, “O çocuğun koruma olduğundan emin misin?” diye sordu.

“Evet, eminim. Görünüş yanıltıcı olabilir,” diye ekledim. Bu cümle kısa zamanda mottom haline gelmişti.

“Öyle diyorsan... Ama konumuz bu değil. Eymen’in katili yakalanmadı ve ben bunun üzerinde yeterince düşünmedim bile. Yas tuttuğun için içine kapanman ve işe gelmemen başka bir şeydi, oysa içinde bulunduğun tehlike... Aptallık ettim, kızım. Özür dilerim.”

“Hayır, alakası bile yok. Bakın...”

“Tarık’la da konuştum. Göz önünde olmasan daha iyi. Yanında koruma olsun olmasın, hâlâ tehlikede olabilirsin. Bunu kimin ve neden yaptığını bilmiyoruz.”

Eh, ben nedenini biliyor sayılırdım ama kim olduğu konusunda bir fikrim yoktu.

“Sizi de tehlikeye atacağımdan mı korkuyorsunuz?” diye sordum bunu hiç düşünmediğimi fark ederek. “Ben... ben bunu düşünmedim.”

Kafasını şiddetle iki yana salladı. “Bundan şüpheliyim. Korumak istediğim sensin. Burada göz önündesin. Programın çok belli. İsteyen istediği anda sana ulaşabilir.”

“Ama...”

“Beni dinle,” diyerek lafımı kesti. “İşi bırak demiyorum, yine de sensiz idare edebileceğimi biliyorum. Sen değil miydin Deha’yı daha ön plana çıkarmamızı isteyen? Onun için de bir fırsat olur. Laçin’le dinamikleri iyi.”

Deha’yı öne sürerek beni kazanacağını biliyordu ama pes etmeyecektim. Eşim öldürülmüştü, bildiğimi sandığım dünya ayaklarımın altından kaymıştı, evimden ve özgürlüğümden olmuştum. İşim elimde kalan tek şeydi. Onu da kaybedersem tutunduğum tüm dallar kesip atılmış gibi hissedecektim. Beni bekleyen gelecekten, bir yaprak gibi savrularak yolumu bulamayacak kadar korkuyordum.

“Deha’yı bize katılması için ikna etmemiz gerekecek. Şansımı bir kez daha deneyeceğim ancak bir yere gitmiyorum.”

Mustafa Bey tam ağzını açmıştı ki onu durdurdum. “Polislerle konuşup neler bildiklerini öğrenmeye çalışacağım. Tehlikede olduğumu düşünmek için hiçbir nedenimiz yok.” Evimi basan üç adamı saymazsak... Karan’ın beni koruduğunu ve bunu yapmaya devam edeceğini biliyordum. Ne yapacağı belli olmayan kötü insanları sevdiklerimin yanına bile bile çekecek değildim. Bunu Karan’la konuşacak, herhangi bir risk olup olmadığından emin olacaktım. “Eğer kendimle beraber sizi de riske atıyorsam, sorun çözülene kadar işe dönmeyeceğim.”

Bir an için kararsız görünse de sonunda kafasını sallayarak beni onayladı.

“O zaman yarın görüşürüz,” dedi sıkıntıyla iç çekerek.

“Ben de sizi seviyorum,” dedim sırıtarak. Yanına gidip ona sarıldım ve Karan’la yüzleşmek için odadan çıktım. Erdem kapının tam arkasındaydı, sinir küpüne dönmüştü.

“Sana neler yapabileceğini kestiremiyorum ama benim kafamı kesecek. Hem de senin yüzünden!”

“Sen de kötü çocuk değil misin? Onunla baş edemiyor musun?”

Çattığı kaşları alnının ortasında derin bir çukur oluşturdu.

“Ne derse ya da ne yaparsa yapsın ona karşı parmağımı bile kaldırmam.”

“Yani istesen onu alt edebilirsin, öyle mi?” Erdem’i omzumla dürttüğümde homurdandı. “Eminim bunu duysa korkudan altına sıçardı,” diyerek güldüm.

“Birazdan da böyle gülebilecek misin, merak ediyorum.”

Montumu giymem için sırtıma koyduktan sonra çantamı elime uzattı.

“Burada mı?”

“İki sokak arkada bekliyor.”

“Çok mu kızgın?”

“Fazlasıyla.”

Çıkmadan stüdyonun kapısından geçtik, Laçin ve Deha’ya tekrar el sallarken, “Yarın görüşürüz,” diye seslendim. İkisi de el sallayarak karşılık verdi. Erdem’in Deha’ya sırıttığını görünce onu kolundan tutup çekiştirdim.

“Bak, cidden karışmak istemiyorum ama onu üzmenden korkuyorum.”

“Herkes biraz kalp kırıklığını kaldırabilir, Devin. Merak etme, o başının çaresine bakabilir.”

Kalp kırıklığının kalıcı olmadığını biliyordum ama iz bıraktığını ve attığın bir sonraki adımı ne kadar etkilediğini de biliyordum. Yine de Erdem’le bunu daha fazla tartışmayacaktım.

Radyo binasından, kalabalık sokağa çıktığımızda Erdem hemen sağ yanıma geçerek beni apartmanlarla arasına aldı. Bakışları etrafı tararken elinin birini ceketinin yakasından içeri soktu.

“Bana şu anda elinde bir silah tuttuğunu söyleme.”

“Tamam, söylemem.”

“İçeri nasıl girdin ki? Kapıda detektör var.”

“Silah taşıma ruhsatım var.”

Ona kaşlarımı çatarak, merakla baktım.

“Senin stajyer olduğunu düşünüyorlar.”

“Hayır, dışarıdaki meraklı gözler öyle olduğunu sanıyor. Belki bir de resepsiyondaki kızlar öyle sanıyor olabilir. Apartmanın güvenliğinden sorumlu ekip ilk günden bilgilendirildi.”

“Mustafa Bey’in nasıl haberi olmadı?”

“Çünkü olmasını istemedik.”

“Ciddi misin sen? Bunu yapabilecek güce sahip misiniz?”

Erdem’in kendinden memnun sırıtışı istemsizce beni de güldürdü.

“Ne boklar yediğiniz konusunda hiçbir fikrim yok.”

“Hayatta kalmanı sağlamaya çalışıyoruz.” Karan’ın sesini duyunca attığım son adıma dikkat edemedim. Ayağım burkuldu, tökezledim ve kendimi bir an sonra Karan’ın kollarında buldum.

“Selam,” dedim burun buruna geldiğimizde. Gözleri gün ışığında o kadar güzel bir şekilde parlıyordu ki, ona bakan gözlerimin hayranlıkla dolu olduğundan emindim. Şimdi güneş ışıklarının içinden süzülüp geçtiği ve dokusunu aydınlattığı bal gibi sıcak bir kehribar tonundaydı. Böyle bir göz rengini daha önce hiç kimsede görmemiştim.

“Bana selam deme, Devin. Mesajlarıma cevap ver, aramalarımı aç, sözümü dinle ama bana hiçbir şey olmamış gibi selam deme.”

Tutuşu gevşeyince ondan bir adım uzaklaştım. Erdem çok sinirli olduğunu söylemişti, bence çok da kötü değildi.

“Bir şey olmadı. Tehlikede değildim.”

“Olabilirdi. Plana dahil olmayan durumları idare etmenin ne kadar zor olduğunu biliyor musun?”

“Binadan ayrılmadım. Patronumun odasında bir kahve içtim sadece ki, o bile on beş dakika anca sürdü. Abartıyorsun.”

Erdem’in yanımdan uzaklaşıp Karan’ın arabasına doğru ilerlemek için bir adım attığını gördüm.

“Sana söylediklerimi harfiyen uygulamazsan ne boka yararsın, Erdem? Sana onu vaktinde dışarı çıkarmanı söyledim.”

“Denedim ama sen de ne kadar inatçı olabileceğini görmüşsündür.”

Karan’ın çenesi kasıldı. “Karşına geçip inat eden her kişinin istediğini yapmasına izin mi veriyorsun sen? Belki de Gölge haklıdır. Belki de bu işe hiç bulaşmaman gerekirdi.”

Erdem’in gözünün seğirdiği anı gördüm. Dişlerini sıktı. İki yanında duran elleri yumruk olup açıldı.

“Güvende olmadığını düşünsem ona asla izin vermezdim ve sen de bunu gayet iyi biliyorsun,” dedi Erdem. Sinirli olduğunu açıkça görüyor olsam da her nasılsa sakin bir ses tonuyla konuşmayı başarmıştı. “Ona karşı olan hislerinin mantığını kullanmana engel olmasına izin verme.”

Bunu söyledikten sonra yanımızdan uzaklaştı ve ben sözlerine, bir de Karan’a arkasını dönüp gitme cesaretini gösterebilmiş olmasına şaşkınlıkla baktım.

Karan Erdem’in arkasından bir saniyeliğine bakarken, “O küçük piçi öldüreceğim,” dedi. İlk andaki kadar öfkeli görünmüyordu ama canı sıkılmıştı. Sonra çevreye göz atıp elini belime koydu ve beni arabasına yönlendirdi “Gidelim.”

“Biliyorsun,” dedim biraz çekinerek. “Orada güvendeydim.”

“Bunu bilemezsin. Siktiğimin her önlemini alsam bile yeterince güvende olduğundan emin olmam imkânsız.”

Erdem’in dediği gibi mantığının değil duygularının onu yönlendirdiğini görebiliyordum. Sadece bu duyguların ne kadarının eski bir alışkanlıktan süregeldiğini kestiremiyordum. Bir insanı yedi aydan uzun bir süre boyunca izleyip, kendine onu koruyup kollama görevi biçersen, bu duygudan hangi noktada uzaklaşabilirdin?

Birbirimizden etkilendiğimiz bir gerçekti, bunu inkâr edecek değildim ama az önce fark ettiğim şey, Karan’ın bir yanılsama içerisinde olabileceğiydi. Eymen’in katili bulunduğu zaman, beni korumak için bir nedeni olmadığında geriye ne kalacaktı? Adı gibi gerçek bir kahraman olduğunu anlamaya başlıyordum. Eve getirdiği kızlar bunun sadece bir parçasıydı. Ve kahramanlık yapması gerekmediğinde bize ne olacaktı?

“Polislerle konuşmak istiyorum,” dedim arabanın etrafından dolanıp direksiyonun başına geçtiğinde. Bana gergin bir bakış attı. “Beni neden aramadıklarını bilmiyorum. Belki de ailesi engel oluyordur. Gerçi öyle bir güce sahip olduklarını sanmıyorum. Yine de neler döndüğünü ve ne kadar ilerlediklerini bilmek istiyorum. Bana anlatmaları gerekmez miydi?” Karan bir süre bekledikten sonra cevap vermeden arabasını trafiğin içine soktu. “Ya da sen bana neler bildiklerini anlatabilirsin. O kadar zaman geçti ve hiç ilerlememiş olmalarını aklım almıyor.”

Karan’ın direksiyonu kavrayan ellerinin kasıldığını görebiliyordum. Gözleri yola odaklanmış olsa da aklı başka yerdeydi. Söylediklerimi bu kadar düşünmesine sebep olabilecek ne biliyor olabilirdi?

“Ne bildiğini bana söylemek ister misin?”

“Devin...” Adım dudaklarından neredeyse bir yakarış gibi çıkmıştı. Konuşmaya devam etmemesi de bilmem gereken her şeyi açıkça ortaya koyuyordu.

“Vay canına,” dedim farkındalıkla sarsılarak. “Boktan bir şeyler var, değil mi? Canımı sıkacak kadar kötü bir şey? Söyle.” Susmaya devam etmesine tahammül edemiyordum. “Hani bana karşı dürüst olacaktın? Sana bunu sormasaydım, polislere gideceğimi söylemeseydim bana ne bildiğini hiç anlatacak mıydın?”

“Bak, ben de neler olduğunu henüz çözemedim. Araştırıyorum ama...”

“Bana bildiğin şeyi söyle,” diye ısrar ettim. Gerçeğin yumuşak bir versiyonuna ihtiyacım yoktu. Yaşadığım, gördüğüm, bana gösterdiği şeylerden sonra artık yoktu.

“Polislerin sorgu raporlarını okudum.”

Sinyal verip önümüzdeki arabayı hızlanarak solladı. Köprüye giderek yaklaşırken doğru kelimeleri seçmek onun için zormuş gibi duraksadı. Sağa geçti, sonra bir kez daha sola. Kendilerini trafiğin içindeki kocaman araca yol vermek zorunda hisseden arabaların arasından hızla ilerliyorduk; sanki aracın sürücüsünün sıkıntısını hissediyorlarmış gibi kaçışıyorlardı.

“Bana karşı dürüst olacağını söylemiştin,” dedim bir kez daha. Gerekirse bunu her dakika yüzüne vurmaya hazırdım. Benden ne saklıyordu? Hissettiğim gerginlikle üşümeye ve titremeye başlayınca ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Zihnimde olası senaryoları yazıp çizerken, Karan’ın ağzından hiç beklemediğim tek bir cümle döküldü.

“Baban Bahar’ı biliyormuş,” derken sesi, kelimelerinin etkisini hafifletmeye yetebilirmiş gibi kontrollüydü. Ama ne yaparsa yapsın o anda kalbimi sıkıştıran ve karnıma saplanan ağrıyla vücudumun sarsılmasını sağlayan hayal kırıklığına engel olamazdı.

 

***

 

Eveeettttt... Artık olaylara hızlı bir dönüş yapmanın zamanı geldi. :D

Karan'la Devin'in arasını ısıttık ve buna kesinlikle devam edeceğiz. Ama bir yandan da Eymen'i kimin öldürdüğüne dair ipuçlarını izlemeye başlayacağız.

Umarım keyif almışsınızdır.

Yorumlarınızı bekliyorum. <3

Erdem hakkında ne düşündüğünüzü de merak ediyorum!

Bölüm : 11.04.2025 20:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...