
*Devin*
Babamın odayı terk ettiği anı kaçırmıştım. Ona kızamıyordum. Benim için korktuğunu, beni bu şekilde görmenin onu kötü etkilediğini biliyordum. İkisine de Karan’ı sorduğumda yüzlerinde beliren ifadeyi görmüştüm. Korku, reddediş, tedirginlik, inkâr… Birçok duygu gözlerinin içinden gelip geçmişti. Ama umurumda değildi. Artık bir zamanlar olduğum o kadın değildim. Toplumun beklentilerine uyum sağlayan, parmakla gösterilecek bir hayat yaşamış, ışığı takip ederken karanlığı görmezden gelen o saf kadın değildim. Olamazdım da. Olmak istemiyordum.
Canım çok yanıyordu. Sahip olduğumun farkında bile olmadığım kemik ve kaslarım sızlıyor, sonsuz bir susuzluğun pençesindeymişim gibi aldığım her nefeste kuruyan boğazım acıyordu. Ölümden döndüğümü biliyordum. Beni bekleyen sonraki kapıyı, ışığı ya da her ne boksa onu görmemiştim ama ruhumun bedenimden çekilmek üzere olduğu o anı hissetmiştim. Belki de öyle olduğunu sanıyordum, kim bilir… Sadece bilinmeyene doğru uzaklaştığımı hissetmiştim. Tam da o anda yarım kalmışlık duygusu içimi öyle derinden sarmıştı ki, bu duyguyla yok olup gitmekten deli gibi korkmuştum.
Senelerimi dünyada olan biten kötülüklere karşı kör gözlerle geçirmiştim. Bilinçli bir seçim değildi, yine de gerçek olan buydu. Birçoğumuzun gerçeği buydu ve kimse kimseyi bunun için suçlayamazdı. Sadece benim artık başka bir seçeneğim vardı ve o son anda bu seçimi yapamayacak olmaktan nefret etmiştim. Bitmiş miydi? Ölmüş müydüm?
Bir dönüm noktasındaydım ama devam edip edemeyeceğimi bilmiyordum.
Bir şeyler yapabilirdim. Karan’ın yanında yer alıp elimden gelen her şekilde ona yardım edebilirdim. O kızları kurtarabilir, iyileşmelerine yardımcı olabilir, onlarla birlikte savaşabilirdim.
Bedenimin ağırlığının beni artık sarmadığını hissettiğim o anda değişmiştim. Kendime çizdiğim o eski yol anlamını yitirmiş, karşıma belki ondan daha cansız ama daha güçlü sınırları olan başka bir yol belirmişti. O yolu takip etmek istemiştim.
Ne olmuştu? Nasıl olup da beni koruyan kabuğun içine geri çekilmiştim? Bunu bilebilmem mümkün değildi. Ama buradaydım. Gözlerimi açmıştım ve geleceğimin gözlerinin içine bakıyor, onu bırakıp gitmemden korkuyormuş gibi elimi sıkıca tutmasının tadını çıkarıyordum.
“Sana ne oldu?” diye sordum fısıltıyla. Sesimi henüz istediğim gibi kullanamıyordum. Nefes alırken göğsüm beni neredeyse ağlatacak kadar ağrıyordu. Annem, Karan’ı odama yolladıktan birkaç dakika sonra bir hemşire gelmiş, serumuma bir ağrı kesici daha eklemişti. Sanırım henüz etki etmemişti ya da yetmiyordu. Babam hemşireyle beraber mi çıkmıştı? Bakışlarımı Karan’dan uzaklaştıramamıştım.
“Hiçbir şey.”
Dudağı patlamıştı. Burnunun kenarlarında kan izleri, sol yanağındaysa hafif bir morluk vardı. Bunun dışında da tamamen dağılmış gibi görünüyordu. Benim yüzümden bu haldeydi. Ona acı getirmiş, korkuyla mücadele etmesine neden olmuştum.
“Mezarlıkta mı oldu?”
“Hayır.”
“Ne o zaman?”
“Ben iyiyim, Devin. Bunu düşünme.”
Eğilip dudaklarını alnımda, şakağımın kenarında, bana dokunduğu anda gözümden firar eden tek damla yaşın üzerinde gezdirdi. Burnunu kulağımın üzerindeki bir noktaya bastırıp nefes alırken mırıldandı. Ona yakın olmanın büyüsüne kapılmamam mümkün değildi. Gözlerimi yumdum. Aynı onun yaptığı gibi kokusunu solurken nefes alabildiğim için ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Başarmıştım.
“Özür dilerim,” dedim. “Düşüncesizce hare…”
“Sus,” diyerek hızla durdurdu beni. “Ne olur, sus. Sakın hatalı olduğunu söyleme ve bir daha sakın benden özür dileme.” Elimi bırakıp yüzümü iki yanından kavradı. “Harikaydın, ptičica. Harikadan da öteydin. Yapman gerekeni yaptın.”
“Ama biraz daha geç kalsaydınız…”
“Beni dinle,” dedi sertçe. “Çok ciddiyim. Sen gördüğüm en akıllı, en cesur, en harika kadınsın. Erdem’i kurnazca atlatmayı başardın. O anda aramaları kontrol etmemesi, alarmın kapanıp açıldığını fark etmemesi, bir gözünün kameralarda olmaması onun hatasıydı. Silahı yanına aldın, panik butonuna bastın ve Erdem’e mesaj attın. Senin sayende İsmet’in adamlarını atlatıp aileni korumaya aldılar. Senin sayende katili de tezgâhı kuranları da yakaladık.”
“Eymen’i İsmet öldürmüş olamaz,” dedim Bahar’ın sözlerini düşünerek. Katili yakalamamışlardı.
“O öldürmedi.”
“Kim o zaman?” diye sordum merakla.
“Eymen’i öldüren Bahar’dı,” demesini asla beklemiyordum. Şaşkınlıkla ona bakakaldım. Bunu nasıl yapabilmişti? Neden?
“Ama o… o Eymen’i istiyordu. Onunla olmak için çabaladığını söyledi. Neden? Neden bunu yapsın ki?”
“Ve Eymen onu seçmedi. Hamile olduğunu öğrendi. Bu dünyadan kurtulmak için bir çıkış yolu aradı ve yolu İsmet’e gitmekte buldu. İsmet’te Bahar’dan Eymen’i öldürmesini istedi.”
Bilinmezlikle geçen onlarca günün üç cümleye sığması ne kadar garipti. Bahar’ın gerginliğini hatırlamaya çalışarak kendime bu gerçeği sindirmek için zaman verdim. Her şeyi çocuğu için yaptığını söylememiş miydi? İsmet’e ve diğerlerine dair kanıtları ele geçirmesi de yok etmesi de mümkün değildi. Hiçbirinin Eymen’in kendini güvenceye almak için benim bilgisayarımı kullanacağı aklına gelmemişti.
“İsmet Organize Suçlar’da çalışıyor. Eymen’e ait toplanan her kanıtı ilk önce o elden geçirdi. Eli boş çıkınca sevindiğini tahmin edebiliyorum,” dedi. “Ama Aydemir bunu bilmiyordu. Korktu, sana saldırdı ve adamlarını öldürdüm. Bu da İsmet’in yeniden dikkatini çekti.”
Çok yorgundum. Acı azalmaya başlarken üzerime ağır bir yorgunluk çökmeye başlamıştı.
Zorlukla, “Bahar’a ne oldu?” diye sordum.
“Gölge’ye bunu sana sormak zorunda olduğumu söyledim,” dedi. “Karar sana ait. Şu anda iyi. Bir zarar görmedi ama bundan sonra ne olacağı sana kalmış.”
“Demek istediğin…”
“Onu ele verebilirsin. Birazdan sorgu için gelecekler. Sana anlatman gerekenleri söyleyeceğim ama Eymen’in katilini açıklamak senin kararın.”
Düşünmeme gerek yoktu, yine de bunun için Karan’ı çok seviyordum. Bana bir kapanış vermek istiyordu.
“Buna ihtiyacım yok,” dedim elimi tutan elini sıkmaya çalışarak. “Çocuğunu korumak istiyordu. Ona nasıl kızabilirim? Seçtiği yolun doğru olduğunu savunamam ama bazı gerçekleri de görmezden gelemem. Eymen kendi kuyusunu kazdı. Bunu Bahar yapmasa muhtemelen öyle ya da böyle bir başkası yapacaktı. Burada bir suçlu varsa, bu kişi Eymen’den başkası değil.”
Elimi kendine doğru kaldırıp bu sefer avucumu öptü.
“Seni seviyorum,” diye mırıldandı. “Seni çok seviyorum, Devin.” Kelimeleri, söyleyemediği onlarca duygunun ağırlığını taşıyordu. Yoğundu, kalbimin etrafını bir koza gibi sarıyordu. Korkusunun tadını almama izin veriyordu. Başından beri olduğu gibi kendini bana açıyor, onu görmeme izin veriyordu.
“Ben de seni çok seviyorum. Ve ihtiyacım olan tek kapanış bundan sonra seninle olmak, senin yanında olmak.”
Gözlerini yumup yanağını avucuma yasladı. Gözlerimin onunkilere eşlik ederek kapandığını hissederken, defalarca beni sevdiğini söylemesini dinleyerek uykuya daldım.
Başarmıştık. Hayattaydık.
Şu anda bundan daha fazlasını isteyemezdim.
***
Cinayet masadan gelen Komiser Kenan etkileyici bir adamdı. Düzgün kaşlarından birinin kenarında, çentik izi gibi duran ufak bir yara izi vardı. Bana bakan, baktığından daha fazlasını görmek için inceleyen gözleri oldukça çarpıcı bir yeşildi. Kumral saçları hafifçe uzundu ve sanki bu uzunluğa alışkın değilmiş gibi eli arada sırada saçlarına gidiyordu. Geniş omuzlu, Karan’dan belki birkaç santim kısa ama Karan’ın aksine sahip olduğu silahları saklamak zorunda kalmayan, belalı görünen bir tipi vardı. İçimden istemsizce gülerken bu adamın Karan’ın ekibine fazlasıyla yakışacağını düşünmeden edememiştim. Pars, Karan ve Kenan. İyi bir üçlü olurlardı.
Tabii bu düşünceleri kendime saklayarak, titizlikle sorduğu her soruya dikkatle cevap verdim. Karan, İsmet’e dair yaşanan ne varsa açık açık anlatmamı söylemişti. Bilgisayarı neden sakladığımı, korktuğumu, tanımadığım ve kesinlikle yüzünü görmediğim bir adamın gelip beni evimi basan adamlardan kurtardığını, sonrasında kendime bir güvenlik tuttuğumu -ki bu da Erdem’den başkası değildi- bu zamana kadar korkuyla yaşadığımı ve ne yapacağıma bir türlü karar veremediğimi anlattım. Burçin’i ve Bahar’ı işin içine dahil etmemiştik ve bizimkiler de bu konuda uyarılmışlardı. Ne kadar çok insan, o kadar karmaşa yaratırdı.
Erdem’e Burçin’in dalga geçerek söylediğini umduğum gibi bir Armut profili oluşturmuşlardı. Karan’ın dediğine göre birçoğunun benzer profilleri vardı. Benimle aynı anda Erdem’i de bir başka polisin sorguladığını biliyordum. Onun adı Ata’ydı. Odama gelip bana selam verdikten sonra gülümseyerek çıkmıştı. Ata’nın Kenan’dan daha iyimser olduğunu, kötü polisin özellikle bana kaldığını görebiliyordum.
“İsmet’in ve Aydemir’in isimlerini biliyordunuz.”
“Evet,” dedim. “Bilgisayarımdaki dosyada hepsi var, göreceksiniz.”
Silaha nasıl ulaştığımı sorduğunda Erdem’in adını verdim. Karan bana bir adres ezberletmiş, sorarlarsa bir süredir o evde Erdem’le kaldığımı söylememi istemişti. Komiser Kenan’a adresi verdikten sonra Erdem’in silahlarından birini bulduğumu söylemiştim.
“Daha önce hiç silah kullanmamış ve bunca zaman korku içinde yaşadığını söyleyen biri için yaptığınız hareket fazla cesurca, sizce de öyle değil mi?”
“Sevdikleriniz tehdit edilirse siz ne yaparsınız? Eski kocamın çevirdiği dolaplar yüzünden ailemin zarar görmesine izin verecek değildim. Elimden ne gelirse yapmaya hazırdım.”
“Ve o adamları vurdunuz.”
“Dediğim gibi karanlıktı. Kimi vurduğumu, orada Aydemir’den başka kimlerin olduğunu bilmiyorum. Sadece korkmuştum. Bilgisayara baktıktan sonra adamlarına kafasını salladı. Bana silah doğrulttuklarını gördüm.”
Aynı soruları belki on farklı şekilde sorup durdu. Hakkını yiyemezdim, akıllı bir adamdı ve bence söylediğim çoğu şeye inanmamıştı. Koca bir oyunun içinde Erdem ve benim bir başımıza olmamız fazlasıyla dikkat çekiyordu. Karan sorun olmayacağını söylediği için ona güveniyordum. O yüzden hangi soruyu sorarsa sorsun istifimi bozmadım. Ama Bahar’ı sorduğunda kendimi tutmakta her zamankinden daha çok zorlandım.
“Bahar’ı görmediniz.”
“Görmedim.”
“Onu en son ne zaman gördünüz?”
“Aylar önce, karakoldan çıkarken.”
“Ve hiç iletişime geçmediniz.”
“Neden geçecektim?”
“Kocanızı kimin öldürdüğünü biliyor musunuz?”
Artık biliyordum. Ona, “Aydemir,” derken tereddüt etmemeye çalıştım. “Başka kim olacak? Yoksa İsmet mi?”
Soruma cevap vermedi ama, “Bahar’ın nerede olduğunu bilmiyorsunuz,” diye diretti.
“Neden onu sorup duruyorsunuz?”
“Kocanızı Bahar’ın öldürdüğüne dair bir iddiayı araştırıyoruz.”
Bunu beni şaşırtmak için söylediğini, tepkimi ölçmek istediğini biliyordum. Şaşırmış gibi davrandığımı umarak kaşlarımı çattım. Bu işten giderek yorulmaya başlamıştım. İkinci doz ağrı kesiciden sonra beni ziyaret ettikleri için şanslıydım yoksa bu kadar bile dayanamazdım.
“Bunu neden yapsın ki? Eline ne geçecekti?”
“Cinayetlerin mantıklı sebeplerle işlendiğine mi inanırsınız?”
“Belli ki siz inanmıyorsunuz. Ne diyebilirim Kenan Bey, sizin işiniz bu. Bana göre hiçbir mantıklı sebebi yok.”
“Hamile olduğunu biliyorsunuz, değil mi?”
“Hayır.”
Gözlerinin karardığı anı gördüm. Ne yapmıştım bilmiyordum ama bir şekilde kendimi ele vermiş olmalıydım. Çok mu hızlı cevap vermiştim? Duyduğuma şaşırmam mı gerekiyordu? Gerçeği bilmesem bile artık hiçbir şeye şaşırabileceğimi sanmıyordum.
“Hayır?”
“Nereden bileyim?”
İç çekerek bir an için gözlerini yumdu ve yüzünü ovuşturdu.
Sonunda, “Onu koruyabiliriz,” dedi. “Hamile ve şüpheli bir kadının sokakta, herhangi bir yerde güvende olmayacağını anlaman lazım.”
“Beni koruduğunuz gibi mi?” diye sordum.
Çenesi kasıldı. Derin bir nefes daha alarak kafasını sallarken, “Yardımı yanlış yerlerde aradınız,” dedi. Onu cevapsız bıraktığımda artık devam etmeyeceğini umuyordum ama soruları hâlâ bitmemişti. Tanrım. Bu adam sahiden pes etmiyordu.
“İsmet bana hayatında birinin olduğunu söyledi.”
Bunu da bekliyorduk. Karan’ın onu takip ettiğini anladıktan sonra İsmet beni daha detaylı incelemeye almış olmalıydı. Bizi bir arada görmüş olsa da bunu kanıtlayamazdı. Karan bunu hallettiklerini, başka bir şey çıkarsa da sorunu o zaman çözeceklerini söylemişti. O yüzden gördüğü kişinin Erdem olduğunu iddia etmemizde şimdilik hiçbir sorun yoktu.
“Muhtemelen Erdem yanımdan ayrılmadığı için öyle olduğunu düşündü. Zaten dışarıya karşı öyle görünmesini istiyorduk. Onu gördünüz mü?” diye sordum. “Güvenliğe pek de benzemiyor. Açıkçası bu işime geldi çünkü kimseye neden her yere onunla gittiğimi açıklayamazdım. İş yerindekilere stajyerim olduğunu, aileme de kendime güvenlik tuttuğumu söyledim. İsmet’in ne düşündüğünü bilmiyorum.”
Komiser Kenan’ın gözleri kısılırken, yüzümü araştıran bakışlarıyla bana yalan söylüyorsun, diye adeta çığlık atıyordu. Bundan hoşlanmamıştı, hatta nefret ettiğini bile söyleyebilirdim. Sorun şuydu ki, umurumda değildi.
“Erdem’in başka insanlarla çalıştığını biliyor muydun?” diye sorduğunda da hazırlıklıydım.
Eskiden başka bir güvenlik şirketinde çalışıyordu. Erdem’e ailemi koruması için attığım mesaj işe yaramıştı. Birilerini aramış ve ailemi güvene almıştı.
“Hayır, bilmiyordum. Sadece ondan başka birinden yardım isteyemezdim. İsmet’in bir polis olduğunun farkındasınız değil mi? Hem de güçlü bir mevkide oturan bir polis. Dosyada diğerlerinin de adını göreceksiniz. Ne yapmamı isterdiniz? Polise körü körüne nasıl güvenebilirdim? Erdem en iyi seçeneğimdi.”
Cevaplarımdan mutlu olmadığını görebiliyordum. İstediği her neyse elde edemiyordu. Sonunda geri çekildiğinde bana geçmiş olsun diledi ve ayağa kalkar kalkmaz ifademi yazılı olarak vermem için beni karakola çağırdı.
Çıkmadan önce kucağıma bıraktığı kartı alıp adını okudum. Kenan Balaban. Bu ismi nereden duymuştum?
Geçen sene çıkan haber bir anlığına gözümde canlandı. Rüyaların Ardından Giden Kızın Koruyucusu. Hah! İşte, bu tuhaftı.
***
Üç gün sonra hastaneden çıkmak için hazırdım. Karan fırsatını bulduğu her an yanımda olduğu için şikâyet etmeden beni salacakları günü beklemiştim. Sargılarım değişmişti. Sağ bacağımın üzerine basamıyor, sağ kolumu kullanamıyordum. Kol altı destekleri bu durumda bir işe yaramadığı için tekerli sandalyeyle taşınıyor, günde iki defa birkaç dakikalığına bir eşlikçiyle yürüme denemeleri yapıyordum. Bu sabah on adım atmayı başardığımda birdenbire ağlamaya başlamıştım. Nedenini bilmiyordum. Tüm yaralarımın iyileşeceğini, acılarımın yok olup gideceğini, sadece hayatımı değiştiren dönüm noktası olarak bana bugünleri hatırlatacak izlerin kalacağını biliyordum. Mutsuz, depresif ya da korku dolu değildim. Yine de gözyaşlarımı tutamamıştım.
Annem Laçin’in, Deha’nın ve Mustafa amcanın getirdiği çiçeklerle hediyeleri toparlarken babama seslendi. “Bunları arabaya götürür müsün?”
O zaman beni eve götürmeyi düşündüklerini fark ettim.
“Anne… ben…”
Gerçeği onu kırmadan nasıl söyleyeceğimi bilemedim.
“Ne oldu kızım?”
“Sizinle gelmiyorum anne, Karan’la gideceğim.”
Babam sinirle arkasını dönüp hiçbir şey söylemeden odadan çıkınca annem iç çekerek yanıma geldi.
“Kendini toparlayana kadar yanımızda kalman daha iyi olur.”
“Kim için daha iyi?”
“Devin…”
“Korktuğunuzu biliyorum.” Uzanıp elini tuttum. “Kendimi sizin yerinize istesem bile koyabileceğimi sanmıyorum ama anne, onu seviyorum. İyileşmek ve bu süreci atlatmak için ondan başkasının yanında olduğumu hayal edemiyorum. İkimizin de birbirine ihtiyacı var.”
Saçlarımı okşayarak yüzümden çekerken kendini güçlü durmaya zorluyordu. Ona bunu yaşattığım için üzülüyordum ama kalbim Karan’dan uzak kalmaya dayanamazdı. “Neler döndüğünü, o adamın… Tanrım. O bir adam, Devin. Senden büyük. Bu önemsiz gibi gelebilir ama yaptığı işi düşününce… Ne iş yaptığını bile biliyor musun ki?”
Annemden çok daha fazlasını bildiğim kesindi ve kesinlikle anneme bildiklerimi anlatmayacaktım. Babam bunca zaman anlatmadıysa annem için daha doğrusunu bildiğine inanmak zorundaydım.
“Bilmem gerekeni biliyorum. Ayrıca yaşın gerçekten de bir önemi yok. On yaş anne. Abartmayalım istersen. Ona hayatım pahasına güveniyor olmayı geçtim, yapmak istediği şeylere, bunları yapabilecek güce ve cesarete sahip olmasına güveniyorum. Onun yanında olmak istiyorum.”
“Farklı bir dünyada yaşıyor.”
“Hayır anne,” diye karşı çıktım. “İnan bana, ben de öyle olduğuna inanıyordum ama hepimiz aynı dünyada yaşıyoruz ve ben bunu görmezden gelmeye devam etmek istemiyorum.”
Güzel yüzü hüzünle doluydu. Beni kaybetmese de öyleymiş gibi hissediyordu. Ona aksini söyleyemezdim. Karan’la nasıl bir hayatımızın olacağını henüz bilmiyordum. İşi bırakmıştım; kapanış için onlarla son bir program daha yapacaktım. Daha sonraysa… O kızlar için işe yarar bir şeyler yapabilmeyi umuyordum. Beni meşhur Gölge’yle tanıştıracağını söylemişti. Açıkçası bu beni hem korkutuyor hem de heyecanlandırıyordu.
“Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum,” diye itiraf etti.
“Bir yolunu bulacağımızdan eminim.”
Birbirimize sarılarak geçirdiğimiz birkaç dakikanın ardından babam geldi. Annem bizi yalnız bırakmak için çıktığında ne diyeceğimi ya da ne yapacağımı bilemedim. Bir yanım ona hâlâ kızgındı.
“Kararımı değiştiremezsin,” dedim o itirazlarını sıralamaya başlamadan önce. Bir an da kahkaha attı. Bunu duymayalı ne kadar çok zaman geçtiğini fark edince gözlerim doldu. Babam değişimi hemen algılayıp yanıma geldi ve canımı acıtmayacak kadar sıkıca sarıldı.
“Kızım. Benim güzel yavrum. Hayatımın ışığı. Seni o kadar çok seviyorum ki, senin için neler yapabileceğimi düşünürken bazen kendimden korkuyorum.”
Kafamı göğsüne yasladım. Aşina olduğum kokusunu solurken, küçük bir kız olduğum zamanlardan beri kendimi güvende hissetmemi sağlayan ve beni tüm dünyaya karşı ayakta durabilecek şekilde yetiştiren varlığına sığındım.
“Seni seviyorum baba ve seni affediyorum. Aslına bakarsan sana kızamıyorum bile. Ben… bazı şeyler gördüm ve…”
“Ne gördün?” Geri çekilip kollarımı nazikçe tutarken yüzüme baktı. “Ne gördün, Devin? Bunu senin için hiç istemediğimi anlayamıyor musun? Sen bir tanesin. Bir tane. Bu ne demek biliyor musun?”
“Orada kızlar var baba. Benim gibi, benden küçük. Çok zor durumda, çok korkunç şeyler yaşamış kızlar, hatta çocuklar var.”
Şimdi güvende olduklarını bilsem bile, o eve getirilen kızların hallerini düşününce bir şey göğsümü öyle sertçe sıkıyordu ki nefes almakta zorlanıyordum. Gözlerimin dolduğunu hissedince kendimi rahatlamaya zorladım. İyilerdi. Güvendelerdi. Ama daha fazlası vardı. Bunu nasıl düşünmeden durabilirdim?
“Biliyorum, Devin. Biliyorum ama birini seçmem gerekirse her zaman kendi kızımı seçerim. Ne yaptıysam senin güvende olman için yaptım. Bu beni bencil biri mi yapar? Korkunç biri mi? Umurumda değil.”
“Arkamdan iş çevirmek yerine bana güvenmeliydin,” dedim. Bunu bir kez olsun dile getirmezsem huzur bulamayacağımı biliyordum. “Bana güvenmeni isterdim. Bundan sonrasında da senden tek istediğim bana güvenmen.”
Karan’ın elime silah tutuşturup gittiği günden beri sanki bir gün olsun dinlenmemiş gibi hissediyordum. Neler söylemem gerektiğiyle ilgili konuşmalar, polisle sorgular, gelen giden insanlara anlattığım yalanlar, ailemi ikna çabalarım… Yalnızca Karan yanımda olduğunda, onun sessizliği ve dokunuşlarıyla huzur bulabiliyordum. Ve bu yüzden bir an önce buradan çıkıp ona gitmek istiyordum. Evimizde beni bekliyordu.
Evimiz.
O kapıdan içeri girdiğim anda dört duvar bizim olmuştu.
***
Bu bölüm Rüyaların Ardından okumuş olan okurlarıma da bir sürpriz niteliğinde oldu aslında. Aklımda çok sonradan ortaya çıkan bir fikirdi ve dedim ki bir Cinayet masa polisi gelecekse bu kişi Kenan'dan başka kimse olamaz. :D
Eğer okumadıysanız, sizi Rüyaların Ardından sayfasına davet ediyorum. <3 Paranormal / Polisiye diyebiliriz sanırım.
Gelelim canım, birtanem, Karan ve Devin'e.
Onlar için nasıl bir son yazacağımı gerçekten çok düşündüm ve gerçek anlamda bitmesini istemediğimi fark ettim. :D
Epilog ile onların ve tabii ki sizin hak ettiğiniz kapanışı vereceğim. Mis gibi dolu dolu bir bölüm olacak bence ve kalbimi doyuracak, inanıyorum. Eh, ondan sonrası ise artık gelecekte belki yine bir gün görürüz, bilemiyorum. :D
Yorumlarınızı bekliyorum.
zeynepinkitapligi_ profilime gelip kanala üye olursanız da daha sık sohbet edebiliriz. Hepinizi öptüm. :*
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |