
*Devin*
Pazar gününün tamamını evde geçirmiştik. Karan bu sefer bildiği her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmıştı; Eymen’in çalıştığı adamları, bilgisayarımdaki dosyada yer alan isimlerin kimlere ait olduklarını, o adamların neler yaptıklarını ve içlerinden herhangi birinin Eymen’i öldürmek için hangi olası sebeplere sahip olabileceklerini açıklamıştı. Daha önceden kafam karışıksa şu an tam bir bataklıktı. Bu bilgilerle ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Hatta kısa bir süre içinde unutacağımdan emindim.
Bir de üstüne babama hiçbir şey anlatmamamı ve konuşmalarımı kısa tutup nerede kaldığımı ya da ne gibi gelişmeler olduğunu söylememi istemişti. Diğer her şey için açıklaması varken özellikle bunu neden istediğini söylememiş, “Bana güveniyor musun?” diye sormuştu. Gözlerimin içine öyle bir bakmıştı ki tereddütlerim olduğunu ve korktuğumu itiraf edememiş, her şeye rağmen ona güvendiğimi hissettiğim için evet, demiştim. Böylelikle babamla yüzleşmemi bir sonraki tarihe ertelemek zorunda kalmıştım; bundan şikayetçi olduğumu söyleyemezdim.
Burçin ve Pars’ın bazı isimlerin izini sürdüğünü, kendisinin de Levent Topaz’ı araştırmaya devam edeceğini söylediğinde ise gerilmiştim. Başta Karan’ın etrafına yaydığı tehlikeden korkarken şimdi onun için korkuyordum. Her şey elimden öylece kayıp giderken ona bir şey olması düşüncesi… bu duyguyla baş etmekte zorlanıyordum.
Yüzümdeki ifadeden apaçık ne düşündüğüm ortada olmalıydı çünkü Erdem’le buluşup radyo binasına gitmek için arabasından inmeden önce, “Bu yalnızca nasıl hissettiğimin ufak bir yansıması,” demişti. “Seni bıraktığım her seferinde korkudan ödüm kopuyor.”
Bu o kadar ham o kadar dürüst bir itiraftı ki, karnımda bir ağrıyla yanından uzaklaşırken bizi bekleyen günlerden eskisinden daha çok korkmaya başlamıştım.
Geçirdiğimiz en yoğun, en güzel programlardan birinin sonunda Mustafa Bey ile işe gelmeye devam edeceğimi konuşmuş, onu ikna etmiştim. Şu anda yapılacak en ufak bir değişiklik, eğer Karan’ın tahmin ettiği gibi bizi izleyen gözler varsa dikkati daha çok üzerime çekmeme neden olurdu. Ardından Erdem’le birlikte Karan’ın evine geri dönmüştük. Eve sapasağlam girdiğimi gördükten sonra beni bırakıp gitmişti. Koca bir günü ve geceyi yalnız geçirmeyi beklemiyordum ama görünüşe göre Karan işi sonuçlandırmaya kararlıydı.
Gecenin bir yarısı eve döndüğünde onun varlığını hissederek uyanmış, henüz bir sonuç alamadığını yüzüne baktığım gibi anlamıştım. Kollarımı açıp ona açık bir davet sunmuş, beni ağır ağır kendine ait kılmasının tadını çıkardıktan sonra bir öncekinden daha derin bir uykuya dalmıştım. Sabah kalktığımda evde değildi.
Sonraki günlerde benzer bir tempoda geçti. Onu upuzun saatler boyunca görmeden, mükemmel manzarası ve konforuyla huzur verse de şu an için bir çeşit hapishane olan evinin dört duvarının arasında yalnızlığımla mücadele etmiştim. Her zamankinden daha çok tüm bunları geride bırakacağımız günleri düşünmüş, bize ne olacağını merak edip durmuştum. Bunu yüksek sesle dillendirmeye gücüm ya da cesaretim yoktu ama kalbim bir süre önce sadece bana ait olmaktan çıkmıştı. Ve bu duygu dizlerimin bağını çözüyor, aldığım her nefeste tatmadığım bir heyecana kapılmama neden oluyordu.
Karan’la her şey çok yoğun, çok fazlaydı.
Çarşamba günü geldiğinde sadece sabaha karşı sevişmelerle yetinemeyecek kadar dolmuş durumdaydım. Karan’ın da benzer bir durumda olduğunu biliyordum çünkü her sevişmemiz bir öncekinden daha acımasız, daha hoyrat oluyordu. Elinin boğazımı sardığı, nefesimi benden kolaylıkla çalabileceğini gösterdiği tüm o anlarda gözlerini bu dünyaya ait olamayacak kadar ilkel ve karanlık bir duygunun ele geçirdiğini görebiliyordum. Deliliğin eşiğindeymişiz gibi birbirimize tutunuyor, açlıkla saldırıp birbirimize ait bir parça daha koparabilmek için adeta savaşıyorduk.
İçimi öyle derinden öyle güzel dolduruyordu ki, onun nerede başlayıp benim nerede bittiğimi fark edemiyordum. Tenimde ellerinin gezmediği en ufak bir noktam kalmamış olmalıydı, bundan emin olmak ister gibi yatağa girdiği her seferinde sadece bana dokunarak dakikalarını harcıyordu. Parmaklarının sert uçlarını benlerimin üzerinde gezdiriyor, gözleri elini takip ederken içleri arzuyla, hayranlıkla ve adını koyamadığım onlarca duyguyla dolu oluyordu.
Benim gözlerimin de benzer duygularla dolu olduğundan emindim çünkü ona dokunmadan duramıyor ve bundan büyük bir zevk alıyordum. Kendini giderek bana daha çok açıyor, yanımda çok daha özgür ve geçmişinin prangalarından kurtulmuş gibi hareket ediyordu. Gecenin karanlığında ışıkları açıyor, onu görmem için bana izin veriyor, ben ona; tenine, yara izlerine ve dövmelerine taparken bana nefesimi kesen, boğazımdan sert bir viski gibi akan o gözlerle bakıyordu.
Sarhoştum. Onun varlığına, dokunuşlarına, bakışlarına, sesine ve kokusuna tamamen kapılmış durumdaydım. Başım tüm bu duyguların yoğunluğuyla dönüyordu. Kendimi tepemizdeki kara bulutların yaratacağı yıkımdan kaçabilecek kadar güçlü duvarlarımızın olması için dua ederken buluyordum.
Hafta sonu geldiğinde tahammül sınırlarımın dışındaydım. Yalnızca geceleri ve bazen de sabahları birkaç saatlik görüşmelerimiz yetmemeye başlamıştı. Sonunda regl olmuştum ve ilk iki günü şiddetli ağrılarla geçirmiştim. Sevişmelerimiz şefkat dokunuşlarına dönüşmüştü ve ona olan özlemimim yanımda olduğunda bile dinmemesine rağmen buna bayılmıştım.
Sıcak su torbası hazırlayarak karnıma koyması, elinin sürekli ağrıyan noktalarımda gezinip hafif dokunuşlarla okşayarak beni rahatlatmaya çalışması, sinirlerim bozulup ona çıkıştıkça bana gördüğüm en sıcak, kanımı ısıtan gülümsemesiyle bakması ve eve benim için Erdem’le çeşitli tatlılar yollaması… o sahip olabileceğim en iyi katil sevgiliydi.
Kapı çaldığında salondaki kanepeden iç çekerek ama biraz da heyecanla kalktım. Karan’ın gelmediğini biliyordum. Gecenin geç vakitlerinden önce dönmeyeceğini söylemişti. Hastalığım bu sabah itibariyle bitmişti ancak Karan’ın bundan haberi yoktu, ona söyleyecek vakti bulamamıştım. Şimdi de muhtemelen Erdem’i yine bana tatlı ya da herhangi bir şey getirmesi için göndermişti. Erdem’in bu işten nefret etmeye başladığını görüyordum ama ikimiz de itiraz edecek konumda değildik. Karan kontrolü biraz olsun elinden bırakmıyordu.
Çok sıkılmıştım. Belki Erdem’i evde kalmaya ve birlikte bir film izlemeye ikna edebilirdim. Her nedense bu konuda da çok katılardı. Karan yokluğunda, Erdem’in sürekli dışarıyı izlemesini istiyordu. Erdem, bir ihtimal birileri harekete geçerse bu evin kapısına ulaşana kadar karşılarında duracağı gizli tehlikeydi. Burada olduğumuzu bilebileceklerini sanmıyordum ama ondan daha iyisini bileceğimi iddia edemezdim.
Zil bir kere daha çaldığında salondan çıkmıştım.
Kapıyı açmadan, “Geldim,” diye seslendikten sonra isyan ettim. “Ama artık tatlı istemiyorum.”
Sözlerimin sonuna doğru kapıyı açmıştım ve karşımdaki kişi kesinlikle Erdem değildi. Karşımda, kahverengi dalgalı saçları omuzlarını aşan, parlak yeşil gözleri panikle açılmış, biçimli dudaklara sahip, benim boylarımda bir kadın duruyordu. Zarif, küçük burnu soğuktan kızarmıştı. Kaşe gri kabanının yakasını boynuna kadar iliklemiş, lastik tabanlı botlarının üzerinde gerginlikle hareket ediyordu.
“Sen kimsin?” diye sorarken zihnim cevaplara hızla ulaşmak için onu baştan ayağa defalarca süzdü. Karan’ın kapısına kadar ulaşabildiğine ve Erdem onu durdurmadığına göre ekipten biri olabileceğini düşündüm, yine de bana neden haber vermemişti? Bu çok da olası değildi. Ona bakmaya devam ederken ekipten biri olamayacağı kanısına vardım. Onda ne Burçin’deki ne de kurtardıkları kızları eve getiren Selin’deki duruş yoktu. İkisinin de belalı olduğunu anlamak için açık bir gözle bir kez bakmak yetmişti. Oysa bu kadın eline silah alamayacak kadar normal görünüyordu. Benim kadar normal.
Belki de Karan’ın ve ekibinin yardım ettiklerinden biriydi; yaşı benden büyük duruyordu. Karan’a çok daha yakın… Ayrıca Karan’ın kurtardığı kişileri kendi evine getirdiğini ve bile isteye gizliliğini ihlal ettiğini sanmıyordum.
Ortada daha hiçbir şey yokken göğsümün sıkışmaya başladığını hissettim. Bu kadın Karan’ın sevgilisi olabilir miydi? Sonuçta Eymen beni gözlerimin önünde senelerce aldatmayı başarabilmişti. Şimdi düşününce Eymen hakkında çok daha fazla şey biliyor olmama rağmen, senelerimizi aynı evde geçirmemize rağmen bunu yapabilmişti. Karan’ı ne kadar tanıyordum? Bir haftadır eve doğru düzgün gelmiyordu bile. Midemin bulandığını hissederek nefesimi tuttum.
Kadın az önceki şaşkınlığını ustaca bastırıp, “Pelin,” dedi. “Adım Pelin.”
***
Adının anlamı hoş kokulu bitkiydi. Bunu yapmayı bırakmalıydım ama aklımın çalışma hızına bazen yetişemiyordum. Hoş kokup kokmadığı ya da isminin ona yakışıp yakışmadığı önem sıralamasının en altında bile yer almıyordu.
Ne yapacağımı bilemediğim birkaç dakikayı o kapının önünde, kadının isminin anlamını düşünürken muhtemelen suratına boş boş bakarak geçirdim. İçeri davet etmeli miydim, yoksa kapıyı suratına mı çarpmalıydım? Belki de giden ben olmalıydım. Burada ne işim vardı?
Kapıyı genişçe açıp geçmesi için ona yer açarken ne düşündüğümden emin değildim. İçgüdülerimin beni yönlendirmesine izin verdim.
“Her kimsen kapıda konuşmayalım.”
Kafasını sallayarak içeri girdi. Botlarını çıkarıp ben ona göstermeden salona doğru ilerlerken adımlarında en ufak bir tereddüt yoktu. Karan’ı tanıyordu ve daha önce bu eve kesinlikle gelmişti. Tanrım, cidden nefes almakta zorlanıyordum.
Arkasından onu takip ederken, “Daha önce buradaydın,” dedim. Sesim duygularımı fazlasıyla ele veriyordu, elimde değildi.
Kabanını çıkarmak için düğmelerine uzanırken yan dönüp bana kafasını salladı. Dudakları hüzünlü bir gülümsemeyle kıvrıldığında onun ne kadar güzel olduğunu fark edince canım yandı. Ben özgüvensiz biri değildim. Kendimi beğenir, sever, gerektiği gibi takdir ederdim. Şimdi hissettiğim bu aptal duyguya ne demeliydi? Eymen’in acı darbelerinin bir sonucu muydu? Artık hem kendimden hem de karşıma çıkan her adamdan şüphe mi duyacaktım?
“Çok uzun zaman önce,” dediğinde bir nebze olsun rahatladım. Yine de bu gerçek, bu evin dışında görüşebilecekleri gerçeğini değiştirmezdi. Neden buradaydı? Bahar’ın aksine, varlığımdan haberdar olup duruma el koymaya mı karar vermişti? Belki de bana Karan’ın hayatından çıkmam için gözdağı verecekti. Birbirlerini çok uzun zamandır sevdiklerini itiraf ederek, ondan uzak durmamı isteyebilirdi. Karnıma yerleşen ağırlıkla ayakta durmakta zorlanarak karşımdaki bu güzel kadını incelemeye devam ettim.
Kanepeyi işaret ederek, “Oturabilir miyim?” diye sordu. Siyah taytı uzun bacaklarını güzelce sarmıştı. Üzerine giydiği açık gri kazak vücuduna oturuyor, zayıflığını gözler önüne seriyordu. En ufak bir fazlalığı yoktu. Dikkat çekmek için çaba göstermediği de belliydi. O doğaldı. Doğal bir şekilde güzel ve biraz narindi. Bu iki güzel insanı yan yana yerleştirmek için harekete geçen zihnimi sarsmak istiyordum. Bile bile kendime neden acı çektirmeye çalışıyordum?
Ona hayır, demek istedim. Burada olmamalıydı. Onu gönderip bu evin içindeki varlığını silmek için zihnimi terbiye etmeliydim. Ağzımdan çıkan cevap bu olmadı.
“Tabii…” dedikten sonra onun büyük kanepeye yerleşmesini bekledim ve ben de yanındaki tekli koltuğa oturdum.
Bir ona bir ağaçların üzerine gölge düşüren gri gökyüzüne bakıyordum. Ne diyeceğimi ne soracağımı ya da ne yapacağımı bilmiyordum. Erdem’i aramayı düşünerek yerimde doğruldum. Bana haber vermemesinin sebebi etkisiz hale getirilmiş ya da atlatılmış olması olabilir miydi? Kimsenin göründüğü gibi olmadığını söyleyen sesi kulağımda yankılanmaya başlamıştı. Belki de tehlikeli biriydi. Ya da Karan’a affedilemez bir şey yapmıştı ve burada olmayı kesinlikle hak etmiyordu. Onun yanında tehlikede olabilir miydim? Siktir. Bunu nereden bilebilirdim?
“Ali’nin burada olmayacağını, hatta evde birinin olabileceğini düşünmedim. Kusura bakma, lütfen.”
Ali? Siktir. Siktir. Siktir. Kesinlikle kusmak üzereydim. Bu kadın, Pelin… Tam da tahmin ettiğim gibi Karan’ın geçmişinden biriydi. Benim asla fikrimin olmadığı, Karan’ın anlattıklarından daha fazlasını bilemeyeceğim bir geçmişin parçasıydı.
Onu ne kadar tanıyordu? Ne iş yaptığını biliyor muydu? Bir zamanlar asker olduğunu, korkunç bir patlamada yaralandığını, kendini herkesten saklayıp gölgelere uyum sağladığını, hatta onu sahiplenip bu karanlığın içinde diğer insanlar için ışık olmaya karar verdiğini?
Ailesiyle tanışmış mıydı? Karan için önemli olan ve yokluklarıyla onun canını acıtıp kalbinde iz bırakan o iki insanla karşı karşıya gelmiş miydi? Bunu umursamamalıydım. Hangimizin geçmişi yoktu ki… Yine de… kalbimin sızlamasını önleyecek gücü kendimde bulamıyordum.
Kalkıp gitmeyi düşündüm. Karan döndüğünde burada her ne dönüyorsa kendisi halledebilirdi. Bunun bir parçası olmak ya da onların birbirlerini gördükleri o ana tanık olmak istemiyordum. Pelin doğruyu söylüyorsa bu eve uzun zamandır gelmemişti. İyimser yanımı dinleyerek dışarıda da görüşmediklerini varsayarsam ve… ve ne? Bilmiyordum. Neden ayrıldıklarını ve şimdi neden bu evde olduğunu bilmiyordum. Ne olacağını bilmiyordum.
Bu sabah sırtımda gezinen dudaklarının anısıyla kalbimin sıkıştığını hissederken geçen dakikaların yarattığı hasarı göz ardı edip kalbimin sesini dinlemeye çalıştım. Karan benimleydi. Benimdi. Değil mi? Az önce kanepede uzanmış, aramızdaki şeylerin bir arada olduğumuz iki haftada ne kadar değiştiğini düşünüyordum. Kendimi ona ne kadar kaptırdığımı, dizginlerinden salınmış gibi bana olan bakışlarının nasıl özgürleştiğini… Her sevişmemizde beni asla bırakmayacağını fısıldıyordu. Korkup kaçmamı, yine de nereye gidersem gideyim beni bulacağını söylüyordu.
Bakışlarımı Pelin’e çevirdiğimde daha çok kendim gibi hissediyordum. “Neden buradasın?” diye sordum. Kesinlikle neler olup bittiğini çözmek için Karan’ı beklemeyecek, kaçıp saklanmayacaktım.
“Ben… özür dilerim,” dedi az önceki hüzünlü tebessümüyle. “Seni rahatsız etmek ya da huzursuz hissettirmek istemedim ki böyle hissetmekte haklısın. Âşık olduğum adamın evine tanımadığım bir kadın gelse ben de diken üstünde olurdum.” Yumuşak bir kahkaha atarak kafasını iki yana salladı. “Açıkçası sen durumu benim yapabileceğimden çok daha iyi idare ediyorsun. Ben kapıyı yüzüne çarpıp sonrasını düşünmeden gizliden gizliye yaşadığım öfke kriziyle uzaklara kaçardım.”
Aynı şeyi düşündüğümüzü ve bunu uygulamaktan birkaç nefes uzakta olduğumu söylemedim. Dudaklarımın onun kibar gülümsemesine uyum sağladığını fark ettiğimde kendime şaşırdım ancak bu bir an sürdü.
“Bak, kaba davranmak istemiyorum ama…” Duraksadım. Hayır, bundan çok daha fazla kaba davranmak istiyordum. “Aslında istiyorum,” diye düzelttim kendimi. “Kim olduğunu ve neden burada olduğunu bilmiyorum ve açıklamazsan gitmeni istemek zorundayım.”
Gülümsemesi kaybolsa da agresif tavrımdan yeterince etkilenmiş gibi görünmüyordu.
“Ali’nin bana ihtiyacı olabileceğine dair bir mesaj aldım. Kimin gönderdiğini bilmiyorum ama birliğinden biridir diye düşündüm. Ona yakın, ailesinden kimsenin kalmadığını biliyorum.”
Beni anladığını söylemesi, kibarca gülümsemesi ve son derece asil davranmaya devam etmesi umurumda değildi. Sözleri kalbimi kırmaya devam ediyordu. Çocuk kalmış, yara bere içinde sürünen bir yanım, yalnızca bana ait bir şeyimin bir kez daha olmadığı fikriyle isyan ediyordu. Belki bugün Karan kendini bana açmıştı ama bunu daha önce bir başka kadına da yapmıştı. İçimdeki ilkel, alevlerle kükreyen vahşi yanım o benim, diye haykırmak istiyordu. Daha önce herhangi birine karşı böylesine yoğun bir sahiplenme duygusu hissetmemiştim, bu yoğunluk mantığımı yok ediyordu.
“Ali ismini artık kullanmıyor,” dedim.
Kaşları çatıldı. “Anlamadım.”
“Neyi anlamadın?”
“Neden ismini kullanmıyor?”
Çok aptalcaydı, biliyordum ama hayalimde bu ufacık zafer duygusunun üzerinde dans ettim. Geçmişi onundu belki ama bugünü bana aitti. Pelin’in Karan’ın karanlığıyla tanışmamış olabileceğinin heyecanıyla biraz daha kendime geldim.
“Önemi yok. Neden burada olduğuna dönelim. Bilmediğin bir numaradan, Ali’nin sana ihtiyacı olabileceğine dair bir mesaj aldın.” Ona Ali demek dilimde iğreti duruyordu. İsminin anlamını taşıyor olsa bile o kesinlikle bir Ali değildi. Yüce, ulu… Hayır. O karanlıktı. Benim karanlığım.
“Evet.”
“Ali’yi arayıp durumu teyit etmeyi düşünmedin mi?”
Sanki bu soru onu incitmiş gibi dudaklarını büktü. “Bende olan numarası kullanılmıyor.” Bakışlarını dizinin üzerinde olan ellerine çevirip kısa, ojesiz tırnaklarına bakarken kafasını bir kez daha iki yana salladı. O da kendi iç sesiyle boğuşuyor olmalıydı. Buraya ne düşünerek gelmişti? Ne bulmayı umuyordu? “Zamanında en zor anlarımda benim yanımda oldu. Eğer bana ihtiyacı varsa onun yanında olmayı düşünmemem imkânsız.” İç çekerek arkasına yaslandı. “Onunla ilgilenmeme izin vermedi ve inan bana bunu istedim. O sadece…” Gözlerimiz buluştuğunda sustu. Her ne söyleyecekse vazgeçmişti. Ona devam etmesini söylemek istedim. Anlatacağı her ne varsa canımı yakacak olsa da dinleyecektim. Ancak bilmem gereken şeyleri Karan’dan öğrenmemin daha sağlıklı olacağını düşünerek vazgeçtim. Birine güveneceksem bu kişi, benim için hayatını ortaya koyan, duygularını söylemekten çekinmeyen, iki haftayı aşkın süredir beni yapabileceği en güzel şekilde seven… Ah… Siktir. Onun beni sevdiğine sahiden inanıyor muydum? Bu sefer kalbim bambaşka bir duyguyla sızladı.
“Gitmen gerekiyor,” dedim lafı uzatmadan. “Geldiğini ona söyleyeceğimden emin olabilirsin. Söz veriyorum ama burada, benimle birlikte onun gelişini beklemene izin veremem.”
Anlayışla dolu olan gözlerini görmek istemesem de bakışlarımı kaçırmadım. Ayağa kalktım ki bana uyum sağlasın. Hareketlerimi taklit ederek doğruldu, şimdi karşı karşıya duruyorduk. Birbirimizden o kadar da farklı değildik. En azından adamın bir tipi vardı. İçimden geçen düşüncelerin sinirlerimi bozmasına karşı koyamazken kapı büyük bir kuvvetle açıldı.
Ve işte, oradaydı.
Bakışlarımız buluştuğu anda onun sadece benim olduğunu ve karanlığının beni sarıp her şeyden korumak için geldiğini biliyordum. Kendimden bile.
***
Devin'e kıyamam ya...
Ama Pelin de kötü kadın değil, onu da bilelim. :D Hatırlıyor musunuz bilmem ama ilk bölümlerde Karan'ın bakış açısında Pelin'den bahsetmiştik. Pelin'in annesinin öldüğü zaman mezarlıkta tanışmışlardı.
Neyse... Onların ki bitmiş bir aşk hikayesi tabii de neden burada? Kim yolladı bu kadını?
Eh bu sorular için bir sonraki bölümü beklemeniz gerekecek.
Öptüm. :*
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |