
Bu bölüm +18 sahneler içermektedir.
*Devin*
Babam, Bahar’ı biliyordu. Eymen’in beni aldattığı, benden bile öncesinde ilişkisi olduğu kadını biliyordu. Babam, Eymen’in çocuk yapmayı düşündüğü kadını biliyordu. Hayallerimi yıkan adamın onlarca kırığından birini biliyordu. Kocama dair bildiğim ne varsa hepsinin yok olmasına neden olan gerçeklerden birini biliyordu.
Ve bana söylememişti.
“Ne zamandır biliyormuş?”
Sesim içimdeki kaosu yansıtmıyordu. Buz gibiydi, donuktu. Belki de benim kaosumun dışarıya yansıması buydu. Nereden bilecektim? Eymen’in kollarımda öldüğü anın haricinde büyük bir gerçekle ya da acıyla yüzleşmemiştim. Aynı Karan gibi kontrollü göründüğümü düşünüyordum. Biri önce üşüyüp sonra da soğuk terler boşalan tenime dokunmazsa, elimi tutup vücudumu ele geçiren belli belirsiz titremeleri fark etmezse duygularımı saklamaya devam edebileceğime inanıyordum.
“Bunun bir önemi olduğunu sanmıyorum.”
“Söyle,” diye diretirken dişlerimin hafifçe takırdadığını hissettim. Elimde tutmaya çalıştığım kontrolümü kaybediyordum. Sandığım kadar dayanıklı değildim. Sinirle dişlerimi sıktım. Babamla yüzleşmeden önce bu gerçekle beraber diğer her şeyi öğrenmeli ve sindirmeliydim.
“Yaklaşık altı ay önce.”
“Ve bunu polislere öylece itiraf mı etmiş?”
“Eğer izin verirsen hepsini halledeceğim…”
“Bana bildiğin her şeyi anlatmanı istiyorum, Karan.” Sesimdeki çatlamayı duymuş muydu? Derin bir nefes alıp arabanın ılık üfleyen klimasının kaslarımı gevşetmeye yardımcı olmasını diledim. “Daha fazla karanlıkta kalmaya dayanabileceğimi sanmıyorum.”
Karan direksiyonu kavrayan ellerinden birini bırakıp bana uzandı ve bacaklarımın arasına sıkıştırdığım ellerimi kurtarıp ikisini birden iri avucuyla sardı. Parmakları bir ağ gibi ellerimin etrafına dolandı ve hafifçe sıktı. Bir an için gözlerimi yumup gücünün ve sıcaklığının içime nüfus etmesine izin verdim.
“Haklısın,” diye kabul etti. “Neler döndüğünü tamamen öğrenene kadar sana bir şey anlatmak istemedim ama bilmek istemekte haklısın.”
Haklı olduğumu biliyordum ve bu kelimeleri ondan duymak içimde ateşlenmeye hazır olan o fitilin ucunu tutuşturmaya yetmişti. Bu öfkenin ateşine kapılmak tam da şu anda o kadar kolaydı ki… Her şeyi yakıp yıkmak istiyordum. Tüm bunlardan önce hayatımın nasıl olduğunu, günlerimi nasıl geçirdiğimi, sahip olduklarımın ve o anların bana neler hissettirdiğini artık hatırlamıyordum bile. Üstelik Eymen öldüğünden beri kavuşmak istediğim eski hayatımın da yalanlarla örülmüş olduğunu öğrenmek hiç mi hiç işime yaramıyordu.
“Dinliyorum,” dedim iç çekerek. Bir tuşa basmak ve her şeyin sonuna ulaşmak istiyordum.
“Sana göstermeme ne dersin? Eve gidelim, sana elimde ne varsa göstereyim. Kafana takılan şeyler olursa da onlar hakkında konuşuruz.”
Bu teklifi bir kazanç sayarak başımla onayladım. Kalbimdeki sıkışmanın geçmesini umarak başımı koltuğa yaslayıp köprüden görünen manzarayı izledim. Hayatım boyunca en çok güvendiğim iki insandan birinin bana nasıl olup da ihanet edebildiğini aklım almıyordu. Ve bu kişi babamdı. Bir insan kendi canından birine bunu neden ve nasıl yapardı? İçten içe beni korumak istediğini tahmin edebiliyordum ama hiçbir gerçek beni düşürdüğü konumu haklı çıkaramazdı. Eymen’in kollarımda ölüşünü izlemeden çok öncesinde ondan kurtulabilirdim. Eğer babam bana bildiklerini söylemiş olsaydı, ondan boşanırdım ve tüm bu belayı kapıma getirmesine asla izin vermemiş olurdum.
Karan’ı tanımamış olurdum.
Kalbim ikinci kere kırıldı ve o anda çok geç kaldığımı anladım. Ellerimi bir sığınak gibi kendi avucuna hapseden bu adam, kalbimi de çoktan hapsetmişti ve ben bunun gerçekleştiği anı görememiştim bile.
Ellerimi tutuşundan çektim. Yüzüne bakmasam da gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Kaçmama izin verdi ama elini yeniden direksiyona koymadan önce yüzüme dökülen bir tutam saçı kulağımın arkasına doğru itip işaretparmağını kaşımın üzerinde gezdirdi.
“Neden hep oraya dokunuyorsun? Ya da öpüyorsun?” diye sordum. Dikkatimi zihnime üşüşen her şeyden çaresizce uzaklaştırmak istiyordum.
“Orada küçücük, açık renkli bir ben var. Seni uzaktan izlediğim o zamanlarda vücudunun birçok yerinin onlarla kaplı olduğunu görmüştüm ancak yüzünde hiç olmadığını sanıyordum.” Bakışları kaşımın kenarında gezinirken, “Varmış,” dedi hafifçe gülümseyerek. “Göz önünde ama yine de saklanıyormuş gibi... Dikkatli bakmadıkça görünmeyecek kadar ufak. Onu seviyorum.”
Kalp atışlarım hızlandı. Orada benim olduğunu tabii ki biliyordum. Sadece… herhangi birinin ona dikkat etmesini bırak, sevmesi gerçeği… Gözlerimin akmamak için direnen yaşlarla yandığını hissederek yutkundum.
“Sen aklını kaçırmışsın,” diye fısıldadım.
“Bana bilmediğim bir şey söyle, ptičica.”
***
Karan bir ormanda yaşıyordu. Tamam, abartıyordum. Ormanın direk içinde değildi tabii, dibindeydi.
Kartal’ın tepelerine çıkıp yüksek katlı apartmanların ve yoğun yerleşimin içinden geçerek ormana doğru yaklaştığımız her dakika nereye gideceğimiz konusundaki merakım artmıştı. Sık ağaçları rahatlıkla görmeye başladığımda ise beni eve götürmekten vazgeçip bir doğa yürüyüşü yapmak için oldukça absürt bir zaman olduğunu varsayarsak, bana öldürdüğü adamları nereye gömdüğünü falan göstermeye çalışacağını düşünmeye başlamıştım.
Ancak Karan oldukça lüks bir sitenin güvenliğinden geçtiğinde kafamda kurduğum her düşünce yok olup gitmişti. Karan’ın aracını tanıyan otomatik kapıları arkamızda bıraktıktan sonra kapalı otoparka inmiş, ona ayrılan, plakasının duvarda asılı olduğu alana park etmişti.
Ona evi olarak görmeyi beklediğim şeyin bu olmadığını söylemek istemiş ama evin kendisini de görene kadar çenemi kapalı tutmaya karar vermiştim. Az önceki etkileşimimizden sonra gerginliğim azalmış, içimde çok daha farklı duygulara yer açılmış olsa da hâlâ canım normal konuşmalar yapamayacak kadar sıkkındı. Otoparka açılan asansöre sessizlik içinde ulaşıp en üst katın düğmesine bastığında kapılar üzerimize kapanmıştı ve ben bir kez daha Karan’la, onun kokusu ciğerlerime işlerken yalnız kalmıştım.
Şimdi bana o kadar yakındı ki sıcaklığını hissedebiliyor, aldığı düzenli nefeslerin sesini duyabiliyordum. Başımı kaldırıp ona bakarsam, kollarımı boynuna dolamaktan ve kendimi, beni yakıp kavuran öpücüklerine bırakmaktan alıkoyamayacağımı bildiğim için gözlerimi ayaklarıma diktim. Bugün ayağımı olduğundan daha büyük gösteren botlar giymiş olmama rağmen Karan’ınkilerin yanında ne kadar küçük göründüğünü bir kez daha fark ederek düşüncelerimin gittiği yönün kontrolünü kaybettim. Aklım oldukça farklı bir noktaya kayıyor, kanımın ısınmasına neden oluyordu. Saniyeler önce karnımda hayal kırıklığının sancısını taşırken o his değişiyor, ihtiyacın sancısına dönüşüyordu.
Karan çok büyüktü. Nasıl olup da ona uyum sağlayabileceğimi düşünebilmiştim? Ve evet, o anın geleceğini, hatta bunun oldukça yakın bir zamanda olacağını biliyordum. Kendimi ondan uzak tutmam, aramızdaki çekime daha fazla karşı koyabilmem mümkün değildi. Dün gece, eğer izin verseydi, evde nefes alan zavallı insanları umursamadan salonun ortasında onu içime alacaktım. Hem de bunu büyük bir zevkle yapacaktım.
Bacaklarımın arasındaki aletinin sertliğinin verdiği hissi anımsayınca ağzımdan çıkan iniltiyi bastıramadım. Onu istiyordum.
Karan’ın yanımda bir dizi küfür savurduğunu duydum ve sadece bir an sonra sırtım asansörün aynasına yapıştı. Sağ eliyle boğazımı kavrayıp yüzümü ona doğru kaldırdı. Gözlerimiz buluştuğu anda kaçacak yerim kalmadı.
“Ne düşünüyordun?” diye sordu boğuk bir sesle.
“Seni.”
“Beni ve?”
“Dün gece izin verseydin salonun ortasında seni içime alacağımı...”
“Siktir,” diye sövdü. “Siktir, Devin.”
Göz açıp kapayıncaya kadar ağzı benimkini istila etti. Asansörün kapıları kapandığından beri içimde adım adım büyüyen arzu Karan’ın dudaklarının ezici baskısıyla şiddetlendi. Onu tatmak için açlıkla dudaklarımı araladım ve dilini içeriye davet ettim. Boğazımı saran elini kavrayıp onu daha çok hissedebilmek için vücudumu ona doğru büktüm. Parmakları gerildi. Göğsünden kopan bir hırıltıyla dudağımı dişlerken sertliğini karnıma bastırdı.
Ve kapılar bir çın sesiyle açıldı. Soluk soluğa birbirimizden ayrıldık.
“Gel,” dedi elimi tutup beni dışarıya çekerken.
Bu katta yalnızca iki daire vardı. Karan soldakine ilerleyip cebinden çıkardığı bir kartı okuttu. Ağır çelik kapıyı iterek açıp evine adım atarken beni de peşinden adeta sürükledi.
Kapı arkamızdan kapandı ve bir kez daha sırtım sert bir yüzeye yaslandı.
“Sana evi gezdirmek istiyordum,” dedi yeniden dudaklarıma eğilirken. Az öncekinin aksine bu öpücük çok daha yumuşaktı ama vaat ettiği şeylerin hiçbir yumuşaklık içermediğinden emindim.
“Hı-hı,” dedim dudaklarının içine doğru.
“Konuşmamız gerekiyordu.”
Yara izinin üzerinde dilimi gezdirirken, “Biliyorum,” dedim. Asansörün kapıları kapandığı anda mantıklı düşüncelerimi o soğuk otoparkın içinde bırakmıştım. Karan’ın ona sorduğum her şeye cevap vereceğini artık biliyordum. Yüzleşmek zorunda olduğum çirkin gerçekler olduğunu biliyordum. Ama şu anda geçmişin kırıklarının, şimdinin bilinmezliklerinin ve geleceğin korkularının beni yönetmesine izin vermeyeceğim o ana ihtiyacım vardı. Ona ihtiyacım vardı.
Burnunu ağzımın kenarından sürterek boynuma doğru inerken, “Bekleyemem,” diye fısıldadı.
“Durma.”
Duymayı beklediği tek kelime buymuş gibi benden uzaklaşıp montunu çıkardı. Gözlerinde parlayan arzunun ateşinde kendimi kaybederek hareketlerini taklit ettim. Montumu çıkardım. Sonra botlarımız kenara fırlatıldı. Eli pantolonumun düğmesine uzanırken geriye doğru bir adım atarak yürümeye başladı. Kimi zaman tökezleyerek adımlarını izledim. Koridor boyunca üzerimizdeki her şeyden kurtulmak için adeta bir yarışa girmiştik. En sonunda onun üzerinde siyah bir boxer, benim üzerimde ise siyah sutyenimle iç çamaşırım kaldığında odasına varmıştık.
Göz ucuyla odanın içine baktım ve ilk gördüğüm simsiyah çarşaflarla örtülü devasa yatak oldu. Bakışlarım yatağın yanındaki belki beş metrelik cam duvara iliştiğinde şaşırarak gördüğüm güzelliği içime çekmeye çalıştım ama Karan önüme geçti.
“Şu anda yerini bilmen gereken tek şey o yatak,” dedikten sonra beni kucağına aldığı gibi yatağa taşıdı. Sırtım serin ama yumuşacık kumaşla buluştuğunda sızlanarak ona uzandım.
“Ormana bakan bir evin var.”
“Evet.”
“Çok güzel.”
“Güzelliğini sonra takdir edersin, ptičica,” diye homurdanıp boxerına uzandı. Onu güneş ışıklarının aydınlattığı bir odada görebileceğim için heyecanla oturduğum yerde dikleştim. Ona uzandığımda kafasını iki yana salladı.
Tanrım.
Çok güzeldi. Tüm o dövmeleri ve yara izleriyle Karan gördüğüm en mükemmel şeydi. Çektiği acıları düşününce yanan gözlerimi dudağımın içini ısırarak bastırmaya çalıştım. Her şeye rağmen beni büyülüyordu.
“Sen...” diye mırıldandım. Çok güzelsin, demek istedim ama bana inanmayacağını biliyordum. En azından şimdi değil. Bunun yerine, “Sana dokunmama izin ver,” dedim.
İtiraz etmesini beklemeden boxerını tutan ellerini kenara itip dizlerimin üzerinde yükseldim, uzanıp göğsündeki melek görünümlü kadını öptüm ve altındaki şarkı sözlerini. Aşağı inmek yerine yukarı çıkıp yutkunurken yükselen ademelmasında dilimi gezdirdim. Oradan çenesinin altına uzandım. Ellerimi önce göğsünün üzerine koydum, ardından onu rahatsız etmemek için dikkatle vücudunun geri kalanında gezdirmeye başladım. Kaslarının oluşturduğu girinti ve çıkıntıların üzerine parmaklarımı sürterken, dokunuşumla kasılıp sertleşmelerinin keyfini çıkardım. Dişlerimi sağ omzuna saplarken onun elleri de sonunda hareket edip belime uzandı. Hiç oyalanmadan kalçama doğru indi; avuçlarını kıçıma sarıp beni kendine çekerken dizlerimin üzerinde ona doğru yaklaştım.
“Bana dokunmana doyabileceğim bir gün hiç gelmeyecek.”
Dilimin ucuna kadar gelen sözleri zorlukla yuttum. Oysa gelmesin, demek istiyordum. Ona istediği her gün, her an dokunacağımın sözünü vermek istiyordum. Ama bu sözleri verebilecek güçte olduğumu hissetmiyordum. Ve ne yazık ki o günün gelip gelemeyeceğini de bilmiyordum.
Bu yüzden kelimelerimle değil hareketlerimle cevap verdim. Kollarımı boynuna dolayıp parmaklarımı saçlarının arasına soktum, onu kendime çekip dudaklarını içimde dolup taşan tüm duygularla ele geçirdim.
“Hmmm...” Kıçımı sıktı. “Devin...”
Sonra beni itti. Boxerını hızla çıkarıp yatağa çıktığında sertliği aramızda sallandı. Onu tutmak için uzandığımda ellerimi kavrayıp iki yanıma yasladı.
“Yeter,” dedi sert bir sesle. “Oyun bitti.”
Eğilip ağzını sutyenimin üzerinden göğsüme kapadı. Dişleriyle meme ucumu sıkıştırırken kalçalarım yataktan havalandı.
“Oynama o zaman,” dedim sinirle. “Üzerimdekileri çıkar.”
Karanlık bir kahkahayla ellerimi bıraktı. O külotumu bacaklarımdan sıyırırken ben de dirseklerimin üzerinde doğrulup arkama uzandım. Sutyenimi hızla çıkarıp kenara attım. Özgür kalan göğüslerime bakıp homurdandı ama şimdi dudakları tam da olmasını istediğim yerde, bacaklarımın arasındaydı. Hiçbir ön hazırlık olmadan dilini onun için çoktan ıslanmış olan yarığımda boydan boya gezdirdi. İnleyerek saçlarına uzandım.
“Seni yiyip bitirmek istiyorum ama...”
“Sonra,” diye tamamladım cümlesini. “İçimde olmana ihtiyacım var.”
Zihnim çoktan bir müzik seçmişti. The Fray - You Found Me zihnimin derinliklerinde bir yerde çalıyor, Karan’ın her dokunuşuyla sesi yükselip beni etkisi altına alıyordu.
Üzerimden kalkıp yatağın kenarına yaklaştı ve komodine uzanıp açtığı çekmeden bir kutu prezervatif çıkardı. Kutuyu açıp içlerinden birini aldı ve paketi seri bir hareketle yırttı.
Günler önce ona dokunmuştum. Onu ağzımın içine almış menisini zevkle yutmuştum. Ağzım büyüklüğüne alışmakta zorlanmıştı ama şimdi vajinam o zorluğu hissetmek için kasılıyor, bacaklarıma doğru zevk sularımın akmasına neden oluyordu.
“Siktir,” dedi bacaklarımın arasına yerleşirken. Bu küfrü seviyordu ve siktir, ben de seviyordum. “Bacaklarına akıyorsun, ptičica,” dedi. İşaretparmağını uzatıp uyluğumda gezdirdi. Parmağına bulaşan ıslaklıkla yukarı doğru çıkıp girişimi buldu ve parmağını içime itti. İnleyerek elini bacaklarımın arasına sıkıştırdım. “Aç,” diye emrettiğinde ona karşı koymam mümkün değildi.
Bakışlarımı bacağını saran dövmenin üzerinde gezdirirken Karan’ın sertliğini kavramasını ve kendini girişime yerleştirmesini kanım kaynayarak izledim. Bu adam sonsuza dek olmasa da şu anda benimdi. Yaralar, dövmeler ve kaslarla bezenmiş, savaşçıyım diye haykıran bedeni benim için hazırdı.
“Lütfen,” dedim yalnızca ucu içime girdiğinde.
“İkinci kere istemene asla gerek kalmayacak.”
Eli kalçalarımdan yukarı çıktı. Sol eliyle iki bileğimi de tutup başımın üzerine kaldırırken, diğeriyle boynumu kavradı. Göz göze geldiğimiz o ilk anda kendini sertçe içime ittiğinde haykırdım. Acı ve zevk iç içe geçerken boğazımı her zamankinden çok daha sıkı kavrayan elinin fazlasıyla farkındaydım. Geri çekildi ve sonra aynı sertlikle bir kez daha kendini içime itti. Parmakları tenime saplandı. Nefesim kesildi. Çok ağırdı. Onun altında adeta eziliyordum. Ellerimi bir tutsak gibi hapsetmişti. Siki olabilecek en iyi şekilde içimi dolduruyordu ve o… nefesimi acımasızca benden çalıyordu. Karan, alabileceği ne varsa hepsini almak için elinden geleni yapıyordu.
“Durmamı istersen, dururum,” dedi gözlerime herkesten çok daha fazlasını görmeyi başararak bakarken.
Başımı iki yana sallamaya çalıştım. Bacaklarımı beline dolayıp bir sonraki itişini karşılamak için kalçamı yukarı kaldırdım. Ellerime giden kan akışının azaldığını, parmaklarımın uyuştuğunu hissediyordum. Ciğerlerime o kadar ince bir hava süzülüyordu ki, gözlerimin önünde siyah tanecikler uçuşuyordu. Ama istiyordum. Bunu. Daha fazlasını. Bana verebileceği her şeyi.
Sanki bu gerçeği de görebilmiş gibi yüzü vahşi bir gülümsemeyle aydınlandı. Yara izi gerildi. Gözleri arzuyla kararıp sıcacık bal gibi içime doğru aktı. Dudaklarını yalarken yüzüme eğildi. Burunlarımız birbirine değerken, “Gitmene. İzin. Vermeyeceğim,” dedi her bir kelimeyi sertçe vurgulayarak. O anda hiç olmadığı kadar korkutucu görünüyordu ama hain bedenim bu duyguyu yanlış algılıyordu. Mümkünmüş gibi daha çok ıslanırken, sikinin etrafından çarşafların üzerine akmaya devam ediyordum. “Kasılmalarını hissedebiliyorum, Devin.” Geri çekildi ve yeniden girdi. Tekrar ve tekrar. Sabit ritmini bozmadan bedenimi başka herkes için mahvetti. “Dilin ne derse desin, zihnin aksini istediği kadar haykırsın, bedenin bana ait olduğunu biliyor ve ben de gözlerinden senin de bu gerçeği bildiğini okuyabiliyorum.”
“Lü-lütfen…” dedim titrek bir sesle. Nefes almak giderek zorlaşmaya başlamıştı. O kadar çok zevk alıyordum ki bir an önce rahatlamazsam delirecektim. Gözlerim hissettiğim tüm bu yoğunlukla doluyor, yaşlar akmak için o kısacık rahatlama anını bekliyordu.
Karan yüzümü yaladı. Beklediğim en son şey bu olduğu için haykırdım. Gözümden sızan ilk damla yaşı yakaladı ve boğazımı daha büyük bir güçle sıkarken bana bahşettiği o son nefesi de kesti. Kaşımın üzerindeki beni öperken içimi muazzam bir sertlikle yeniden doldurdu. Gözlerim karardı. Vücudum titremeye ve hayatta kalmak için savaş vermeye başladı. Sarsılarak sertliğinin etrafında kasıldım ve hiç olmadığı kadar şiddetle boşalmaya başladım. Vücudumun kontrolünü tamamen kaybettim. Klitorisime dokunmasına bile gerek kalmamıştı ve ben hayatım boyunca başka şekilde boşalmayı asla başaramamıştım.
Karan boğazımdaki tutuşunu gevşetti ama elini çekmedi. Boğuk haykırışı kulağımı doldururken üzerimde çılgınca gidip gelmeye başladı ve sadece saniyeler sonra içimdeki seğirmelerini hissettim.
Ellerimi bıraktığı gibi karıncalanan parmaklarımla ona tutundum. Sıkıca sarıldım ve gözlerimi kapatıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
***
Yavaş yavaş bu noktaya geldik arkadaşlar. Umarım beğenmişsinizdir. <3
Bir sonraki bölüm Karan'dan olacak. Artık onların bol bol tutkulu anlarına tanık oluruz diye düşünüyorum. :*
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |