
*Devin*
Telefonumu belki ellinci kez elime alıp saate baktıktan sonra geri bıraktım. Bir süre önce bunu yapmamak için telefonu odada bırakmıştım ama yerimde duramıyordum. Duvarlarda saat yoktu. Mutfaktaki fırının üzerindeki saat dışında evin herhangi bir yerinde zamanı gösterecek en ufak bir alet yoktu. Kimin evinde saat olmazdı ki?
Eve geldikten sonra soyunmuş, saçlarımı yıkamadan sadece üzerimdeki gerginliği atmak için sıcak bir duş almış sonra da pijamalarımı üzerime geçirip koca bir günü evin çeşitli kısımlarda geçirmiştim. Acıkınca dolaptaki kahvaltılıklardan atıştırmış, kendime güzel bir kahve yapmıştım. Televizyondaki kanallar ve müzik listeleri arasında gezinmiş Karan’ı, babamı, Eymen’i, evdeki kızları ve geriye kalan her şeyi düşünmemek için elimden geleni yapmıştım. Ama ne yaparsam yapayım bir işe yaramamıştı. Boş durmaktan delirmek üzereydim. Belirsizlikten delirmek üzereydim.
O kadar çok sorum vardı ki, camı açıp her birini gökyüzüne haykırmak ve gökten cevapların kolayca yağmasını beklemek istiyordum.
Eymen’i kim öldürmüştü? Kim? Lanet olsun, kim?
Her şey bir günde, birkaç saniye içerisinde nasıl bu kadar dağılabilirdi? O üç kurşun. Sanki geçmişime bugünüme ve geleceğime sıkılmış kurşunlardı ve şu anda her biri kanlar içinde kıvranıyordu. Nasıl kurtulacaktım?
Karan gibi bilgilere erişebileceğim bir ekibim yoktu. Silah kullanmayı ya da kendimi savunmayı bilmiyordum. Eymen’den birkaç kez duyduğum birkaç belalı isimden başka o adamların hiçbirini tanımıyordum. Babam bile muhtemelen benden çok daha fazla bilgiye sahipti ve ben onunla yüzleşmekten deli gibi korktuğum için onu arayamıyordum.
Sabahki programdan sonra annem beni aramıştı ama cevap vermemiştim. Sadece korkmasın diye ona iyi olduğumu söyleyen bir mesaj atmıştım. Eğer annemle konuşsaydım sesimden bir şeylerin yolunda gitmediğini anlardı.
Karan acil durumlarda ona ulaşmamı söylediği ve acil bir durum olmadığı için Erdem’e sayısız mesaj göndermiştim. Açıkça Karan’ın nerede olduğunu merak ettiğimi söylemiştim ama o da bana, her şeyin yolunda olduğunu ve ilgilenmesi gereken işler olduğunu söylemişti. Mesajın sonuna koyduğu kurukafa, bıçak ve bomba emojilerini gördüğümde gülmek istemiştim ama sinirlerim o kadar bozuktu ki bunu bile başaramamıştım. O emojileri Karan görse Erdem’in canına okurdu.
Telefonun ekranına dokunup bir kez daha saate baktım. Gecenin ikisiydi. Onu on dokuz saattir görmüyordum. On dokuz saat sürecek nasıl bir işin peşinde olabilirdi? Ve neden bir kez bile beni aramamış ya da mesaj atmamıştı?
Onunla bir ilişki içerisinde olduğum yanılgısına düşecek kadar aptal değildim ama dinamiklerimiz değişmişti. Kendine beni korumayı ve şerefsiz ölü kocamın katilini bulmayı görev edinmiş bir adamla, ne bok yiyeceğini bilmediği bir dünyanın içinde savrulan zavallı bir kadından öte bir ilişkimiz olduğundan da emindim. Koca bir gün, on dokuz saat boyunca bana bir tane bile mesaj atamaz mıydı? Meraktan ve gerginlikten kafayı yemek üzereydim.
Kitaplıkta bıraktığı sorgu dosyasının üzerinden de defalarca kez geçmiştim. Erdem’in sevgili ailesinin de neler söylediklerini okumuştum. Dünyadan bir haberlerdi. Sözde. Gerçekten de en ufak bir şey bilmediklerine asla inanmıyordum. Sadece biricik oğullarının belalı adamlara bulaştığını ve onlar hakkında elinde bir yığın koz olduğunu kabul etmeleri kendi işlerini de baltalardı. Görünüşe göre Bahar’ı da bilmiyorlardı. Şok olmuşlardı ama… benimle evliliklerinin yürümediğinden zaten şüphelenmişlerdi. Zekalarına hayrandım.
En sonunda telefonumdaki saat iki kırk sekizi gösterdiğinde gözlerim yorgunluktan kapanmak üzereydi. Uzun saatlerdir ormanın güzelliğini de göremediğim için karanlık ve kasvetli hava üzerime çökmeye başlamıştı.
Karan’ı hem deli gibi merak ediyordum hem de onun yatağında yatarken en son bu yatakta yaşadığımız tüm o arzu dolu anların saldırısına uğruyor, geçen her dakika yavaşça uyarılıyordum.
Onu istiyordum.
Karan sahip olduğumun farkında olmadığım bir kutunun kilidini açmıştı. Daha önce seksin böyle bir şey olabileceğinden zerre haberim yoktu. Bu kadar yoğun, bu kadar sert, sapkın ve vahşi. O an hissettiklerimi okuduğum romanlar olmuştu elbette ama hangi deli, tüm o anların ve o duyguların gerçek olabileceğine inandırdı? İnanmamıştım. Ta ki Karan’ın karanlığı tarafından ele geçirilene kadar.
Az önce kapanmamak için direnen göz kapaklarım artık ardına kadar açıktı. Vücudum uyarılışımın etkisiyle sıcaklamıştı. Kafamı Karan’ın yastığına gömüp içime derin bir nefes çekerken inledim. Onun ne durumda olduğunu bile bilmezken bu yola girmeyi hiç istemiyordum ama kendimi tutmakta giderek zorlanıyordum.
Sol kolum onun yastığına sarılmışken sağ elimi karnımdan aşağı indirip pijama altımın ve külotumun içine soktum.
Bunu sayısız kez yapmıştım. Bir kadın kendini tatmin etmeyi bilmek zorundaydı. Özellikle başkasından medet ummayı bıraktığında bu konuda uzmanlaşsa iyi ederdi. Ve ben çok uzun bir süredir kendi vücudumu herkesten daha iyi tanıyordum. Tuhaf olan Karan’ın beni bu kadar iyi tanıyabilmesiydi.
Onun dokunuşlarını üzerimde hayal ederek iki parmağımı açıklığımda gezdirdim. O kadar ıslaktım ki… bu utanç vericiydi. Doğru düzgün hayal bile kurmama gerek kalmamıştı. Oysa benim hayallerim sınır tanımazdı. Yine de o hayallerin hiçbirinde Karan gibi birinin boğazımı sıktığını, nefesimi kestiğini ve benden aldığı her şeyin kat be kat fazlasını verebileceğini düşünemezdim.
Nefesim hızlanıp düzensizleşirken iki parmağımı içime ittim ve iç çekerek kalçamı havaya kaldırdım. Vücudum onun kaslı gövdesiyle buluşmak için yanıp tutuşuyordu. İçeri. Dışarı. İçeri. Dışarı. Islaklığı yayarak klitorisime ulaştım ve küçük, hızlı hareketlerle daireler çizerek kendimi sona yaklaştırdım. Onun kokusunu solumak ve onunla ilgili ufacık birkaç detay düşünmek bile beni bu noktaya kolayca yaklaştırıyordu.
Kendime en son dokunduğum gün aklıma gelince inledim. O anlarda itiraf edemeyecek kadar gergindim ama sıcak duşun altında kendime dokunurken aklımda olan tek şey, Karan’dı. O kadar hızlı boşalmıştım ki, çığlıklarımı tutmak için dudaklarımı kanatırcasına ısırmak zorunda kalmıştım. Ve tabii ki Karan beni gördüğü gibi ne yaptığımı anlamıştı.
Dilinin üzerimde gezinişinin hayaliyle kıvranırken onu yeniden ağzıma aldığımı düşündüm. Ağzımın içindeki doluluğu, kokusunun yoğunluğunu, saçlarımı sıkıca kavrayan güçlü parmaklarını… ve saniyeler içerisinde kendimi kaybettim.
Tatmin olmuş bir şekilde uykuya dalmadan önce saate yeniden bakmak aklıma gelmemişti.
***
Islaklık. Tek hissettiğim şey buydu. Yüzüstü yatıyordum, bunu biliyordum çünkü göğüslerimin ağırlığım altında ezildiğini hissedebiliyordum. Sağ elim yanımda, kalçama yakın duruyor ve parmak uçlarımdaki havayı hissedebildiğime göre ıslak olan yerlerimden biri orasıydı.
Bacaklarımın arasında hissettiğim acımasız bir dil darbesiyle haykırırken neler olduğunu çözmem kısacık birkaç saniyemi aldı.
Altımdaki çarşafı sıkarken, “Karan,” diye inleyerek adını mırıldandım.
“Yine yaramazlık yapmışsın, ptičica,” dedi boğuk bir sesle. “Sana ihtiyacın olduğunda bana gelmeni söylemiştim.”
Saatlerce kayıplara karıştığını hatırlayarak, “Ama sen yoktun,” dedim sinirle.
“Ve sen dayanamadın mı? Bu tatlı, küçük amınla kendime güzelce ziyafet çekebilmem için bekleyemedin mi? Doldurulmak için çaresiz miydin, güzelim? Söyle bana.”
Beni bir kez daha klitorisimden kıçıma kadar yaladı ve ben çığlık attım. Ona dönmek için altında kıvrandım ama iki elinden biriyle belime bastırıp beni engelledi, diğerleriyle de bacağımı iyice açtı.
“Haber vermedin.”
“Kızdın mı? Merak mı ettin? Hadi, ptičica. Anlat bana.”
“Götün tekisin,” dedim dişlerimi sıkarak. Kurtulmak için daha çok debelendiğimde alçak sesli bir kahkaha attıktan sonra dilini yeniden klitorisime sürttü. Bu sefer daireler çiziyor, dilinin ucunu bastırarak bana inanılmaz şeyler hissettiriyordu.
“Öyleyim,” diye kabul etti. “Ama yine de beni istiyorsun. O kadar çok istiyorsun ki, dayanamadın ve kendini parmakladın. Ne düşünüyordun? Seni yaladığımı mı?” Benden gerçek bir cevap isteyip istemediğini bilmiyordum ama bacağımı tutan elini çekip iki parmağını birden içime soktuğunda hiçbir şey umurumda değildi. Parmaklarını çekti ve beni güzelce yaladıktan sonra onları yeniden içime itti. Kadınlığımın duvarlarını esnetmek ister gibi onları içimde döndürdü ve mükemmel bir baskıyla parmaklarını kıvırdı. Haykırarak yüzümü yastığına kapattım. Bir saniye sonra yastığı başımın altından çekmişti.
“Bağır. Haykır. İnle. Kimse seni duyamaz. Bana sesini ver, Devin.”
Dili kıçımın kıvrımlarında gezindi. Dişlerini sürttü ve tam bacağımla birleşen noktayı sertçe ısırdı. Belime baskı uygulayan elini de çekip kıçıma bir tokat attıktan sonra beni bir kez daha bağırtarak saniyeler içerisinde sertçe içime girdi. İkimizin de haykırışlarının duyulmamasının bence imkânı yoktu. Hayatım boyunca bu kadar gürültülü seks yaptığımı hatırlamıyordum. Ben ses çıkarmazdım. Hayır.
“Tanrım… o kadar harikasın ki,” dedi Karan arzuyla kalınlaşan sesiyle. “Tüm gün bunu düşündüm. Bir daha içinde olabileceğim bu anı düşünüp durdum.” Ağırlığını üzerime verip dudaklarını ensemde gezdirirken kalçasını geri çekip kendini bir kez daha içime itti. “Bu tam bir işkence. Tek istediğim senin yanında, senin içinde olmakken başka bir şey yapmayı nasıl başarabilirim?”
Bu kelimelerinden sonra daha fazla konuşmadı ve beni sertçe aldı. Elleri kıçımı sıkıyor, içime acımasız ritimlerle girip çıkıyordu. İnliyor, sızlanıyor, adımızı haykırıyorduk. Ter içinde kalmıştım. Kaslarım erimiş, kemiklerim beni taşıyamayacak kadar güçsüzleşmişti. Saçlarımı kavrayıp kafamı geri çekti. Dilini boğazımda gezdirip dişlerini omzuma saplarken sikini de en derin noktama ulaşana kadar içime soktu. O kadar ani boşaldım ki titreyerek yatağa tamamen yığıldım.
Karan, içimdeki sarsıntıları dinene kadar beni sıkıca tutmaya devam ettikten sonra birkaç saniye için üzerime yığıldı. Ağırlığıyla inlediğimde gülerek kendini yana attı. O içimden çıkınca bacaklarımın arasından akan sıvıyla bir kez daha inledim. Bu… çok garipti. Bir adamın menisinin bacaklarımdan sızdığını hissetmemin hiçbir seksi yanı olmamalıydı ama vardı.
Sırtımı göğsüne çekip bana sarıldığında gözlerimi kapatarak ona sokuldum.
“Parmaklarımı mı yaladın?” diye sordum ıslaklığı hatırlayarak.
“Evet. Amını yalamadan hemen önce.”
Tanrım. Herhangi bir zaman diliminde böyle konuşmasına alışabilecek miydim?
“Bu şekilde ifade etmek zorunda değilsin.”
Gülerek burnunu saçlarımda gezdirdi. “Daha başka nasıl ifade edebilirim, bilmiyorum. Eve geldim, odaya girdim ve kokunu aldım.”
“Kokumu aldın?”
“Oda sen gibi kokuyordu, ptičica. Islandığında ve boşaldığında ortaya çıkan o koku odanın her köşesine sinmişti.”
Rahatsızlıkla kıpırdandığımda kolunu etrafıma daha sıkı dolayarak beni sabit tuttu.
“Sana yaklaştım,” diye devam etti. “Ne yaptığını tahmin etmemem imkânsızdı. Elini tuttum ve parmaklarının tadına bakarak ne yaptığından emin oldum.”
“Sen kafayı yemişsin.”
“Kesinlikle. Beni delirtiyorsun,” dedi ciddiyetle. Kalçama bastıran uzvunun yeniden harekete geçtiğini hissedince sızlanarak kendimi geri çekmeye çalıştım.
“Hayır, Karan,” dedim. “Hiç uyumadım. Çok yorgunum. Koca bir gün sıkıntıdan ve meraktan kafayı yedim. Ne boklar yediğini merak ediyorum ama şu anda onları dinleyemeyecek kadar tükenmiş durumdayım. Ve şimdi buradasın, benim de artık dinlenmeye ihtiyacım var.”
“Söz veriyorum dinleneceksin,” dedi ama hemen sonra sikinin ucunu bacaklarımın arasında gezdirmeye başladı. “Sadece belki bir yarım saat sonra.”
Bu adam beni mahvedecekti. Hem de mümkün olan her şekilde.
***
“Bana dün nerede olduğunu anlatacak mısın?” diye sordum. Salondaki geniş kanepede oturuyorduk. O kadar rahattı ki resmen içine gömülmüştüm. Karan ellerimi kahve kupama sarıp kendi içime çekilerek oturduğumu gördüğünde bir yerlerden büyükçe bir yün battaniye bulmuş, evin içi aslında gayet sıcak olmasına rağmen bacaklarımın üzerine örtmüştü. Eğilip kaşımın kenarındaki benin üzerinden öptüğünde kokusunu zevkle solumuş, ardından kendine de bir kahve almak için salondan çıkışını iç çekerek izlemiştim.
Burası onun alanıydı. Kendini güvende, huzurlu ve her zamankinden daha dingin hissettiği her hareketinden belliydi. Onun bu halini seyretmekse dakikalar içerisinde en sevdiğim şeylerden biri haline gelmişti. Düşük belli eşofmanı, kendini benden gizlemeyi bıraktığını gösteren kısa kollu tişörtü, dağınık saçları ve çıplak ayaklarıyla bana bakmaya doyamayacağım bir manzara sunuyordu. Ela gözlerinin tonu güneşin doğal ışıklarının altında değişiyor, göz göze geldiğimiz her seferinde içleri uçsuz bucaksız duygularla dolu oluyordu. Önceden kendini saklamadığını ve bana açık davrandığını düşünüyorduysam, yanılıyordum. Asıl şimdi, içinde ne var ne yoksa hepsini tutan tüm o dizginleri bırakmıştı ve ben bu saldırının yoğunluğuyla sarmalanmıştım.
O yanıma dönene kadar iki duvarı boydan boya kaplayan camdan ormanlık alanı izlerken Karan’a hak vermiştim. Burası evim demekten keyif alacağım, huzurlu bir yerdi. Yine de bunu düşünmemeliydim. Kendime hissettiklerimi yaşama izni vermiş ve ona karşı olan duygularımı büyük çoğunlukla kabul etmiş olsam da aramızda asılı kalan fazlasıyla ağır yüklerimiz vardı.
Bana hâlâ cevap vermediği için bakışlarımı önce sessizce yanımda oturan Karan’a ardından da onun bakışlarını ayırmadığı televizyona çevirdim. Sabah yedi haberlerini sunan spikerin sesini az da olsa duyabiliyorduk. Avrupa Yakası’ndaki bir saldırıdan bahsediyor, ekranın köşesinde bulanıklaştırılmış suratlar içeren kısa bir videoyu tekrar ve tekrar gösteriyordu. Karan’ın içinde olduğu kaç olayın haberlere yansıdığını merak ettim.
Dudaklarımdan çıkan soru yerine aklımdakini cevaplamak daha kolaymış gibi, “Gölge o işi hallediyor,” dedi. Artık gerçekten düşünce okuma gücüne sahip olduğuna inanıyordum.
“Gölge?” Burçin’in bir keresinde ondan bahsettiğini hatırlıyordum. Patronları mıydı? Tek bir kişinin yönetiminde mi toplanmışlardı? Kaç kişilerdi? Elleri nerelere kadar uzanıyordu? Benzer sorular sık sık kafamda dönüp duruyordu ama bana anlatmayacağını biliyordum.
“Gizli kalmak zorundasınız. Ama… polisler sizden haberdar mı?”
“Bazıları. Ben de hangileri olduğunu biliyor sayılmam. Bizi, yüzlerimizi ya da isimlerimizi ekranda görmen mümkün değil. Polislerin hangileri ne kadarını biliyor, ondan da haberimiz yok. Bir tür güvenlik önlemi diyelim. Çoğumuz adımızı değiştirdik. İnsanların ulaşabileceği hiçbir yerde gerçek kimliklerimize dair herhangi bir bilgi yok.”
Gözlerimi yüzüne dikip, “Bir dakika,” dedim şaşkınlıkla. “Bana adının Karan olmadığını mı söylüyorsun?”
Dudaklarının hafifçe kıvrılmasını izledim. “İkinci adım,” dedi. “İlk adımı bıraktım, soyadımı değiştirdim. Geçmişim yeniden yazıldı. Elektrik mühendisliği okumuş, Delta Güvenlik adında paravan bir şirket için çalışan, otuz dört yaşında, ailesini trafik kazasında kaybetmiş, akrabaları uzak ülkelerde olan, yalnız bir adamım.”
Yazdıkları bu adam askere gidip de o patlamanın içinde kalmamış, o acıları yaşamamıştı.
“Aileni nasıl kaybettin?” diye sorarken sesim kararsızlığımı ele veriyordu. Gözlerinin karardığını gördüğümde ise hislerimde haklı olduğumu anladım.
“Annem sağlıklı bir kadındı. Sigara kullanmazdı, babamla nadiren birkaç kadeh içerlerdi. Yiyebileceğin en lezzetli hamur işlerini yapar ama kendisi hepsinden çok az tüketirdi. Yine de…” Kafasını iki yana sallarken sanki olan şeye bugün bile inanamıyormuş gibiydi. “Kalbi durdu.” Parmaklarını şaklattığında irkilmeme engel olamadım. “Öylece. Bir anda. Birkaç dakika önce gülüyordu, birkaç dakika sonraysa kalbini ele geçiren ani bir çarpıntıyla gitmişti. On yedi yaşındaydım.”
Gözlerim doldu. Bana ağlamamamı söylediği için kendimi tutmaya çalıştım. Bunu nasıl başarabilirdim? Hem onun acısına üzülüyor hem de kendimi onun yerine koyduğum zaman kalbimin kırıldığını hissediyordum. Annemin bir anda öldüğünü hayal dahi edemiyordum.
“Çok üzgünüm,” dedim boğuk bir sesle. Uzanıp yanağını kavradım ve dokunuşumla keder dolu gözlerinin kapanmasını izledim.
“Babam ben patlamadan sağ çıktıktan bir süre sonra kanserden öldü.” Daha fazlasını anlatmasını beklerken yanağını kavrayan elimi tutup avucumu öptü ve bir kez daha bakışlarını televizyona çevirdi. Annesini erken yaşta ve aniden kaybetmesine rağmen belli ki babasının kaybını sindirmekte çok daha fazla zorlanıyordu.
“Karan…”
Yüzüme bakmadan, “Onun gün be gün öldüğünü göremedim,” dedi. “Benim suçum. Kanserdi. Her geçen gün eriyip gidiyordu ama kendi acımın içinde o kadar boğulmuştum ki onun acısını fark edemeyecek kadar kördüm.”
Konuşmanın bittiğini daha net göstermek istiyormuş gibi elimi bıraktı. Ellerini yüzünde gezdirip kendine gelmek için çaba gösterirken onun işini kolaylaştırmak için konuyu dağıtarak, “Dünü anlatacak mısın?” diye sordum.
Kafasını kaldırdığında benimkilerle buluşan gözleri bir kez daha taşımakta zorlanacağım kadar ağır duygularla doluydu. Minnettarlık, şefkat, özlem, keder ve… sevgi. Bakışlarımı kaçırmamak için direnirken, “Evet,” dedi kafasını sallayarak. “Ama nasıl anlatacağımı bilmiyorum.”
“Yara bandını tek hamlede çekersen daha az acıtır, değil mi? Söyle gitsin. Ne öğrendin?”
Sehpaya bırakıp da unuttuğu kahvesinden büyükçe bir yudum alıp, “Dün Bahar’ı izliyordum,” dedi.
Nedense onun adını duymayı beklemediğim için bir anlığına dondum.
“Ve?” diye sordum zorlukla. Az önceki hüzünle dolu duygularımın düğümlediği boğazım şimdi kurumaya başlamıştı. Tıpkı Karan gibi kahvemden büyük bir yudum alıp son damlasına kadar içerek kendimi duyacaklarıma hazırladım. “Söyle, lütfen.”
“O… hamile.” Sesi o kadar kısıktı ki içimden yanlış duymuş olmayı diledim.
“Hamile.” Onun sözlerini şok içinde tekrarladığımı fark ettim.
“Evet. Tüm akşam onu izledim, evden adımını atmadı ve sonunda çöp atmak için çıktığında…”
“Onu gördün. Karnını?”
Kafasını salladı. “Dört, belki beş aylık olabilir. Bilmiyorum. Emin olamam.”
“Eymen’den olduğunu mu düşünüyorsun?”
Bir kez daha kafasını iki yana salladı. “Bundan da emin olmamız mümkün değil. İşin kötü yanı, Bahar’ın da bildiğini sanmıyorum. Biriyle daha ilişkisi varmış. O korkuyor, Devin. Neler döndüğünü henüz çözemedim ama eve kendini kapatmış gibi görünüyor.”
Kalbimde onun için de üzülecek yer kalmış mıydı? İstemiyordum. Varlığımı bile bile kocamla ilişkisini sürdürmüş, yüzsüzce yüzüme bakmış o kadın için en ufak bir vicdan kırıntısı taşımak istemiyordum. Kim bilir kimlere ve nelere bulaşmıştı ama bu onun tercihiydi. Beni ilgilendirmezdi.
“Umurumda değil.”
Karan’ın bana bakan gözleri yumuşadı. Bana inanmıyor muydu?
“Ciddiyim,” diye direttim.
“Onun için üzülmeni zaten istemiyorum, Devin. Bunu hak edip etmemesi önemli değil. Kendini mutsuz, huzursuz, endişeli ve değiştiremeyeceğin şeyler için duyduğun üzüntüyle kapana kısılmış hissetmeni istemiyorum.”
“Şu anda neler hissettiğimi tarif edebileceğimi sanmıyorum.” Karnım ağrıyordu, boğazımda bir yumruyla nefes alıyor, zorlukla yutkunuyordum. Daha babamla yüzleşmeyi başaramamışken, bu hamilelik haberini gerektiği gibi sindirebileceğimi sanmıyordum. Tüm bunlar babamın teşvikiyle mi olmuştu?
“Bana neler düşündüğünü anlat,” dedim kendi düşüncelerimden uzaklaşmak için. Karan’ın bana karşı dürüst olacağına güveniyordum ve onun söyleyeceği herhangi bir şeyin bana iyi geleceğini biliyordum, her ne kadar gerçekler acı verici olsa da.
“Bebeğin babasını biliyormuş gibi görünmüyor ve şu anda bunu öğrenebilmesi mümkün değil. Bence Eymen’e o notu yazdığında zaten hamileydi. Belki baban teklifte bulunduğunda bile hamile olabilir, kim bilir? Bahar’ın diğer birlikte olduğu adam tekin biri değil. Kendini bildi bileli bu dünyanın içinde olsa da çocuğu için benzer bir hayatı seçeceğinden şüpheliyim. Bence kendini bir an önce Eymen’e kabul ettirmeye çalıştı. Çaresizdi.”
“Ama Eymen öldürüldü,” dedim sesli düşünerek. “Planları yattı. O zaman biri bebeğin varlığını öğrenmiş ve Eymen’den olduğunu düşünmüş olabilir mi? Belki de ilişkisi olduğu diğer adam?”
“Bahar hakkındaki gerçeği öğrendikten sonra adamı izlemeye gittim. O saatte bir şey bulamadım tabii ama Bahar’ın hamile olduğunu bilse onun o evde, kendisinden uzakta, o şartlarda yaşamasına izin vermezdi. Bahar’ı eşi olarak seçmeyebilir ama sırf egosunu tatmin etmek için bile olsa ona daha iyi şartlar sunmaya çalışır.”
“O zaman kim?” diye sordum. Karan’ın çenesi kasıldı. Düşündüğünü ve henüz doğru cevaplara ulaşamadığı için canının sıkıldığını görebiliyordum.
“Bilmiyorum ama çözeceğim.”
***
Karan'a her zamanki gibi kıyamıyorum. :(
Annesini kaybetmesi de babasıyla ilgili kendini suçlaması da beni üzüyor.
Bölüm nasıldı? Umarım keyif almışsınızdır. Artık sona yaklaşıyoruz. Tahminime göre 35. bölüm gibi bitireceğiz. O zamana kadar da her şey patır patır ortaya çıkacak ama heyecanlı bolca sahnemiz var, merak etmeyin. :D
Haftaya görüşürüz. :?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |