35. Bölüm

32.BÖLÜM

Zeynep Işıklar
zeynepisiklar

*Karan*

Yeterince uzun bir süre boyunca arkanı kollayarak yaşamak zorunda kalmışsan içgüdülerin gelişirdi. Eğer kendini korumanı sağlayacak bu güdü doğru şekilde çalışmıyorsa kısa sürede boku yerdin. Etrafta her zaman senden daha güçlü, donanımlı, bir adım önünde olacak avcılar vardı ve bu durumda av olman kaçınılmazdı.

Hislerime güvenmeyi öğreneli çok olmuştu. Tıpkı Devin’i takip ettiğim o gün olduğu gibi. Kendimi ondan uzak kalmaya zorlamış olsam da bir şey beni onun evine götürmüştü ve Aydemir’in adamlarını onu takip ederken bulmuştum. Şimdi de Devin’i evde bırakıp çıktığımdan beri içime yerleşen bir sıkıntı vardı ve giderek artan bir şekilde beni kemiriyordu.

Arabanın silecekleri şiddetle yağan yağmura yetişmek için hızla çalışırken, yavaşlayan trafikte köprüyü geçmeye çalışıyordum. Dayanamayıp Erdem’i aradım. “Bir sorun var mı?” diye sorarken parmaklarının klavye üzerinde çalıştığını duydum.

“Hayır, her şey yolunda.”

“Gözünü dört aç, Erdem. Bir terslik var.”

“Ne oldu?”

“Bilmiyorum.”

“Yani kuruntu yapıyorsun.”

“Neden damarıma basmakta bu kadar inat ettiğini bilmiyorum ama çekeceğin cezanın seni ağlatacağından emin olabilirsin.”

“Hazırım,” dedi gülerek. Daha fazla sinirimi bozmasına izin vermeyerek aramayı sonlandırdım.

Pars, İsmet’in emniyetten çıkıp spor salonuna doğru yola çıktığını doğrulamıştı. Burçin beni İsmet’in evinin yakınlarında bekliyordu. Boyga kameralara erişmeye hazırdı. Her şey kısa bir gecikmeyle de olsa yolunda gibi görünüyordu ama değildi, bundan emindim.

Bu sefer Boyga’yı aradım. Açar açmaz, “Bir terslik var,” dedim.

“Söyle.”

“Çözemiyorum ama hislerimde yanılmam, biliyorsun.”

“Karan…”

“Üç sene önce Şile’deki kızları kurtarmaya gittiğimizde olanları hatırla. Sana bunun bir tuzak olduğunu söylemiştim.”

“Haksız olduğunu söylemiyorum, sadece…”

“Eymen’i takip etmem için sana Devin’in babasının ulaştığını biliyorum.”

Son bir haftadır bu gerçekten neredeyse emindim. Sadece ortaya çıkacağı anı bekliyordum ve Boyga büyük bir hata yaparak Pelin’i evime göndermiş, kendini ele vermişti.

“O zaman ondan neden uzak durman gerektiğini de biliyorsun,” diyerek üste çıkmaya çalıştı. Benden bu gerçeği sakladığı için pişman değildi. Boyga’nın herhangi bir kararından pişman olacağı bir günün geleceğini sanmıyordum. O sadece harekete geçerdi.

“Ne sen ne de babası… İkinizin de yoluma çıkmasına izin vermem. Beni bu kadar mı tanımıyorsun? Senin için bile alçakça, boktan bir saldırıydı. Nasıl olup da Pelin’in kararlarımı etkileyebileceğini düşündüğünü anlamıyorum.”

“Denemek zorundaydım,” dedi sıkıntıyla iç çekerek. “Tarık’a bir söz verdim, Karan. Kızının güvende olduğundan emin olacaktım. Ve bizimle güvende olmayacağını biliyorsun.”

“Bir sikim bildiğin yok. Devin ikinizin de düşündüğünden daha güçlü bir kadın ve onu hayatım pahasına koruyacağım. Bunu benden daha iyi yapabilecek birini tanıyor musun? Söylesene,” dedim sinirle. “Eymen’in tüm boklarını temizlesek bile bundan sonra hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edebileceğine mi inanıyorsun? Yapamayacak. Yapmak istemeyecek.”

“Şu anda ne istediği, düşündüğü, hatta hissettiğinin bir önemi yok. Kendinizi gerçek olmayan bir fanusun içine hapsettiniz ve aptalca bunun işe yarayacağını düşünüyorsunuz. Pelin’i göndermemin sebebi, Devin’e olan duygularının yanılsama olmasını ummam değildi. Onu gönderdim çünkü Devin'in de en az Pelin kadar bu dünyaya ait olmadığını hatırlamanı istedim. Ondan neden ayrıldığını hatırlıyor musun? Daha iyisine layık olduğunu düşünüyordun. Haklıydın, Karan. Pelin, Devin ve diğerleri bu hayatın içinde olmaktan daha iyisini hak ediyorlar ve biz denklemden çıkarsak bunu başarabilirler.”

“Siktir git. Kendini bu boktan inanca hapsetmiş olabilirsin. Sırf sen sevgiye inanmıyorsun, sevilebilecek biri olmadığını düşünüyorsun diye bir boktan anlıyormuşsun gibi konuşamazsın. Devin’i bırakmıyorum. Bunu Tarık’a da söyleyebilirsin, yoksa ben söylerim. Siktirin gidin. İkiniz de.”

“Seni düşündüğümü biliyorsun. Ayrıca Tarık’a bir söz verdim. Burçin’in bizden biri olduğunu anlaması için onun yüzüne bir saniye bakması yetti. Ben de ona ekibimizin kızıyla en iyi şekilde ilgilendiğinden emin olduğumu söyledim. Yine de aptal bir adam değil. Bir şeyler döndüğünü biliyor. Kızını tanıyor.”

“Kızını tanıyorsa arkasından iş çevirmek yerine ona güvenmeyi seçmeliydi.”

“Ne sen ne de ben baba olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz. Ne isterse onu yapmakla görevliyim.”

“Sana nasıl ulaştı?” diye sordum. “Beraber görev yaptınız değil mi?”

Güldü. “Yaşımı inatla büyütmeye çalışman takdire şayan.”

Sıkıntıyla kafamı araba koltuğuna vurdum. “Başından beri dürüst olsaydın tüm bunların bu noktaya gelmeyeceğini düşündün mü?”

“Başından beri dürüst olsaydım Devin’i bir sapık gibi takip etmeyeceğini mi söylüyorsun? Sana sınır koymanı, Eymen öldüğü anda senin işinin bittiğini söylemiştim.”

“Eğer onu izlemiyor olsaydım Aydemir’in adamları muhtemelen onu öldürmüş olurdu. Ya da ölmeyi dileyecek hale getirirlerdi. Hatalısın, üste çıkmaya çalışma. Babası da sen de işin nerelere uzanacağını düşünmeyecek kadar aptalca davrandınız.”

Sessiz kaldı. Haklı olduğumu bilse de kelimelerle bunu ifade etmeyecekti.

“Yaptığı bir haberden sonra tanıştık. Siyasilerden birine düzenlenen suikastı araştırıyordu. Ona güvendim, yaptığı işe inandım ve bana ulaşabileceği bazı bilgiler bıraktım.”

Bu onun kendince özrü sayılırdı ama şu anda hiçbir sike yaramıyordu.

“Bir terslik var,” dedim bir kez daha. “Neler döndüğünden emin değilim ama gözünü açık tut.”

“Tamam, dikkatli ol,” dedikten sonra telefonu kapadı.

İsmet’in evine yaklaşıyordum. Kafam kazan gibiydi. İçimdeki sıkıntı büyüyerek göğsümü sıkıştırmaya başlamıştı. Bir an önce Devin’e dönmek istiyordum. Ona silahı daha önce vermeli, hatta kullanmayı öğrenmesi için poligona götürmeliydim. İstediği kadar inkâr etsin, gerektiğinde kendini koruyabilecek kadar güçlü olduğunu biliyordum. Tıpkı beni sevdiğini ve bırakmayacağını bildiğim gibi. Bu işte, bundan sonrasında bizi her ne bekliyorsa artık beraberdik.

Burçin’in beklediği otobüs durağına yaklaştığımda geldiğimi fark etmesi için kısa bir anlığına dörtlüleri yaktım. İsmet’in evine giriş yapmak için buluşacağımız daha karanlık noktaya doğru durmadan ilerledim. Dikiz aynasından Burçin’in telefonunu çıkarıp kulağına koyduğunu ve yürümeye başladığını gördükten sonra park ettim.

Yağmur dinmişti. Yine de bana ulaşan Burçin az önceki fırtınadan nasibini almış gibi görünüyordu. Tepesinde topladığı sarı saçlarından çıkan bazı tutamlar ıslanarak yüzüne yapışmıştı. Altındaki taytın kumaşındaki renk farklılıkları ıslanan bölgeleri belli ediyordu. Montunun önü her zaman olduğu gibi açıktı. Nasıl olup da soğuğa karşı direnç geliştirdiğini anlayamıyordum. Her seferinde zihnimin derinliklerinde ne yaşadı, sorusu dönüp duruyordu.

“Hasta olacaksın,” dedim kendimi tutamayarak. Tanrım. Beli açıkta geziyordu!

Gülerken omuz silkti. “Benim için endişelenme koca adam,” dedi beyaz dişlerini arsızca sergilerken.

Kafamı iki yana salladım. Onunla baş etmeyi ancak Pars başarabilirdi. Belki bir de Boyga. “Hazır mıyız?” diye sordum.

Hevesle, “Evet,” dedi. “Gölge kameraları hallediyor. Hadi, gidelim.”

Kulaklığına bastığını görünce ben de benimkini taktım. Huzursuzluğum o kadar artmıştı ki kendimi kontrol altında tutmakta zorlanıyordum. Elimi ceketin cebine sokarak az önce koyduğum silaha uzandım.

“Bir şeyler yolunda değil, Burçin,” diyerek onu da uyardım. “Gözünü dört aç.” Bu kelimeyi bu akşam kaç kere tekrar etmiştim? Yine de yetmiyordu. Gözden kaçırdığım, görmem gereken bir şey olduğu hissinden kurtulamıyordum.

İsmet spor salonundaydı; Pars onu izliyordu. Devin evdeydi; Erdem’in gözü üzerindeydi. Burçin benimleydi ve Boyga da bizi izliyordu. Her şey çok normal, tam da istediğimiz gibi duruyordu. Niye rahatlayamıyordum?

İsmet’in evine girişimizin diğerlerinden daha zorlu olmasının sebebi sitenin her köşesinin kameralarla izleniyor olması değildi. Aynı zamanda devriye gezen her vardiyada dörder tane güvenlik oluyordu. Onları etkisiz hale getirmek sorun olmazdı ancak bu gereğinden fazla dikkat çekerdi. Biz, onların varlığımızdan haberdar olmasını istemiyorduk. Uzun vadeli bir plan yapma şansımız olsaydı, sitedeki boş evlerden birine birini sokardık. Ya da güvenlik ekibinde iş ayarlardık. Oysa zamanımız yoktu. Son bir haftadır delirmiş gibi hareket ediyor, uykusuz saatler boyunca şehrin dört bir yanında geziyordum. Buna daha fazla devam edemezdim.

“İkisi ön tarafta. Otuz saniye içinde size yakın olan çift köşeyi dönecek. Kulübedeki adama görünmeyin.”

Umduğumdan çok daha sorunsuz bir şekilde siteye giriş yaptığımızda artık gerçek anlamda yerimde duramıyordum. Bu normal değildi. O adamların neredeyse bilerek etrafı kolaçan etmediğini düşünmeye başlamıştım.

“Dönmeliyiz,” dedim Burçin’e. “Yanlış bir şey var.”

“Sen git,” dedi. “Tek başıma daha az dikkat çekerim. Söz veriyorum, silah o evdeyse bulacağım.”

“Saçmalama. Seni yalnız bırakmıyorum. Birlikte gidiyoruz.”

Boyga’nın kulaklıktan yükselen sesini duydum. “Sorun yok, Karan,” dedi. “Sizi izliyorum.”

“Öyle göründüğünü biliyorum ama bu fazla iyi.”

Neden sözlerimin arkasında durup da buradan defolup gitmediğimi düşünmek için kendime zaman vermedim. Pişman olacağımı iliklerime kadar hissediyor olsam da yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmiştik ve ben İsmet’i ağımıza düşürmek için can atıyordum. Devin güvendeydi. Bunu içimden tekrarlayıp duruyordum. Erdem onu izliyordu. Elinde panik butonu ve silah vardı. Evin alarmı çalışıyordu. O güvendeydi ve ben, bu işin bu gece bitmesini istiyordum. Ancak aceleciliğim sonunda hata yapmama neden oldu. İçgüdülerimi dinlemeliydim.

Apartmanın kapılarına ulaşmamıza birkaç adım kala etrafımızı sekiz adam sarmıştı. Onların siteye ne zaman girdiğini, Boyga’nın nasıl olup da kameralardan göremediğini bilmiyordum. Belki de apartmanın içindelerdi ama bunların hiçbirinin önemi yoktu. Hepsi silahlıydı ve biz kesinlikle boku yemiştik.

***

“Oooo parti var,” dedi Burçin gülerek. Tek bir nefes almak için bile duraksamadı ya da tereddüt etmedi. Silahını hangi ara çıkardığını dahi görmemiştim. En yakınındaki adamı kolundan kavrayarak sertçe kendine çekti. Adam onun gücü karşısında boş bulunup Burçin’in üzerine doğru sendeledi. Bir, iki. Burçin adamın karnına yasladığı silahla tam iki el ateş etti.

“Ona ulaş,” dedim Boyga’nın hâlâ hatta olduğunu bilerek. “Çabuk ol.”

“Hallediyorum,” dedi. “Pars yolda, iki kişi daha yolluyorum. Ayakta kalın.”

Pars’ın İsmet’in peşini bırakması iyi değildi ama şu anda onunla tartışacak zamanım yoktu.

“Temizlikçiler yeter,” dedi Burçin ortak bağlantımıza. İstemsizce güldüm. Savaş meydanında onun gibi askerler görmüştüm. Hiçbirinin, aslında hiçbirimizin yeterince sağlıklı olmadığımızı biliyordum.

Boyga’nın Burçin’in tepkisine iç çektiğini duyduğum o andan sonrası tam bir cehennemdi. Ne yazık ki böyle anlar filmlerde olduğu gibi doğal bir akıcılıkta, herkesin dayak yemek ya da ölmek için sırasını beklediği şekilde geçmiyordu. Daha çok okul bahçelerinde onlarca kişinin bir veya sayıca üstünlük kurabildikleri, az sayıdaki birkaç kişinin üzerine atlamasına benziyordu. Kimin kime yumruk attığını, tekmelediğini ayırt etmek pek mümkün olmazdı. Çoğu insan hantal hareket eder, eğitim almadığı için içgüdüleriyle yetinmek zorunda kalırdı. Bu da hiç çekici bir görüntü oluşturmazdı.

Geriye kalan yedi adam da aynı anda üzerimize saldırdı. Birçoğunun eğitim almadığı, erkekliğine ve kas gücüne güvendiği, sokaklarda dayak yedikçe bilendikleri belliydi. Gözüme ilk kestirdiğim adamın bacağına nişan almayı başardığım sırada, başka biri yüzüme sert bir yumruk attı. Bir diğerinin sırtıma çıktığını hissettiğimde bana yumruk atan adamı yakasından tutmuş suratına kafa atıyordum. Sırtımdakini öne fırlatıp silahımı bir kez daha ateşledim. Merminin karnına saplandığını görür görmez diğerlerine bakmak için harekete geçtim ama geç kalmıştım. Tek bacağı kullanılmaz durumda olan kel adam elindeki silahı bana doğrultulmuştu ve ateşlediği anı kaçırmıştım. Mermi karnımın yanını sıyırıp geçtiğinde haykırışımı dişlerimi sıkarak bastırdım.

Siktirin gidin, orospu çocukları.

Can yakıyordu, hem de fazlasıyla. Ama bu kadar acı sikimde bile değildi. Alnının ortasına nişan alıp ateş ettiğimde biri koluma tam da üstünden vurarak beni engellemeye çalıştı.

Ah, işte bu iğrençti. Aptal herifler. Bir saldırıyı nasıl savuşturacaklarını bile bilmiyorlardı. Bunlar kimin adamlarıydı? Polis olmadıkları kesindi. İsmet kiminle iş yapmıştı?

Kolum aşağıya kayınca mermi yanağına isabet etti ve oradaki kemikler çok daha ince olduğu için adamın suratı anında parçalandı. Etrafa saçılan kan bu karanlıkta neredeyse siyah gibi görünüyordu. Daha kötüsünü yaşamıştım. O otobüsten çıkarılana kadar gidip gelen bilincimle korkunç şeylere tanık olmuştum. O insanların bir kısmını tanıyordum. Paramparça olmadan önceki yüzlerine bakmış, onlara dokunmuştum. Sonraki yıllar boyunca o koku, ses ve görüntüler peşimi bırakmamıştı. Ta ki içimde giderek büyüyen ve beni yok etmeye kararlı görünen karanlıkla yapabileceğim bir amaç edinene kadar.

Bu adamın dağılmış suratını görmek, hoşnutsuz hissettiren bir tuhaflıktan başka bir şey değildi.

Devin böyle hissettiğimi bilse beni yine de sever miydi? Onun da tehlikede olduğunu düşününce içimde yükselen öfke gözlerimi karartıyordu.

“Söyle,” dedim sessizce Boyga’ya ama bana net bir cevap vermek yerine, “Oradan kurtul,” demekle yetindi.

O sırada Burçin, “Götünü kollamayı unutma,” diye seslendi. Geriye kalanlardan biri dizimin arkasına tekme atarak beni yere serdi. Enseme sertçe vurduğunda gözlerim bu sefer aldığım darbeyle karardı. Sersemliğime yenik düşmemek için çabalarken dizim yere değdiği anda botumun içinde duran bıçağa uzanıp vücudumu hafifçe eğdim ve kıçımla neredeyse aynı hizada duran ayağına sapladım. Serbest kalan çığlığı bir müzik gibi kulağıma doldu. Bıçağı çekip çıkardım ve bu sefer ona doğru tamamen dönüp uyluğuna, sonra iki kere de karnına sapladım. Kendime gelmek için gözlerimi kırpıştırırken etrafıma baktım.

Kaç kişi kalmıştı?

“İki!”

Ayağa kalkıp Burçin’i yakalamış olan adamla yüzleştim. Dediği gibi iki kişi kalmışlardı. Biri Burçin’in sırtını kendine doğru yaslamış, silahını Burçin’in şakağına dayamıştı. Diğeri yanında duruyor, silahının namlusunu bana doğru tutuyordu. Burçin ise… dudağının kenarı patlamış olsa da dişlerine bulaşan kanla bana sırıtıyordu. Onun deli olduğunu biliyordum, sadece her seferinde bu yüzünü görmeye alışamamıştım.

“Kimin için çalışıyorsunuz?” diye sordum. Karnımın kenarındaki sızı, daha yüksek perdeden kendini hissettiren sert bir acıya dönüşmüştü. Çenem ağrıyordu ama onun dışında bu kadar adam bir siki becerememişlerdi. Hepsinin ötesinde en tuhaf olan güvenliklerin hâlâ buraya gelmemiş olmasıydı. İsmet onlara başka tarafa bakmalarını söylemişti. Onu izlediğimi ne zaman fark etmişti? Sorunu çözmek için o kadar sabırsızdım ki bir noktada hata yapmıştım. Siktir.

Ona onu koruyacağıma dair söz vermiştim. Siktir. Siktir.

Boyga’nın kulaklığımdan, “Polisi aradılar,” diyen sesini duydum. “Beş dakikanız bile yok.”

Burçin’i yakalayan adam, “Bizimle geleceksiniz,” dedi. Benden birkaç santim kısaydı, yere serilenlerden daha ağır ve güçlü bir duruşu vardı. Siyah saçlarını jöleyle geriye doğru yatırmıştı ve üzerinde siktiğimin takım elbisesi vardı. Aklımdan olasılıkları sıralarken adam başıyla apartmanın arkasına doğru işaret etti. “Ya bizimle geliyorsunuz ya da sizi yarattığınız bu pislikle polislerle anlaşmak için baş başa bırakırız.”

Burçin’in adamı onayladığını gösteren bir şekilde gözlerini yumduğunu gördüm. Tabii ki de polisleri beklemeyecektik.

“Gidelim,” dedim ve onları beklemeden önden ilerledim. Ölmemizi isteselerdi bu konuşmaya gerek duymazlardı. İsmet’in Devin’in peşinde olduğunu düşündükçe kanım donuyordu. Boyga neden Pars’ın İsmet’i izlemeye devam etmesine engel olmuştu? Bir şeyler dönüyordu. Onun başına bir şey gelirse… dişlerim sertçe birbirine kenetlendi. Bunu düşünemezdim. Şimdi değil.

Boyga sanki düşüncelerimi okuyormuş gibi, “Onlardan kurtulmaya bak, ben Devin’le ilgileniyorum,” dedi.

Bir şey vardı. Devin evimin güvenli sınırları içinde değildi. “Nerede?” diye sordum fısıltıyla.

Arkamdaki adamın silahının soğuk ucunu ensemde hissettim. “Kiminle konuşuyorsun lan sen?”

“Aptalsın, Karan,” dedi Boyga ve hattı kapadı.

Burçin, “Biliyorsun ki o haklı,” dedi sesinde bir gülümsemeyle. Lanet olsun. Kafayı yemek üzereydim. Delinin tekiyle burada sıkışıp kaldığım yetmiyormuş gibi Devin’e ne olduğunu da öğrenememiştim. Bu kadar oyun yeterdi.

Atacağım bir sonraki adımdan vazgeçerek durduğum anda arkamdaki adam boş bulunarak bir adım daha attı. Sırtımla çarpışınca silahı kaydı. Uzanıp kolunu kavradığım gibi bükerek arkasına doğrulttum. “Şimdi,” diye seslendim Burçin’e.

Kaçıp kaçmadığını kontrol ederek zaman kaybetmedim. Ona güvenmek zorundaydım.

İlk el ateş ettiğimde Burçin’in hareket ettiğini göz ucuyla yakaladım ve o andan itibaren durmadım. Şarjörün içindeki mermilerin hepsini o piçin üzerine boşalttım. Silahı tutan adam tutuşumdan kurtulmak için çaresizce debeleniyordu. Sonunda bileğini kırarak silahı elinden düşürdüm. Onu olduğu yerde çevirdim, kolumu kafasına sarıp saniyeler içerisinde boynunu kırarken etrafımdaki dünyayı bir kez daha kıpkırmızı görüyordum.

***

Pars’ın Burçin’e ulaştığı anı görmemiştim. Onlarla yüzleşmek için döndüğümde Pars, Burçin’in karşısına geçmiş aklını yitirmiş bir ifadeyle Burçin’in her yerini inceliyordu. Kolunu tuttuğunda Burçin inleyince öfkeyle soludu.

“Sadece sıyırdı,” dedi Burçin sakin bir sesle. “Ben iyiyim.”

“Başka?”

“Önemli bir şey yok.”

“Başka dedim.”

“Kaburgamda çatlak olabilir,” diye mırıldandı. Artık gülümsemiyordu. Şu anda çok daha normaldi. Sanki Pars’ı gördüğü anda zihnini deliliğe sürükleyen o sis dağılmış gibiydi.

Pars dişlerini sıkarak Burçin’den uzaklaşırken, “Hadi,” dediğinde onların peşinden arabamın beklediği yere doğru koşmaya başladım. Belimden aşağı doğru akan kan artmış, pantolonumun içinden kendine bir yol yaratmıştı. Islak olan yerlerde soğuğu daha çok hissetmeme neden oluyordu.

“Ne kadar kötü?” diye sordu Pars.

“Önemli değil. Neler oluyor anlat.”

“Araba kullanabilir misin?”

“Pars!” diye bağırdım. “Şimdi konuşmazsan ne kadar iyi olduğumu göreceksin. Yeter. Devin nerede?”

Burçin’e hâlâ ona ulaşmak ve dokunmak istiyormuş gibi bakarken, “Eymen’in mezarında,” dedi.

Duyduğum şeyi başta o kadar algılayamadım ki adımlarımı şaşırarak tökezledim.

“Ne?”

Lafı uzatmadan, “Ekip yolda,” dedi. “Detayları bilmiyorum.”

Eğer ona bir şey olduysa

Eğer ona bir şey olduysa

Ne yapardım? Ne kadar ileri gidebilirdim?

Beni çağıran karanlık öyle yoğundu ki hayatımda ilk defa kendi düşüncelerim bile beni korkutuyordu.

Sonuna kadar giderdim.

Onun olmadığı dünyayı önce ateşe verir, sonra da seve seve onu takip ederdim.

 

***

Selam arkadaşlar.

Karan nelerle karşılaşacak merak ediyor musunuz? Bu bölümden sonra sizi farklı bir bölüm bekliyor, farklı bir bakış açısı. Yolculuğumuza ışık tutması için böyle bir şey yaptım. Bu sefer, bu hafta yeni bölüm için alıntı atmayacağım ki sürprizi kaçmasın. :D

Ondan sonraki bölüm ise... Olaylar olaylar...

Heyecanla okumanızı bekliyorum.

Ben bölümleri tamamladım. Üstünden bir daha geçiyorum. Bir yandan da Pars ve Burçin'in hikayesi için hazırlık yapıyorum. Onların hikayesi de baya değişik olacak. Çok heyecanlıyım şimdiden.

Gelin instagramda beni bulun.

zeynepinkitapligi_

Haftaya görüşürüz. <3

 

Bölüm : 27.06.2025 19:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...