38. Bölüm

35.BÖLÜM

Zeynep Işıklar
zeynepisiklar

*Karan*

 

Parmak uçları buz gibiydi. Ameliyathanenin soğuğu içine işlemişti, bir türlü ısınmak bilmiyordu. Bağlı olduğu monitördeki kalp atışlarının hareketini izlemiyor olsam, etrafına yaydığı bu ölüm sessizliği aklımı kaçırmama neden olurdu. Nefesini duymakta zorlandığım her an gözüm o ekrana takılıyordu. Nabzı o kadar yavaş atıyordu ki monitörü izlemek de yetmiyordu, parmaklarımı bileğine bastırmış tek tek her bir atışı sayıyordum.

Yaşıyordu.

Gözlerimi yumdum. Eğilip dudaklarımı parmaklarının ucuna bastırırken tek bir damla gözyaşının yanağımdan aşağıya doğru aktığını hissettim. Sonra bir tane daha aktı. Ve bir tane daha… Göğsüm bastırmaya çalıştığım hıçkırıklarla sarsılırken hayatımda ikinci defa ağladım ve onu bir daha asla bırakmayacağıma yemin ettim.

“Asla, ptičica.”

Bunları yaşamasının tek suçlusu bendim ve hayatım boyunca bu yükün altında ezilecektim. Ama nefes aldığım süre boyunca onu bir daha gözümün önünden ayırmayacak, asla savunmasız kalmasına izin vermeyecektim. Sıçıp batırmıştım. Hayatım boyunca yapmadığım kadar çok hatayı şu son birkaç ayda yapmıştım.

“Sana söz veriyorum,” diye fısıldadım. “Başına bir şey gelmesine bir daha asla izin vermeyeceğim.”

Gözlerimi sildim, yanağımı avucumun içindeki elini tutmaya devam eden ellerime yasladım. Soğuk parmakları tenime değiyordu. Neden bir türlü ısınmıyordu? Uzanıp önce alnına dokundum. Ellerinden çok daha sıcaktı. Parmağımın ucuyla kaşının kenarındaki beni okşadım.

“Her parçanı seviyorum, Devin. Gözlerini aç ve seni sevmeye yeniden başlamam için bana izin ver.”

Sesimi duyuyorsa da en ufak bir tepki vermedi. Vücudundaki tek bir kas, kemik ya da hücre hareket etmiyor gibiydi. Gözkapaklarının ardındaki gözleri bile o kadar hareketsizdi ki rüyasız, derin bir uykuda olduğu belliydi. En azından şu anda acı çekmiyor, diye düşünerek teselli bulmaya çalıştım. Çünkü uyandığı anda o acı ona sertçe vuracaktı. Kendime olan öfkem öyle güçlüydü ki bu öfkeyle ne yapacağımı bilmiyordum. Acı istiyordum. Onun çektiği acının kat be kat fazlasını tatmak istiyordum. Aynı acıyı onunla beraber taşıyamazsam ben nasıl bir adam olurdum? Bunu hak ediyordum ama onu bırakıp gidemezdim. Şimdi değil. Henüz değil.

Onun iyi olduğunu görene kadar yanından ayrılamazdım.

Avucumun içindeki elini öptüğümde onu ısıtmayı başardığımı fark ederek iç çektim. Bunu yapabilirdim. Ona bakabilir, daha iyi olmasını sağlayabilirdim.

Devin’in ve Erdem’in kanlar içinde ambulansa kaldırılışının taze anısı gözlerimin önünde yeniden dönüp durmaya başlarken bir kez daha ağlamamak için dişlerimi sıktım. Bu gözyaşlarını hak etmiyordum. Canım ne kadar yanarsa yansın, bu ufacık rahatlamayı bile hak ettiğime inanmıyordum.

Görmekte tereddüt etmediğim, defalarca akmasına neden olduğum ve birçok kere içinde yüzdüğüm kanın Devin’e ait olması durumu öyle kolay değiştirmişti ki… Gözlerimi yıkamak, o anı sonsuza dek zihnimden söküp atmak istiyordum. Çaresizce bacağına turnike yapıp göğsüne bıçağımla kestiğim bir kumaş parçasını bastırırken, elime sıcacık akan kanının verdiği his nefesimi kesiyordu.

Onu neredeyse kaybediyordum. Çok yaklaşmıştı. Doktorun söylediğine göre çok kan kaybetmişti ve neredeyse… sıçayım. Bunun düşüncesine bile tahammül edemiyordum.

Kapı sertçe açıldığında kafamı çevirip odanın girişine baktım ve babasının dağılmış bir halde içeriye girdiğini gördüm. Buraya kadar koşmuş gibi görünüyordu, nefes nefeseydi. Hızlı ve uzun adımlarla yanıma gelene kadar durmadı. Beni yakamdan tuttuğu gibi ayağa kalkmam için kendine çekerken ona izin verdim. Devin’in olması gerekenden önce, özellikle böyle bir anda uyanmasını istemiyordum. Devin’in elini saran parmaklarımı sakince açtım, elini yatağa koydum ve Tarık’ın yakamı kavrayan elini tuttum.

“Burada değil,” dedim sessizce. Gözleri öfkeyle ve bir de çok yakından tattığım bir acıyla doluydu. Aradığım belayı da acıyı da bulduğumu fark ettim.

Devin’in annesi şişmiş ve kızarmış gözlerle kapıda belirdi. Yanımızdan gelip geçerken bize bakmadı bile. Doğruca kızına ilerledi. Yatağın öbür yanına geçip büyük bir dikkatle yatağa oturdu. Soğuk olduğunu bildiğim diğer elini aynı benim gibi avuçları içine alıp hafif bir baskıyla sıkarken hıçkırığını yutarak sessizce ağlamaya başladı.

Gözyaşlarının arasından, “Çık buradan,” dedi. Yüzüme bile bakmamıştı. “Kızımdan uzak dur.”

Kendimi onların yerine koymak isterdim. Canlarından bir parça gözlerinin önünde olağanca hareketsizliğiyle yatarken, vücudu sargılar içinde ve cehennemden çıkmış gibi görünürken, hissettiklerini anlayabiliyordum. Kanlarında alev alev kaynayan öfkeyi hissedebiliyordum. Ama ben iyi biri değildim. Öyle olduğumu hiç iddia etmemiştim.

Sikeyim. Kızlarını bir sapık gibi aylarca takip etmiş, henüz ölmemiş kocasını öldürmek için planlar kurmaya başlamış, günden güne kızlarına âşık olurken sonunda onu kendi kafesine hapsetmiş itin tekiydim. Hiçbir güç beni Devin’den ayıramazdı, bunu kabul etmek zorundalardı.

Yine de annesinin sözlerine karşı çıkmadım. Peşimden geleceğini bilerek Tarık’ı ardımda bırakıp odadan çıktım. Kapıda duran Boyga’nın seçtiği iki polisin yanından geçerken bana huzursuz ve biraz da korku dolu gözlerle baktıklarını gördüm. Güneş doğduğunda buradaki görevleri bitecekti ve yerine Boyga’nın maşası olmayan birileri gelecekti. O zamana kadar burada kalabilirdim, sonra gitmek zorunda kalacaktım. Eğer Devin’i daha fazla riske atmak istemiyorsam yanında duramazdım.

Arkamdan gelen adım seslerini duyuyordum. Devin’in ve diğer hastaların kapısından uzaklaşarak otomatların olduğu dar bir koridora girdim. Sonunda dönüp Devin’in babasıyla yüzleştiğimde, “Onu koruman gerekiyordu,” dedi.

“Biliyorum.”

Yüzüme inen sert yumruğu bekliyordum. Gerçekten sertti. Ellerini iki yanında sıkıp açtığını, karar verene kadar geçen iki saniyede vücudunu kontrol altına almaya çalıştığını görmüştüm. Verdiği kararda haklıydı, bu yumruğu, hatta çok daha fazlasını hak ediyordum.

“Onu koruman gerekiyordu. Kızımı…”

“Biliyorum,” dedim ikinci bir yumruk yüzüme indikten hemen sonra. Dudağımın patladığını hissedince kanı yaladım. Bu kadarcık acı şu anda içimde alevlenen yangını alt etmeye yetmezdi. Daha fazla, dedim içimden. Daha fazlasını istiyordum. “Onu koruyamadım.”

Bir yumruk daha attı. Gözlerimi karartıp hafifçe başımı döndüren bir yumruktu ve burnumdan bir ses gelmesine neden olmuştu. Bu sefer kan burnumdan oluk oluk boşalmaya başladı. Birilerinin küfrederek yanımıza geldiğini gördüm ama elimi kaldırıp onları durdurdum. Daha işimiz bitmemişti.

“Senin için aylarca o piçi takip ettim ama neler olduğunu fark edemedim. İşimde iyi değildim. Kızına karşı duygularımın her şeyin üstüne çıkmasına izin verdim. Onu koruyamadım.”

Bu sözleri duymaya ihtiyacı yoktu ama benim bana vereceği her acıya ihtiyacım vardı. İki yumruk daha attı. Ağzımın içi kanla dolunca bu sefer öksürerek kanı etrafa saçtım. Elimin tersiyle ağzımı silerken devam etmesini bekledim ama buna izin vermediler. Boyga ve Pars, Tarık’ın iki yanına geçmiş ve adamın kollarını sıkıca tutmuşlardı. Tarık istediği kadar güçlü olsun, yanındaki adamlar kaslı, inatçı domuzlardan farksızlardı.

“Onu bırakın,” dedim ama beni dinlemediler.

“Ondan uzak duracaksın,” dedi Devin’in babası. “Hepiniz. Hepiniz siktir olup gideceksiniz.”

“Beni günlerce dövebilirsin,” dedim. Buna asla hayır demezdim. Devin iyi olduğu sürece sikimde bile olmazdı. “Aylarca, yıllarca. Sana engel olmam. Beni sevmek zorunda da değilsin ama kızından uzak durmamı sağlayamazsın. Onu bırakmayacağım.”

“Orospu çocuğu!”

Bağırışı koridorda yankılanınca etrafımızda bir hareketlenme oldu.

“Hangi yüzle bunu söyleyebiliyorsun?”

Yeniden üzerime atılmak istediğinde bir an için dalgınlığına gelen Boyga’nın tutuşundan kurtuldu ama başaramadı.

“Onu bırakın,” dedim bir kez daha. “Bana istediğini yapabilir. Haklı. Sadece benden istediğini yapmayacağımı bilmesi gerekiyor.”

“Onun kılına zarar gelmemesi için tüm hayatımı yeniden inşa ettim. Nasıl olup da kızımın elinden güvende olduğu hayatı almaya kalkarsın? Onu bırakacaksın. Yoksa yemin ediyorum…”

“Hiçbir şey yapamazsın. Ne yaparsan yap işe yaramaz. Bir yolunu bulurum. Bence sen de bunu yapabileceğimi biliyorsun,” dedim. Devin’in güvenliği için yanından bir dakika bile ayrılmayacağım anlamına gelse bile öyle olsun, seve seve onun kalkanı olurdum.

Bana doğru atılmayı bırakıp Boyga’ya baktı. “Ona izin mi vereceksin? Bunu yapmasına?”

Boyga her zamanki gibi doğrudan cevap vermeyi reddetti. “Kızının yanına git. Birazdan yanına gelip sana polisle konuşman için gerekenleri söyleyeceğim.”

“Siktir git.”

“Anlaşmamızı biliyorsun. Sen beni göte atarsan ben de seni atarım. Bu işin altından tek başına kalkmak zorunda kalırsın.”

Tarık’ın çenesi kasıldı. Boyga’nın tutuşundan kurtulup bana son bir kez nefretle baktıktan sonra kızının odasına gitmek için arkasını döndü.

Devin’in, ailesiyle böyle tanışmamı hayal etmiş olacağından şüpheliydim. Sinirle iç çekip yere çöktüm. Kafamı duvara yasladığımda Pars, “Burçin olsaydı sanırım, iyi bir aileye damat gittiğine dair bir şeyler saçmalardı,” dedi sırıtarak.

Boyga’nın kahkahası beklenmedikti. Ama daha çok içimin öldüğünü hissederken kendi gülümsememe şaşırmıştım.

“Bence böyle bir kayınpederim olduğu için siki tuttuğumu söylerdi.”

Ve kesinlikle haklı olurdu.

Kahkahaları kulağımda çınladı.

 

***

 

Sabahın ilk ışıkları hastane odasının pencerelerinden içeriye süzülmeye başladığında, “Sana benden kurtuluşunun olmadığını söylemiştim,” dedi Erdem. Arkamı dönünce yattığı yerde doğrulmaya çalıştığını gördüm. Yatağın kenarına uzanıp bir tuşa bastı ve sırtını yükseltmeye başladı.

“Ben de sana çekeceğin cezanın seni ağlatacağını söylemiştim.”

“Eh,” dedi sırıtarak. “Henüz ağlamadım.”

Sağ kolu sargıdaydı. Devin’den daha şanslıydı çünkü mermi üst kolundaki kasa isabet etmişti. Adamlardan biriyle yüz yüze kavga ettiği esnada da aynı Burçin gibi bir kaburgası çatlamıştı. Burçin asla müdahaleyi kabul etmeyerek yediği ağrı kesici iğnelerle bir saat önce Pars’la beraber hastaneden çıkmıştı. Erdem ise hem kolu için hem de gelecek olan polislerle konuşmak için burada kalacaktı.

“Buradan çıktıktan ve kolunu kullanabilir hale geldikten sonra o kısmı düşünürüz.”

“Beni sevdiğini bu kadar belli etme.” Suya uzanmak istediğinde inledi. Sırıtarak kollarımı göğsümde kavuşturup onu izledim. “Yardım etsen ölür müsün? Ya da bunu yapabilecek, göze senden daha çok hitap eden birini yolla.”

“Deha gibi mi?” dedim sırıtışına karşılık vererek. Gülümsemesi yavaşça yüzünden silindi. “Ne oldu? Aşkınız başlamadan bitti mi yoksa?”

“Devin’in de senin de bu ilişkiyle ne derdiniz var bilmiyorum ama sizi ilgilendirmez,” dedi. Sinirliydi. Bir şeyler olmuştu ama ne?

“İnan bana kiminle ne bok yediğinle ilgilenmiyorum. Devin’in arkadaşını üzersen, Devin’i de üzersin. Ben de seni üzerim. Kolay bir matematik, değil mi?”

Bir kez daha suya uzanırken iniltisini dişlerini sıkarak bastırdı. Ona yardım etmeden beklemeye devam ettim. Acı çekmesini istemiyordum ama görevini yerine getirmemişti. Ona hâlâ kızgındım. Devin’in onu atlatmasına en başta asla izin vermemeliydi. Evet, onu gerçekte koruyamayan bendim ve kendime olan öfkem asla dinmeyecekti ama bu gerçek, Erdem’in hatasız olduğunu göstermezdi.

“Tasmamı azıcık serbest bıraksaydın bir sorun olmayacaktı,” dedi bir çocuk gibi. Bunu unuttuğumu fark ettim. Birlikte geçirdiğimiz seneler boyunca geçmişinin de farkındalığıyla, onun hâlâ fazlasıyla genç olduğunu unutmuştum. Daha yirmi iki yaşındaydı.

“Tasmanı sıkı tutmam da bir işe yaramadı,” dedim sertçe.

Önce bakışlarını kaçırdı. Ardından, “Haklısın,” dedi. “Beni affetmezsen anlarım.”

Onun yerinde başka biri olsaydı Devin’i korumayı başaramadığı için ya kafasına bir kurşun sıkardım ya da o kurşunu yemiş olmayı diletirdim. Ama Erdem benim yumuşak karnımdı. O artık sahip olmadığım ailemdi. Kardeşim gibiydi. Bir kez olsun düşünmeden, tereddüt etmeden kendini benim için ortaya koymuştu. Ne olmuş olursa olsun hakkını ödeyemezdim ama bunu ona itiraf edecek değildim.

“Buradan bir çık da bakarız.”

Belli belirsiz sırıtıp kafasını salladı.

“Git artık. Polisler birazdan burada olur. Boyga’nın bile onları daha fazla oyalayabileceğini sanmıyorum.”

“Ne söyleyeceğini biliyorsun.”

“Bu durum daha da utanç verici olmadan git lütfen. Bana çocuk muamelesi yapma.”

“Sende çocuk gibi davranma.”

İçimden ona sarılmak gelse de bu haldeyken yapamazdım. Muhtemelen izin vermezdi de. Onun kadar dışa dönük davranan ama bir o kadar içine kapanık birini görmeniz çok zordu. Gerçek anlamda sevgi gösterilerine tahammülü yoktu. Buna rağmen onunla bunula yatıp kalkmaktan geri durmuyordu. Patalojik bir vakaydı ve kesinlikle tedavi olmayı reddediyordu.

Bu yüzden bacağını sıkıp bıraktım.

“Birkaç saat sonra görüşürüz,” dedikten sonra odadan çıktım. Benimle aynı anda Devin’in odasının kapısı açıldı ve annesi odadan çıktı. Kapıyı ardından kapatırken gözleri etrafı taradı ve sonunda beni buldu.

“Uyandı,” dedi. “Seni istiyor.”

Göğsümü sıkıştıran o baskı azaldı, yine de onu görmediğim için tamamen geçmedi.

Annesine kafamı salladım. Devin’in beni istediği gerçeğini kabul etmenin ona zor geldiğini görebiliyordum.

“Gözlerini açtı,” dedi bu kez. “Önce korkuyla doluydu. Seni sordu. Burada olduğunu söylediğimde o…” Sustu ve iç çekerek ağlamaktan şişen gözlerini yumdu. Saniyeler geçiyordu. Orada beklemek yerine Devin’e koşmak istiyordum. Ama durdum, birkaç saniye daha dayanmak için aldığım nefeslere odaklanmaya çalıştım. Sadece birkaç saniye daha. “Gözlerini açtığında ilk gördüğü kişi sen olmalıydın,” diye itiraf etti. “Ben kızımın gözlerinin içinin daha önce böylesine bir sevgiyle dolu olduğunu görmemiştim.”

Onu göremediğim her saniye yerimde durmakta zorlanırken ailesine bu kadarını borçlu olduğumu düşünerek, “Hata yaptım,” diye kabul ettim. “Onu koruyamadım. Ben… kelimeleri kullanmakta yeterince iyi değilim ama onu sevdiğimi, asla bırakmayacağımı ve mutlu olması için dünyayı yerinden oynatacağımı bilin.”

Hafifçe gülümsedi. Devin’le benzerliği karşısındaki şaşkınlığımı saklayamadım.

“Tarık da senin gibiydi,” dedi. “Dünyaları yerinden oynatabileceğine inanırdı. Oysa benim tek istediğim kendi küçük dünyamızın içinde güvende kalmamızdı.” Ardını görebiliyormuş gibi odanın kapalı kapısına baktı. “Tarık geç de olsa bana istediğimi verdi.”

“İstediği buysa, ona o güvenli dünyayı vereceğim.”

“Yani bu işlerden uzak mı duracaksın? Bu iş her neyse…”

Devin gerçekten annesine benziyordu. Bu beni gülümsetti.

“O ne isterse,” dedim bir kez daha. “Ama bu sözü size değil, ona vereceğim.”

Kafasını sallayarak beni onayladıktan sonra gönülsüzce de olsa geri çekildi. Bir saniye daha beklemeden yanından geçip kapıyı açtım ve içeri girdim.

Bakışlarımız buluştuğunda bir sonraki nefesim, yeniden doğmuşum gibi ciğerlerimi yaktı. Tanrım. Onu çok seviyordum. O kadar çok seviyordum ki bu duyguyu içime sığdırmakta zorlanıyordum. Ona uzanmak, dokunmak, nefesini dudaklarımda hissetmek, dudaklarının tadına varmak, kokusunu solumak istiyordum. Onu benim yapmak ve sadece ona ait olduğumu her an göstermek istiyordum.

Gözlerimi bir an olsun üzerinden ayırmadan yanına gittim. Elini tuttum, parmaklarına dudaklarımı yaslarken ıslanan gözlerine bakıp, “Sana benim için ağlamamanı söylemiştim, ptičica,” dedim. “En azından bu şekilde değil.”

Dudakları bir gülümsemeyle kıvrıldı ve işte o anda evime döndüğümü hissettim.

 

***

Eveeeeetttt... Nasıl bir bölümdü arkadaşlar? Lütfen yazın bana. Bu ve sonraki bölüm en sevdiklerimden benim. Kalbim hem kırılıyor hem iyileşiyor. <3

Babasıyla iletişimini sevdiniz mi Karan'ın? Yani çok olgun davrandı bence canım Karancığım.

Haftaya sondan bir önceki bölümle görüşürüz. Öptüm sizi. :*

Bölüm : 18.07.2025 21:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...