27. Bölüm

24.BÖLÜM

Zeynep Işıklar
zeynepisiklar

*Devin*

Her ne kadar Karan’ın kollarında kalıp geçmişten, bugünden ve beni bundan sonra nelerin beklediğinden kaçmayı deli gibi istesem de neler olduğunu öğrenmek zorundaydım. Karan’ın biliyor olabileceği şeylerin düşüncesi bile içimi kemirip duruyordu.

Karan’ın itirafından sonra kendimizi bir süre daha birbirimizde kaybetmiştik. Öpücüklerimiz hiç olmadığı kadar yumuşak, dokunuşlarımız daha çok şefkatle doluydu. Onu sevmeme izin vermişti. Dokunuşlarıma henüz alışamadığını biliyordum. Parmaklarımın izini sürdüğü bazı izlerin üzerinden geçerken irkildiğini hissetmiş, nefesinin düzensizleştiğini duyabilmiştim. Yine de bana engel olmamış, dikkatini dudaklarıma vermiş, öpücüklerim onun geçmişini telafi edecek bir ödülmüş gibi açlıkla kabul etmişti.

Karnımın guruldamasıyla yatağı terk etmiştik, odadan çıkmadan önce kendimi dağınık yatağa bir şeyi kaybediyormuşum hissiyle bakmaktan alamamıştım. Babamın Bahar’ı nereden öğrendiğini duymaya hazır olabileceğim bir zamanın geleceğinden şüpheliydim. Az sonra duyacaklarım hayatımda bir kez daha deprem etkisi yaratacak güce sahipmiş gibi hissediyordum.

Hızlıca hazırladığı tostun tabağını mutfağa götürdükten sonra salona, Karan’ın yanına döndüm. Sanki oturmaya tahammül edemiyormuş gibi ormana bakan upuzun pencerenin önünde duruyordu. Bir süre önce odaların hepsinin ormana baktığını keşfetmiştim. Banyosunda bile bir pencere, bu sık ağaçlara ve kasvetli gökyüzüne bakıyordu. Görebildiğim her detaya çoktan hayran kalmıştım.

Ev geniş bir antreye açılıyordu. Antrenin karşısındaki ilk açıklık salondu. Çift kanatlı, ceviz kapılar iki yana açık duruyordu ve daha ilk adımda seni salonun sıcaklığına davet ediyordu. Tüm mobilyaları koyu renkliydi. Koyu yeşiller, siyahlar, griler dört bir yana yayılmıştı.

Kapının hemen yanında altı kişilik, yine koyu renkli ağaçtan yapılmış bir yemek masası vardı. Sandalyeler kahverenginin hafif kızıl bir tonunda kumaşla kaplanmıştı. Koca salonu kaplayan toplam üç Türk kilimi vardı. Koyu yeşil koltuk takımının altında kalan, en büyükleri geyik, at ve savaşçı desenleriyle dolu, kırmızı tonlarında bir halıydı. Halının üzerinde yine irice ahşap bir orta sehpa vardı. Geniş ekran televizyon karşısındaki duvarda asılıydı. Etrafında bir yığın kitabın dizili olduğu siyah kitaplıklar vardı. Tavandan sarkan avizeler, koltuğun arkasından yükselen ayaklı abajur ve bordo kadife kumaşla kaplı, geniş bir tekli koltuğun yanındaki sehpanın üzerinde duran lamba, etrafa loş, sıcacık bir ışık yayıyordu. Hepsi açıktı ama kesinlikle rahatsız etmiyorlardı.

Burası asla ama asla tahmin etmeyeceğim kadar sıcak bir yuva gibi hissettiriyordu. Ne beklediğimi bilmiyordum ama Karan’ın karanlığının ve dışarıya yansıttığı soğukluğunun açıldığı kapı bambaşkaydı, sıcaklık ve ışıkla doluydu.

Konuşmak istediğim şey aslında buydu. Bu evi nasıl seçtiğini, içini nasıl döşediğini, ne kadar zamandır burada oturduğunu öğrenmek istiyordum. Ama bu sadece duymak zorunda olduğum gerçeklerden kısa süreli bir kaçış sağlardı.

“Hazırım,” dedim tekli olan bordo koltuğa oturmayı seçerek. Bundan daha fazla yakın olmasını şu anda kaldırabileceğimi sanmıyordum.

Kitaplığa yürüyüp en üst raftaki kitapların üzerine yan bir şekilde koyduğu dosyayı aldı ve bana döndü.

“Bunlar polisten gelenler.”

Ellerimin titremesine engel olamayarak uzattığı dosyayı aldım.

“Sorgu raporları. Senin için çıktısını aldım. Sen incelemeni bitirdikten sonra imha edeceğim.”

İçinde yazan baştan sona her şeyi merak ediyor olsam da şu anki önceliğim babamın neler bildiğiydi. Dosyayı üzerine oturduğum bacaklarıma yaslayıp açtım. En önde Eymen’e ait birtakım bilgiler vardı ve hemen arından benimle yaptıkları sorgu kayıtları yer alıyordu. Benden sonra ise Bahar’ınkiler…

Onun Eymen’in hayatında benden sonraki en önemli insan olabileceği gerçeğini sindirebilmem mümkün değildi. Ve ona nasıl olup da bu kadar kolay ulaşabilmişlerdi?

“Telefonunu hiç karıştırmadığını tahmin ediyorum,” dedi Karan, bir kez daha düşüncelerimi okumayı başararak.

Kendimde konuşacak gücü bulamadığım için kafamı iki yana salladım. Sevdiğin, eşin olarak seçtiğin adama yeterince güvenmiyorsan o ilişkinin anlamı neydi ki?

“Senden sonra en sık görüştüğü kişiler arasında Bahar, patronu ve ailesi vardı.”

“Ve babam mı?”

“Onun da adını gördüler evet ama Bahar’ı bildiğini açıkça itiraf eden babandı. Polis Eymen’i tanıyan ve ona yakın olan olası her kişiyi sorgulamak zorundaydı. Babanın elinde kayda değer bir şey olduğunu düşündüklerini sanmıyorum. Ta ki o anlatmaya başlayana kadar.”

Bahar’la olan sorgu raporunun her kelimesini okumak için yanıp tutuşsam da gerekmedikçe kendime bu acıyı yaşatmak istemediğime karar verdim ve sayfayı çevirdim. Annesiyle babasının kayıtlarını atladıktan hemen sonra babamın adını görmek göğsümü sıkıştırdı. Kendini tanıttığı kısımları ve baştaki ilk birkaç soruyu hızla geçtim.

Buğra Yüzbaşıoğlu: “Eymen Gündoğdu’nun öldüğü gün ve saatte neredeydiniz?”

Tarık Sakman: “Karımla evdeydim. Site güvenliğine sorabilirsiniz, kısa bir süre öncesinde markete çıkıp geldiğimi biliyorlar. Tekrar çıkış yapmadım.”

Babama bunun çok da güven vermediğini söylemek isterdim ve o an ufacık bir ihtimal de olsa babamı korumak istediğim için kendimi rahatsız hissettim. Sanki Eymen’i öldüren o olabilirmiş gibi.

Buğra Yüzbaşıoğlu: “Teyit edeceğiz. Peki Eymen Gündoğdu hakkında bize neler anlatabilirsiniz?”

Polisin sorusu çok sıradan değil miydi? Sanki alelade bir sohbetin ortasındalardı. Ama babamın cevabı kesin ve fazlasıyla netti. Asla beklemeyeceğim şekilde bir araya gelmiş olan kelimelerdi.

Tarık Sakman: “Boğazına kadar pisliğin içine gömüldüğünü anlatabilirim, tabii siz bunu zaten bilmiyorsanız.”

Buğra Yüzbaşıoğlu: “Daha net olun lütfen ve bize bildiklerinizi anlatın.”

Tarık Sakman: Kızımla görüşmeye başladıklarında iyi olduğunu düşündüğümüz, kariyer hedefi olan, düzgün, saygılı bir çocuktu. O zaman onu da ailesini de iyice araştırmış, hiçbir şey bulamamıştım.”

Selçuk Karakum: “Peki bu araştırmayı nasıl yaptınız?”

Tarık Sakman: “Gazeteci olduğumu biliyorsunuz değil mi? Sağda solda hâlâ birkaç kişiyi tanıyorum. Çevreme sordum. Ailesi öyle bilinmedik insanlar değiller, babası da köklü firmalardan birinde avukatlık yapıyor, annesi de cemiyetlerde dolanıyor. Daha sonra Eymen de babasının izinden gidip yine çok da tekin olmayan Akana için çalışmaya başladı.”

Buğra Yüzbaşıoğlu: “Neden tekin olmadığını düşünüyorsunuz?”

Tarık Sakman: “Sence? Bakın birbirimizin zamanını almayalım. Babasının yaptığı işleri umursamadım çünkü her zaman birileri pis işleri yapmak zorunda kalır. Önemli olan kızımın mutluluğu için Eymen’in seçtiği yoldu ki o da yanlış yolu seçti. Eminim ne boklar yediğine kolayca ulaşabilirsiniz. Kıçını kurtardığı sayısız adamdan iki üç tanesiyle konuşsanız neler döndüğünü anlarsınız. Ben de onu daha yakından takip etmeye başladım. Boklarını kızımın evine taşımayacağından emin olmak istiyordum.”

Selçuk Karakum: “Onu takip ettirdiğinizi mi itiraf ediyorsunuz?”

Tarık Sakman: “Hayır.”

Babamın o anki tavrını hayal etmekte hiç zorlanmadım. İçten içe güldüğünden emindim. Duygularım o kadar allak bullaktı ki, beni koruma arzusuyla geçtiği sınırlar arasındaki o ince çizgide sıkışıp kalmıştım.

Tarık Sakman: “Kendi gözlerim var, biliyorsunuz. Yıllarca büyük bir sorun yaşanmadı ama sonrasında Eymen kızıma ihanet etti. Ben işlerinin başına bela açacağına inanırken o asla telafisi mümkün olmayacak bir şekilde kızımı aldattı.”

Selçuk Karakum: “Kızınıza söylediniz mi?”

Tarık Sakman: “Hayır. Sanırım yaptığım en büyük hata da buydu. Onu üzmek istemedim ve bu işi kendim çözmeye çalıştım. Eymen’le yüzleştim ve kızımdan ayrılmasını istedim.”

Okuduğum bu son cümleyle boğazımdan bir hıçkırık koptu. Gözyaşlarım görüşümü bulanıklaştırırken elimin tersiyle akmaya başlayan yaşları sildim. Neden, diye çığlık atıyordu zihnim. Neden bana söylemedin? Neden benim halletmeme izin vermedin? Neden bana üstesinden gelebileceğime inanacak kadar güvenmedin?

Buğra Yüzbaşıoğlu: “Sonra ne oldu?”

Tarık Sakman: “Kızımı sevdiğini söyledi. Özür diledi. Tabii ki kabul etmedim. Hangi baba kabul eder ki? Saçmalık. Kızımdan ne istediğinden emin değilim. Soyadım bazı kapıları açtığı gibi bazılarını da kapayacak güce sahip. Eymen’in geleceğine ne gibi bir katkısı olabilirdi? Açıkçası başından beri bunu bir etken olarak görmedim. Ailesinin ona düzgün bir aile bulması için baskı yaptığını düşünüyorum ve belki de Devin onun için kolay seçenekti.”

Buğra Yüzbaşıoğlu: “Özrünü kabul etmediniz. O ne yaptı?”

Tarık Sakman: “Ona zaman vermemi istedi. Devin’den doğru şekilde ayrılmak için.”

Selçuk Karakum: “Bu ne zaman oldu?”

Tarık Sakman: “Üç ay önce.”

Selçuk Karakum: “Bize anlatmadığınız ne?”

Tarık Sakman: “Kızımın onunla aynı evde daha fazla kalmasına tahammül etmem mümkün değildi. Aile görüşmelerinden kaçmaya başlamıştı. Devin’in dediğine göre çok çalışıyordu, çoğu zaman kendisi bile Eymen’in yüzünü görmüyordu. O sırada işlerin de kızıştığını öğrendim. Giderek daha pervasız davranıyordu. Bulaştığı adamlar gerçek anlamda tehlikelilerdi. Kızımın hayatını ayrılık ya da ihanet acısıyla takas etmek çok da zor bir karar değildi. Eymen aramalarıma bile dönmemeye başlamıştı, daha fazla beklemek istemediğim için Bahar’ı buldum.”

Ellerimle yüzümü kapadım. Sonraki cümleleri okumaya gücümün yeteceğini sanmıyordum. Bu kadarı bile kalbime ağır geliyor, hayal kırıklığıyla dolu bir acının içime yayılmasına neden oluyordu.

Buğra Yüzbaşıoğlu: “Bahar’ı nasıl buldunuz? Gözlerinizle mi?”

Tarık Sakman: “Eymen’le konuşmak için iş yerine gittim bana çıktığını söylediler. Şansıma binadan çıktığında arabayla uzaklaştığını gördüm ve onu takip ettim. Kızımla bir gün daha geçirmesini kabul edecek kadar kendime güvenmiyordum. Gerekirse onu zorlayacak ve son olarak da Devin’e gidecektim. Bahar’ın yanına gidiyormuş. Kuzguncuk’taki eve vardığında onu takip etmek yerine bekledim. İki saat sonra Eymen gittiğinde, bir kız babası olarak Bahar’la konuşabileceğimi düşündüm. Bahar... O kadının Eymen’i sevmediğini söylemek sanırım yanlış olmaz. Eğer onunla konuştuysanız bunu kendi gözlerinde görmüşsünüzdür. O para peşinde, kendine yer edinmeye çalışan zavallı bir kadından başka bir şey değildi.”

Selçuk Karakum: “Sizi görünce ne yaptı? Eymen’in evli olduğunu biliyor muydu?”

Tarık Sakman: “Dediğim gibi birbirimizi boşuna oyalamayalım, bildiğini biliyorsunuz. Sadece bu onun için yeterince önemli değildi. İstediği Eymen ve onun sağlayabileceği gelecekti. Yokluk içinde büyümüş, çocukluğunun çoğunu sokaklarda geçirmiş, ailesi tarafından kullanılmış bir kadın için bu beklentiler şaşılacak şeyler değildi. Ben de ona bir teklifte bulundum. Sanırım ne olduğunu tahmin ediyorsunuzdur.”

Buğra Yüzbaşıoğlu: “Sizden duyalım.”

Tarık Sakman: “Eymen’e hamile olduğunu söylemesini istedim. Bir çocuk her daim bir adamın hayatını değiştirir. Bahar bu fikre balıklama atladı. Devin’den ayrılmak zorunda olduğunu bildiği için bunu bir çıkış yolu olarak görebileceğini ve acele edebileceğini umuyordum.”

Selçuk Karakum: “Olmadı mı?”

Tarık Sakman: “Öldü.”

Ne kadar basit bir açıklamaydı. Tek kelime. Öldü. İşte bu kadar kolaydı. Titremelerim artarken ellerim yumruk oldu. Dişlerimi sıkıp kendimi raporu bitirmeye zorladım. Okuduğum kelimeleri sindirebilmem için çok ama çok uzun zamana ihtiyacım vardı.

Buğra Yüzbaşıoğlu: “Bahar’la tam olarak ne zaman konuştunuz?”

Tarık Sakman: “Eymen’in ölümünden beş hafta önce.”

Buğra Yüzbaşıoğlu: “Belki de işler istediğiniz gibi gitmedi ve kontrolü tamamen elinize almak istediniz.”

Tarık Sakman: “Kızımı gelecek olan bir tehditten korumak istiyordum. İhanetin acısından. Kocasını öldürmek kızımın daha az üzülmesini sağlamazdı, değil mi? Onu ben öldürmedim. Teyit ettiğiniz zaman göreceksiniz.”

Selçuk Karakum: “Bize söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?”

Tarık Sakman: “İş yaptığı adamları araştırın. Onu ortadan kaldırmak isteyecekleri kadar ciddi neler dönmüş olabilir, bilmiyorum. Ama belli ki bir şeyler olmuş. Eymen medyada sık sık görülmese de adını yeteri kadar insan biliyordu. Onu öldürmek riskli bir hamleydi. Şimdi ardında bıraktığı onlarca işi başka birilerinin toplaması gerekecek. İyi düşünün, o ortadan kalkarsa rahatlayacak kim var?”

Babam anlattığından daha fazla bilgiye sahip miydi? Bunu bilebilmem sanırım mümkün değildi.

Buğra Yüzbaşıoğlu: “Şu anda en iyi seçenek sizmişsiniz gibi görünüyor.”

Tarık Sakman: “Biraz ciddi olun. Çocuğunuz var mı? Bir babanın kızı için yapamayacağı hiçbir şey yoktur ama onu bile bile üzmek ve riske atmak kesinlikle bunlardan biri olamaz. Eymen vurulduğunda kızım burnunun dibindeydi. Onun hayatını tehlikeye atacağıma gerçekten inanıyor musunuz? Eğer öyleyse bırakın sizin yerinize bu işi daha ciddiye alan birileri yapsın.”

Konuşmanın önemli kısmı burada bitiyordu. Dizlerimi kendime çekerken dosya bacaklarımın üzerinden kayarak yere düştü. Karan bir an sonra yanımdaydı. O beni yere, kucağına çekene kadar şiddetle ağlamaya başladığımı fark etmemiştim bile.

“Geçti, ptičica,” diye mırıldandı kulağıma. “Hepsi geçti.”

Ama bu doğru değildi, değil mi? Geçip giden hiçbir şey yoktu. Eymen’in katili hâlâ oralarda bir yerdeydi. Beni aldatmış, bana yalanlar söylemişti ve bunlar geri alınamayacak kadar derinlere işlemişti. Babam aylarca her şeyden haberdardı ve benim kör bakışlarla her yeni güne uyanmama izin vermiş, o da bana ihanet etmişti.

“Bana bunu neden yaptı? O bu hayatta en çok güvendiğim insandı,” dedim hıçkırıklarımın arasından. Karan kollarını sıkıca etrafıma doladı. Başım boynuyla göğsünün arasında bir yere yaslıydı. Gözyaşlarım üzerine bir yağmur gibi akarken ellerim tişörtünü sıkıca kavramıştı. Kucağında kıvrılmış, zavallı bir kedi yavrusu gibi beni sallamasına izin veriyordum. Asla işe yaramayacak teselli sözleri fısıldıyor, bana her şeyin yoluna gireceğini vaat ediyordu.

Buna inanmıyordum.

Kendi babam bile benden bunca şey saklamışken, bu hayatta başka kime gerçekten güvenebilirdim?

“Bazen sevdiğimiz insanları korumak için kabul edilmeyecek şeyler yaparız.”

“Hayır,” dedim içimde kabaran öfkeyle. Onu daha sıkı kavradım. “Bana güvenmeyi seçmeliydi. Bu bir seçimdi ve o beni kıracak olanı seçti.”

“Sadece seni daha kötüsünden korumak için.”

Geri çekilmek istediğimde tutuşunu gevşetti. İçinde kahverengi noktalar olan kehribar gözleri karanlıkla ama biraz da anlayışla doluydu.

“Onu haklı buluyorsun,” dedim bu düşünceye tahammül dahi edemeyerek. “Onu nasıl haklı bulabilirsin?”

“Canından çok sevdiğin birinin zarar görmemesi için elini bir parça pisliğe bulamak inan bana o kadar da zor değil,” dedi kararlılıkla. İri avucu yanağımı kavradı ve başparmağı gözümden ardı ardına düşen yaşları yakaladı. “Acın dindiğinde bunu sen de daha iyi görebileceksin.”

Babam Bahar’ı biliyordu. Bildiği yetmezmiş gibi o kadınla görüşmüştü. Eymen’in aklını çelmesi için bir tezgâh planlamıştı. Babam Eymen’in tehlikeli işlere bulaştığını biliyordu ve tüm bunlara rağmen beni karanlıkta bırakmayı seçmişti. Hayır, bunu kabul edemezdim.

“Bahar’ın sorgu raporunu da okumak istiyorum,” dedim. “Hepsini okumak istiyorum.”

Karan’ın kucağından kalkmak için hareket ettiğimde bana izin verdi. Yüzündeki kasvet okuyacaklarımın hiç hoşuma gitmeyeceğinin yeterli bir kanıtıydı. Yine de bana engel olmadı.

“Burada sigara içebilir miyim?” diye sordum ayağa kalktığımda. Hâlâ yerde, dizlerinin üzerinde oturuyordu. O kadar devasa bir adamdı ki bu pozisyonda bile kafası karnıma kolaylıkla ulaşıyordu. Üzerindeki yarım kollu siyah tişörtünün açıkta bıraktığı teni dövmelerle ve yara izleriyle kaplıydı. Kafasını hafifçe geriye doğru eğmiş, açık bir teslimiyetle gözlerime bakıyordu. Karanlık, tehlikeli, öfkeyle dolu ama ışığı aramaktan asla vazgeçmemiş düşmüş bir meleği andırıyordu. Tek istediğim elimi uzatıp onu yakalamak ve bu dünyadan beni uzaklaştırması için ona yalvarmak olsa da kendimi tuttum. İçimdeki bu ateş dinmeden dünyanın sonuna bile koşsak gerçeklerden kaçamazdık.

***

Bahar’ın sorgu raporundan korktuğum kadar etkilenmemiştim. Okuduklarımın bir kısmından zaten haberdardım ve geri kalanıysa içimde öyle derin oyuklar açmamıştı. Eymen’i artık sevmediğim için mi beni yaralayamıyordu? Kalbimden söküp attıktan sonra düşüncelerimdeki varlığını da yok edebilmiş miydim? Gerçekte olduğu gibi onu toprağın altına gömmeyi başarabilmiş miydim? Bu yüzden mi Bahar’ın aşk dolu hikayesini okurken gözümü bile kırpmamıştım?

Yoksa sebebi büyük camların önünde bir dağ gibi dikilen, karanlığı sıcacık bir battaniyeymiş gibi üzerinde taşıyan ve tüm dikkatiyle beni izleyen adamın varlığı mıydı? Çünkü bir süredir kendimi eskisi kadar yalnız hissetmiyordum.

Polis bana açıkça Bahar’la olan ilişkisinin altı sene öncesine dayandığını söylemişti. Muhtemelen ağzımı arıyorlardı ama biricik kocamın kollarımda öldüğü düşünülürse katil ben olamazdım, değil mi? Babam haklıydı, o polisler işlerini yeterince ciddiye almıyorlardı. Çünkü Bahar’a sordukları soruların büyük çoğunluğu hiçbir işlerine yaramazdı.

Benim için en çarpıcı olan kısmı çocuk yapmaya karar verdiklerini söylemesi olmuştu. Babamla kurduğu tezgâhı bu kadar ileri götürmesine gerek var mıydı? Eymen’i çok seviyormuş, hayatının aşkıymış, benimle olan evliliğinin sosyal sorumluluklardan dolayı olduğunu biliyormuş, zaten ayrılmaya karar vermiş... Bahar’ın kendisiyle ilgili doğru düzgün hiçbir şey anlatmadığını fark etmemişler miydi?

“Ne düşündüğünü söylemek ister misin?” Sesini sakin tutmaya çalışsa da gerginliğini hissedebiliyordum.

“Bahar hakkında ne bildiğini merak ediyorum.”

Kaşlarını çattı. “Her şeyi,” dedikten hemen sonra, “Sanırım,” diye ekledi.

“Bu raporlarda bir güzellik merkezinde çalıştığından başka neredeyse hiç kişisel bilgi yok.”

“Annesini çocukken kaybetmiş. Yüksek doz uyuşturucudan evinde ölü bulunduğunda Bahar henüz dokuz yaşındaymış. Babası da alkoliğin tekiymiş, o yüzden bir süre yetimhanede ve koruma programına katılan ailelerde kalmış ama her ne olduysa on beş yaşında babasının yanına dönmüş. Babası öleli iki yıl oldu. Yanlış adamlarla dans ediyordu ve sonu oldukça kanlı bitti.”

“Eymen’in Bahar’ın babasıyla bir ilişiği olabilir mi?”

Dudakları hafifçe kıvrıldığında yara izi gerildi ve kafasını sallayarak beni onayladı. “Ben de aynı şeyi düşündüm ama doğrudan bir bağlantı bulamadım. Eymen’in kıçını kurtardığı adamlar Bahar’ın babası gibilerin zaten kolayca bulaştığı türde insanlar, benim bulamamış olmam onu temize çıkarmaz.”

“Eymen’in karşı durduğu, kızdırdığı kişilerin neredeyse hiçbiriyle konuşmamışlar.”

“Bazılarını ziyaret ettiler ama ellerinde bir kanıt olmadığı için yapabilecekleri çok bir şey yoktu.”

“Bilgisayarımdaki bilgileri onlara teslim etmemiz gerekiyor,” dedim iç çekerek. Eymen kendi müvekkillerini ateşe atacak bilgileri benim bilgisayarıma saklayarak ne düşünüyordu, bilmiyordum. Onu gerçekten herhangi biri öldürmüş olabilirdi.

“Orada onlar için kanıt oluşturacak tek şey o şerefsizlerin yediği boklar. Hiçbiri Eymen’i öldürdüklerini kanıtlamaz ve ben de bu belirsizlikle senin hayatını tehlikeye atmam. Kimsenin durduk yere dikkatini çekmemize gerek yok. Sen içlerinden birini parmaklıklar ardına yollarsan diğerleri kurt sürüsü gibi başına üşüşür. Önce katili bulmamız lazım.”

Dosyayı kapatıp ortadaki büyük sehpanın üzerine attım. Bacaklarımı toplayıp kollarımı etrafına sardım. Bunu yapmamın tek sebebi ayağa kalkıp Karan’ın kollarına kendimi bırakmak istiyor oluşumdu. Beni tutacağını, hayal edemeyeceğim kadar büyük bir şefkatle beni saracağını biliyordum. Buna ihtiyacım vardı. Ama hepsinden öte kendi yolumu bulmaya ihtiyacım vardı.

“Elinde bir liste yok mu?”

“Hepsinin üzerinden geçiyorum, Devin. Merak etme.”

Dudaklarımdan alaycı bir ses çıktı. “Hayatımın hangi noktasında durduğumu anlayamıyorum bile ve sen bana merak etmememi söylüyorsun. Bundan çok kısa bir süre önce sallantıda da olsa bir evliliğim, sık sık görüştüğüm arkadaşlarım ve ailem, düzenli bir işim vardı. Şimdi kocam öldü, arkadaşlarımı ve ailemi tehlikeye atmamak için onlarla özgürce görüşemiyorum bile. Bu dünya üzerinde asla beklemeyeceğim tek adamın da bana ihanet ettiğini öğrendim. Kapısından artık giremediğim ve asla girmek istemediğim bir evim var. Yani bir evim yok! Adamın biri ortaya çıkıp evimi basan üç kişiyi öldürdükten sonra beni yanına aldı. Görünen o ki bir sürü kadına yardım eden, boktan bir geçmişi olmasına rağmen sahip olduğu yaraları iyi bir amaç için kullanan bir katilmiş. Bir katil! Zihnim çığlıklar atarken, kalbim yaptığın şeyin güzelliği karşısında büyüleniyor. Siktir. Ne kadar boka battığımı görüyor musun? İşe bile kendisini Batman’in Robin’i zanneden ama içindeki karanlığı acayip iyi bir şekilde sakladığını fark etmeye başladığım, muhtemelen bir başka psikopatla gidip geliyorum.” Nefes almadan konuşmaya devam ediyordum ve her cümlemde Karan biraz daha yaklaşıyordu. Onun yakınlığının beni dağıtacağını bildiğim için koltuğuma iyice gömüldüm. Bu onu durdurmaya yetmedi.

“Ve o psikopat çocuğa karşı bile içimde büyüyen bir şefkat var. Hem de en yakın arkadaşımın kalbini muhtemelen paramparça edeceğini bilmeme rağmen. Senelerdir... Hayır, hayır. Senelerdir değil, asla hissetmediğim şeyleri hissettiğim bir dönemin içinden geçiyorum. Etrafım soğukkanlı katillerle çevirili ve ben o insanların içlerindeki iyiliği görmeye başladım. Deliriyorum değil mi? Söylesene,” dedim hızımı alamayarak. “Burçin de sizin gibi, değil mi? O… o kadar iyi görünüyor ki. Aklım tüm bunları almıyor, Karan. Düşündüğüm ya da hissettiğim her şeyi kontrol altında tutmazsam çok yakında patlayacakmışım gibi hissediyorum.”

“Devin…”

“Bana piçita diyen bir adamın evinde kalıyorum. Bu bir film mi? Bir rüya? Ben böyle romanları senelerdir okumuyorum bile!”

“Güzelim.”

“Yaklaşma,” diye haykırdım. Fısıldamış bile olabilirdim, bilmiyordum. “Dur, Karan. Lütfen. Anlamıyorsun.”

“Belki anlamıyorum ama yalnız olmadığını bilmeni istiyorum.”

“İşin en boktan yanı ne biliyor musun? O kızları alıp o eve getirdin ve bana dünyanın ne kadar yozlaşmış ne kadar iğrenç olduğunu gösterdin. Bunca zaman bariz bir gerçeğe gözümü kapamışım gibi kendimden utanmamı sağladın. Yaşadığım hayattan, edindiğim dertlerden, bana acı verdiğini düşündüğüm saçmalıklardan utanmamı sağladın.”

“Benim niyetim…”

Onu dinlemedim. Beni yatıştırmasına değil öfkemi sonsuz bir süratle kusmaya ihtiyacım vardı.

“Babama karşı inanılmaz bir öfke duyuyorum. Kırdığı kalbimin sesini duyabiliyorum. Ama ne var biliyor musun? Bunu bile istediğim gibi yükseklerde yaşayamıyorum. Aklıma o kızlar geliyor ve beni sonsuz bir sevgiyle büyüten bir ailem olduğu için ne kadar şanslı olduğumu kendime hatırlatmak zorunda kalıyorum. Ben şanslıyım. Ve babamın beni korumak için hareket ettiğini anlıyorum ama bunu anlamak istemiyorum! Anlıyor musun? Basit, sıradan hayatıma dönmek istiyorum.”

“Sana gerçek olmayan bir şey sunamam ama hayatının son nefesine kadar güvende olmanı sağlayacağıma söz veririm. Gördüğün şeylerin senin ruhunda iz bırakmaması için en gerekiyorsa yaparım.” Yapacağını biliyordum, ona inanıyordum ama artık bunu istemiyordum.

Güldüm. Muhtemelen kafayı yediğimi düşünüyordu ama umurumda değildi. Daha fazla oturmaya tahammül edemeyerek ayağa kalktım ve Karan’ın karşısına dikildim. Benden çok ama çok uzundu. Kafamı geriye yatırıp gözlerine bakarken beni tutmamak için kendiyle verdiği mücadeleyi görebiliyordum.

“İçinde yaşadığın, nefes aldığın, adeta bir parçan haline gelen karanlığın içine ufacık bir pencereden bakmamı sağladıktan sonra o pencereyi yüzüme kapayabileceğimi mi sanıyorsun? İstesem de eski hayatıma dönemem.”

Eli yüzüme doğru uzandı ama hemen geri indirdi. Söyleyeceklerini tartıyormuş gibi bir süre gözlerime baktıktan sonra uzun bir nefes verdi.

“O kızları eve getirmeden önce senin vereceğin tepkiyi düşündüm. Hayatın gerçekleriyle yüzleştiğin zaman ne yapardın?” Bu sefer kararlılıkla bana doğru uzandı ve işaretparmağının tersini çene hattımda gezdirdi. “Sen Devin, gerçek bir savaşçı gibi gördüklerine göğüs gerdin. Sadece kabul etmekle kalmadın ve harekete geçtin.” Parmağı boynuma, nabzımı hissedebileceği o noktaya doğru ilerledi ve durdu. Kalp atışımın onun tek bir dokunuşu ve yakınlığıyla nasıl da arttığını hissedebiliyor muydu?

“Düşündüğünden daha güçlü olduğunu ne zaman fark edeceksin?”

Nefesim kesildi. Ne bekliyordum bilmiyordum. Belki kaçmasını, özür dilemesini, başıma bu işleri açtığı için pişmanlık duymasını… Ama o bana güvenini sunuyordu. Boğazım düğümlendi.

“Ya güçlü olmak istemiyorsam?” diye fısıldadım. Bir zamanlar sahip olduğum hayat artık o kadar uzak geliyordu ki beni bekleyen geleceğin korkusuyla titriyordum.

“Bir insan ya güçlüdür ya değildir. Bu bir seçim değil, ptičica. Ve sen gördüğüm en güçlü insanlardan birisin.”

Avucunu boğazıma bastırıp parmaklarını boynuma doladığında bambaşka bir farkındalıkla vücudum uyandı. Artık bu dokunuşun beni etkisi altına almayacağı tek bir an yaşanamazdı.

“Sana seni bırakmayacağımı söylemiştim ve artık senin bu hayatla ve çok daha fazlasıyla baş edebileceğini de biliyorum. Yanımda olmanı istiyorum, Devin. Mümkünse kendi isteğinle,” derken tehlikeli bir sırıtış yüzüne yerleşti.

Korku ve beklentiyle ürperdim. Az önce beni yerle bir eden duygularım, durduramadığım bir selin altında kaldı ve yerine yepyeni duyguların oluşmasını sağladı. Nasıl olup da onun tek bir sözüyle kendimi daha güçlü ve yenilmez hissedebiliyordum?

“Beni zorla tutamazsın.”

Güldü ve çıkan bu ses beni baştan aşağı sarstı. Karanlık, yoğun ve o kadar lezzetliydi ki, ağırlığımı ona bıraktığımı fark etmem bir anımı aldı. Boğazımdaki tutuşu sıkılaştı.

“Kaçmayı dene, küçük kuş. Hazırım,” dedikten sonra eğildi ve dudaklarıma geleceğimi elimden çalan bir öpücük bıraktı.

 

***

Eveeetttt bence dolu dolu bir bölümdü!

Sorgu raporları oldukça şeyi açıklığa kavuşturdu herhalde diyeceğim ama hayır, daha öğreneceğimiz şeyler var. :D

Tahminleriniz var mı? Merak ediyorum, yazın bana.

Haftaya görüşürüz.

Bu arada, sonraki ve önceki bölümlerden alıntıları Whatsapp Kanalımda paylaşıyorum. zeynepinkitapligi_ hesabındaki profilden ulaşabilirsiniz. Buraya nedense attığım linkler açılmıyor. :(

 

Bölüm : 02.05.2025 19:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...