37. Bölüm

34.BÖLÜM

Zeynep Işıklar
zeynepisiklar

*Karan*

Çok uzaktı.

Devin’le aramızdaki mesafe dakikalar ya da saatlerle ölçemeyeceğim kadar uzaktı. Sanki bizi ayıran kıtalar vardı. Dünyalar, gezegenler, galaksiler, siktiğimin kara delikleri.

Gidiyordum, ilerliyordum ama ona ulaşmıyordum. Kalp atışlarım zamana meydan okuyormuş gibi çok daha hızlı atıyordu, yine de yetmiyordu. Yerimde sayıyordum.

Daha önce kendimi çaresiz hissettiğimi düşündüğüm tüm anları toplasam şimdiyle kıyaslanamazdı. Sırtımdan soğuk terler akıyor, korku ve sinirle birleşen duygularım vücudumun titremesine neden oluyordu. Direksiyonu öyle sıkı kavramıştım ki biraz daha güç kullanırsam elimde parçalanacakmış gibi hissediyordum.

Gidiyordum, ilerlediğimi görüyordum ama bir türlü mesafeyi kapatamıyordum.

Tanrım. Onu çok seviyordum.

Tanık olduğum onca korkunç şeyden sonra bizi izleyen bir varlık olduğuna inanmakta zorlanır olmuştum ama şu anda ona ihtiyacım vardı. Siktir. Şu anda o ilahi güce ihtiyacım vardı.

Lütfen, diye yalvarıyordum. Lütfen onu koru. Ona bir şey olmasına izin verme. Onu benden alma. Her şey olur ama onun yokluğuyla yaşayamam.

Beni duyuyor olmasını öyle çaresizce istiyordum ki, arabanın içinde yüksek sesle aynı sözleri tekrarlayıp duruyordum.

Kulaklığımdan yayılan sesleri neredeyse duymuyordum çünkü onlar da aynı şeyleri tekrarlıyorlardı. Devin’e bir şey olmasına izin vermeyeceklerdi. Zamanında yetişecektik.

“Geldim,” dedi Erdem. “Bana güven.”

“Erdem…” Ona söylemek istediğim çok fazla şey vardı.

“Söz veriyorum,” dedi. “Hayatım pahasına da olsa onu koruyacağım.”

İnsanın kalbinin hissettirebildiklerinin gücüne hayran kalmamak elde değildi. Erdem’in sözünü yerine getireceğini biliyordum ve bu yolda ona bir şey olursa… Kalbim bu düşünceyle kırılıyordu. Kalbimi, ruhumu, geleceğimi, hatta geçmişimi, sahip olduğum her şeyi adadığım kadın için, benim için kardeşten farksız olan adamın kendini ortaya koymasına nasıl dayanırdım? Erdem’in kendini bana hâlâ borçlu hissettiğini o anda anladım.

“Geliyorum,” dedim Erdem’e. “Bana hiçbir borcun yok, bunu unutma.”

Güldüğünü duydum. “Benim için endişelenme. Gerekirse oradaki son kemik kalıntısını da yok edene kadar oradaki her bir mezarı tek tek ateşe veririm.”

Güldüm. “Evet,” dedim. “Yaparsın.”

Sesler birbirine karışmaya devam etti. Köprüyü geçmiştik. Pars’la arabalarımız peşi sıra sokaklarda yol alıyordu. Biliyordum. Sadece kısacık birkaç dakikanın geçtiğini biliyordum ama bir dakikanın bile her şeyi değiştirecek etkisi olduğunu da biliyordum.

“Ailesini güvene aldılar,” dedi Boyga.

Bu iyi bir haberdi ama şu anda önceliğim kesinlikle onlar değildi. Erdem, Devin’in yerini saptadıktan sonra arama kayıtlarına ulaşmaya çalışmıştı. İsmet ondan bekleneceği üzere akıllı davranmıştı; numara kullanım dışıydı. Çok yakında kayıtları da yok edecekti.

Ancak benim küçük kuşum Erdem’e mesaj atmıştı. Korkuyla hareket etmiş olsa da o an için en doğrusunu yaptığını düşündüğünü biliyordum. Ona nasıl kızabilirdim? İsmet onu ailesi ve benimle tehdit etmişti. Devin ise savaşmaya karar vermişti. Erdem yola çıkmadan önce eve çıkmış, ona verdiğim silahın evde olmadığından emin olmuştu. O silahı kullanma ihtimali olacağını bilerek evden çıkarken ne hissetmişti? Onunla gurur duyuyordum.

Ah… Onunla çok ama çok gurur duyuyordum. Erdem’i atlatmayı başarmıştı. Kayıtları izlemeye vaktim olmamıştı ama Erdem’in kameradan çekip attığı tek bir fotoğraf hislerimi coşturmaya yetmişti. Tellerin üzerinden atlarken çekilen simsiyah bir siluetti. Akıllı kızım, yakalanmamıştı ve ondan istediğim gibi hem panik butonunu hem de silahı yanına almıştı.

“İsmet nerede?”

“Onu da alacağız, merak etme.”

O piçi doğduğuna pişman edecektim. Nasıl olup da bugün onun evine girmek için harekete geçeceğimizi anlamıştı bilmiyordum. Kendimi nasıl bu kadar açık edebildiğime hâlâ inanamıyordum. Benim hatamdı, dikkatsiz davranmış olmalıydım. Ve İsmet bu fırsatı değerlendirmekte gecikmemişti. Devin’i saklandığı yerden çıkarmak için hızlı bir karar alıp harekete geçmişti. İkimizi birbirine bağladığına göre bizi görmüş olmalıydı. Siktiğimin radyo programı yüzünden olduğuna kalıbımı basardım. Devin’in isteklerini umursamayıp onu korumak için daha keskin sınırlar çizmeliydim. Hatalıydım.

“Aydemir’e ulaştığını nasıl göremedik?” diye sorarken odaklanmaya çalışıyordum. Bizi İsmet’in evinde pusuya düşürenler Aydemir’in adamlarıydı. İsmet kendini tüm bu pislikten uzak tutmak için elinden geleni yapsa da paçayı kurtarmasına izin vermeyecektim.

Devin, İsmet’le buluşacağını düşünerek evden çıkmıştı ama onu karşılayacak olan kişi Aydemir’den başkası değildi. Çoktan karşı karşıya olduklarını düşününce kafayı yiyecek gibi oluyordum. Kontrolümü tamamen yitirmeme çok az kalmıştı.

“Hesap etmediğim şeyler oldu.”

İşte buna kahkahalarla gülmek isterdim. Hatasını kabul etmesi duyulmuş şey değildi.

“Önümü açacaksın, Gölge,” dedim. “Ne istersem, o ne isterse… Bana bunu vermek zorundasın.”

Cevap vermese de bana karşı çıkmayacağından emindim. Devin’in olmadığı bir hayatın içinde yaşamayacağımı artık biliyor olmalıydı. Şu anda dünyayı kurtarmak sikimde değildi.

“Bahar burada,” dedi Erdem. “Aydemir silahlı.”

Tüm taşlar bir anda yerine oturduğunda sinirle direksiyona vurdum.

“Siktir.”

“Haklıydım,” dedi Pars. “Aşk her şeyi yaptırır.”

“Aşk falan değil,” dedim. “O çaresiz. Bebeği için yapıyor. İsmet’e kendi ayağıyla gitmiş olmalı ya da İsmet onu sıkıştırdı.”

“Devin’le Bahar yan yana. İsmet herkesi oyuna getirmiş olmalı. Aydemir’le gelen üç adam var. Şerefsiz. İki kadın için dört adam.”

“Devin silahlı mı?”

“Elinde değil. Pozisyon alıyorum. Aydemir’i indirebilirim.”

Boyga, “Dur,” dedi. “Keskin nişancı olarak eğitilmedin. Hata payın yüksek.”

“Bunu yapabilirim,” dedi Erdem sinirle.

“Egonu alıp kıçına sok Erdem. Sana durmanı söyledim.”

Burçin, “İki dakika bile yok, geldik,” dedi.

“Diğer ekip de yolda.”

“Çoktan orada olmaları gerekirdi, Gölge. Bu sefer cidden sıçıp batırdın,” dedim.

“Tek işim sizin götünüzü toplamak değil, Karan.”

Boyga’yı umursamadan, “Pozisyon al,” dedim Erdem’e. “Ateşleme ama hazır ol.”

“Tamam.”

“Düşünsenize,” dedi Burçin. “Karan ve Erdem ekipten ayrılıp Gölge’ye rakip olacak bir firma kuruyorlarmış.”

Erdem’in değişen nefes sesleri gülümsemesini bastırdığını gösteriyordu. Pars kısa bir kahkaha attı. Boyga ise sadece homurdandı. “Sen de bizimle gelirsin,” dedim kalan kilometreleri sayarken.

“Bok gelir,” dedi Pars sert bir sesle.

“Seni yalnız bırakmam, sert çocuk, merak etme.”

“Devin çantasını çıkarıyor. Aydemir adamlarından birini çağırdı.”

“Bilgisayarı verdiği anda onlarla işi biter,” dedim. “Erdem…”

“Halledeceğim.”

Bir yol ne kadar uzun sürebilirse o kadar uzun sürdü. Pars’ın aracını ardımda bırakıp bu sokaklarda çıkabileceğim son hızla ilerlerken geç kalmamak için dua ediyordum.

Ona bir şey olmasına izin verme, diyordum. Onu seviyorum. O benim kalbim, nefesim.

Mezarlığın dar girişine düşünmeden arabayı sokup ilk yolu bitirdiğimde arabayı durduğum gibi içinden indim. Attığım ilk adımla başım dönünce sessiz bir küfür savurup silahımı çıkardım. Çok kan kaybetmiştim.

“Geldim,” dedim Erdem’e.

“Duyduk,” dedikten bir saniye sonra karanlığın içinde kaybolan, sessiz mezarlığın içinde bir el silah sesi yankılandı.

“Devin,” diye bağırarak koşmaya başladım.

Erdem cevap vermedi. Bunun yerine silah sesleri duyulmaya devam etti. İki, üç, dört, beş…

“Devin!”

Siktir. Ona bir şey olduysa yaşayamazdım. Siktir. Siktir.

“Arkandayız,” dedi Pars.

Kulaklığı çıkarıp attım. Adımlarımı hızlandırdım ve sonunda onlara ulaştım. Kat ettiğim tüm bu mesafe, geçmek bilmek bilmeyen onca dakika, kafamın içinde dönüp duran ve birbirine saldıran onlarca tilki beni bu ana hazırlayamazdı.

Küçük kuşum, etrafındaki kan gölünün içinde dizlerinin üzerinde duruyordu. Ve tıpkı cehennemden kaçmış bir tanrıçaya benziyordu.

***

*Devin*

Aydemir Bahar’a, “İsmet kimliğini hazırladığını sana iletmemi istedi,” dedi. Bahar’ın yanımda şiddetle titremeye başladığını görebiliyordum. Aydemir çok komik bir şey söylemiş gibi kahkaha atarken, “Öbür tarafa, anlarsın ya,” diyerek gülmeye devam etti. “Sence de mezarlık bunun için çok uygun değil mi? Polisin hakkını yemeyelim, adamın şiirsel bir yanı olduğu kesin.”

Aydemir’i daha önce görmemiştim. Bu ışıkta da çok iyi bir görüşüm yoktu ama çoğu dökülmüş olan yağlı gibi görünen sarı saçlarını, alkolden kırmızılaşıp şişen burnunu ve göbekli cüssesini seçebiliyordum. Elinde silah olmasa korkutucu değil, sadece çirkin ve bakımsız göründüğünü düşüneceğim herhangi biri olurdu. Bu adam mı kendince bir suç imparatorluğu yönetiyordu?

“Bunu yapamaz,” dedi Bahar. “Söz verdi.”

Gözümü bize doğrultulmuş silahtan ayırmaya götüm yese Bahar’a bakıp kendini nasıl olup da güvene almadan birine güvendiğini sorardım.

Aydemir etrafına tükürükler saçarak kahkaha atmayı seviyordu. Bahar’ın sözlerine yine aynı tepkiyi verdi. Bu… iğrençti. Tanrım. Boku yemiştik. Bahar’a içimden kızıyordum ama ben de buraya gözümü kapatıp gelmiştim. Birilerinin bize yetişmesine yetecek kadar süremiz var mıydı?

Korkuyordum.

Siktir. Çok korkuyordum.

Karan’ı bir daha göremeyecek olmaktan, onun hayatımı değiştiren gözlerine bakamayacak olmaktan, kokusunu soluyup bana ptičica diyen sesini duyamayacak olmaktan deli gibi korkuyordum.

Ya bir daha geniş göğsüne kafamı yaslayıp, geçmişinin izlerini parmaklarımla takip edemezsem? Ya bir daha iyi bir şeyler yapmak uğruna kendini feda etmeye razı kalbinden onu öpemezsem? Ya yağmuru izleyip kokusunu içimize çekerken onunla bir sigarayı paylaşıp aynı kadehten içemezsem?

O ana, bunun gibi birçok ana ihtiyacım vardı. Onu seviyordum. Ve onu kaybetmekten daha çok onun beni kaybedecek olması fikrinden deli gibi korkuyordum.

“Hayır,” dedi Bahar. “Anlamıyorsun. Bana bir şey olursa Eymen’in bana bıraktığı tüm kopyalar polise teslim edilecek.”

Kelimeler ağzından çıkarken bana doğru bir adım daha atmamış olsa sanırım ona inanabilirdim. Göz ucuyla Bahar’a baktığımda koruyucu bir şekilde ellerini karnına sardığını gördüm. Ufacık adımlarla bana yaklaşıyor, muhtemelen silah ateşlendiği anda arkama geçmeyi planlıyordu. Ona kızmıyordum. Karnımda düşünmem gereken bir çocuk olsa aynısını, hatta muhtemelen çok daha fazlasını yapardım. Bu yüzden kıpırdamadım, elinden geldiğince bana sığınmasını bekledim.

Bir an için Bahar’a belimdeki silahı işaret etmeyi düşündüm. Ancak Aydemir ve az önce gölgelerin arasından çıkan üç adam bizi şahin gibi izlerken bunu yapamazdım.

“İsmet’e ne olduğu sikimde değil, tatlım. Bilgisayarı alsam bana yeter.”

“Ama…”

“Bilgisayar,” dedi sertçe. İlk defa gülmüyordu. Buraya kadar mıydı? Bitmiş miydi? Bunu kabul etmek istemiyordum. Savaşmadan teslim olmayacaktım.

“Tamam,” dedim. “Bilgisayarı al, umurumda bile değil. Bunca zamandır bendeydi ve polise gitmedim. Bu işe karışmak istemedim.”

“Siktir lan, orospu. Umurunda değilmiş. O herif beş adamımı öldürdü.” Silahının ucunu sallayarak, “Çanta,” dedi yeniden. “Bana getir.”

Çantayı omuzumdan indirirken silaha uzanabilir miydim? Ya da Bahar’ın görmesini sağlayabilir miydim? İçgüdülerime güvenmek ve bir şey… buradan kurtulmak için herhangi bir şey denemek zorundaydım.

Çantayı kolumdan çıkarırken Aydemir arkasındaki adamlara işaret etti. İçlerinden biri öne çıkarak bize doğru yürümeye başladı. Ellerim titriyordu. Bilgisayarı aldığı anda işimiz biterdi, bize ihtiyacı kalmayacaktı. Ayrıca Karan adamlarını öldürerek bize karşı iyice bilenmesini sağlamıştı.

Sadece bir adım öne çıktım. Onlara doğru yürümedim, bıraktım ki o adam bana doğru gelsin. Peki sonra? En ufak bir fikrim yoktu. Lanet olsun. Silahı nasıl kullanacağımı bile hatırlamıyordum! Ne demişti Karan? Tetiği çek? Güvenliği otomatik miydi? Hayır. Emniyet kilidi vardı. Siktir. Hiçbiri değildi. Derin bir nefes alarak çantayı uzatırken Karan’ın kelimelerini zihnimde canlandırmaya çalışıyordum. Burnuma doluşan ter kokusunu yok sayarak geri çekildim.

Emniyet sistemi. Tamam. Evet. Kazayla patlamayacağını söylemişti. Tetik emniyetini aç, tetiği çek. Kolay olacağını söylemişti. Siktirsin. Bu soğukta, korkudan altıma sıçmak üzereyken, karanlıkta tetik emniyetine nasıl basacaktım? Üstelik bir de nişan alıp ateş etmem gerekiyordu.

Ağlamak istiyordum. Ah… Buna o kadar çok ihtiyacım vardı ki…

Adam çantanın fermuarını açıp bilgisayarımı içinden çıkarırken yeniden Bahar’a yaklaştım. Vücudunun neredeyse yarısını benimkiyle örtmesine izin vererek durdum. Ondan nefret ediyordum. Eymen’in evli olduğunu bile bile onun hayatından çıkmamasından nefret ediyordum. Bana hissettirdiklerinden nefret ediyorum. Ama masum bir can taşıyordu. Tabii ki de ona zarar gelmemesi için elimden geleni yapacaktım.

“Nerede?” diye sordu Aydemir. “Hangisi?”

“Kırmızı dosya,” dedim sakince. “Her şey orada. Bırak bizi. Söz veriyorum, ağzımızı açmayacağız.”

Aydemir cevap vermeye bile tenezzül etmedi. Bahar’ın alaycı homurtusunu duysam da tepki vermedim. Orada ne kadar süre Aydemir’in dosyalara bakmasını bekledik, bilmiyordum. Saniyeler de olabilirdi, dakikalar da.

Aydemir’in kafasını salladığı anı gördüm. O yapmadan ben yapabilirdim. Yapmak zorundaydım. Ancak aynı anda birden çok şey oldu. Bir arabanın sert freniyle herkes harekete geçerken, Bahar’ın benden önce davranıp kesinlikle bana ait olmayan bir silahı kaldırdığı ve bir saniye olsun tereddüt etmeden ateşlediği o anı kaçırdım.

Rahatlayarak geldiler, diye içimden geçirdim. Gelmiş olmalılardı, yine de bir şey yapmazsam her şey için çok geç olmak üzereydi. Nasıl olduğunu bilmiyordum ama elim kendi silahıma uzandı. Kendi silahım. Gerçekten kafayı yemenin eşiğindeydim. Silahı çıkardım. Gözümün önünde Karan’ın silahın üzerindeki ellerinin hareketleri dönerken tetik emniyetini serbest bıraktım. Silahı kaldırdım ve kendime düşünme izni vermeden, karşımda gördüğüm ilk bedene ateş ettim.

Bu anın içindeki Devin’i dışarıdan bir gözle izlemek isterdim. Bir saniye bir dakika gibi akarken, ellerimin hızı ulaşmak istediğim zaman akışını yakalamakta zorlanırken kim bilir nasıl görünüyordum. Ellerim titremiş miydi? Çünkü artık bunu hissedemiyordum. Titreyen tek yerim ellerim değildi. Çünkü vurulmuştum.

Bunu biliyor ama neler olduğunu anlamakta zorlanıyordum. Sesleri duyuyordum. Silah seslerini, bağırışları… Öyle fazla ve öyle yüksekti ki kulaklarım uğulduyordu. Belki de bunu yaşıyor olmamın bir sebebi de bacağıma saplanan mermiydi. Etimi delip geçerken yarattığı o ilk andaki darbe hissiyle şoka girmiş olmalıydım. Saniyeler geçti. Sanırım. Tattığım soğukluk dağıldı ve bir an sonra yakıcı bir acı tenimi kavurmaya başladı. Ayakta durmayı denedim. Gerçekten. Ama yapamadım. Dizlerim titredi ve sert bir darbeyle yere çöktüm. Boşta olan elimle yere yapışmamak için destek alırken elim yapışkan ve sıcak bir şeyle buluştu. Kan. Çok fazla kan vardı.

Birinin adımı seslendiğini duydum. Silahı yeniden kaldırırken, o sese tutundum. Karan. Karanlık sevgilim. Benim için gelmişti. Bunu yapabilirdim.

Arka arkaya tetiği çektim. Gözlerim kararıyordu. Elimi sabit tutmakta zorlanıyordum. Tek görebildiğim sırtları bana dönük iki bedendi. İsabet ettirebilmiş olmayı dilemekten başka çarem yoktu.

Ve sonra ikinci bir mermi göğsüme çok yakın bir yere saplandı.

Siktir. Nefesim kesildi. Çok acıyordu. Sanki biri iç organlarımın her birini sıkıştırıyor, tenimi kızgın demirlerle dağlıyordu. Öyle büyük bir acıydı ki, ciğerlerim zorla içimden sökülüp atılıyormuş gibi hissediyordum.

Kolum düştü, silah elimden kaydı. Ölüyor muydum? Çünkü artık karanlıktan başka hiçbir şey görmüyordum. Lanet olsun. Ölmek istemiyordum.

“Geldim, ptičica.”

O ses. Gelmişti. Yapabilseydim, rahat bir nefes verirdim. Gözlerim yanarak ıslandı, burnumun ucu sızlarken vücudum sessiz bir hıçkırıkla sarsıldı. Ah… Bu acıtıyordu. Canım o kadar çok acıyor, ciğerlerim o kadar çok yanıyordu ki nasıl olup da hâlâ ölmediğimi bilmiyordum.

“Bana bak, Devin. Hadi.”

Bunu çok isterdim. Son bir kez onun güzelim kehribar gözlerine bakmayı her şeyden çok isterdim. Ona bakar ve bir kadeh buz gibi viskiden bir yudum alarak kokusunu soluduğumu hayal ederdim. Ona bakar ve nasıl bu kadar şanslı olduğuma hayret ederdim; beni böylesine güzel seven bir adamı nasıl bulabilmiştim? Ama kapadığımı bile hatırlamadığım gözlerimi açacak gücüm yoktu.

Belki gözlerimden göremediklerini söyleyebilirdim.

Ağzımı açtığımı hissettim. İlk kelimeyi çıkarmak için bir nefes aldım ama göğsüme yayılan acı o kadar arttı ki devam edemedim.

“Şşş… Konuşma. Kontrollü nefes almak zorundasın.”

Özür dilerim, demek istemiştim. Düşünmeden hareket ettiğim için, ona yokluğumla acı çektireceğim için özür dilemek istiyordum. Bir de onu çok sevdiğimi söyleyecektim. Kalbimin böylesine yoğun bir duyguyu yaşama gücü olduğunu bile bilmiyordum. Ve en sonunda da bana hissettirdiği her duygu, yaşattığı her an için teşekkür edecektim.

Yapamadım.

 

***

Devin'e başlangıçta kızdım, sizin de kızdığınızı biliyorum ama umarım onu affedersiniz. Çünkü bundan sonra ne olacağı meçhul, diyormuşum... :D

Kalbimiz biraz kırık mı? Karan neler hissediyor acaba?

Bir sonraki bölümde onun bakış açısından okuyacağız. Ama bu bölüm ben Devin'i çok sevdim, bence cesur davrandı. :(

Yorumlarınızı merak ediyorum. Öptüm. :*

 

Bölüm : 11.07.2025 19:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...