
+18 okuyuculara uygun bir bölüm olduğunu belirtelim hemen.
*Karan*
Pişman olmuştu.
Bana o kadar sıkı tutunuyordu ki tırnaklarının neredeyse derimi delip geçtiğinin muhtemelen farkında bile değildi. Altımda küçücük kalan vücudu hıçkırıklarla sarsılıyor, hızla akmaya başlayan gözyaşları boynumdan aşağı doğru akıyordu. İç çekişlerinin arasında nefes almakta zorlanıyordu ama kendini durdurabilecekmiş gibi de görünmüyordu.
Pişmanlığı o kadar keskindi ki kalbimi sıkıştırıyor, göğsümü acımasız darbelerle yumrukluyordu.
“Özür dilerim,” diye fısıldadım kulağına. “Özür dilerim, güzelim.”
Üzerinden kalkmak istediğimde bana izin vermedi. Çıplaklığı onu rahatsız ediyor, kendini savunmasız hissettiriyor olabilirdi. Onu tutmaya devam ederek yan döndüm. Devin’i çekip üzerime uzanmasını sağladıktan sonra biraz doğruldum. Sırtımı yatak başlığına verirken ikimizin de üzerini örtebilmek için uzanıp yorganı çektim. Yorganın sağladığı korumayla benden uzaklaşacağını düşünüyordum ama Devin beni şaşırtarak sol bacağını üzerimden atıp kucağıma tırmandı ve az öncekinden daha büyük bir güçle bana sarıldı.
Yüzünü boynuma gömmüştü, hıçkırıkları azalmayı bırak giderek artıyordu. Burnunu çekiyor, ağlıyor, kesik nefesler alıyordu ama konuşmuyordu. Kelimelerinin yokluğu sağır ediciydi. Bana bağırmasını, küfür etmesini, hatta bana vurup onu tuzağıma düşürdüğüm için lanetler okumasını tercih ederdim. Ama üzerime sıcacık akan yaşlarıyla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Bir elimi beline dolayıp onu kendime daha çok çekerken diğeriyle saçlarını ve sırtını okşamaya başladım.
“Özür dilerim,” dedim bir kez daha. “Ama seni bırakmayacağım, Devin. Benden bunu isteyemezsin. Her ne düşünüyor ya da hissediyorsan bunu çözebiliriz ama benden seni bırakmamı isteyemezsin. Olmaz.”
“Bı-bırak... Bırakma,” dedi aldığı zor ama derin bir nefesle. Dudaklarının beceriksizce tenimde gezindiğini hissedince kalbimi sıkıştıran, beni boğmakla tehdit eden o his uzaklaştı. Titreyen elleriyle kollarımı ve sırtımı okşayıp en sonunda yüzüme ulaştı. Burun buruna duracağımız kadar geriye çekilip gözlerime baktığında, içindeki kaosun tam ortasında kendi yuvamı buldum. Bunu istiyordum. Tüm bu kaosa rağmen onu istiyordum. Kalbim onundu, bu yüzden onunkinin benden başkasına ait olması mümkün olamazdı.
“Ben hiç bu kadar... bilmiyorum. Ben hiç böyle hissetmedim, Karan.”
“Biliyorum.” Uzanıp yaşlarla ıslanmış yanaklarını, kızarmış burnunu, şişmiş dudaklarını ağır ağır öptüm. Kaşının üzerindeki beni öperken vücudu bir hıçkırıkla daha sarsıldı.
“Bunu nasıl yapıyorsun?” diye sordu nefesini düzene sokmaya çalışırken. “İstediğin kadar takip etmiş ol, ne kadar zaman geçmiş olursa olsun izlediğin her şey yüzeyin üstünde kalanlardı. Ama sen,” dedi işaretparmağını önce kalbine sonra da şakağına götürerek. “İçindekileri görüyor gibisin.”
Elini tutup parmağının ucunu da öptükten sonra elini avucumun içine hapsettim ve kendi kalbime götürdüm.
“İnanması zor biliyorum ama seni gördüğümden beri senin için atıyor,” dedim dürüstçe. “Nasıl olduğunu ben de bilmiyorum. Başta sadece takıntı olduğunu düşünüyordum ama sen her zaman küçük bir takıntıdan ötesi oldun, ptičica.” Onu öpmek ve zorlamak istemiyordum ama kızarık, dolgun dudaklarıyla bana bu kadar yakın dururken bu arzuya karşı koymam imkânsızdı. Boynunu kavrayıp onu kendime çekerken sert bir nefes aldı. Gözlerine bakarak ona meydan okudum. Bana karşı koymasını bekledim, bunun yerine Devin kendini kucağıma iyice yerleştirerek bana uzandı. Kollarını boynuma dolayıp parmaklarını saçlarımdan geçirdi ve ben onu öpmeden önce o beni öptü. Ağzını aralayıp beni içeri davet etti ve ben onu emip, dilimle tadına varırken bacaklarının arasındaki ıslaklığı karnıma yaydı.
Siktir.
Daha prezervatifi çıkarmamıştım bile. Onu bırakıp aramıza uzandım ve yeniden sertleşen sikimden eski prezervatifi çıkarıp ağzını bağladıktan sonra yere attım. Kıçını kavrayıp kendimi onun girişine yerleştirirken inleyerek tatlı amını bana sürtmesinin keyfini çıkardım.
“Az önce kucağımda bir çöküş yaşamışken seni fazlası için zorlamak istemiyorum,” dedim, oysa içine bir kez daha gömülmekten başka hiçbir şey istemiyordum.
“Seviş benimle, Karan,” diye mırıldandı ağzımın içine doğru. Bunu duymam yeterliydi. Dudaklarını bir kez daha açlıkla öptükten sonra dilimi çenesinde sonra da boynunda gezdirerek aşağı doğru ilerledim. Ellerimi sırtında ve kıçında gezdiriyor, parmaklarımı belinden yukarı çıkarıp dolgun göğüslerinin sınırlarına dokunuyordum. Bir göğsünü avucumun içine alıp kafamı eğdim ve diğerini ağzımın içine hapsettim. Onu sertçe emerken sırtı bu temasla kavislendi. Kendini geriye doğru yatırıp göğsünü ağzıma itti. Tırnakları kafa derime batarken boğuk bir iç çekişle sızlandı.
“Seninle sevişeceğim, güzelim. Seni sikeceğim. Seninle oyunlar oynayacağım. Delirip bacaklarının arasında beni hissetmediğin, beni orada istemediğin tek bir an bile kalmayana kadar seni mümkün olan her şekilde kendime ait kılacağım.”
“Evet,” diye soludu. “Evet, Karan. Lütfen.”
Meme ucunu dişlerimin arasına sıkıştırıp ısırdığımda attığı çığlıkla karnımı arzusuyla yıkadı. Ah, siktir. Bu hissettiğim en mükemmel şeydi.
Başımı göğsünden kaldırıp onun kararıp neredeyse siyaha dönen gözlerinin içine baktım. Avucumla yanağını kavrayıp çenesini dişledim. Alt dudağını. Kulağının üstünü. Sonra bir kez daha ona baktım. Vücudu istemsizce üzerimde kıvranıyor, o son tatmin noktasına ulaşmak için çaresiz bir arayışla hareket ediyordu.
“Korunuyor musun, Devin?”
Kafasını tereddütle sallarken gözleri hem panik hem de heyecanla irileşti.
“Temizim,” diye güvence verdim. Anı bozmak istemiyordum ve o yüzden bunu ona söylemedim ama sahip olduğum tüm bu yaralarla bırak böyle bir yakınlığa girmeyi çok uzun zamandır biriyle birlikte olmamıştım bile.
Yine de anladı. Benim onu nasıl bu kadar iyi görebildiğimi algılamakta zorlanıyor olabilirdi. Halbuki kendisi de beni hiç kimsenin yapamayacağı kadar net bir şekilde görüyordu.
“Ne kadar oldu?” diye sordu. Masum merakının ardında sezdiğim o minik kıskançlık kanımı ısıttı.
“Dert etmeyeceğin kadar uzun bir zaman oldu.”
“Ne kadar?”
“İki sene,” diye kabul ettim. Kıyafetlerimi çıkarmadığım ve her şeyin dakikalar içinde olup bittiği o rahatsız edici anı hatırlayıp suratımı buruşturmamak için kendimi kontrol altında tutmaya çalıştım.
“Karan... Sen çok güzelsin,” dedi şaşkınlıkla.
O kadar şaşırmıştım ki gülerken çıkan sesim boğuktu. Bana güzel diyebilecek tek kişi oydu. Gözleri hevesle vücudumda gezinmeye başladığında huzursuzlanarak gözlerimden başka bir şey göremeyeceği noktaya gelene kadar onu kendime çektim. Dudaklarını hapsederken iç çekerek kendini bana yaslamasının tadını çıkardım.
Küçük kuşum teslim oluyordu. Geri adımlar da atacağını, şu anda kabul etmeye başladığı duygulardan korkarak yeniden kaçmak isteyeceğini biliyordum. Yine de hiçbiri önemli değildi. Sonuna dek savaşmaya ve her seferinde kazanmaya hazırdım.
“Sana dokunacağım,” dedi nefes almak için geri çekildiğinde. Onu bir daha öptüm. Ve bir daha. Dudakları ağzımın içinde eriyordu. Tadı içime işlemişti. Kokusu başımı döndürüyordu. “Sana bakacağım,” diye devam etti. Ellerini yara izlerimin üzerinde gezdirmeye başlamıştı. “Tüm bunlar, bir rüya mı hayal mi, her neyse bitene kadar sana dokunup, seni seveceğim. Tüm yaralarını. Görünen ve görünmeyen tüm izlerini. Karanlığını.” Bir nefes aldı. Burnunu benim ona yaptığım gibi yüzümde gezdirirken kokumu içine çekti. Parmaklarımın altında ürperen tenini okşarken içimde vahşi bir şey uyandı. Onu hapsetmek isteyen bir şey…
Şefkatiyle sarıp sarmalandığımı hissederken, bu histen asla vazgeçmeyeceğimi ona bir kez daha söylemedim. Sonsuza kadar vaktimiz olduğunu da söylemedim. Aramıza kimsenin girmesine izin vermeyeceğimi, onun yanımda olması için dünyayı bin kere ateşe vereceğimi de söylemedim. Defalarca söylesem de inanması için önce görmesi gerekecekti. Ve ben ona zevkle gösterecektim.
Daha fazla kendimi tutamadım. Bir kez daha sıcaklığının, yumuşaklığının içinde kaybolmak için ölüyordum. Onun sikimi nefis bir şekilde sarışını hissederek, değil saatlerimi; günlerimi, gecelerimi, haftalarımı... bir ömrü geçirebilirdim.
“Gel buraya,” derken kalçalarını kavradım. “Beni içine al, Devin. Hadi.”
Dudağını dişleyerek aramıza uzandı ve sikimi avucu içine aldı. Tanrım. Parmaklarını tamamen etrafına dolanmıyordu bile. Kendini kaldırmasına yardım ederken parmaklarım yumuşak ama sıkı kıçına gömüldü. Sikimin ucunu bacaklarının arasına sürttü. Hiç ihtiyacımız olmamasına rağmen ıslaklığı sikimin etrafına yaydı ve sonunda üzerine yavaşça oturdu. Santim santim derinliklerine ulaşırken inlemelerimiz odayı doldurdu. Sırf onu duymak için kendimi sessiz olmaya zorluyordum. Ağzından çıkacak en ufak bir nefesi bile kaçırmak istemiyordum. Her inlemesi, her nefesi, her sızlanışı, itirazı, arzusu hepsi benimdi.
“Ah...” Alnını omzuma yasladı. Kalçasını ileri geri hareket ettirerek kalınlığıma alışmaya çalışıyordu. “Sen…”
“Evet, ptičica. Ben? Bana bir erkeği mutlu edecek o kelimeleri söyle,” dedim boynunu emmek için dudaklarımı ince derisinin etrafına sararak.
“Çok büyüksün,” derken dudaklarından alaycı bir kahkaha döküldü. Az önceki çöküşünden sonra bu sesi duymak beni kendime getirdi. Onun gülmesi için her şeyi yapardım. Her şeyi.
Kendimi geri çekip onun kendini ayarladığından daha sertçe içine gömüldüm. Dişleriyle omzumu kavradı. Buna bayılıyordum. Kendini kaybetmesine, içindeki o ilkel canlıya boyun eğmesine ve arzusunu sahiplenmesine bayılıyordum.
“Evet, aynen öyle. Ve sen benim o büyük sikimi mükemmel bir şekilde içine alıyorsun.”
Ensesinden tutup kafasını kaldırdım. Onu görmek istiyordum. Onun bu pozisyonda ulaşabildiğim her noktasını öpmek istiyordum. Dudaklarımız buluştu, dillerimiz dans etti. Vücutlarımız terden nemlenirken üzerimde öyle güzel hareket ediyor ki, bu anın bitmemesi için çabalıyordum. Çıkardığı sesler hiç yardımcı olmuyordu.
Ellerimi kolunda gezdirip havaya kaldırdım ve gördüğüm benlerin üzerine küçük öpücükler bırakmaya başladım. “Bir gün hepsini keşfedeceğim,” diye mırıldandım.
“Onlara karşı bir takıntın mı var?”
“Hepsi senin bir parçan. Tabii ki de bir takıntım var.”
Gülerek yanağını kafama yasladı ve ritmik hareketlerle üzerimde gidip gelirken boşta kalan eliyle beni sevdi. Tırnaklarını tenime sapladı. İnledi. Adımı mırıldandı. Ve sonra haykırdı. Hızlanmak istedikçe ona engel oldum. Vücudunu sıkıca kendime bastırıp ağır hareketlerle içini doldurdum. Gidebildiğim en derin noktaya ulaşana kadar kendimi içine ittim. İç duvarları sikimi sıkıca kavrıyor, peş peşe küçük kasılmalarla beni mümkünmüş gibi daha çok içine çekiyordu.
“Amın sikimi adeta emiyor, Devin. Hissediyor musun? Beni içmek için çaresizce çırpınıyor.”
“Siktir!” diye bağırdı. “Kim böyle konuşur ki...” Bacakları titreyerek kalçamı daha çok sıktı. Şimdi iki kolu da sırtıma dolanmıştı. Daha önce kimseyle sarılarak sevişmemiştim. Teninin her noktasını tenimde hissediyordum. Dolgun göğüsleri benimkilerin üzerinde eziliyordu. Karnı her kıvranışta bana sürtünüyordu. Bacakları beni güzelce sarmıştı ve dudakları istediğim her an dudaklarımdaydı.
Saçlarını kavrayarak kafasını geriye yatırdım. Diğer elimle göğsünü sıkıp dilimi meme ucunda gezdirdikten sonra onu sınıra bir adım daha yaklaştırmak için bir kez daha ısırdım. Boynuna ulaştığımda inleyerek boynunu daha çok açtı.
“Bunu sevdin,” dedim ona hayranlıkla bakarken. “Nefesini kesmemi, kontrolün benim elimde olmasını, birine kontrolü bırakacak kadar güvenebileceğini bilmeyi sevdin. Hayır. Buna bayıldın.”
“Hı-hı...”
“Söyle, Devin. Ne kadar ileri gidebileceğimi söyle.”
Bana bakan gözlerindeki güveni hak etmek için ne yaptığımı bilmiyordum ama şanslı piçin tekiydim.
Boğazını kavrayıp sıktım. Parmaklarımın tenine gömülmesini seyrederken büyük bir tatmin hissiyle doldum. Saçlarını bıraktığımda başı öne düştü. Boğazını saran bileğimi tutup gözlerimin içine baktı ve bekledi. Lanet olsun. Bu yaşadığım en erotik şeydi. O anda içini menilerimle doldurmamak için dişlerimi sıkmak zorunda kaldım. Teslimiyeti... çarpıcıydı.
“Hareket et,” dedim. “Sakın durma.”
Devin klitorisini bana sürterek üzerimde gidip gelmeye başladı. Göğsü göğsüme sürtünüyor, ıslaklığı sikimin etrafından damlayarak yatağa akıyordu. Aldığı zevke tanık olmak beni büyülüyordu.
“Evet, güzelim. İşte böyle.”
Gözlerini kırpmadı. Ben onun boğazını sıkıca kavrayıp sıkarken bana büyük bir güven ve arzuyla bakmaya devam etti. Dudakları belli belirsiz bir tebessümle kıvrılacakken boşta kalan elimle kalçasını tokatladığımda şokla sarsıldı. Boğuk bir inlemeyle gözleri kapanınca, “Aç,” dedim sertçe. “Gözlerini aç, Devin.”
“Çok fazla,” diye fısıldadı.
“Çok daha fazlasını yapabilirsin.”
Nefesini ondan azar azar çaldığım her saniye ikimiz de insanlığımızı havaya karışan o sıcak nefeslerde kaybettik. Daha ilkel bir şeye dönüştük. Bir hayvana, vahşi bir yaratığa. Hareketlerimiz ritmini kaybetse de ihtiyacımız büyüdü. Onun içinde giderek şiştiğimi, mümkünmüş gibi onu tamamen doldurduğumu hissediyordum. Islanmaya devam ediyor, alamadığı her nefes için üzerimde titriyordu. Bileğimi saran parmakları tenime saplanmıştı, tırnakları tenimde kırmızı çizgiler oluşturuyordu. Beni kanatmasını istiyordum. Vücudumda ona ait izler olmasını istiyordum.
Nefes nefese adımı mırıldandığında devam edecek gücüm kalmamıştı. Çok uzun zamandır kendimi tutuyordum.
“Şimdi, Devin. Bırak kendini.”
O son nefesini dudaklarımla çaldım. Bir öncekinden daha uzun süre, gözlerinin kayarak kapandığını görecek kadar beklemiştim. Klitorisini parmaklarımın arasında sıkıştırıp döndürürken kontrolsüzce titremeye başladığında ben de onunla birlikte kendimi bıraktım. Ben içine adeta fışkırarak boşalırken o enfes bir şekilde üzerime akıyordu.
Dudaklarımın tuzlu bir tatla ıslandığını hissettiğimde boğazını bırakıp geri çekildim. İçine çektiği derin nefesle gözlerini sımsıkı yumdu. Yaşlar yanaklarından akmaya devam ediyordu.
Dudakları kıpkırmızıydı. Boynunda parmaklarımın yarattığı o mükemmel izler vardı. Ona hayranlıkla bakarken daha önce hiç kimsenin yanında kendimi bu kadar serbest bırakmadığımı fark ettim. Bu kendimi bildim bileli bastırdığım bir arzuydu ve şimdi Devin’le hayat bulmuştu. Ona tapıyordum.
“Devin...” diye mırıldandım yaşları yüzünden silerken. “Çok mu üzerine gittim?”
“Bir dahaki sefere ağlamayacağıma dair söz vermek isterdim ama...” dedikten sonra hafifçe omuz silkti. Sonra da gözyaşlarının arasından bu sefer gülerek kollarını bana doladı.
Bu yaşadığım en tuhaf ama en mükemmel andı.
***
*Devin*
Bir noktada Karan’ın sıcaklığıyla sarmalanmış bir halde uyumuş olmalıydım çünkü gözlerimi açtığımda hava kararmıştı. Gündüz gözüyle çok daha net bir şekilde görebildiğim ormanı dolduran ağaçlar şimdi karanlık bir siluetten ibarettiler. Çevresini saran ışık sadece sınırdaki ağaçların yapraklarını aydınlatmaya yetiyordu. Sessizlik içinde, başım Karan’ın göğsüne yaslıyken ve onun ağır bir ritimle atan kalbini dinlerken manzaranın bana huzur verdiğini fark ederek iç çektim.
Karan bu ufacık hareketi bile hissederek kollarını bana daha sıkı doladı. Bakışlarımı puslu havanın süzüldüğü ağaçlardan çekip onu daha iyi görebilmek için baş ucundaki lambaya uzandım, minik tuşa bastım ve sarı, loş ışığın etrafımızı bir nebze de olsa görünür kılmasını sağladım.
Tutuşundan hafifçe sıyrılıp bir kolumu yatağa yasladım ve dirseğimin üzerinde doğrulup sırtüstü yatan çıplak, güçlü ve iri bedenini incelemek için kendime izin verdim. Onu izlemekten sıkılacağım bir günün gelmesi çok da mümkün görünmüyordu. Ezberlemek istediğim birçok detay vardı. Her bir yara izinin ve tüm dövmelerinin üzerinde parmaklarımı gezdirme arzusu giderek karşı konulamaz bir ihtiyaca dönüşüyordu.
Bazı yaraları çok derin, bazıları çok kusurlu, bazıları zaman içinde yok olmaya dirense de belli belirsizdi. Sanki tüm vücudu parçalanmış, yeniden birleştirilmek için büyük bir çaba harcanmıştı ve yanık izleri de büyük bir patlamanın göstergesi gibi teninde parlıyorlardı.
Ne yaşamıştı?
Sanki düşüncelerimi duymuş gibi, “Birliğim bombalı saldırıya uğradı,” dedi uykudan çatallaşan boğuk sesiyle. Nefesimi tuttum. Ne duymayı beklediğimi bilmiyordum ama gerçek zaten gün gibi ortadaydı.
Boğazımın düğümlendiğini hissettim, kalbimi sıkıştıran bu duyguyu bastırmak için yanağımın içini sertçe ısırdım. O bana kendini açmaya karar vermişken karşısında saniyeler içerisinde dağılarak ona haksızlık edemezdim.
Belimi saran elinin tutuşu sıkılaştı, boşta kalan eliyle uzanıp yanağımı kavradı ve ona bakmam için yüzümü kendine çevirdi. Gözlerimi sıkıca yummak istesem de buna direndim. İçindeki acıyı akıtacak, bunu göğüsleyecek, güçlü ve cesur birini hak ediyordu. Geçmiş onun sırtında yükken benim yapabileceğim tek şey onu dinlemekti.
Başparmağı gözümüm altını süpürdüğünde tek bir damla yaşı tutmayı bile başaramadığımı fark ettim.
“Sana benim için ağlamamanı söylemiştim, ptičica.”
Kafamı salladım. “Buna ben karar veririm,” dedim kendimi toparlamaya çalışırken. Ardından, “Bu ne zaman oldu?” diye sordum. Ağzından çıkacak her bir kelimeyi gözlerinin içine bakarak dinlemek istesem de Karan aksini düşünüyor gibiydi. Başımı bir kez daha göğsüne yaslamam için beni yönlendirdi. Burnum çenesine değene kadar hareket edip kolumu beline doladım.
“Sekiz yıl önce.”
Hızla düşünerek, bundan sekiz yıl önce haberlere çıkmış herhangi bir bombalı saldırı olayını hatırlamaya çalıştım. Bu kadar ciddi bir yaralanmaya sebep olan bir şeyi duymamış olmam neredeyse imkânsızdı. Belki de babamın işinin bir parçası olduğu için evimizde haber kanalları daima açık olurdu. Ancak o zamanlar henüz on altı yaşındaydım. Hafızama ne kadar güvenebilirdim? Aramızdaki yaş farkı o anda yüzüme hiç olmadığı kadar sertçe vurdu. On yıl kimisine belki hiçbir şeydi ama bu kadar yaşanmışlıkla doluyken…
“Sırf Mart ve Eylül ayları arasında on yedi bombalı saldırı oldu,” diye devam etti. “Ve yılın son ayında bizim otobüsümüze de bir bomba koydular. Yirmi üç arkadaşım patlama esnasında öldü. Yedi tanesi hastanede hayatlarını kaybetti. Altı kişi kurtulduk.” Kafasını iki yana salladı. “Buna kurtulmak denilirse...”
“Öyle deme,” diye itiraz ettim çaresizce. Gerçeğin hissettirdiği ağırlığın altında sanki sıradan bir konuyu konuşuyormuş gibi kollarının arasında öylece yatmak beni boğmaya başlamıştı. Kalkmak, küfürler savurmak, onun çıkaramadığı ses olup dünyaya acısını haykırmak istiyordum. Bunun yerine ritmini koruyan kalp atışlarını dinlemeye devam ettim. Parmakları kolumun üzerinde geziniyordu. Bir an için beni kendine çekip başımın üzerine hafif bir öpücük bıraktı ve yanağını tam o noktaya yasladı. “Yaşadıklarını hayal dahi edemem ama burada olduğun için mutluyum,” diye itiraf ettim. İçindeki karanlığı besleyen, hatta belki de oluşturan kederin varlığıyla onun nasıl hayatına devam edebildiğini bilmiyordum ama burada, benimle olmasını istemek bencillikmiş gibi geliyordu.
Tutuşu sıkılaştı. Diğer kolunu da etrafıma sarınca ben de ona sarıldım. Kalbinin tam üzerinden onu öptüm ve kokusunu içime çektim. Bu noktaya nasıl gelmiştik?
“Kötüydü,” dedi. “Çığlıkları hâlâ duyabiliyorum. O koku... O kadar iğrenç ki bugün bile midemi bulandırıyor.”
Vücudu belli belirsiz titriyordu. Elimi tıpkı onun yaptığı gibi kolunda gezdirirken parmaklarım yara izlerinin üzerinden geçiyordu. Bu küçük dokunuşların onu rahatlatmaya yetebileceğini hiç sanmıyordum ama yine de denedim. Sözünü kesmedim. Aksine, anlatmasını ve içindeki zehri, korkuyu, nefreti akıtmasını bekledim.
“Çarşı izni için çıkıyorduk. Her zaman olduğu gibi bir halk otobüsü tutulmuştu. Başka bir görevden daha yeni dönmüştüm. Aslında orada bile olmamam gerekiyordu. Gerekli ayarlamaları bir türlü yapamamışlardı, aynı akşam Diyarbakır’a dönecektim. Ama oradaydım. O otobüste.” Vücudu hafifçe titrerken, nefesi saçlarımın arasındaydı. Tenimde gezinen parmakları hareket etmeyi bırakmıştı, artık zihni benimle, burada, bu anın içinde değildi.
“Patlamanın sesi çok güçlüydü, kulaklarım anında ciddi bir hasar aldı ama bu bile çığlıkları bastırmaya yetmemişti. Yağız, kendini üzerime attı.” Derin bir iç çekişle göğsü havalandı. Az öncekinden daha kısık, hâlâ gerçekten anlam veremiyormuş gibi şaşkın bir sesle, “Bunu neden yaptı?” diye sordu. “O benim arkadaşımdı. İkimiz de üsteğmendik. Beni korumakla yükümlü değildi. Kolumu ona doladığımı, onu üzerimden kaldırmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Çok ağırdı. Benim kadar, belki benden daha ağırdı. Onu itmeyi başaramadım. Patlamanın kuvvetiyle camlar kırılmış, parçaları üzerimize saplanmıştı. İkinci bir patlama daha oldu ve...” Elini kaldırdığını ve dudağına götürdüğünü hissettim. Öyle bir patlamadan sağ çıkıp da bu kadar az zarar görmüş olması mucizeden başka bir şey olamazdı.
“Buradasın,” dedim. Kafamı çevirip göğsünü bir kez daha öptüm. Burnumu boynuna yaslayıp ona daha sıkı sarıldım. Vücudum onunla bir olmak için yalvarıyor, birbirimizin eksik parçalarını tamamlayacağımızdan eminmiş gibi ona daha yakın olmak için yollar arıyordu. “Buradasın, Karan.”
Sanki kendine bunu hatırlatmaya ihtiyacı varmış gibi, “Bir süredir buradayım,” diye kabul ederken vücudundaki hafif titremeler geçti. Etrafımı saran kollarını çözünce ona bakmak için yeniden doğruldum. İki eliyle yüzümü kavradı ve gözlerime bakmak için kafamı hafifçe geriye yatırdı. “O gün hayatımın içine sıçtı. Benden her şeyimi aldı. Ama günün sonunda beni buraya getirdi, sana,” dedi. “Gücüm yettiğince, ulaşabildiğim tüm o şerefsizlerin, kanı bozukların canına okuyacağım ama Devin, o günü yaşamasaydım muhtemelen seni asla bulamazdım. Ve bu yüzden aylar önce pişmanlık hissetmeyi bıraktım.”
***
Karan'a kıyamıyorum. İkisini de ayrı seviyorum ama ah Karan. <3
Bugüne kadar en sevdiğim karakterlerden biri oldu kesinlikle. Bir de Kenan var. :D
Sevdiniz mi? Lütfen yazın.
Bir sonraki bölümde görüşürüz. :*
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |