
*Devin*
Kafam çok doluydu. O kadar gergindim ki, attığı konumun gösterdiği yeri fark etmem yaklaşık on dakika sürmüştü. Bu da yolculuğumuzun yarısına eşdeğerdi.
İsmet Dağdeviren beni Eymen’in mezarına çağırıyordu. Gördüğüm şeyin doğruluğunu kendime kanıtlamak istercesine haritayı defalarca büyütmüş, attığı konuma birkaç kez daha tıklayarak aynı sonuca ulaştıkça kafayı yiyecek gibi hissetmeye başlamıştım. Bu korkunç derecede alaycı, yersiz bir şaka mıydı? Bu adam ya delinin tekiydi ya da rezalet bir espri anlayışı vardı.
İşin rahatsız edici yanı daha önce Eymen’in mezarına hiç gitmemiş olmamdı. Polisler bana Ihlamur Kuyu Mezarlığı’na gömüldüğünü söylemişlerdi. Polisler. Ailesi değil! Annemlerin cenazeye katıldığını biliyordum. Ben yapamazken benim yerime bu görevi üstlenmişlerdi. Ancak hastaneden taburcu olmadan hemen önce bir polis memuru bir kez daha karakola gitmemi istemişti. O gün karakoldan çıkarken Bahar’ı görmüştüm. Ve o andan sonra Eymen’in mezarına gitmek istememiştim. Acı gerçek şuydu ki, içimden geçen tek şey o mezarın başında durup üzerine tükürmekti. Altı senemin içine sıçmayı nasıl kendinde hak görebilmişti?
Mezarlığa yaklaştıkça gerginliğim arttı. Arabanın içindeki, koltuk kılıflarına yerleşmiş koku boğucu gelmeye başlamıştı. Radyo kapalıydı ki, şu anda dikkatimi dağıtacak, sevmediğim bir türde de olsa herhangi bir müziği duymaya razıydım. Ama adama radyoyu açmasını söyleyemeyecek kadar korkaktım. Ağzımı açarsam ses tonum ya da bir anda özgür kalacak yanlış bir kelime beni ele verecek gibi hissediyordum. Arabanın motorundan çıkan sesten başka ses duymayacağımız ara sokaklara gireli birkaç dakika olmuştu. Sokak aydınlatmaları yetersizdi. Sanki aştığımız her bir kilometrede karanlığa daha çok karışıyor gibiydik.
Şoförün ara sıra dikiz aynasından beni kestiğini görebiliyordum. Otuzlarının ortalarında, sinekkaydı traşlı, sıradan yüzlü bir adamdı. Bakışları rahatsız edici değildi ama merakla doluydu. Onun beni nasıl gördüğünü, dikkatini çeken şeyin ne olduğunu merak ediyordum. Belki de sırtımı koltuğa doğru düzgün yaslayamadan, neredeyse koltuğun ucunda rahatsız bir şekilde oturduğumu fark etmişti. Belki de tecrübeliydi ve silah taşıdığımı anlamıştı. Onun da silahı var mıydı? Kimisinin boş gezmediğini duymuştum. Sırtımdan aşağı doğru süzülen ter damlasını hissederek, oturduğum yerde gevşemeye çalıştım.
Kırmızı noktaya yaklaşmıştık, eğer tam olarak Eymen’in yattığı yeri göstermiyorsa onu nasıl bulacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Gecenin bir yarısı bana kimsenin yardımcı olacağını sanmıyordum.
“Mezarlığın girişinde ineceğim,” dedim şoföre.
Yavaşlarken kaşlarını çattı. “Haddime değil biliyorum, abla ama hava karanlık ve sen…”
“Biriyle buluşacağım,” derken sesimin paniğimi yansıtmaması için elimden geleni yaptım. Gülümsemeye çalıştım. “Hatta kendisi bir polis. Sanırım hem ölülerin arasında hem de yanımda bir polis varken dünya üzerindeki en güvenli yerde olabilirim.”
Çenemi hızla kaparken dikiz aynasından beni kesen bakışlarından kaçındım. Fazla detay vermiş, uzun bir cümle kurmuştum. Şaka yapmama ne gerek vardı? Cüzdanımı çıkarıp kartımı post cihazına okuttuğumda, “Sen öyle diyorsan abla,” dedi. Muhtemelen aramızdaki yaş farkına rağmen -kesinlikle o benden büyüktü- bu kelime onların dilinde benden sana zarar gelmez, dünya ahiret bacımsın demekti.
Daha fazla oyalanmadan, “İyi akşamlar,” dedikten sonra aceleyle taksiden indim.
Mezarlığın çevresinde oldukça eski binalar vardı. Alt katlarını bulunduğunu konuma uyum sağlayacak şekilde mermerci ve çiçekçiler doldurmuştu. Onların önünden geçip sağ tarafımda servi ağaçlarının sıralandığı, solumdaysa mezarların başladığı dar yoldan ilerlemeye başladım. Kırmızı noktaya kadar hâlâ yolum vardı ama İsmet’in başka biri tarafından görünmek istemeyeceğini düşünerek mezarlığın girişinde inmeye karar vermiştim. Dar yolu bitirip ufak, şu anda kapısı kapalı olan konteynırı geçtim. Daha geniş bir yoldan mezarlığın derinliklerine yürürken başka zaman olsa burayı sevebileceğimi fark ettim. Devasa ağaçların gölgesinin altında, huzurlu ve sonsuz bir uykunun limanı olan bu yerin ruhani enerjisi etrafa buram buram yayılıyordu.
Oysa şu anda hissettiğim son şey o dinginlikti. Yerler ıslaktı. Attığım her adımda çıkan sesler kalp atışlarımla yarışıyordu. Etrafta nefes alan tek bir canlı varsa da gözden uzaktı. Kuşlar ötmüyor, rüzgâr esmiyordu. Teni kesen, neredeyse can yakan soğuktan ve karanlıktan başka hiçbir şey yoktu.
Yürümeye devam ettim. Telefonun saati beş dakika geciktiğimi gösterdiğinde bile henüz kıpkırmızı parlayan o noktaya ulaşabilmiş değildim. İsmet gelip gelmeyeceğimden emin olmak için beni bir kez daha aramamıştı. Geldiğimi biliyor muydu? Kendine bu kadar mı güveniyordu? Belki de benim aptallığıma güveniyordu ya da… beni takip ediyordu.
Gerginlikle kimsenin olmadığını görebilmek için etrafımda bir tur attım. Soğuktan uyuşan sağ elimi cebime soktuğumda parmaklarım panik butonuyla buluştu. İş işten geçmişti. Kurbanlık koyun gibi buraya tek başıma gelmiştim. Ona zarar geleceği korkusuyla Karan’ı aramamıştım. Erdem’i atlatmıştım. Ve buradaydım. Eski kocamın mezarında.
Bu saatten sonra panik butonun işe yarayıp yaramayacağını bilemezdim ama İsmet’e istediğini verdikten sonra onun Karan’a, hatta bana zarar vermeyeceğine de güvenemezdim. Belki aileme dokunmazdı. Sonuçta onların ellerinde kanıt olabilecek hiçbir şey yoktu ama bizim için aynı durum geçerli değildi. Bir polis için ölü bedenlerden kurtulmak kolay olsa gerekti. Butona basarken ikinci kere düşünmedim. Üç saniye geçmeden Erdem’in aradığını gördüğümdeyse az da olsa rahatladığımı hissettim.
İsmet’in beni duymasından korkarak aramayı meşgule attım ve hızla bir mesaj yazdım.
Bu kadar geç haber verdiğim için üzgünüm. İsmet Karan’ın onu takip ettiğini biliyor ve hem onu hem de ailemi tehdit etti. Onunla buluşmam için beni aradı. Mezarlıktayım. Bilgisayar yanımda. Lütfen ailemi koru.
Plan yapmakta iyi bir insan olduğum söylenemezdi. Belki bir tatili ya da bir sonraki programımı planlayabilirdim ancak içinde silahların yer aldığı, ölüm kalım meselesi olan durumlarda en ufak bir tecrübem yoktu. Telefonu kapadığımda o an hissettiğim korkuyla ailemi ya da Karan’ı arasaydım ve düşünmeden hareket ettiğim için zarar görselerdi… bunun altından kalkamazdım. Kendimi asla affedemezdim. Karnım bu düşünceyle sertçe kasılırken adımlarımı hızlandırdım.
Annemi ve babamı kaybettiğimi düşünemiyordum bile. Eymen yüzünden… Benim seçimlerim yüzünden onlara bir zarar gelirse buna nasıl dayanırdım?
Karan’ın yokluğunu hayal ederken midem bulanmaya başladı. Onu seviyordum. Onu mümkün olan her şekilde seviyordum. Öyle ki daha önceden kalbimin böylesine yoğun bir duyguyu taşıyabilecek kapasitede olduğunu da böyle bir yetisi olduğunu da bilmiyordum. O benim nefesimdi, ona ihtiyacım vardı.
Ya şu anda yanlış yapıyorsam? Ya onu aramayarak yapabileceğim en büyük hatayı yapmışsam? Onu uyarmalıydım. İsmet bunu nereden bilebilirdi ki? Lanet olsun! Beni kimlerin ne boyutlarda izleyebildiğini, neler bilebildiklerini tahmin bile edemezken kendimi ya da sevdiklerimi nasıl koruyabilirdim? Eğer şans yüzümüze güler de bu durumdan sağ çıkarsam Karan’ın ağzına sıçacaktım. Bana istediği kadar detay versin, anlattıkları hiçbir boka yaramamıştı! Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmemi sağlamaya yetmiyordu.
Ardı arkası kesilmeyen düşüncelerin içinde boğulurken önce bir çıtırtı duydum, ardından kafamı kaldırdığımda ağaçların arasında belli belirsiz bir hareket algıladım. Bir yanımın ferforje parmaklıklarla kapalı olduğu, kilit taş döşenmiş bir yolda duruyordum. Diğer yanımda sıra sıra dizilmiş mezarlar ve göğe uzanarak onları koruyan kimisi diğerlerinden daha genç ağaçlar vardı. Göz ucuyla sol elimdeki telefona bakıp kırmızı noktaya çok yakın olduğumu gördüm. Karşımdaki dar patikadan içeri doğru birkaç adım atarsam tam üzerinde olacaktım. Telefonumun ışığı yeni bir aramayla yanıp sönmeye başladığında hızla ekranı kapadım.
“Kendini göstermeyecek misin?” diye seslendim boşluğa. Panik butonunun üzerindeki elimi çoktan çekmiştim ama belime uzanmaya cesaret edemiyordum.
Mezarların üçüncü sırasındaki bir ağacın gövdesinin ardından biri çıktığında daha iyi görebilmek için gözlerimi kıstım. Burayı aydınlatan tek kaynak birkaç metre arayla arkamdaki çiti takip eden güçsüz ışıklardı. Aramızdaki mesafe yeterince iyi göremeyeceğim kadar fazlaydı ve ben kesinlikle karanlığa doğru adım atan kişi olmayacaktım.
Gölgelere saklanmış olan siluet iki mezarın arasından geçerek bir sıra aşağı indiğinde hissettiğim şaşkınlığı tarif edebileceğim hiçbir şey yoktu. Bunu asla tahmin edemezdim. Bu gerçekten bir şaka olmalıydı. Boğazım kurudu, geriye doğru bir adım attım. Sanki onunla arama mesafe koyarsam bu gerçeklikten kaçabilirmişim gibi geliyordu.
Bir insan aynı gün içerisinde nasıl olup da hayatına aldığı iki adamın da geçmişlerinin bir parçasıyla karşı karşıya gelebilirdi. Çünkü Pelin’den sonra birkaç adım ötemde duran bu kişi Bahar’dan başkası değildi.
***
“Eymen’in mezarına daha önce gelmemiştin değil mi?”
Sesinden alaycılık akıyordu. Sinirle dişlerimi sıkarken ona cevap vermedim. Bunun yerine bana doğru yaklaşan adımlarını izlerken onu inceledim. Üzerine giydiği uzun kaşe montu ona en azından bir beden büyük geliyordu. Bunu bilerek, hamileliğini gizlemek için tercih ettiğini düşündüm. Aynı şekilde taytının üzerine giydiği kazak da bir o kadar boldu ve karnını fazlasıyla gizliyordu. Benim gibi siyahlara bürünmüştü ancak sarı saçları üzerine vuran ışıkta parlıyordu ama onu karakolda gördüğüm zamana göre çökmüş görünüyordu ve bence bu üzücüydü. Hamileliğinin iyi geçmediğini, Karan’ın tahminine göre stres ve korku altında yaşadığını düşününce onun adına üzülsem de burada olması duygularımı görmezden gelmemi kolaylaştırıyordu.
“Neden buradasın?” diye sordum.
Sahip olduğum tüm verileri işlemeye çalışan zavallı zihnimin panik altında iyi bir iş çıkardığı söylenemezdi. Kendimi uzay boşluğunda süzülüyormuşum gibi hissediyordum. Etrafım karanlıktı, soğuktu, ulaşabileceğim hiçbir varış noktası yoktu. Çaresizdim. Ve artık bu duygudan nefret etmeye başlamıştım.
“Bunca zaman Eymen’in seni ayakta uyutmuş olmasına şaşırmıyorum,” dedi sırıtarak. “Cidden dünyadan bir habersin değil mi? Çok safsın, Devin ve bu yüzden hep kaybettin.”
Arkamdan çevirdikleri işlerin hıncını ondan çıkarmak isterdim. Eymen’in yalnızca beni değil onu da aldattığını, ikimizden çok daha fazlasının yatağını ısıttığını, kendinden başka kimseye değer vermediğini söyleyebilirdim. Ancak bunların hepsini bildiğini ve yine de çaresiz, bolca da omurgasız olduğu için bana saldırdığını düşünüyordum.
Neden burada, diye düşündüm bir kez daha. Beni arayan İsmet’ti. Karan’ın anlattığı her şeyi hatırlamaya çalışırken, Bahar’ın diğer sevgilisinden bahsettiği aklıma geldi. Levent Topaz. İsmet’in senelerdir gizlice takıldığı Sibel’in erkek kardeşi. Bu durum daha ne kadar karışabilirdi? Birbirlerine karşı kozları olduğunu tahmin etmek zor değildi ama yine de Bahar’ın bundan kazancı neydi?
“Eymen’i İsmet mi öldürdü?” diye sordum.
“O şerefsiz kendini riske atmamak için her şeyi yapar.”
“Ama beni aradı. Bundan kurtulması mümkün değil.”
“Seni aradığını nasıl kanıtlayacaksın? Onu daha önce gördün mü? Sesini duydun mu? Aradığı numaranın onun adına kayıtlı olduğunu mu düşünüyorsun? Çok aptalsın. Ses kayıtlarını incelemeye kalmadan her şey uçup gidecektir.” Kafasını iki yana sallarken son bir adım daha atarak tam karşımda durdu. Uzaktan gördüğümden daha kötüydü. Gözlerinin altları mosmordu. Onu ilk gördüğümde bana büyük bir ukalalıkla bakan mavi gözlerinin rengi bile sanki solmuştu. Yanakları çökmüş, hatlarını sivrileştirmişti. Dudakları kuruyarak çatlamış, teni sararmıştı. O iyi değildi. Hem de hiç.
“Seni kullanıyor. Buna neden izin veriyorsun? Eymen öldü. Denklemden çıktığına göre kaçıp gidebilirsin. Onun ya da başka birilerinin maşası olmak zorunda değilsin.” Başımla karnını işaret ettim. “Çocuğun için gitmen daha mantıklı değil mi? Neden hâlâ buradasın?”
Elleri korumacı bir tavırla karnına gittiğinde hissettiği şaşkınlık yüzünden açıkça okunuyordu. Hamile olduğunu bilmeme ihtimal vermiyordu.
“Her şeyi onun için yapıyorum,” dedi sinirle. “Sen ne anlarsın, ha? Sırça köşkünde yaşayan aptal bir prensesten başka bir bok değilsin. Mükemmel ailen, harika bir işin var. Biliyor musun, mezarını ziyaret etmeye tenezzül etmediğin kocan her seferinde seni seçiyordu? Seni sevmiyordu ama seni bırakmıyordu da. Her seferinde sana dönüyordu. Sende ayrılamayacağı ne bulduğunu asla anlayamadım. Onu tatmin edemediğin bu kadar belliyken neden senden ayrılmıyordu?” Güldü. “Babanın beni bulduğunu biliyor muydun? Eymen’e hamile olduğumu söylememi istedi.” Bu seferki kahkahası daha güçlüydü. “Baban sözde seni korumak için senin canını yakmaktan çekinmedi. Babanın tavsiyesine uydum,” dedi. Sağ eliyle karnını ovuşturuyordu. Kelimelerinin canımı acıtmasını beklerken fısıltıyla söylediği sözleri duyamadım.
Babamla konuşmamıştım ama bu süre zarfında bir şekilde yaptıklarıyla barışmaya başlamıştım. Bir süreliğine canımı yakması anlamına gelse bile babamın korktuğunu ve beni korumak istediğini anlıyordum. Ve şu anda hayatının tehlikede olduğunu bilmek geriye kalan her şeyi önemsiz kılıyordu.
Ancak o anda aklımı kurcalayan başka bir şey vardı. Eymen’i İsmet öldürmediyse bunu kim yapmıştı? Bahar az önce İsmet’in kendini riske atmamak için her şeyi yapacağını söylerken bu durumdan hoşnutsuz olduğunu belli etmişti. Aralarında ne vardı? Bahar, İsmet için neler yapmıştı?
“Seni neyle tehdit ediyor? Ya da bundan çıkarın ne?”
“Buraya sohbet etmeye gelmedim,” dedi. “Çantayı ver.”
İsmet’in neler yapabileceğini, gözünü ne kadar karattığını, neleri ört pas edebileceğini bilmiyordum. Dediği gibi ailemin bir kazaya karışmasına sebep olabilir miydi? Karan neredeydi? İsmet’i takip ederken yakalanmış mıydı?
Telefonumun cebimde ara sıra titrediğini hissediyor ama çıkarıp bakmaya cesaret edemiyordum. O veya bu şekilde Erdem’in harekete geçtiğine inanmaktan başka çarem yoktu. Karan’a ulaşmış olmasını, bunu yapamadıysa da buraya doğru yola çıkmış olmasını umuyordum. Bu akşam her ne dönüyorsa, burada çözüme kavuşmalıydık.
“Benden çantayı isteyen İsmet’ti. Senin kendi başına hareket etmediğini nereden bileyim? Belki onun arkasından iş çeviriyorsun. Ailemi ya da sevdiklerimi riske atamam.”
“Gerçekten aptalın tekisin,” dedi bir kez daha. Sözleri canımı sıkıyor, bende onu bir kaşık suda boğma isteği uyandırıyordu. Yine de dişlerimi sıkıp bu hissi yok saydım. Amacım onunla tartışmak değildi.
“Belki de öyleyim ama senin çok akıllı olduğunu da söyleyemeyeceğim için kusura bakma, Bahar. Senelerce evli bir adamın metresinden başka bir bok olmadan yaşadın. Bir de üstüne tehlikeli bir adamın sevgilisi olmaya karar verdin. O çocuk kimden biliyor musun? Bu yüzden korkuyorsun değil mi? O çocuk kimin olursa olsun başın belada. Levent ondan gerçeği sakladığın için sana cephe alacak. Eymen’den olduğunu biliyorsa da ne yapacağını düşünmek dahi istemiyorum. Bu yüzden neden kaçmadığını anlamıyorum.”
“Beni bulur,” dedi cılız bir sesle. Az önceki özgüvenin yerinde yeller esiyordu. “Beni bulur, buna izin veremem. O yüzden İsmet’e ihtiyacım var. Çantayı bana ver.”
“Ne yapacaksın? Sana yardım edeceğine gerçekten inanıyor musun? Kendini riske atmayı sevmediğini söyledin. Ne yapacak? Kaçmana, saklanmana yardım mı edecek? Bilgisayardaki bilgileri aldıktan sonra onun bir işine yarayacağından şüpheliyim. Seninle işi bitecek.”
Bahar gözle görülür şekilde titredi. “Bunu yapamaz. Benim elimde de ona dair yeterli kozum var.”
“Ya da sen öyle olduğuna inanıyorsun.”
Gerçekliğine dair en ufak bir fikrim olmadan atıp tutuyordum. Tek istediğim zaman kazanmaktı. Ne yaptığımı bilmiyordum. Bu dünyadan, o adamların dünyasından, dönen kirli işlerden bir haber sayılırdım. Ucunun bana nasıl olup da dokunduğunu anlamakta bugün bile zorlanıyordum.
“Siktir git, Devin. Hayatımı siktin. Denklemden çıkman için gün saydım. Elimden geleni yaptım. Eymen’in beni hayatına olması gerektiği gibi alacağı o gün için çabaladım. O zaman bana kimse dokunamazdı. Artık geçmişte yaşamak zorunda kalmazdım. Göz önünde olurdum, bana bulaşamazlardı. Ama olmadı. Seneler geçti, yine de Eymen senden vazgeçmedi. O paradan başka bir boka tapmayan ailesi Eymen’in senden ayrılmaması için Eymen’i sıkıştırıp durdular. Ailen onlar için mükemmeldi. Ne çok göz önündeydiniz ne de hiç kimse diyebilecekleri kadar zayıftınız. Oğullarının yediği bokların üzerine dikkat çekmemek için harika bir kılıftınız.”
“Onların işine yarayacak hiçbir şeyimiz yok,” diye karşı çıktım. “Hiçbir bağlantımız yok. Babam sadece eski bir gazeteci. Benden çok daha iyisini bulabilirlerdi.”
“O zaman evliliği bir iş anlaşması gibi görünürdü. Onlar kendilerine kapı açacak birini aramıyorlardı. Tam tersi, sıradan ve zararsız görünmelerini sağlayacak birini istiyorlardı. Senden daha iyisi yoktu, inan bana. Üniversitede tanışan genç âşıklar…” Çıkan bir hışırtıyla gerilerek etrafında hızlıca bir tur attı. Onun kadar tetikte değildim. İsmet gelirse ne olacağını bilmiyordum ama gelecek olan kişinin Karan olmasını umuyordum. Bahar’ı daha ne kadar oyalayabilirdim?
“Gözümü açabilirdin,” diye devam ettim. “Benim anlamamı sağlayabilirdin. İnan bana, beni aldattığını bilsem onun yanında bir dakika bile durmazdım.”
Deliliğin eşiğindeymiş gibi güldü. “Denedim!” diye bağırdı. “Eymen’e bir not yazdım ve ceketinin iç cebine koydum. O cebi çok sık kullanmazdı. Senin bulacağını düşündüm. Eğer başka şekilde ulaşmaya çalışsaydım benim yaptığımı anlardı ve onu yine kaybederdim ama Eymen’e yazdığım bir notun ortaya çıkmasının üstesinden gelebilirdim.”
“O notta Eymen’in de senden çocuk istediği yazıyordu.”
“Onu buldun mu?” diye sorarken şaşkındı. “Onu buldun ve sorgulamadın mı?”
“O öldükten çok sonra buldum,” dedim.
Birkaç küfür mırıldanıp ellerini yağlı saçlarında gezdirdi.
“Bekleseydim…” diye mırıldanırken ne demek istediğini anlayamadım.
“Ne?”
“Benden çocuk istemedi. Ben çocuk istediğimi söylediğimde belki bir gün dedi.”
“Ama ya notu Eymen bulsaydı?”
“Heyecana kapıldığımı söylerdim.” Ayakta durmakta zorlanıyormuş gibi bana doğru yürüdü. Yanıma geldiğinde ferforje parmaklığa tutundu. Aramızdaki mesafeyi korumaya çalışarak ondan bir kol boyu uzaklaştım. Fark etmedi bile. “Eymen de diğerleri gibi sadece bir erkekti, Devin. Onun ne olduğunu görememek senin hatandı. Sence seneler boyu ilişkimizi nasıl yürütebildim? Bunun ilk denemem olduğunu mu sanıyorsun? Onun beni seçmesi için çok uğraştım.”
Bunu daha önce de söylemişti. Giderek gücü tükeniyor ve sanırım sağlıklı düşünme yetisini de kaybediyordu. Onu etkisiz hale getirmeyi deneyebilirdim ama çocuğuna zarar verme düşüncesinden korkuyordum. Telefonum titrediğinde bir süredir sessiz olduğunu fark ettim. Geliyor olmalılardı. Karan olmasa da Erdem ya da diğerleri…
“Planlar değişti,” dedi bir ses. Korkuyla iç çekerek parmaklıklara yaslandım. Göz ucuyla Bahar’a baktığımda benden daha kötü durumda olduğunu gördüm. Yüzündeki azıcık renk tamamen çekilmiş, resmen beyaza dönmüştü.
“Aydemir…” dedi korkuyla. “Bu-burada ne işin var?”
Evime adamları yollayan kişiydi bu. Eymen’in videosunu kaydettiği…
“Siz iki sürtük sayesinde artık polisle iyi bir anlaşmam var.” Silahını üzerimize doğrulttuğunda son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünerek gözlerimi kapadım. Her yanından bela akan bu adamdan daha hızlı davranıp sırtıma uzanmam, silahı çıkarıp ateş edebilmem imkânsızdı. Karan bana güvenerek hata etmişti. Aptaldım. Düşünmemiştim. Ve sırf bu yüzden kendimi ebediyete kavuştururken onu da bir kez daha karanlığa mahkûm edecektim.
***
Merhaba Bahar...
İnstagram kanalında tahminlerinizi görmek çok güzeldi. :D
Hala katil tam belli değil gibi ama değil mi? Tahminlerinizi buraya da yazın.
Bir sonraki bölüm Karan'ın bakış açısından olacak ve ortalık iyice karışacak. Heyecanla okumanızı bekliyorum.
Ben kurguyu neredeyse bitirdim ve şimdiden Pars ve Burçin'in hikayesini oluşturmaya başladım. Onu da yayınlamaya başlayacağım gün için şimdiden çok heyecanlıyım ama önce Karan ve Devin'e veda edeceğiz.
36 bölüm ve bir de epilog olacak gibi duruyor. :( Çok ama çok kaldı.
zeynepinkitapligi_ hesabına gelin, konuşalım. Öptüm. :*
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |