
*Devin*
Onları salonda yalnız bırakmak sandığımdan daha kolay oldu. Karan’ın eve girdiği andan itibaren gözlerinin ve ellerinin üzerimden bir an olsun ayrılmamasının etkisinin olmadığını söylersem yalan söylemiş olurdum. Ona olan güvenimin sarsıldığını görmek en büyük kabusuymuş gibi büyük bir dikkatle beni incelemiş ve davranışlarını buna göre şekillendirmişti. Bunun için ona minnettardım. Ayrıca ona bakmıştım. Ona bakmış, gözlerinin ardında yatan tüm duyguları görmüştüm. Bir zamanlar o kadına karşı her ne hissediyorduysa şu an ufacık bir parçası bile içinde yer almıyordu. Tam da bu yüzden konuşmaları için onları yalnız bırakmak yapılacak en doğru hareketmiş gibi gelmişti.
Mutfakta, filtre kahve makinasında üç kişiye göre hazırladığım kahvenin demlenmesi için beklerken seslerini duyabiliyordum. Karan özellikle yüksek perdeden konuşuyor, söylediklerinin yalnızca Pelin değil, benim tarafımdan da duyulmasını arzuluyormuş gibi davranıyordu. Bu komikti. Tezgâha yaslanmış, karafa damlayan şıpırtıları dinlerken onun bu çocuksu davranışı geçen yarım saatin yarattığı tahribatı hızla yok ediyordu. Onu seviyordum. Vay canına. Bu adamı gerçekten çok seviyordum.
Pelin’in, “Kim bana neden böyle bir mesaj atabilir?” diye sorduğunu duydum.
Karan, “Senin dert etmeni gerektirecek bir durum yok,” diyerek ona güvence verirken, daha fazla sorunun önünü kesmeye çalıştı.
Hızla birbirini takip eden birkaç cümlenin ardından, “Seni aramak istedim,” dedi Pelin. “Bunu nasıl karşılayacağını bilemediğim için yapmadım. Sen… gitmemi isterken çok nettin ve ben…”
“Pelin,” diyerek onun sözünü kesti Karan. “Sana her zaman saygı duydum ve değer verdim, biliyorsun. Ancak o günlere dair konuşacak hiçbir şeyimiz yok. Niyetinin kötü olmadığını biliyorum ama değer verdiğim birinin yanlış düşüncelere kapılmasına da izin veremem.”
“Onu seviyorsun,” dedi Pelin. O anda Karan’ın yüzünü görebilmek isterdim. Gözbebekleri irileşmiş ve sarılarını ele geçirmiş miydi? Dudakları bu hissin içinde yarattığı tadı çıkarmak istiyormuş gibi hafifçe kıvrılmış mıydı?
Karan cevap vermedi, sessizliğini şaşırtıcı bulsam da konuşmanın devam etmesini bekledim.
Birkaç nefeslik süreden sonra Karan, “Bir şeye ihtiyacın var mı?” diye sordu. Korumak, kollamak, sorun çözmek onun bir uzantısı gibiydi. Kırılgan bir yanım onun ilgisini ve şefkatini paylaşmaktan nefret ediyordu ama kalbimi ona kaptırmama neden olan da böyle biri olmasıydı. Onu değiştiremezdim, zaten bunu hiçbir şekilde istemiyordum da. O bu dünyanın karanlığına ait olup da başkalarına ışık olmak için mücadele eden bir savaşçıydı. Yaşadığı ve yaptığı şeyleri görüp öğrendikçe ona olan hayranlığım giderek artıyordu.
“Hayır, teşekkür ederim. Ben iyiyim,” dedi. Kısa bir an duraksadıktan sonra, “Nişanlandım ama devam edemedim. Şimdi de biriyle görüşmeye başladım.” Yumuşak bir kahkaha attı. “Senin… yani sizin sahip olduğunuz şeye sahip olduğumdan emin değilim, yine de mutluyum.”
Yaşadıklarımızın, paylaştıklarımızın özel olduğunu biliyordum. Eski evimin kapısının arkasında saklandığım ve Karan’ın karşıma çıktığı o andan beri bizi birbirimize bağlayan görünmez ama fazlasıyla güçlü bir ipin varlığını hissediyordum. Son günlerde ise bu bağ kendini hiç olmadığı kadar göstermeye başlamıştı. Ayrı kaldığımız her an o ip gerildikçe geriliyor, sınırlarını genişletiyor ama daha fazla uzak kalmamamız için direnip bizi bir kez daha birbirimize çekmeye çalışıyordu. Gecenin bir yarısı ya da sabahın ilk ışıklarında eve öyle bir açlık ve özlemle dönüyordu ki, onu soluduğum ilk ana kadar rahat bir nefes alamadığımı fark ediyordum.
“Özür dilerim.”
Karan’ın dudaklarından dökülen bu iki kelimenin anlamının derin olduğu belliydi. Neden özür dilediğiyse benim için tamamen bir soru işaretiydi. Demlenen kahveleri kupalara koyarken Pelin’in vereceği tepkiyi bekledim ama sessiz kaldı.
“Seni ittiğim, kendimden uzaklaştırdığım ve bundan çok öncesinde senelerini beni bekleyerek geçirmene neden olduğum için özür dilerim.”
Bu bir kapanıştı. Karan’ı asla benim tanıdığım gibi tanıyamayacak olan kadın için bir parça üzülsem de artık gitmesini istiyordum. Karan’a dokunmaya, yalnızca birbirimize ait olduğumuzu hissetmeye ve kollarında bir kez daha kendimi bulmaya ihtiyacım vardı.
Kahve kupalarını dizdiğim ufak tepsiyle salona girdiğimde ikisini aynı bıraktığım gibi buldum. Oturmamışlardı, hatta Karan herhangi bir yöne bir adım bile atmamıştı.
“Kahve için teşekkür ederim ama gitmem gerekiyor.” Pelin Karan’a bakarak sadece selam verir gibi kafasını salladı. Ona dokunmaya çalışmadığı için o kadar rahatladım ki elimdeki tepsiyi tutmakta zorlandım. Sarılmalarını görmeye tahammül edebileceğimi sanmıyordum.
“Sorun değil,” demeye zorladım kendimi. Kibarlık yaparak kahvesini içmesi için ısrar etmem gerektiğini biliyordum. Yine de sustum.
Benim yanıma geldiğinde nazik bir gülümsemeyle yüzüme baktı. “Buraya gelmemem gerekiyordu, üzgünüm,” dedi. “Seni rahatsız etmek istemezdim.”
İçimden Karan’dan başka kimsenin üzerimde bir etkisi olamayacağını söylemek gelse de yok yere kadına saldırmış olmam anlamsızdı. “Etmedin,” diyerek sadece gerçeği dile getirdim. Karan’ın eli sırtımda hafifçe gezdikten sonra elimden tepsiyi aldı. “Seni geçireyim.”
Karan’ın bunu bilerek yaptığını biliyordum. Konuşmanın, evin, ilişkimizin, her şeyin kontrolünü şu anda bana veriyordu. Nefesimi çaldığı hızla kalbimi çalan ve hayatımın her noktasına en ufak bir pişmanlık duymadan müdahale eden bu adam, ihtiyacım olduğunu bildiği anda ipleri kolayca bana teslim ediyordu.
Pelin’in kabanını ve botlarını giymesini beklediğimden fazla uzun sürmüştü. Kapıdan çıkmadan önce arkamdaki sarsılmaz varlığını hissettiğim adama ve bana hafif bir tebessümle baktıktan sonra asansöre doğru yürürken resmen saniyeleri sayıyordum. Karan beni beklemedi ve asansörün kapıları daha kapanmadan evin kapısını sertçe kapadı. Bir an sonra yanağım soğuk, çelik kapıya yaslanmıştı. Sağ eliyle dağınık bir topuz şeklinde duran saçlarımı kavrarken diğer eli belimin kıvrımından geçerek kalçama yerleşti. Gövdesinin ağırlığını üzerime verdiğinde kapıya daha çok yaklaşmaktan başka çarem kalmamıştı.
“Bana olan güveninin, beni bugüne kadar en çok tahrik eden şey olduğunu söylemiş miydim, ptičica?”
Saçımı çekerek artık alıştığım ve daha fazlasını arzuladığım bir acı dalgasının vücuduma yayılmasını sağladı.
Nefesim kesilerek, “Ha-hayır,” dedim zorlukla.
“Mükemmelsin, ptičica. Harikasın. Ve benimsin.”
“Seninim,” derken hayatım boyunca başka hiçbir şeyden bu kadar emin olmamıştım.
***
*Karan*
En ufak bir tereddüt bile duymadan bana ait olduğunu söylemesi kan akışımı hızlandırdı. Bugünü elde etmek için çok uzun zaman beklemiştim. Bana ne yaptığının, neler vaat ettiğinin farkında mıydı? Onu hiçbir zaman bırakmayacağımı biliyordum, evet ama şimdi gerekirse onu bir kafese kapatacağımı ve bundan zerre rahatsızlık duymayacağımı da biliyordum. Gün gelir de karşımıza çıkan şeyler ona fazla gelirse, onu kendi ellerimle inşa ettiğim o kafese hapseder ve kendini bana tamamen teslim ettiği bu anı ona hatırlatana kadar geri kalan ömrümün her bir saniyesini harcardım.
“Ve sadece benim olacaksın. Tıpkı benim sadece sana ait olduğum gibi.”
Sızlanarak kalçasını bana yasladı. Dakikalardır o kadar serttim ki sıcacık, ıslak amının içine yerleşeceğim o an için ölüyordum. Onun da benim kadar acı çektiğini, bir an önce beni içine almazsa kendini kaybedecekmiş gibi hissettiğini biliyordum.
“Biliyorum,” dedi. “Benim olduğunu biliyorum.”
“Aferin, küçük kuşuma.”
Boynuyla omzu arasındaki o hassas deride dişlerimi gezdirerek onu hafifçe ısırdığımda kendini bir kez daha bana doğru itti. Kalçasında duran elimi taytının önüne götürüp iki kat kumaşa rağmen dışarı taşan ıslaklığını avuçladım. İniltisi o kadar tatlıydı ki gözlerimi yumup burnumu saçlarında gezdirdim.
“Öyle güzel kokuyorsun ki…” Yasemin kokusu hâlâ yerli yerinde dursa da kokularımız geri dönüşü olmayacak şekilde birbirine karışmıştı. Bir süredir hiç olmadığı kadar benimmiş gibi kokuyordu. İçimden vahşi, gözleri kör eden, ilkel bir yaratık çıkıyor ve her seferinde ona sertçe sahip olmam için bana meydan okuyordu. Karşı koyamıyordum. Devin’in de karşı koymamam için sabırsızlandığını fark ettiğimden beri bu hissi kucaklıyordum.
Taytını ve incecik külotunu sabırsızca kalçasından aşağı indirip açıkta kalan yumuşacık sıcaklığına iki parmağımı soktum. Büyük bir hızla elime akmaya başlarken, kalçaları çaresizce daha fazlasını arzulayarak hareket etmeye başladı. Sikimi kıçına yaslayarak onu durdurdum.
“Şşş…” diye mırıldandım. “Hemen bitmesini istemezsin, değil mi?”
“Çok uzun zaman oldu,” diye sızlandı. “Lütfen…”
Dört gün. Sırf onu kendi vücudunun içinde rahatsız hissettirmemek için ondan uzak durduğum siktiğimin dört günü geçmişti. Hasta olup olmaması sikimde bile değildi ama onu bekleyebileceğimi, aramızdaki her şeyin sadece seksten ibaret olmadığını görmesini istemiştim. Onun yanında olduğum her saniye on üç yaşında bir ergen gibi sertleşen sikimle yaşamaya alışmış olsam da ona ait olan sadece bu değildi. Kalbim, aklım, şefkatim, yalnızlığım, karanlığım ve onun varlığıyla kendini göstermek için hevesli olan ışığım, geçmişimin en boktan yanları ve onunla kurmak istediğim geleceğim… hepsi onundu. Bunu görmesini istemiştim.
“Görüyorsun, değil mi?” diye sordum umutsuzca bunu ondan duymak için. “Gördün… Her şeyimle senin olduğumu biliyorsun.”
“Biliyorum, Karan. Lütfen… al beni.”
Avucuma damlayan ıslaklığında parmaklarımı gezdirip klitorisini ovalarken titremeleri arttı. Boynuna sayısız öpücük bıraktım. Onu emdim, yaladım. Kulağının hassas kenarını dişledim. Onun için ne kadar sert olduğumu hissetsin diye kendimi ona bastırırken, içine üçüncü bir parmağımı daha ekledim.
“Tamam,” dedim. “İstediğini al. Parmaklarımı kullan, ptičica.”
Dağınık, düzensiz hareketlerle elimin üzerinde sallandı. Kapıya yasladığı ellerinden biriyle boynuma uzanıp kafamı kendine çekerken dudaklarımı ona duyduğum açlığın bir yansımasıyla yakaladı. Saçlarındaki elimi bırakıp kazağına uzandım. Onu yukarı sıyırıp göğüslerini açığa çıkardım ve elimle dolgun memelerinin arasında hiçbir engelle karşılaşmamanın tadını çıkardım.
Onu avuçladığımda ağzımın içine inleyerek yara izimi dişleri arasına sıkıştırdı. “Daha sert,” dedi boğuk bir sesle. “Lütfen.”
“Yalvarmana bayılıyorum, Devin.” İstediği gibi göğsünü daha sert sıkıp onu avuçlarken meme ucunu parmaklarımın arasına sıkıştırıp çektim. “Devam et, iste.”
“Seni istiyorum,” dedi. “Sikini içimde hissetmek istiyorum. Ağzımda, içimde…”
“Amında,” dedim onun yerine. “Söyle, güzelim. Beni amının en derinlerde istediğini söyle.”
İç çekerek göğsünü elime bastırırken parmaklarım kadınlığının duvarları içinde kapana kısıldı. Gelmek üzereydi. Titremeleri artmış, ıslaklığı bacaklarından aşağı akmaya başlamıştı.
“Seni amımım en derinlerinde istiyorum, Karan. Seni mümkün olan her şekilde istiyorum.”
Kelimeleri ruhumda hayalet izler bıraktı. Görünmüyorlardı belki ama oradaydılar. Ona mümkün olan her şekilde sahip olacaktım. Ağzımın içindeki dilini sertçe emerken, göğsünü sıkıp içindeki parmaklarımın hızını arttırdım. Avucum klitorisine çarpıyor, her seferinde onu sona bir adım daha yaklaştırıyordu. Kendini kaybederken çıkardığı sesler sadece bana aitti. Biliyordum ki kendini daha önce hiç bu kadar özgür bırakmamıştı.
“Evet,” diye fısıldadım. “Evet, al onu.”
Sarsılarak boşaldığında vakit kaybetmeden ellerimi üzerinden çekip onu kucağıma aldım ve salona yürüdüm. Bizi ağaçların üzerinde duran ve gökyüzünde uçan kuşlardan başka kimsenin göremeyeceği geniş camlara onun sırtını yasladım. Ve başından beri istediğim şeyi yaparak karşısında diz çöktüm. Uzanıp taytını ve çamaşırını üzerinden tamamen çıkarırken açıkta kalan karnına öpücükler bıraktım. Yanağımı memelerinin arasına yaslarken birinin ucunu ağzıma alıp sertçe emdim. Elleri saçlarımı kavrayıp onlara sertçe tutunduğunda kafamı eğerek gözlerine baktım ve ilk defa, “Seni seviyorum,” dedim.
Bu kelimeleri dolaylı olarak onlarca farklı şekilde söylemiştim. Onu asla bırakmayacağımı defalarca tekrarlamış olabilirdim. Ama bu gerçeği olabileceği en yalın, en ham haliyle daha önce hiç dile getirmemiştim. Hazır olmasını istiyordum. Beni, kanlı ellerimi, çirkin geçmişimi ve kabuslarla dolu geleceğimi kabul ettiği anın gelmesi için sabırla bekliyordum. Ve Devin, beni güçlü kadınım, her şeye rağmen bunu başarmıştı. Kalbini bana açmış, güvenini bana sunmuştu.
Onu kalbinin üzerinden öptüm. Bunu bana kaç defa yapmıştı? Göğsüme sokulduğu her seferinde dudaklarını kaç kere kalbimin üzerinde gezdirmiş ve bana sessiz sevgisini göstermişti? “Seni seviyorum,” dedim.
Saçlarımın arasındaki parmakları kasıldı. Bir elini saçlarımın arasından geçirip boynuma indirdi. Oradan çeneme ve yanaklarıma uzandı. Parmak uçları dudaklarımda gezerken, “Tekrar et,” dedi. Gözlerimiz birbirinden hiç ayrılmadı. Şimdi yeryüzündeki evim gibi hissettiren, bir gün sonsuzluk boyunca içinde yaşayacağımı bildiğim sıcak topraklar gibiydi gözlerinin rengi. Hem bugün hem sonsuzlukta beni saracaktı.
Gözleri parmak uçlarının dudaklarım üzerindeki hareketini büyülenerek takip ederken, “Seni seviyorum,” dedim.
Gülümsedi. Bu gülümsemeleri ondan son bir haftada sıklıkla çalabildiğimi fark ederek derin bir nefes aldım. Onu sevdiğimi biliyordu. Kalbim muhtemelen hayatı boyunca hiç olmadığı sıcaklık noktasına ulaşarak ısındı. Böyle bir şey mümkün müydü?
“Biliyorum,” diye itiraf etti. “Peki sen biliyor musun, Karan?”
Ellerimi uzatıp yüzünü kavrayarak kendime çektim ve dudaklarını soluksuz bir öpücükle esir aldım. Dilimi ağzının içinde gezinirken dudaklarını emdim. Elimin boğazına inmesine izin verdim ve ellerimin altındaki vücudu beklentiyle kasıldığında homurdandım. Ona bayılıyordum.
“Biliyorum,” diye fısıldadım dudaklarına doğru. “Sadece senin bunu göreceğin günün gelmesini bekliyordum.”
Kendimizi kaybettik. İnlediği, dudaklarını bana daha çok bastırdığı ve ellerinin sabırsızca üzerime uzandığı o anda kelimelerimiz tükenmişti.
Üzerimdeki kazağı çıkarması için ellerimi ondan uzaklaştırdıktan hemen sonra uzandım, burnumu arzusunun kokusuyla sarmalanıp zevkle ısınmış kadınlığında gezdirirken, “Seni seviyorum,” dedim bir kez daha. İnleyerek kendini ağzıma doğru ittiğinde onu uzun bir dil darbesiyle yaladım.
“Tanrım…” diye sızlandı. “Seni çok seviyorum.”
Dilimi girişinde gezdirip daha önce ulaşmadığım o karanlık noktaya ulaşmasına izin verdim. Onu kıçından yaladığımda haykırarak tırnaklarını omzuma sapladı.
“Karan… sen ne…”
“Her yerin benim. Her yerini sahipleneceğim.”
Parmaklarımla kadınlığının dudaklarını aralayarak şişmiş derisine masaj yaparken dilimi kıçının daracık deliğinin etrafında gezdirdim. İki parmağımı ıslaklığının yayıldığı yere sokup arzusu bir kez daha avucuma akana kadar onunla oynadım. İniltileri duymaktan asla bıkmayacağım o müzikti. Kanımı kaynatıyor, ruhumu ateşe veriyor, kalbimi geri dönüşü olmaksızın kendine ait kılıyordu.
İstediğimi elde ettiğimde ise bir parmağımı el değmemiş açıklığında gezdirip ağır ağır, her bir santimini içine ittim.
“Ah… bu çok fazla,” diye sızlandı Devin. Daracık kıçı parmağımın etrafında kasıldı. Hem daha fazlasını almak hem de itip bu baskıdan kurtulmak arasında kalmış gibiydi. “Ben daha önce hiç…”
“Biliyorum, ptičica. Her yerin artık sadece benim.”
Onu esnettim. Biri daha kuru biri sonsuz ıslaklığa sahipmiş gibi durmadan akan girişlerini sahiplenerek amının yumuşak dudaklarıyla kendime ziyafet çektim. O kadar serttim ki kasıklarım acıyla zonkluyor, sikim dikişlerini patlatmak istercesine pantolonumu zorluyordu. Beklemek hiç bu kadar zor ama aynı zamanda tatmin edici olmamıştı.
“Bırak kendini,” dedim. “Bırak ki içine gömüleyim.”
Tırnaklarının battığı yerlerin neredeyse kanamak üzere olduğunu hissederek acıyı zevkle kabul ettim. O inleyip haykırarak bir kez daha boşalırken onu sıkıca tuttum ve zevk sularının her bir damlasını içtim. Uyluklarının içini ve kadınlığının tepesini öpüp ayağa kalktığımda pantolonumun düğmesine uzandım ama Devin ellerimi itti.
Ona baktığımda gözlerinin arzuyla ve kararlılıkla parladığını gördüm. “Sıra bende,” dedi kesin bir dille. Beni tutup sırtım serin pencereye yaslana kadar döndürdü.
Onu belinden kavrayıp durdurdum. “Ah, hayır, ptičica. Benimle sonra oynarsın, içinde olmak için bir saniye daha bekleyemem.”
“İçimde olacaksın. Ağzımda. Sonra ağzıma boşalacaksın.” Uzanıp çenemden öptü ve dudakları boynumdan aşağıya doğru inerken parmak uçlarını özellikle yara izlerimin üzerinde gezdiriyordu. “Belki de göğüslerime boşalırsın.”
Sikim pantolonun içinde hevesle kasıldı. Göğüslerinin menimle yıkandığını görmek kadar isteyeceğim çok az şey vardı. Sonra o meniyi teninden sıyıracak ve Devin’i onunla besleyecektim. Ah… Ona neler yapmak istediğimden doğru düzgün haberi bile yoktu.
Onu bıraktım. “Dizlerinin üzerine çök,” dedim. Sesim, o vahşi yaratığın özgür kalmak üzere olduğunun habercisi gibi arzuyla kalınlaşmıştı. Devin yarı çıplak vücuduyla dizlerinin üzerine çöktüğünde kazağı hâlâ göğüslerinin üzerinde duruyordu. Arzuyla ağırlaşmış ve benim insafıma kalmışken o kadar lezzetli duruyordu ki, içinde olmamaya tahammülüm kalmamıştı. Onu emmek, ağzımın içini yumuşaklığıyla doldurmak istiyordum. Ancak önce ona istediğini verecektim.
Kazağını tutup tek hamlede üzerinden çıkardığımda tamamen çırılçıplak kaldı ve bir kez daha ellerini pantolonumun düğmelerine uzattı. Boxerımla beraber aşağı çekerken sikim serbest kalarak aramızda sallandı. Dudaklarını yalayarak dizlerinin üzerinde yükseldi ve avucuyla dibini tamamen kavrayamazken dilini ucunun etrafında gezdirdi. Homurdanarak kendimi sabit durmaya zorladım. Tadını çıkarması için kısa bir süre de olsa bekleyebilirdim. Sikimin her santimini tükürüğüyle yıkadıktan sonra eliyle beni okşamaya başladı. Aşağı, yukarı. Bu tam bir işkenceydi. Eli sikimi doğru düzgün saramıyordu ve uyguladığı baskı asla yeterli değildi. Beni delirtmek istiyordu.
Bu sırada dudakları ufak bir gezintiye çıkarak karnımda, kasıklarımda ve yılan dövmesinin ulaşabildiği noktalarında gezdirmeye başladı. Dişlerini sürtüyor, dilini üzerinde gezdiriyor, sikimin ağrıyla acı arasında bir yerde avucunun içinde zonklamasına neden oluyordu.
“Bu dövmeni çok seviyorum,” dedi önce. “Ve seni bu şekilde gören kişiyi ölesiye kıskanıyorum.”
Onu anlıyordum. Onun bedeninin herhangi bir yerine kısacık bir bakış atan herkesin gözlerini oymakta hiç tereddüt etmezdim.
“Sadece sen beni böyle gördün, Devin. Söz veriyorum.”
Ona daha sonra, aklımızın daha yerinde olduğu bir zamanda, isterse tüm dövmelerimi nasıl edindiğimi anlatırdım ama şu anda ağzının içinde olmak istiyordum.
“Bana ağzını ver,” dedim. Uzanıp çenesini kavrayarak açması için baskı uyguladım. “Aç.”
İtaati canlandırıcıydı. Ağzını genişçe açıp alabildiği kadar beni içeri davet etti. Dudakları sikimin etrafına kapandı, boğuk bir şekilde inlediğinde sarsıldım. Yanaklarını içine çekerek beni sertçe emmeye başladığındaysa boşalmaya çok yakındım. Siktir. Bu çok hızlı olacaktı.
“Sana uzun süre dayanabileceğimi sanıyorsan, yanılıyorsun.”
“Hmmm…”
Emdi, dilini tattığı en lezzetli şeymiş gibi üzerinde gezdirdi. Dişlerini ara sıra sürterek bana sataşırken ellerinden birini taşaklarıma götürdü ve onları sıkıca avuçladı. Ah… Onu göz kapaklarının ardında yıldızları görene kadar sertçe sikecektim.
Saçlarını elime dolayıp kafasını daha çok geriye eğmesini sağladıktan sonra boğazına çarpana kadar kendimi sertçe ittim. Öğürdüğünü, tükürüklerinin çenesinden aktığını ve gözlerinin sulandığını gördüğümde zevkle haykırdım. Elleriyle dengesini koruyabilmek için çaresizce bacaklarıma tutundu.
“Oyunundan zevk aldığını biliyorum ama oyun bitti, ptičica.”
İnleyerek ağzını benim için daha çok açmaya çalıştı, çenesi gevşedi. Darbelerimin gücünü ve hızını kontrol etmekte giderek zorlanırken en sonunda kendimi tamamen kaybettim. Sikimde damağının pürüzlerini, ucunda etrafını sıkıştıran boğaz kaslarını hissedebiliyordum. Diğer elimle boynunu kavradım ama sıkmadım. Tek istediğim zorlukla aldığı nefeslerin ve her bir yutkunuşunun tadını çıkarabilmekti.
“Boğuyor muyum seni?” diye sordum ağzının içinde delice gidip gelirken. Kontrol edemediği tükürükleriyle çıkan ıslak sesler odayı dolduruyordu. “Bunu seviyorsun, değil mi? İtiraf edemeyeceğin kadar çok…”
İçeri dışarı, içeri dışarı. Tenime sürten, acıyla karışık zevk dalgaları yollayan dişleri, yumuşacık bir hisle kayan dili, sikimin etrafını saran sıcacık dudakları… Cennetin eşsiz bir tanımıydı.
Boğazının derinliklerine akmak için çılgın bir arzu duysam da son bir kez kendimi içine ittikten sonra geri çekildim. Sikimi acı veren bir baskıyla sıkarak kendimi okşarken geri çekilip bana sunduğu diri göğüslerinin üzerine fışkırarak boşaldım. Devin inleyerek dudaklarını ısırdı. Elinin umutsuz bir arayışla bacaklarının arasına uzandığını gördüğümde kafamı iki yana salladım.
“Bunu isteyen sendin,” diye hatırlattım ona. “Seni kullanmamı istemedin mi? Bekleyeceksin.”
O dizlerinin üzerinde, tamamen teslim olmuş bir halde beklerken botlarımı ve geri kalan her şeyi üzerimden bir çırpıda çıkarıp kenara attım. Göğsünde parlayan, karnına doğru akan menimi bir parmağımla sıyırıp Devin’in dudaklarına götürdüm. Kızarmış yanakları ve şişmiş dudaklarıyla ağzını benim için güzelce açtı ve parmağımı zevkle emerek yaladı. Karşısında diz çöküp çıkardığım parmağımın yerine dilimi sokup ağzımdan kendi tadını da almasını sağlarken, aynı tatla kendimi ödüllendirdim.
“Bir aradayken, birbirine karışmışken tadımız eşsiz değil mi, ptičica?”
“Hmm…” dedi ağzımın içine doğru. Elleriyle yüzümü kavrayıp üzerime çıkmak için harekete geçti. Onu kucağıma alırken geriye yaslanarak oturdum. Bacaklarını etrafıma dolayıp sırılsıklam amını yeniden, büyük bir hızla sertleşen sikimin üzerinde gezdirdi. “Bu kadar oyun yeter,” derken vücudunun kontrolünü kaybetmişti. Üzerimde çılgınca hareket ediyor, tırnakları tenimi çiziyor, dişleri dudaklarımı yaralıyordu. O bu kadar özgürken benim kendimi tutabilmemin hiçbir yolu yoktu.
Onu belinden kavrayıp hafifçe yukarı kaldırdıktan bir an sonra sertçe içine girdim. Üzerime öyle güzel oturdu ki iniltilerimiz birbirine karıştı. Kalçasını sıkıca kavrayarak üzerimde hareket etmesi için onu hareket ettirdim. Bu sırada dudaklarım teninin her köşesinde geziniyor, bana ait olduğunun kanıtlarını bırakıyordu. Menimle ıslanmış göğüslerini bana bastırırken kollarını yakalayıp sırtına çektim ve tek elimle bileklerini kelepçeledim. Onu geriye çekerken boynundan akan menimi yalayarak göğsüne indim ve dakikalardır yapmak istediğim gibi onu sertçe emmeye başladım. Haykırışları kulağıma doluyor, ulaşmak istediği son için kıçı üzerimde sabırsızca çırpınıyordu. Onu ısırdım. Yaladım. Emdim. Onu morluklarla damgaladım. Bacaklarımın üzerine bitmeyecekmiş gibi akarken tadını, kokusunu, arzusunu sahiplendim. Ama yetmiyordu.
Kollarını serbest bırakıp onu yere ittim ve üzerine çıkarken bacaklarını omuzlarıma kaldırıp bu sefer kollarını başının üzerinde sabitledim. Sahip olduğum tüm güçle üzerinde gidip gelirken insanlıktan çıkmış gibi göründüğümden emindim. Terlerimiz, arzumuzun kanıtları, tükürüklerimiz, varlığımızın her bir hücresinde birbirine karışmıştı. Sikimi öyle sıkıca sarıyordu ki adeta boğuyor, daha fazla içine çekmek için ardı ardına kasılıyordu.
“Karan…” derken sesi çatlamıştı. Göz yaşları yanaklarından usulca dökülüyordu ve bana özgürce dile getirdiği o sevgiyle bakıyordu. Kalbim göğsümün içinde patlayacak kadar sıkıştı. “Nefesim…” dedi fısıltıyla. “O senin.”
Ne demek istediğini biliyordum. O benim diğer yarım değildi. O sadece benimdi. Her bir zerrem. O benim eşimdi. Tamamıyla. Hiçbir eksik parçası olmadan. Biz birdik. O yüzden de kalbi benimkine şarkılar söylemeyi başarıyordu. Aynı dili konuşuyorduk.
“Benimki de senin,” dedim onu öpmek için eğilirken. Dizleri kafasının iki yanına değecek kadar vücudunu esnetmiştim. Ulaşabileceğim en derin noktadaydım ve oradaki yumuşacık sıcaklıktan bir anlığına bile olsa ayrılmak istemiyordum.
Biraz geri çekilerek yanağını okşadım. Parmaklarımın bana sevgi sözcükleri söyleyen, güvenini fısıldayan dudaklarında gezinmesine izin verdim ve en sonunda boğazını sıkıca kavradım. İnleyerek kalçasını bana doğru itti. Bacaklarının omuzlarımdan düşmesine izin verdikten sonra ondan o son nefesi çalarak, içinde sertçe gidip gelmeye başladım. Gözlerinden akan yaşların artmasını, bakışlarındaki odağı kaybetmeye başladığı anı izledim, amının duvarlarının o sona yaklaştıkça sikimin etrafında kasılmasını hissettim. Hepsini yaşadım. Onun güveniyle bana teslim ettiği her nefesle hayata dönüyordum.
“Siktir,” diye bağırdım. “Devin… Seni çok seviyorum.”
Kafasını yapabildiği kadar sallarken nefessiz kalmış dudakları mutlulukla yukarı doğru kıvrıldı. Başının üzerindeki ellerini bıraktığımda ikisiyle birden boynunu saran bileğime tutundu. Aramıza uzanıp klitorisini okşamaya başladığımda içindeki hareketlerim acımasızdı. Etrafımda giderek esniyor, tatlı bir yanma hissiyle kalp atışlarına eş kasılmalarla sarsılıyordu.
Avucumun altında yavaşlayan nabzını hissettiğimde içine son bir kez sertçe gömüldüm ve büyük bir haykırışla boşaldım. Devin de orada, benimleydi. Beni arzusu ve sevgisiyle yıkıyordu. Boğazını bıraktım. Ciğerlerine acı dalgaları yollayan, içine çektiği sert nefesi duyarken gözlerimi yumdum. Ona uzanıp dudaklarını öperken, tuzlu gözyaşlarının tadına baktım.
Kollarını sırtıma dolamış, parmakları tenimde usulca geziniyordu. Bacaklarının titremeleri geçmemişti. “Sanırım ağlamamayı başaramıyorum,” dedi gözyaşlarının arasında gülerek.
“Benim verdiğim acı ve zevkle akan yaşlar sana çok yakışıyor, ptičica ve sana söz veriyorum başka bir şey için ağlamana izin vermeyeceğim.”
***
Bolca tutkuya doymuşuzdur diye düşünüyorum. :D Aşklarıyla iç içe olunca aşırı güzel oluyor bu anlar. <3 Sonunda kendilerini tamamen özgür bıraktılar. Demek ki sıra geldi... sırların çözülmesine.
Haftaya da olayların yeniden hareket kazandığı gerilimli ve zor kararlar verileceği bir bölüm sizi bekliyor olacak.
O zamana dek beni instagramdan bulmayı unutmayın. :*
zeynepinkitapligi_
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |